Çırağan Sarayı

ÇIRAĞAN SARAYI

Hazırlayan: Nizamettin ARSLAN

İstanbul’da, Marmara’dan Karadeniz’e doğru giderken Boğaziçi Köprüsüne varmadan hemen solunuzda (Avrupa yakasında) Boğaza bakan muhteşem yapı dikkatinizi çeker. Burası bugün otel olarak kullanılan Çırağan Sarayı’dır. Yapımından günümüze neler yaşamış, başına neler gelmiş, ne hikayeleri anıları bağrında gizlemiş beraberce izleyelim.

Çırağan Sarayı’nın bulunduğu alan, Boğaziçi’nde bağ ve bahçelerinin güzellikleriyle tanınmış ve her dönemde padişahların, hanım sultanların, sadrazamların, eşrafın ileri gelenlerinin hep ilgi odağı olmuştur. XVII. yüzyıl başlarında “Kazancıoğlu Bahçesi” ismi ile anılan bu yerde, IV. Murad’ın kızı Kaya Sultan bir yalı yaptırır. Bu yalı ile ilgili olarak herhangi bir bilgiye sahip değiliz. Kaya Sultan 1659 yılında ölür. III. Ahmed Devrine kadar Padişahların uzun süre Edirne’de oturmaları, İstanbul’un ihmaline sebep olur ve bu süre içerisinde birçok köşk ve kasr gibi Kaya Sultan yalısı da harap bir duruma gelir.

Lâle Devri’nin önde gelen devlet adamlarından Nevşehir’li İbrahim Paşa, III. Ahmed’in kızı Fatma Sultan ile evlendiğinde, Kaya Sultan Yalısı’nın bulunduğu alana yeni bir yalı yaptırır. 1719’da tamamlanan yalı, Marmara Adası’nın en nadide mermerleri ile süslenmiştir. Bu yalıda Sultan III. Ahmed’in de katıldığı ve sık sık gerçekleştirilen ziyafetler, düzenlenen eğlenceler ve geceleri yapılan “Çerağan Safaları” nedeniyle bu yapı “Çerağan Yalısı” adıyla anılmağa başlanır. Malûmunuz üzere çerağ veya çırağ; yağlı fitil, mum, kandil, çıra ve ışık gibi kelimelerin çoğul şeklidir. Bugün bizim floresan lambalar altında okumadığımız cilt cilt o muazzam eserler, ecdat tarafından hem de elle bu kandil, mum ışıkları altında yazılmış hep. Çerağan, zamanla Çırağan olarak söylenmeye başlamış. Ayrıca Çırağan, genellikle İstanbul’da herhangi bir vesile ile yapılan gece şenlikleri için de kullanılırdı.

Sultan III. Ahmed’in Patrona Halil isyanıyla (1730) tahttan indirilmesinden sonra Fatma Sultan, vefatına kadar Çırağan’da oturur. İbrahim Paşa’nın Çırağan Yalısı hakkında, dönemin İngiltere elçisinin eşi Lady Mary Montague, Avrupa’da bulunan dostlarına yazdığı mektuplarda, yalının güzelliğini ve içindeki eşyaları anlata anlata bitiremez. Sultan III. Ahmed’in damadı ile birlikte sürdüğü zevk ve eğlence dolu yılların bir isyanla sona ermesi üzerine, tahta çıkan Sultan I. Mahmud’un devrinde, Çırağan resmi bazı ziyafetlere ve görüşmelere tahsis edilir. Sadrazam Hacı Ahmed Paşa ve daha sonra Hekimoğlu Ali Paşa, Avusturya ve Fransa gibi devletlerin elçilerine burada ziyafetler verirler. Bu dönemde yalı bir anlamda devlet konukevi olur.

Uzun süre bakımsız kalan Çırağan’ı, Sultan III. Mustafa 1767’de Şeyhülislam İbrahim Efendi’ye verir, ancak İbrahim Efendi yalıda çok uzun süreli oturmaz. 1774 yılında yalı satışa çıkarılır. Sultan III. Selim’in kız kardeşi Beyhan Sultan yalıyı satın alır.

Sultan III. Selim çok sevdiği Beyhan Sultan’ı ziyaretleri esnasında, yalının bulunduğu alanın güzelliğine hayran olur ve gönülden bağlı bulunduğu Beşiktaş Mevlevihanesi’ne de yakın olması nedeniyle, kız kardeşinden Çırağan’ı satın alır. İlerleyen yıllarda Sadrazam Yusuf Paşa, bu yalının yıkılarak yerine yeni ve büyük bir saray yapılması için III.Selime bir öneride bulunur. Memleketin içinde bulunduğu sorunlar nedeniyle bu öneri Sultan III. Selim tarafından doğru bulunmaz. Sadece bir mabeyn dairesi yaptırarak, yaz aylarının büyük çoğunluğunu burada geçirir. III. Selim ile birlikte Çırağan yeniden Osmanlı Sultanları için gözde bir mekân haline gelir. Sonra gelen sultanlar da yazları burada geçirirler.

I. Mahmud saltana gelince, Çırağan’ı sadece yazları değil her zaman oturulabilecek büyüklükte bir saray yaptırmayı planlar ve saltanatının sonlarına doğru bu düşüncesini gerçekleştirir. Eski kasır ve köşkler tamamen yıkılarak ortadan kaldırılır. Sultan, sarayın arazisini genişletmek istediğinden yapının hemen yanında bulunan Hanım Kadın Mescidi, Eğribozlu Hacı Mehmed Ağa tarafından yaptırılan mekteb, civardaki diğer binalar ve III. Selim’in çok sevdiği ve himaye ettiği Beşiktaş Mevlevihanesi de yıkılarak oldukça büyük bir alana 1834 yılında ilk Çırağan Sarayı’nın inşaası başlar.  Sarayın en belirgin özelliğini teşkil edecek olan cephe sütunları, 1837 yılında Marmara Adası’ndan getirilir. Hatta bu mermerler gemilerden indirilirken işçilerin üzerine düşer ve ikisi Müslüman üçü gayrimüslim beş işçinin ölümüne sebep olur.

İlk Çırağan Sarayı’nı büyük bir özen ve istekle devamlı oturmak amacıyla yaptıran II. Mahmud, sarayın bitimini görmeden (1839) son nefesini verir. Oğlu Sultan Abdülmecid tahta çıktığında, babası II. Mahmud’un başladığı Çırağan Sarayı inşaatını, 1841 yılında kendisi tamamlandıktan sonra, saltanatının ilk on dört yılını burada geçirir. 1856’da Dolmabahçe Sarayı’na geçilinceye kadar, Abdülmecid’in hemen hemen bütün çocukları bu sarayda doğmuştur. 1840’da V. Murad, 1842’de II. Abdülhamid ve 1844’de V. Mehmed Reşad Çırağan’da doğup büyürler.  

Sultan Abdülmecid döneminde Çırağan Sarayı, önemli toplantı ve merasimlere de şahit olur. Osmanlı Devleti’nin XIX. yüzyılda girdiği en büyük savaşlardan biri olan Kırım Harbi öncesinde, Rusya ile savaş durumunun kabul edilmesi 25 Eylül 1853’te burada kararlaştırılır. Sultan Abdülmecid’in kızı Fatma Sultan’ın, Mustafa Reşid Paşa’nın oğlu Ali Galip Bey ile evlilik töreni 7 Ağustos 1854 günü yine bu sarayda yapılmıştır.

Sultan Abdülmecid’in saltanat yıllarında, Osmanlı Devleti’nin mali düzeni, sonraki dönemleri de derinden etkileyecek bir buhran içerisine girer. Özellikle Dolmabahçe Sarayı’nın inşasıyla birlikte bazı saray ve köşklerin de inşa edilmeye başlanması, hazinenin büyük ölçüde borçlanmasına neden olur. Bu arada 1857 yılında Çırağan Sarayı yıktırılır.  Sultan Abdülmecid Çırağan’da yeni bir saray yaptırmak istemektedir, ancak Sadrazam Ali Paşa, buna karşı çıkarak hazinenin durumunun müsait olmadığını belirtince, görevinden azledilir. Öyle bir hale gelinmiştir ki, devlet borçlarını ödeyemez hale gelir. 1859 yılında saray ve kasırların inşaatlarında çalışan işçiler, ücretlerinin ödenmemesinden dolayı Dolmabahçe Sarayı’nı çevirirler. Bunun üzerine Sultan Abdülmecid bütün saray ve kasır inşatlarını durdurup, kendisine ait dörtbin kese altını çalışanlara dağıtır. Böylece Yeni Çırağan’ın yapımı da kesintiye uğrar.

Sultan Abdülaziz 1861’de tahta çıktığında Çırağan Sarayı inşaatı kendisini beklemektedir. Şimdi siz kıymetli okurlarımızın aklına bu kaçıncı Çırağan oldu diye bir soru gelebilir. Efendim önce yalı, sonra yıkılıp saray, sonra saray yıkılıp tekrar saray, yani Çırağan üçüncüye yapılıyor. Yeni Padişah, saltanatının ilk yıllarında uyguladığı tasarruf tedbirlerini, kısa süre sonra bir yana bırakarak 20 Ocak 1863 günü yeni Çırağan sarayının yapımını başlatır. Sultan Abdülmecid döneminde binanın planlarını mimar Nikoğos Balyan çizer. Ancak inşaat başlamadan 1858 yılında ölünce, aynı planları kardeşi Serkis Balyan kullanır. Bu planlara göre de saray inşa edilir.

Sarayın yapımı için gerekli olan malzeme alımı ve ödemeleri; usta, sanatkâr ve işçilerin ücret, kayıt ve kontrollerinin yapılması için 18 memur, inşaat alanını beklemek ve korumak için 17 bekçi, inşaat esnasında meydana gelebilecek kaza ve yaralanmalar içinde bir doktor görevlendirilir. Devletin içinde bulunduğu mali sıkıntılardan dolayı inşaatın bir an önce bitirilmesine çalışılır. Fakat alınan bütün tedbirlere rağmen, ancak 27 Eylül 1871’de bitirilir.

Çırağan Sarayı’nın iç döşemesi için yapılan çalışmalar, inşaat faaliyetleri devam ederken başlar. Sarayda kullanılacak halıların Gördes’te dokutturulmasına karar verilir. Mobilyaları da İstanbul’da yaptırılır. Çırağan Sarayı inşaatının 27 Eylül 1871’de tamamlanması üzerine, Sultan Abdülaziz gerekli hazırlıkların yapılmasından sonra 1872 yılı Mayıs ayı başlarında yeni sarayına yerleşir. Ne ilginçtir ki, yapımında hiçbir fedakârlıktan kaçınılmayan ve hazineye oldukça pahalıya mal olan Çırağan Sarayı’nda çok uzun süre oturmaz. Hatta sarayı ilk ziyaretinde üst katın salonunda döşeli parkelerden ayağı kayıp düşünce, halk arasında, Mevlevihanenin yıktırılarak saray arsasına katılmasının padişaha uğursuzluk getirdiği gibi dedikoduların çıkmasına yol açar. Sarayın bir türlü ısıtılamaması da Sultan’ın yeniden Dolmabahçe Sarayı’na dönmesine sebep olur.

Sultan Abdülaziz’in azlinden sonra (30 Mayıs 1876) tahta çıkan Sultan V. Murad, akli dengesinin yerinde olmadığı gerekçesiyle, 31 Ağustos 1876’da tahttan indirilerek Çırağan Sarayı’na hapsedilir. Yirmi sekiz yıllık hapis hayatının, 29 Ağustos 1904’te vefatı ile son bulmasından sonra, o zamana kadar hiçbir ilgi gösterilmeyen ve bakımsızlığa terkedilen  Saray, II.Abdülhamid döneminde  onarılır.

Sultan II. Abdülhamid’in saltanatı sonlarına doğru II. Meşrutiyetin ilanı ile Yapılan seçimler sonucu 17 Aralık 1908 günü Meclis-i Mebusan’ın açılışı yapılır. Meclis-i Meb’usan Reisi görevinde bulunan Ahmed Rıza Bey, kullanılmayan Çırağan Sarayı’nın meclise verilmesi için padişaha başvurur.  Sultan V. Mehmed Reşad buna pek razı olmaz ama  birden bire red cevabı vermemek için Ahmed Rıza Bey’e; “Hele lazım gelenlerle bu hususta bir konuşayım, alacağım kararı size sonra bildiririm ” gibilerden biraz baştan savma sözlerle geçiştirmek ister. Ancak Ahmed Rıza Bey işi bir oldu bittiye getirmek için, ertesi günü gazetelere bir demeç vererek, padişah hazretlerinin Çırağan Sarayı’nı Meclis-i Meb’usan’a ihsan buyurduğunu ilan eder. Bu durum karşısında yapacak bir şey bulamayan Sultan Reşad ister istemez sarayı verir.

Çırağan Sarayı meclis binası olarak kabul edilir ve meclisin 14 Kasım 1909’da ikinci dönem oturumlarına hazır olacak şekilde bazı düzenlemelere tabi tutularak hazırlanır. Ne ilginçtir ki, Sarayın Meclis-i Meb’usan olarak kullanılışı da çok uzun sürmez. 19 Ocak 1910’da sebebi anlaşılamayan ve bahçeye bakan çatı arasındaki kalorifer bacasından çıkan yangın sonucunda, Harem ve Ağalar Dairesi dışında, Çırağan Sarayı tamamen yanar. Durumu öğrenen Sultan Mehmed Reşad buna çok üzülür. Yangında can kaybı olmaz ama, Resmi evrak ve defterlerden bazıları kurtarılırken, gizli evrak odasının kapısı kilitli olduğu ve kırılamadığı için bir çok defter yanar.

Sarayın 19 Ocak 1910’da yanması üzerine büyük bir hızla yayılan haber bütün yurtta üzüntüyle karşılanır. Olaya devrin basını da geniş yer ayırır. Sarayın yeniden inşa edilmesi için bazı kaza ve vilayetlerde yardım kampanyaları dahi açılır. Bunlardan Basra Vilayeti ve Düzce Belediyesi’nce gönderilen yardımlar, ilk anda böyle bir onarımın düşünülmemesi nedeniyle Donanma-i Osmani Cemiyeti’ne aktarılır. Sarayın yanışı sonrasında, yeniden onarılması gibi bir düşüncenin olmamasının yanında, bir müddet enkazıyla ilgili olarak hiçbir faaliyette de bulunulmayınca, Koca saray dolandırıcıların ve hırsızların insafına bırakılır.

Birinci Dünya Savaşı sonunda, İstanbul’un işgal altında bulunduğu dönem içerisinde, Çırağan Sarayı harabeleri “Bizo Kışlası” ismiyle bir Fransız istihkam kıtası tarafından kullanılır. Cumhuriyetin ilanından sonra 4 Mart 1924’te Halifeliğin kaldırılmasıyla, İstanbul’da Osmanlı Hanedanı’na ait köşk ve kasırlarda yaşanan büyük yağmadan Çırağan Sarayı da nasibini alır. 1930’larda sarayın bahçesi, bir Futbol kulübü tarafından ulu ağaçları kesilerek futbol sahası haline getirilir. II. Dünya harbi sıralarında turistik bir otel yapılması etrafında Prof. Bonatz ve Sedat Hakkı Eldem tarafından tetkiklerde bulunulur. Daha sonraları da Çırağan’ın Deniz Müzesine tahsisi ve zemin katında tarihi kadırgalar ile saltanat kayıklarının teşhiri, birinci katının bir balkon haline getirilmesi, son katın da müze salonlarına ayrılması düşünülür fakat gerçekleşmez.

Beşiktaş Mevlevihanesi yıkıldığı zaman, Mevlevi büyüklerine ait mezarlar kaldırılmamış, üzerlerine bir kemer yapılarak yerlerinde kalmışlardı. 1946 yılında, sarayın bodrum katında bulunan mevlevi postnişinlerine ait mezarlar, bir istihkam yüzbaşısının altın aramak için yaptığı kazılarda tahrip edilir. Aynı yıl içerisinde saray, çıkarılan bir kanunla İstanbul Belediyesi’ne bırakılır. 1987 yılında, otel olarak kullanılmak amacıyla yabancı bir şirket tarafından restorasyonuna başlanır. Ayrıca sarayın bahçesine de modern bloklar oturtulur. 1992 yılında hizmete açılan saray, halen bu işlevine devam etmektedir.  

 

 

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen