İran Entellektüelleri ve Batı (Mehrzad Broujerdi)

 Derya GIRGIN

İran, İslam Cumhuriyeti’nin başkenti ve Tahran vilayetinin merkezi olan sınır komşumuzdur. Türkiye ile birlikte Ortadoğu’nun Arap olmayan iki unsurundan birini oluşturan İran, köklü kültürü, büyük nüfusu ve zengin yeraltı kaynakları ile bölgenin önemli ülkelerinden biridir. İran kültürü ise çok çeşitli ve çok boyutlu olma özelliğine sahiptir. Bu özelliğin bir yönü tarihi gelişmelere diğer yönü ise etnik, din ve dil kökenli unsurlara dayanmaktadır.[1] Bu açıdan merak edilen bir ülke olarak İran ve İran’a dair Aydın Sosyolojisi kapsamında bir kitap olan “İran Entelektüelleri ve Batı” kitabımız, Syracuse Üniversitesi’nde, Maxwell Vatandaşlık ve Kamu İşleri Okulu’nda, siyaset bilimi yardımcı profesörü olarak çalışan Mehrzad Brojerdi tarafından kaleme alınmıştır. Kaleme alınan bu eserimiz İran entelektüellerinin 1950’lerden 1990’lara dek toplumları içindeki kültürel, sosyo-ekonomik, siyasi dönüşüme nasıl karşılık verdiklerini göstermek için yazılmıştır[2] Bu bakımdan M. Foucault’ nun ve Edward Said’in ötekilik kurgusundan hareket edilmiş bir metin ile karşılaşmaktayız. F. Şadman, Ahmet Ferdid, Celal Al-i Ahmet, S.H. Nasr, İhsan Naraki, Hamid İnayet, Daryuş Şayegan, Rıza Davari ve Abdulkerim Suruş’un düşüncelerinden hareketle, yerelci söylemin İran’daki hakim konumunu değerlendirmektedir. Bu açıdan kitapta on entelektüelin kısa bir tartışması verilmiş ve bu tartışma için entelektüellerin kuramsal katkılarından dolayı şeçilmiş oldukları belirtilmiştir(halk tarafından tanınmışlık değildir).

Kitabımız sekiz bölümden oluşmaktadır. İlk olarak “Ötekilik Üzerine” başlığı ile Descartes’in ‘düşünüyorum öyleyse varım’ cümlesini ele alan Boroujerdi, ‘ben’in ortaya çıkma aşamalarını ortaya koymuştur. Devamında bunu desteklemek amacıyla Foucault’un öteki kavramı ile benlik inşasının bir ötekiye ihtiyaç duyduğunu belirtmiştir. Böylece batı ve batı dışı ülkeleri açıklayabilmek için bir zemin oluşturmuştur kitapta. Ardından yazar Edward Said’in “nasıl bir öteki oluşturuluşunun temsil mekanizmasıyla” ilgilenmiştir. Said’in konusu Şark’tı. Bazı yönlerinden Şarklılar, Foucault’un delilerine, sapıklarına benzetilmiştir. Hepsi “normal, doğru ve haklı olarak kabul edilene bağlı olarak doğan ötekilik durumunu paylaşırlar der. Bu bakımdan Foucault ve Said’in amaçlarını aynı görür. Bu amaç ise “bir tahakküm rejiminde doğan ve marjinal ötekilerin unutulmuş varlığını yeniden canlandırmaktır” der. Ardından ikinci “Rançı Devletin Ötekileştirilmesi” bölümünde belli alt başlıklar altında entelektüeller, iktidarda bulunan Rıza Şah devri tarihsel, siyasal, sosyo-ekonomik boyutlarda ele alınmış ve o dönemlere  göz atılarak veriler sunulmuştur. Bu açıdan 2. Dünya savaşından sonra Rıza Şah’ın otokratik liderliğinin son bulup yerine oğlu M.Rıza Pehlevi geçmesiyle süregelen zaman dilimindeki olaylar ele alınmıştır. İlk olarak Şah’ın tarım reformu yapmasıyla konuya adım atılmıştır. Çünkü İran’da petrol bulunmuş ve bu petrolün bulunmasıyla petrol ihracatlarına başlanmış, bu bakımdan da ekonomi tarıma ve ticarete dayalı olmaktan çıkmıştır. Devlet ihracatla beraber muazzam paralar elde etmeye başlamış, artık sermaye için tarıma yaslanmaya gerek görülmemiş ve hızlı bir modernleşme sürecine girilmiştir. Modernliğin başlaması ile Orta Doğu toplumların birçoğunda entelektüeller geleneksel seçkinlerin tekelini ve din adamı kurumunu sarsmıştır. İran’da bir örneğidir ki din ve devlet olmak üzere iki saç ayağa sahip olan bir ülkedir. Din adamları, ulemalar devlet işlerinde etkin durumdaydılar bu bakımdan. Devletin devamında petro-dolar gelirine bel bağlamasıyla rançı bir devlet haline gelindiğinden bahsedilmiştir. Petrol gelirinin hızlı bir oranda artmasıyla kamu sektörü de hızlı bir biçimde büyümüştür. Hükümet ekonomide hakim bir aktör haline gelmiştir. Bununla devlet seçkinci bir hal almış, saray ve vatandaşları arasında yabancılaşmaya neden olmuştur. Birde zaten petrol ve doğalgaz ihracatından doğan karlardan etkili bir şekilde tasarruf edilmemiştir. Bunlar en son askeri harcamalara tesis edilmiştir. Çünkü Şah, İran’ı dünyada beşinci en büyük askeri güç kılmak ile övünürken, halk buna hem şüpheyle, hem öfkeyle karşılık vermiştir. Böylece devlet ve halkın bağları gevşemeye başlamıştır. Sonuç olarak durum, enflasyon ve ithalata bağımlılığı getirmiştir. Bundan dolayı iktidara muhalifler artmıştır. Şah ise daha çok şiddete başvurup durmuştur. Yani iktisadi bunalım, siyasi bunalıma dönüşmüştür. Bu arada entelektüellerde Şah’ın iktisadi programından istifade etmişlerdir. Meşruiyet açığını kapatabilmek adına devlet, aydın topluluğuna para ödülleri ve istihdamlar sunmuş ve de böylece aydınları kendine bağlamayı amaçlamıştır. Bu adım bir yere kadar etkili olmuştur ancak geçimleri için aydınlar devlete bağlı olsalar da gerçekte tam olarak onun bir parçası olmamıştır. Devletin bu adımları aydınların devletten daha da soğumalarını sağlamıştır. Aydınlar kendi toplumlarına batının gözleriyle bakmaya başlamışlardır. Ardından Ayetullah Humeyni tarafından devlete karşı hukuki ve barışçıl araçlarla 1963 başkaldırısının kanlı sonuçlanmasından dolayı devlete meydan okumanın mümkün olmayacağı düşünceleri gelişmiştir. Bu da tek işlenebilir direniş vasıtası olarak silahlı mücadeleye girişmeyi ve yer altlarına inilmesine neden olmuştur. Radikal siyasi eyleme yönelmeye başlanmıştır. Baktığımızda bu radikallik de kendini iki grupta göstermiştir. İlk olarak “İran Halkının Fedaileri Örgütü”, ikinci olarak “İran Halkın Mücehitleri Örgütü” şeklindedir. Üniversitelere gelindiğinde ise buralar temel adam devşirme merkezi haline dönüşmüş, öğrencilerin sonradan radikalleştikleri tespit edilmiştir. Öğrenciler dersleri boykot etmekte, toplantılar düzenlemekte, açlık grevleri yapmaktadırlar. Ayrıyeten Boroujerdi, bunların dışında entelijansiyanın kendini gösterdiği bir başka alan olarak edebiyat ve sanat dergileri olduğunu ifade etmiştir. Yönetimin sosyal ve siyasal alanları kısıtlamasından dolayı öğrencilerde edebi dergiler, forumlar açmışlardır. Bir yandan yoksulları ve imkan kıtlığını işleyen konular, bir yandan edebiyatta güzelliği ve siyaset dışı konuları takip etmişlerdir. Sonralar edebiyatta siyasallaştı ve “sanat sanat içindir anlayışı” da eleştirildi. Genellikle karanlık, korku, iki yüzlülük, yanlızlık gibi konularla ilgilenildi.

 Üçüncü “Batının Ötekileştirilmesi” bölümüne gelindiğinde ise Boroujerdi, batıcılığın epistemolojik, tarihi ve siyasi başlangıcını tespit etmek üzere üç entellektüelin eserlerine yoğunlaşmaktadır. İlk olarak Seyyid Fahreddin Şadman’ın “Batı Medeniyetinin Fethi” nin yayımlanmasından bahseder.  Eserde batı medeniyetince İran’ın ele geçirilmemesi için medeniyeti kendine mal etmek gerektiğinden, bunun için  teşebbüs edilmesi gerektiğinden, bunun içinde Fars dilinin kullanılması gerektiğinden bahsedilir.  Ahmet Ferdid’e geldiğinde konu olarak, batının hem bir varlıkbilimi hem de bir hayat tarzı olarak terkedilmesi gerektiğinden bahsedilir. Celal Ali Ahmet’in düşünce evreninde ise şunlar vardır; modern aydınları, ulema sınıfının batı hakimiyetine yenik düşmeyen tek tabaka olduğuna ikna ederek onların ulemaya karşı muhalefetlerinin tozunu azaltmaya çalışmak ve Sah’ın tiranik idaresine meydan okumanın yolu olarak ulema-entelektüellerin ittifakı olduğuna inandırmaya gayret etmektir. Böylece dördüncü bölüme doğru yol alınmıştır. Bu açıklamalardan sonra “Ulema Alt Kültürü” bölümüne geçilmiş ve burada devrime yol açan hızlı modernleşme ve ilerleme fikrine, İran siyasi örgütünün geleneksel kesimlerince karşı çıkışı ön planda olduğu görülmüştür. İslamın, kitlelere kimlik kazandırma, meşruiyet sağlama ve insanların bütünleşmesini sağlayarak seferberlik etme gibi işlevlere sahip bir ideoloji haline gelindiğinden bahsedilir. Bu şekilde Boroujerdi siyasallaşmış islam devletin, batının ve sekülercilerin ötekiliğini ilan etmiştir diyor.

Şiiliğin gelişinden bu yana İran’ın siyasi kültürünü ayakta tutan iki sütunu vardır. Bu din ve devlettir. Ulema sınıfı ve kraliyet zaman zaman samimi ya da düşman olabiliyordu. Ulema statükoyu muhafaza edebiliyor, özel mülkiyetin korunmasını, sapkın, seküler hareketleri bertaraf etme görevleri ile devletle ortak muhalefet yapılabiliyordu. Şah’ın ilk Pehlevi hükümdarı olarak seçilmesi, ulemanın güç dengesi için olumsuz bir durumdu. Kanunlar ve giyim şekilleri değiştirildi. Kadınlara oy hakkı tanınmaya başlandı. Dil saflaştırıldı. Yani idarenin seküler, güçlü ve teknolojik olarak üstün batı ile özdeşleştirilmesi, muhafazakar ulemayı rahatsız etti. Toprak reformuyla ulema gelir kaynaklarından yoksun bırakıldı. Gayri dini okullar, ilkokullar, ortaokul, üniversitelerde mantar gibi çoğalmaya başladı ve böylece medrese ve ilahiyatta talebe sayıları azaldı. Sonra durum böyle olunca ulemada devlet ilişkilerinde açık bir çatışma başlattı. Örneğin Humeyni “harekat harbi” başlatıyordu. Ancak bu Humeyni ile sınırlı kalmamıştır. Böylece yönetme yetkisine karşı çıkılmıştır. İslam bir ideolojiye dönüştürülmüştür. Kutsalın, dünyevi olandan ayrılamayacağı düşüncesinden dolayı ulemanın sözlü söylemleri, iletişimin esas aracı ve biçimi olan kitaplarla tamamlanmaya yardım etmiştir.

Eğitimin Yükseltilmesi

Modern devlet destekli okullar kuruldu ve ulemanın öğretim gücü kırıldı. Medreselerden kaçarak bu okulara giden öğrenciler olmaya başladı. Medreselerdeki alt yapılarından dolayı donanımlı ve çok başarılı olabilmiş bu kişiler başka yerlerde İslami merkezler kurdular.  İslamı yayabildiler. Alimler üniversitelerde akademik hayata girebildiler. Namaz hizmetini yönettiler, ilahiyatsal ve siyasi münazaralar düzenlediler. Böyle olunca ulemada çocuklarını bu okullara göndermeye razı oldu. Böylece ulema değişen kültürel hayatta kendine etkili bir mevki buldu. Devlet kurumları içinden devletin her şeye gücünün yeterliliğinin altını oyan ulema ile devlet arasında rekabet bölgesi yeniden şekillendi. Sonra ulema modern okullar inşa etti. Başına iyi öğretmen getirttiler, iyi maaşlar verdiler. Kısaca ulemalar ilk, orta, üniversite okulları gibi bir çok okullarda yer aldı.

“Laik Dini Entelektüeller” bölümünde ise Boroujerdi, laik entelektüellerin, dini entelektüellerden ve ulema tabakasından ayrıldığından, daha doğrusu bir sentezi olduğundan bahseder. Onlar ulemalardaki gibi kadınların okumasına karşı da değildirler. Modern eğitimin önemini Kur’an ın farklı bir surette yorumlanma ihtimalini ele alırlar. Örneğin Ali Şeriati, dini militanlar(halkın mücahitleri) İslam’ın devrimci bir yorumunu formülleştirmede başarılı oldular.  “Akademik  Yerelcilik” bölümünde ise edebiyat alanında büyük adımlar atıldığından, yazar ve entelektüellerin sayısının artmasından, kitap okuma ve yayımlamada buna uygun olarak genişlemesinden bahsedilmiştir. Yurt dışına çıkan öğrenciler, Prof gibi mevkilere sahip bir şekilde evine dönmüş ve akademik standartları arttırdığından bahsedilmiştir. Şadman, Ferdid ve Ali Ahmet İran entelektüellerinde”geri kalmışlık” değil, “batı zehirlenmesini” olduğunu ileri süren sosyal illetin batıyı samimi olarak taklidini veya ona yetişmeyi teşvik etme yerine onun terk edilmesini istediler. Naraki’ de çare olarak doğuluların bazı manevi değerlerini batıya zerkederek sanayileşmeyi ve teknolojiyi zararsızlaştırma düşüncelerini ortaya koydu. Hamid İnayet ise batı şarkiyatının herhangi bir tenkit veya değerlendirme arka planının olmayışını büyük bir eksiklik olarak gördü.  D. Şayegan’ da aynı şekilde kültürel maneviyata dönüş etmenin gerekliliğine başvurur. Son “Devrim Sonrası Münazaralar” bölümünde de devrimden sonra yapılan ve önemli görülen üç münazaradan bahsedilmektedir. Bunlar ilk olarak Batıyı Savunuş, ikinci olarak Pozitivizme Karşı Tarihselcilik”, üçüncü olarak da Geleneksel Hukuk Dinamik Hukuka Karşı başlıkları altında düşünceler incelenmiştir.

Sonuç olarak İran entelektüelleri, felsefi savaşlarını düşmandan aldıkları silahlarla aynı düşmana açtılar. Ancak yerelcilik söylemide şarkiyatçılıktaki gibi aynı kapıya çıkmaktadır.  Yapılanlar, ötekini anlaşılmaz hale getirmektedir. Olayları anlamdırma ve arkaplan olmadan eksiklikler tam olarak giderilememektedir. Farklı bir açıdan bakacak olursak yerelcilik söylemi aynı zamanda İran milli bilincini kuvvetlendirmede etkili bir araç olmuştur. İranlılar yazara göre batının iki yönünü tecrübe etmiştir. Bunlar da; modern düşüncesi ve sömürgeciliğidir. Bu açıdan İranlılar sömürgeciliği haklı olarak reddetselerde, modernliği reddedişleri mübağalı ve abes gözükmektedir.

KAYNAKLAR

1. http://www.travelterminal.net/iran-gezi-rehberi ,19.05.2015
2. Boroujerdi, Mehrzadi.İran Entellektüelleri ve Batı, 1.Baskı-2001,Yöneliş Yayınları,s16
 
Yazar
Derya GİRGİN

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen