Rüzgârların Aşağısındaki Topraklar – Tahtü’l-Rih’ten Pâyitâht’a Târih Notları ve Güneydoğu Asya’da Türk İzleri

Ayşe SAMİHA
 

Belge Harita

Hikâyeye göre Sultan İskender Muda’nın vazifelendirdiği elçiler, Osmanlı’dan askerî yardım talebinde bulunmak için, baharat, pirinç ve türlü türlü hediyelerle yüklü üç gemi ile Rûm-Türk diyârına doğru seyr-ü sefer ederler. Yolu tam bilmedikleri için de, o liman senin bu liman benim derken tam üç yıl süren çileli bir yolculuğun sonunda, Pâyitaht’a ulaşmayı başarırlar. Uzun ve çetin geçen yolculuk sonunda bakarlar ki yanlarında kala kala bir cupak (ölçü) karabiber kalmış. Utana sıkıla bunu Sultan’a takdim ederler. Türk Sultânı bu hediyeyi kabul eder ve karşılığında Açe Sultan’ına hânedan mühürlü bir mektup ile silâh yapımında mâhir ve tecrübeli on iki kumandanını gönderir. Elçilerle birlikte Açe’ye varan kumandanlar, ilk iş olarak Lada Secupak (Bir tutam karabiber) adını verdikleri büyük bir top dökerler ve ardından da Açe’ye bir kale, bir câmi ve bir de pazar yeri inşa ederler ve ayrıca Krueng Daroy nehrini de inşa ettikleri bu sarayın içinden geçirirler. [1]

Bu hikâye böyle anlatılagelsin, Açe’lilerin Lada Secupak adını verdikleri bu devâsa top uzun yıllar boyunca Açe’yi koruma vazifesini yerine getirmiş fakat 1874 yılında Hollandalılarca ele geçirilip memleketlerine götürülmüştür. Bugün Hollanda Bronbeek Askerî Müzesi’nde sergilenmektedir. Halk arasında anlatılagelen bu hikâye, 18. asırda kaleme alınmış epik bir şiirdir ve Açe’nin tamamen Osmanlı’ya bağlı olmasa da onun tarafından korunduğunu anlatan lirik bir örnektir. [2] Osmanlı Devleti’nin, 16. Asırda, kendi coğrafyasından çok uzakta olan Açe Sultanlığı’na askerî yardımda bulunmasına fırsat veren şartları anlayabilmek için, öncelikle devletin bu yüzyılda sâhip olduğu askerî üstünlüğü bilmek gerekir.

Belge6 top
Lada Secupak

belge8 top3
Diğer yapılan top örnekleri

Hindistan üzerinden Asya’ya ulaşan İpek ve baharat yolları 16. ve 17. asırlarda önemini korumuş olup Portekiz, Hollanda, İngiltere, İspanya ve Amerika gibi sömürge politikası güden devletlerin iştahını kabartarak onları buralarda koloniler kurmaya yöneltmiştir. İşte bu kolonilerden biri olan Malezya ve Endonezya açıklarındaki Sumatra Adası ve adada önemli bir toprağa sahip Açe (Aceh) Sultanlığı 16. yüzyılda Güneydoğu Asya’da en etkili Müslüman devletti. 16. yüzyıldan günümüze ulaşan belge ve dokümanları, Osmanlı Arşivleri-yazışmalar, İspanyol, Portekiz ve Hollanda kaynakları-tarihî notlar- ile günümüze ışık tutmaktadır.

Okuyacağınız bu makale 16. asırdan 20. asra kadar Güneydoğu Asya’daki Türk izlerini sizlere sunma gayretinin bir ürünü olup kapsamlı bir akademik çalışmanın etrafında kaleme alınmıştır.

Yüzölçümü itibarıyla dünyanın en büyük altıncı adası olan Sumatra, günümüzde Endonezya’ya aittir ve 20. asra kadar bu adada, Açe Sultanlığı hüküm sürmüştür.

Belge map 2

İpek ve baharat yolunun geçmişteki önemini anlamak için bir mukayese yapacak olursak, zamanımızda petrol zenginliği ne ise o devirlerde de baharat yolları oydu diyebiliriz. Bu sebeple kolonileşme siyasetini tetikleyen Asya’nın zenginlikleri, başını Portekiz’in çektiği ve zamanla Hollanda, İspanya, İngiltere ve Amerika gibi devletlerin istilâ ve saldırılarına karşı Güneydoğu Asya’nın en büyük gücü olan Açe Sultanlığının 16. yüzyıldan 19. yüzyılın sonlarına kadar elçileri vasıtası ile Osmanlı Sultanlarından yardım talebi ve garantör olmasını istediği, bugün karşılıklı yazışmalar, gönderilen hediyeler ve Açe sultanlarının mühürlerindeki Osmanlı etkisi ile karşımıza çıkıyor. Ayrıca Açe sahillerinde resimlerini gördüğümüz Osmanlı toplarının resimleri, batik kumaşlar üzerine Osmanlı armasının basılması, Hz. Ali ile özdeşleşen Zülfikâr sembolünün savaş ve hac sancaklarında kullanılması, bir vakitler Osmanlı Sultanlarının isimlerinin Cuma hutbelerinde okunması, hâlen günümüzde de devam etmekte olan Mevlût uygulaması, Osmanlı Sultanlarından Raja Rûm diye bahsedilmesi de konunun pek geniş olduğu ve araştırılması gerektiği mesajını vermektedir.

Osmanlı Devleti ile Açe Sultanlığı arasındaki ilişkilerin tarihine kısaca bir göz atacak olursak şu noktalar dikkatimizi çeker:
1510’lu yıllarda Açe ‘ye giden Portekizli tüccarlar burada bulunan Rûmî’lerden yani Kuzey Sumatra’daki Türk tüccarların varlığından bahsederler. [3] Rûm kelimesi Osmanlı İmparatorluğu için kullanılmakta olup “İstanbul, Türk, Türkistan” kelimeleri 14. Yüzyıldan itibaren geleneksel Maley edebiyatı eserlerinde “epik” şiir olarak karşımıza çıkmaktadır. Kızıldeniz’den Açe Sultan’ına yardıma gelen Türklerle alâkalı ilk kayıtlar, Portekizli seyyah tarihçi Mendes Pinto’nun 1537-38 yıllarına dayanan notlarıdır. [4]
16. yüzyılda, Hint Okyanusu’nda çetin bir Osmanlı-Portekiz mücadelesi yaşanmıştır. Osmanlı arşivleri I. Sultan Süleyman (1520-1566) ile Sultan II. Selim (1566-1574) dönemlerinde topçuların, tüfekçilerin, nişancıların ve tüfek ustalarının Açe’ye gönderildiğini doğrulamaktadır. Nitekim Mısır seferinden sonra Osmanlı Devleti üç kıta üzerinde hükümranlığı olan ve altı denize sahilleri bulunan cesîm bir devlet hâline gelmiştir. Bu dönemde Kızıldeniz bir iç deniz özelliği kazanmıştır. Selim Hân, Süveyş’te bir tersane kurulmasını irade etmiş ve burada, Kızıldeniz’den Hint Okyanusu’na açılacak donanmanın inşasına başlanmıştır. İşte bu teşebbüsler daha sonraki yıllarda Yemen’in Hint Okyanusu’na açılan liman şehri Aden’de kurulacak olan deniz üssünün habercileridir. Böylece buralarda hâkimiyet ve güvenlik sağlandıktan sonra Hint Okyanusu’na sancak açılacak ve Portekizlilerle mücadeleye girişilecektir.

Anthony Reid konuyla ilgilenen ilk yabancı araştırmacılardandır ve kendisinin aktardığına göre; Amiral Süleyman Paşa komutasındaki bir Osmanlı donanması, bu tarihlerde Portekizliler karşısında büyük bir yenilgi yaşamıştır. O tarihlerde Portekizlilere karşı Hint Okyanusu’nda mücadele verilmektedir ancak arşivlere ulaşmadaki zorluk sebebiyle konu hakkında henüz sağlıklı yorumlar yapılamamaktadır. [5] Türk araştırmacı İsmail Hakkı Kadı’ya göre ise, Süleyman Paşa’nın 1538’de başarısız olan Hindistan (Diu) seferinin akabinde dağılan bazı Osmanlı askerlerinin Açe Sultan’ının hizmetine girmiş olması muhtemeldir. Çünkü Batılı kaynaklarda, bu yıllardan itibaren Sultan Alâeddin Şah’ın Türk askerlerini istihdam ettiği ve Türk silahlarını kullandığına dair kayıtlar bulunmaktadır. Fakat iki devlet arasındaki diplomatik ve askerî ilişkiler ileriki yıllarda gerçekleşecektir.

Osmanlı arşivlerinden edindiğimiz bilgilere göre; Açe’den yardım talebi gelmeden çok önce Osmanlı yöneticileri Güneydoğu Asya’daki Portekiz tehlikesinin farkındadır. [6] Cidde Valisi Selman Reis İstanbul’a konuyla ilgili bir rapor sunmuştur. Raporda, Osmanlıların Afrika’da daha fazla ilerlemesi, Etiyopya ve Yemen’i geçip Hint Okyanusu’na oradan da Taht-ül Rih’e (Güneydoğu Asya) ulaşmaları ve buradaki Portekiz varlığına son vermelerinin lüzumuna işaret etmiştir. Selman Reis’in bu seziş ve teşhisi dikkat çekicidir. Buradan hareketle 1562 yılında İstanbul’a elçiler gelir ve Portekizlilere karşı silahlanmak hususunda Sultan Süleyman’dan yardım istenir. Heyet her ne kadar umduğunu bulamasa da beraberlerinde gönderilen Osmanlı temsilcisi Lütfü Bey, yanındaki tetkik heyeti ile inceleme yapacaktır. Lütfü Bey’in Açe ‘ye elçi olarak gönderilmesiyle-1567- Açe-Osmanlı diplomatik ilişkileri de başlamış olur. Nitekim akabinde 1568 yılında önemli miktarda askerî malzeme Açe’ye ulaştırılır. Açe gelen yardımdan memnundur ve İstanbul’a gönderilen bir mektupta; “Biz Lütfü Bey ve arkadaşlarından çok memnun kaldığımız için onların tekrar bu tarafa gönderilmesini rica ederiz. İhsân ettiğiniz topçular selâmetle bu tarafa gelmişlerdir ve onların yeri yanımızda çok yüksektedir.”

“Âlet ve teçhizatla mürettep donanma-i hümayun gönderirseniz, bu taraftaki Portekizlilerin mahvolacağını taahhüt ederiz. Yardım yapmazsanız mahvoluruz… Açe sizin köylerinizden biridir ve ben de hizmetkârlarınızdan biriyim.”

Fakat bu mektubu getiren elçi Payitaht’a vardığında, Macaristan Seferine çıkan Kanunî Zigetvar önlerinde vefât emiştir. Yerine geçen oğlu II. Selim konu ile ilgilenir ve Sumatra’ya doğru yola çıkmak üzere Osmanlı donanmasının hazırlanması emrini verir. Donanmanın komutanlığına Kurtoğlu Hızır Reis [7] ile beraberinde 15 kadırga, iki parçadan oluşan bir filo, top ve silâh ustaları, askerî uzmanlar ve çeşitli sanatkârların gönderildiğini Açe hükümdarına gönderilen 20 Eylül 1567 tarihli mektuptan öğreniyoruz. Sefer için Kızıldeniz tersanesinde son hazırlıklar tamamlanırken Yemen’de bir isyan patlak verir ve ancak bu isyan bastırıldıktan sonra, Açe ‘ye doğru yola çıkılır.

1560’lı yılların sonuna doğru, II. Selim zamanında “Estado du India” adı ile anılan ve Güney Afrika’dan Hindistan ve Sumatra’ya uzanan Portekiz kolonisi, baş vezir Sokullu Mehmet Paşa tarafından bertaraf edilmek istendi ve topun ucuna hedef olarak konuldu. Giancarlo Casale’ye göre baş vezir Sokullu Mehmet Paşa, Portekizlileri Güney Afrika’dan Hindistan’a ve Sumatra’ya kadar silip süpürmeyi hedefliyordu. Sokullu’nun Hindistan projesi Portekizlilere karşı kampanya şeklinde oldu ama Yemen’de çıkan sorunlar ve Sokullu’nun vefâtı ile imparatorluk Hint Okyanusu’ndan çekildi. 1580’den 19. Yüzyılın ortalarına kadar Açe ve İstanbul arasındaki bağın koptuğunu görüyoruz. [8]

1580’lerden itibaren Açe ve İstanbul arasındaki politik bağlar kopsa da Portekiz ve İspanyollar Güneydoğu Asya’daki Türk tehdidine karşı daima tetiktedirler. Fakat bu dönemde Açe-İstanbul arasında uzun süreli başka bir ilişki başlar. Hicaz ve kutsal topraklar yolu ile hac vazifesi ve ulemanın eğitimi için Mekke ve Medine seferleri başlatılır. Güneydoğu Asya’nın yukarılarındaki Devlet-i Âliye’nin şuurlu hareketleri neticesi ve Sultan Selim’in İran ve Mısır seferleri sonucu Riyaset meselesinin Sultan Selim’in şahsi talebi üzerine değil, İslâm dünyasının kendi tevcih ve taltifi ile gerçekleşmiş olması medeniyetimiz adına çok zarif ve veciz bir tecellidir. İşte böylece Hicaz bölgesi ve mukaddes şehirlerin Osmanlıların eline geçmiş olması ile devlet ve milletimiz arasında oluşan manevi iklimin temelleri Güneydoğu Asya Müslümanlarınca da sürûr ile karşılanmış ve 1580’lerde kopan politik bağlara inat hac farîzesi ve ulemanın eğitimi için gemiler dolusu Müslümanın kutsal topraklara ziyareti gerçekleşmiştir.

Kopan politik bağlar 1850 yılında Açe Sultanı Mansur Şah tarafından Osmanlı Sultanı Abdülmecit Han’a yazılan aşağıdaki satırlar ile yeniden başlar. Hollandalılara karşı Osmanlı korumasına sığınmak isteyen Güneydoğu Asya’lı Müslümanların sesi niteliğindeki bir belge ile yeniden canlanır.

“Biliniz ki; Açe bölgesi ve tüm Sumatra adasının sâkinleri bizler haşmetli Osmanlı Devleti’nin Sultan Selim Hân’ın oğlu Sultan Süleyman Hân oğlu Sultan Selim Hân- Allah’ın rahmeti üzerlerine olsun-nesiller boyunca şanlı Osmanlı Devleti’nin koruması altında bulunmaktayız- bu Sultanlığın kayıtlarında mevcuttur. Bu büyük uzun ada her biri kendi geleneklerine göre sultan ve kral adını taşısalar da şanlı Osmanlı Devletine bağlı yöneticilerden oluşmaktadır.” [9]

Bu satırlar ile Açe Sultânı Mansur Şah, Sultan Abdülmecid’den bağlılık anlaşmasının yenilenmesini istemekte, Osmanlı hâkimiyetine girme talebinde bulunmaktadır. Vaziyet vükelâ meclisinde tartışılır ve Osmanlı hâkimiyetine girme talebi araştırılmak üzere Yemen valisi görevlendirilir. Bu bağlılığın bir nişânesi olarak bir kaç yıl sonra çıkan Kırım Savaşı sırasında Açe Sultan’ının Osmanlı Devleti’ne on bin İspanyol dolarını yardım olarak göndermesi dikkatlerden kaçmaz.

Mansur Şah’ın vefatından sonra yerine geçen Sultan Mahmut Şah da yardım çağrılarını sürdürmüş ve Pâyitaht’a elçiler göndermişti. Bir keresinde Pâyitaht’a gelen Açe heyeti büyük bir coşku ile karşılanmış ve ziyaret basın tarafından da ilgiyle karşılanmıştı. Hatta İslâm birliğini savunan “Basiret Gazetesi” Türk savaş gemilerinin Açe’ye gönderilmesinin elzem olduğunu yazmış ve açıkça çağrıda bulunmuştur. Ama yarı Türkçe yarı Fransızca yayımlanan “La Turquie” Gazetesi’nin “Müjde” başlığı altında bastığı 8 Türk savaş gemisinin Açe’ye gönderileceği haberi diplomatik krize sebep olmuştur. İstanbul’daki Avrupalı temsilciler hep beraber bu haberi protesto etmişlerse de daha sonra devletin yaptığı açıklamada bunun doğru olmadığı kendilerine iletilmiş ve gazete de bir hafta boyunca kapalı tutularak bu yalan haberden dolayı cezalandırılmıştır.
Güneydoğulu Müslümanlar bir yabancı sömürge altında olmaktansa Osmanlı koruması altında olmayı istemişlerdir. Sadece Açe’ den değil, diğer Maley sultanlıklarından da –Jambi, Johor ve Kedah, güneyde Riau adaları ve Filipinli Müslümanlar gibi- yardım çağrıları İstanbul’a ulaşmıştır.

belge filipinler

Filipinler’den Pâyitah’a gelen mektup örneği.

Yabancı tarihçiler, Doğu’nun ipek ve baharatının Osmanlı’yı da cezbettiğini ve bu coğrafyadaki Osmanlı varlığının ekonomik sebeplere dayandığını ifade etmişlerdir. 13. yüzyıldan evvel İslamiyet’i kabul etmiş olan Açe Sultanlığı’nın Osmanlı ile 20. Yüzyıl başlarına kadar süren tüm yazışmalarında Osmanlı Sultan’ından Allah’ın dininin koruyucusu olarak bahsetmesi ise, batılı tarihçilerin iddialarının aksine, bu ilişkilerde İslâm dininin etkisine işaret etmektedir. Mektuplardaki kelimeler fasih ve güzel olmakla birlikte yazılan makama da uygundur ve belâgat ilmine vukufiyeti olan kişilerce yazıldığı açıktır. Bunu en çok 19. yüzyıl sonlarındaki örneklerde görüyoruz: haşmetmeap, haşmetli sultan, tüm Müslümanların tek lideri gibi övgü ve yüceltme dolu sözlerin akabinde geçmişteki ilişkilere atıfta bulunulmakta ve nihayet Güneydoğu Asya Müslümanlarının hallerinin iyi olmadığı ifâde edilip yardım talebinde bulunulmaktadır.

Osmanlı Askerî akademisi- Askari Bayt Al-Mugaddas

(Sacred Military Academy)

Osmanlı Devleti’nin yardımları sayesinde Açe Sultanlığı 16. ve 17. yüzyıllar boyunca takımadalarındaki en devâsa toplara ve ateşli silahlara sâhip olmuştur. Kaynaklara dayanarak yapılan araştırmalar göseriyor ki Tahtü’l Rih’ten Pâyitaht’a gelen askerî yardım çağrıları sadece askerî malzeme yapımını bilen ustalar, ateşli silâhlar ve toplar ile sınırlı kalmamıştır. Niekim Açe’de ‘Askari Bayt Al-Mugaddas’ adında bir Osmanlı Askerî Okulu’nun varlığı konusunda akademisyenlerin hemfikir olduklarını görüyoruz. Okulda hangi derslerin okutulduğu ve ne süre ile yapıldığı gibi konularda bilgiler mevcut değil. Lâkin kaynaklarda okulda okuyan Kumala Hayati isimli bir kız öğrenciden bahsediliyor. Kumala Hayati, bir Açe filosuna katılarak Portekizlilere karşı savaşmak için Melaka’ya gelmiş. Osmanlılar’ın Açe stratejisinde bu akademi önemli bir yere sahip. Açeliler’in muhasara planlarını İstanbul’dan gelen uzmanlar hazırlıyorlar. Açe’li askerlerin düşman hatlarını yarabilmek için bazı Türk savaş taktiklerini uyguladıkları biliniyor. Asker’î Akademi’nin varlığı, toplar ve Osmanlı filosunun plânlı dağılımı, Açe’nin Portekizliler’e karşı denge sağlamasında Osmanlı gücünün ne kadar önemli olduğuna işâret ediyor. [10]

Belge top4

Savaş birlikleri: Türk ve diğer Açe silâhları, Hollanda’nın 1874’te Açe’nin başkentini ele geçirmesinden sonra, Hollanda müzelerine doğru taşınırken. (Resimli Londra Haberleri)

Türklerin Güneydoğu Asya’daki varlığına ve Açe ile bağlantısına işaret eden ilk çalışma, 1910 yılında hem denizci hem de tarihçi olan Saffet isimli bir şahsın saray dokümanlarına dayanarak yazdığı makaledir. 1912 yılındaki “Osmanlı Tarihi” dergisinde yayınlanan “1560’lı yıllarda Açe ittifakı” isimli bu makalede saray arşivinden derlenen belgeler yayınlanmıştır. 1960’lara kadar konu Avrupa lisanlarında ve Endonezya dilinde ele alındı. 1968 den sonra ise, konu üzerinde çalışan Türk araştırmacılarını görüyoruz; Salih Özbaran, 90’lı yıllarda İsmail Göksoy ve 1994 yılında Halil İnalcık ve sonra da İsmail Hakkı Kadı konuyu geniş bir şekilde inceliyorlar.

Osmanlı San’at ve Kültürünün Güneydoğu Asya’da etkileri

Osmanlı’lar Açe’ye Türk adını, ay ve yıldızını, toplarını, tüfeklerini, kitaplarını, san’atçılarını, insanlarını götürdü… Açe halkı, Kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim ile de Osmanlılar vasıtasıyla tanıştı. Cüzlerini Osmanlılar gibi ayırdı, süslemelerini de yine onlar gibi yaptılar. Osmanlılar Kur’an-ı Kerim’in kolay okunup ezberlenebilmesi için cüzlere ayırıp yirmişer sayfaya tasnif etmişlerdir. Hac’dan Açe’ye dönen hacıların beraberlerinde hediye olarak getirdikleri Kur’anlar, Osmanlı süsleme san’atının güzel örnekleridir. Bugün Endonezya ve Java’daki Kur’anlar da aynı sistemle yazılmaktadır.

Kur’an-ı Kerim gibi uzun yazıları yazmak için 19. asrın başlarında Osmanlı hattatları en kullanışlı kalem ucunun Güneydoğu Asya’dan geldiğini fark ettiler ve bunlara “Java kalemleri” dediler. [11]

belge Kuran

Hacı Muhammed Ezherî tarafından Palembang’da 1848’de litografisi çıkartılan bu Kur’an-ı Kerim, Güneydoğu Asya’da basılan ilk Kur’an örneğidir. Metnin sunumu ve süslü dikdörtgen çerçeveler, Osmanlı etkisini gösteriyor.

Yine Osmanlı Sultânı, Açe uzakta olduğu için onları vergiden muaf tutmuş, bunun yerine Peygamber Efendimiz ’in mevlid kutlamalarının her yıl icra edilmesini istemiştir. O gün bu gündür Açe’liler bir vefa örneği sergileyerek mevlid kutlamasına riayet etmektedirler.

17. ve 18. yüzyıla dair Doğu’dan lüks tüketim mallarının kullanıldığını görüyoruz. Yapılan arkeolojik kazılarda çıkan Vietnam ve Tayland porselenleri İstanbul’daki müzelerde sergilenmektedir.

Osmanlı kültür ve san’atının Güneydoğu Asya’ya yansıyan bir başka güzelliği de hatt-ı müsennâ’dır- müsennâ mirror writing- Bakınız değerli târihçimiz Turgut Güler Beyefendi hatt-ı müsennâ ile bizlere neler aktarıyorlar: “Bu mücevher parlaklığındaki materyalden adı da aynalı olan hatt-ı müsennâ göze ziyâfet sunuyor. Erbâbı arasında aynalı yazı diye şöhret bulan ve simetrik olarak düzenlenmiş bu dekoratif yazı çeşidinde; Mustafa Râkım Efendi, Şefik Bey, Alaeddin Bey, Fâik Efendi, Mehmet Ekrem Bey, Mustafa Halim Efendi, Mehmet Abdülazîz Efendi öne çıkan hattat isimleri. Bir ibâre veya kelimenin sol yanına tersden yazılışı, aynalı yazının esâsı. Hani, ambulans arabalarına, öndeki vâsıtanın aynasında düz görünsün diye tersden (ambulans) yazılması gibi. Ayna tutarsan düz okuyabiliyorsun. İşte, hatt-ı müsennâ da böyle bir ince işçilik eseri. Kültür havuzlarımıza tutulacak aynalar, ne kadar çok malzeme bulur ve hazîne avcılığında rekora imzâ atılırdı.”
Hatt-ı müsennâ gibi, aynı şekilde ‘zoomorphic’ denen hayvan figürlerinin yazı ile şekil bulması ya da diğer bir deyişle figürlü hat yazı da Güneydoğu Asya san’atında yüzünü göstermiş Osmanlı San’atı etkileridir.

Sumatra ve Java kumaşlarındaki batik baskılarda Osmanlı motifleri, kaligrafik tuğra ile iki yüzü keskin Zülfikâr desenlerinin varlığı, 19. yüzyıl öncesi Osmanlı San’atı etkisi olarak arşivlerde ve kitaplarda yerlerini almıştır.

batik

Resimdeki batik örneği; Jambi’den üzerinde tuğra ile zülfikâr bulunan 19. yüzyıla ait kumaş boyama (batik) örneğidir.

Açe Sultanı Alauddin Riayat Shah (1589-1604)’ın kullandığı sultanlık mühründe Osmanlı işçiliği nazarı dikkatleri celbeder ve bir belge niteliği taşır. Osmanlı etkisi dekoratif düğümlerde ve hem çukur hem de kabartma oyma kullanılması ile kendisini gösterir. Bu oymalar sâyesinde ortada beyaz zeminde siyah karakterler kenarlarda siyah zeminde beyaz yazı olarak kendini gösteriyor.

belge mühür riayat sah

Açe Sultanı Alauddin Riayat Şah’ın Sultanlık Mührü

belge madalyon

belge madalyon 2

Kolye madalya; Jambi Sultanı Taha Safuyiddin’e takdim edilen 1880-81 tarihli Osmanlı madalyası. Üzerindeki Osmanlıca yazı; “gayret, hamiyet, sadâkat”.
(Negeri Jambi Müzesi) Üzerinde “gayret, hamiyet, sadâkat” yazılı madalya.

Açe’deki Türk etkisinin en önemli örneği bayraktır. Osmanlıyı andıran sancak, kırmızı renk üzerine işlenmiş beyaz ay yıldız ve altında da beyaz bir kılıçtan oluşuyor. Günümüzde Sultanlık Sarayı’nın bahçesinde Osmanlı-Açe ilişkileri hâtırasına dalgalanmaktadır. Bir rivayete göre “Lada Secupak” denen şah top da buradadır. Ancak farklı kaynaklar farklı bilgi verdiği için doğrusuna ulaşmak gerekir.

belge aceh flag

2004 yılında Açe’de bir tsunami faciası meydana gelir. Felaketin akabinde Türkiye’den Açe’ye yapılan insani yardım ve rehabilitasyon konusundaki destekler ile tekrar Güneydoğu Asya ile Türkiye arasındaki ilişkiler gelişmeye başlar. 2000 yılından beri de entelektüel sahada, insan ve eğitim alanında Türkiye’den Güneydoğu Asya’ya giden Türkler, ilişkilerin gelişmesine hizmet etmektedirler. Ve bugün Açe’de “Özgür Açe Hareketi” diye bilinen bu grubun bayrağı da dikkatlerimizden kaçmıyor.

belge bayrak

belge bayrak 2


Özgür Açe Hareketi Bayrağı

Sömürge yönetiminin acı ve sıkıntılarını çok iyi bilen Açe’liler, topraklarının bağımsızlığını korumak için sürekli Osmanlı’dan yardım talebinde bulunmuşlar ve Osmanlı Sultan’ını yegâne kurtuluş imkânları olarak görmüşlerdir. Sonraki yıllarda tekrar tekrar elçiler gönderilip resmen Osmanlı Devleti’nin himayesi istenmiştir. [12]

Yabancı kaynaklar yapılan zulüm ve baskılardan bahsetmeseler de uzun bir sömürge dönemi yaşayan Açe’liler sömürgeciliğin ne demek olduğunu çok iyi bilmektedirler. Oysa Osmanlı, Taht’ül Rih topraklarına barış, sürûr, adâlet, içtimaî nizam ve kuvvet götürmüştür. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Anadolu’yu dört koldan işgal eden yedi düvele karşı kurtuluş mücadelesi veren Gazi Mustafa Kemâl Atatürk, Güneydoğu Asya’daki sömürge karşıtı liderlerin kalbinde de derin bir yer ederek onların mücadelesi için de ilham kaynağı olmuştur. Aşağıdaki resimde “İslâm’ın kaplanı” olarak resmedilen Mustafa Kemâl Atatürk’ün karikatürize edilmiş tasvirini görüyorsunuz. Altyazısında ise; “Saldırıya hazır bir kaplan gibi, bu karikatür de Mustafa Kemâl Atatürk’ü, ülkesinin her bir santimetresinin bağımsızlığını savunmaya hazır bir halde gösteriyor.” denmektedir. [13]

belge Atatürk

“Saldırıya hazır bir kaplan gibi, bu karikatürde Mustafa Kemâl Atatürk’ü ülkesinin her bir santimetresinin bağımsızlığını savunmaya hazır bir halde resmetmiş.”

Ve 1948 yılında Corci Zeydan’ın Joesoef Sou’yb tarafından çevrilen Serikat Turki Muda, “Jön Türkler” kitabı 1948 yılında Jakarta’da basılıyor.

Güneydoğu Asya’da Türk izlerinin belgeleriyle incelenmesi, bizlere bir kez daha gösteriyor ki Türk, üç kıta üstünde hükümran olmasına rağmen, hiçbir zaman için emperyalist emeller beslememiş, tam aksine mazlum olana yardıma koşmuş, ayak bastığı yerlere adâlet ve içtimai nizâmla birlikte ilim, irfan ve kültürünü de götürmüştür. Bunu, Türk dinamizmi ile İslâm inancının ortak anlayışına sadık kalarak gerçekleştirmiş ve asla müstemlekecilik peşinde koşmamıştır. Bilâkis, müstemlekecilere karşı dâima mazlumun yanında yer alarak hak ve adaletin sözcüsü olduğunu her zaman kanıtlamıştır.

AySemEk1

Türk-İslâm âleminin doğusu ile batısının buluştuğu azîz vatan toprağı diyâr-ı Rûm, Anadolu’dan binlerce mil uzaklara asırlar evvel filolar ve kadırgalarla seyr-ü sefere çıkan topçular, tüfekçiler, nişancılar, tüfek ustaları, top döküm ustaları bugün seyr-ü seferlerini tamamlamış olarak Açe’de, Bitay mezarlığında beraberlerinde getirmiş oldukları ay-yıldızlarıyla ebedî istirahatgâhlarında dinlenmekteler. Ruhları şâd olsun…

AySemEk2

AysemEk3

AysemEk4

“Hey koca topçu! Su dağlara yan gele, yan gele Vahres-i fitteki düşman sefilesinin su kesimi Denkleş dur! İki bıyık bükümü sağa beraber bir iki Üç evlek ile ruh beraber bir iki üç Bir gülle tıkıla Ikıla sıkıla mesafe hak getire… Haydi Allah rasgetire aman!”

REFERANSLAR
[1] T. Mohamad Sabil, Hikayat Soeltan Atjeh Marhoem (Soeltan Iskandar Moeda) Batavia, 1932), pp.3-4.
[2] Anthony Reid, Rum and Jawa: Documenting a Relationship
[3] Tome Pires, The ‘Suma Oriental’ of Tome Pires: An Account of the East, from the Red Sea to China, London 1944, P.142.
[4] Fernao Mendes Pinto, The Travels of Mendes Pinto, (Chicago, 1989) p.21.
[5] Reid, ‘Sixteenth Century Turkish Influence’, 400-1
[6] S. Özbaran, ‘An Ottoman Report on the Red Sea and the Portuguese in the Indian Ocean (1525)-İstanbul 1994, p.103.
[7]- www.guneydoguasyacali.blogspot.sg
“Türk denizcilik tarihinde Kurtoğlu Hızır Reis isminde iki denizci vardır. Bunlar baba-oğul denizcidirler. Baba ‘Kurtoğlu Hızır Reis’, Barbaros Hayrettin Paşa’nın arkadaşı ve Barbaros’un birçok muharebede kendisine çok güvendiği komutanlarındandır. Barbaros’la olan dostluğuna ve sevgisine binaen, oğluna Hayrettin ismini verir. Bu metinde adı geçen İskenderiye Kaptanı Deryası olan oğul Kurtoğlu Hızır Reis’tir.”
[8] Casale, ‘His Majesty’s Servant Lutfi’ : ‘The Career of a Previously Unknown Sixteenth Century Ottoman Envoy to Sumatra based on an Account of his travels from the Topkapı Palace Archives’, Turcica, 37 (2005), 49-50.
[9] BOA (Başbakanlık Osmanlı Arşivi, İstanbul) İ.HR 73/3511, 2, Mansur Shah of Aceh to the Ottoman Sultan Abdülmecid, dated 3 Jumada I 1266 (17 March 1850) See İ. H. Kadı, A. C. S. Peacock and A. T. Gallop, “Writing History: The Acehnese Embassy to Istanbul, 1849-1852’ in R. M. Feener, P. Daly and A. Reid (eds), Mapping the Acehnese Past (Leiden, 2011), p.265.
[10] a- İsmail Hakkı Göksoy- Ottoman-Aceh relations- According to Turkish Sources.
b- The Ottoman Military Academy in Aceh www. Asianmil.typed.com
[11] M. U. Derman, Letters in Gold: Ottoman Calligraphy from the Sakip Sabanci Collection, Istanbul (New York 1998), p.8.
[12] Prof. Dr. İsmail Hakkı Göksoy, Güneydoğu Asya’da Osmanlılar-Fakülte Kitabevi, 2004.
[13] Maisir Thaib, Sedjarah perdjoeangan Kemal Atatürk, (Fort de Kock-Bukittingi-1940, syf.83. KITLV hh 5422 N

KAYNAKLAR
A.C.S. Peacock and Annabel Teh Gallop – From Anatolia to Aceh, Ottomans, Turks and Southeast Asia, Published for the British Academy
A.C.S. Peacock and Annabel Teh Gallop – Islam, Trade and Politics Across the Indian Ocean: Imagination and Reality – Proceedings of the British Academy 200, 1-23- The British Academy 2015
Anthony Reid – Rum and Jawa: The Vicissitudes of Documenting a Long-Distance Relationship- Proceedings of the British Academy 200, 1-23- The British Academy 2015
Jorge Santos Alves – From Istanbul with Love: Rumours, Conspiracies and Commercial Competition in Aceh-Ottoman Relations, 1550s to 1570s – Proceedings of the British Academy 200, 1-23- The British Academy 2015
A.C.S. Peacock –The Economic Relationship Between the Ottoman Empire and Souteast Asia in the Seventeenth Century – Proceedings of the British Academy 200, 1-23- The British Academy 2015
Oman Fathurahman – New Textual Evidence for Intellectual and Religious Connections between the Ottomans and Aceh – Proceedings of the British Academy 200, 1-23- The British Academy 2015
Ali Akbar – The Influence of Ottoman Qur’ans in Southeast Asia through the Ages – Proceedings of the British Academy 200, 1-23- The British Academy 2015

NOTLAR
1- “Taht-ül Rih” ‘The Lands Below the Winds’ –Rüzgârların Ötesindeki Topraklar- 1525’te Cidde Vâlisi Selman Reis İstanbul’a Porekizliler’in Güneydoğu Asya’daki varlığına son verilmesinin lüzumuna işaret ettiği ilgili raporunda Güneydoğu Asya için kullandığı kelimedir. Osmanlı Arşiv belgesinde Güneydoğu Asya’dan ‘Taht-ül Rih’ diye zikredilir. (S. Özbaran)
2- “Estado du India” Portekiz’in Asya’daki sömürge varlıklarına verilen ad.
3- İngiliz Akademisi tarafından sponsor edilen, 2009-2013 yıllarında çalışması sürdürülen “Hint Okyanusu Boyunca İslam, Ticaret ve Politika” konulu Akademik çalışma oldukça kapsamlı olup Osmanlı, İspanyol, Hollanda ve Portekiz arşivlerinden belgeleri de beraberinde getirmektedir. Güneydoğu Asya’ya ait tarihî belgelerin seçilip tasnif edilmesi Proje araştırmacısı Dr. İsmail Hakkı Kadı tarafından yapılmıştır.
4- 19. Yüzyıl sonu ile 20. Yüzyıl başlarında Güneydoğu Asya’daki Türk izleri Sumatra ve Açe’yi aşarak Maley Sultanlıkları ile diplomatik ilişkilerin artması ve bugünkü Singapore ile ilk fahrî ve ilk muvazzaf konsolosların atanması ile seyrini sürdürür. Konunun daha geniş bir tabanda incelenmesi maksadıyla bu dönemdeki gelişmeler ikinci makale olarak bu makaleyi tâkip edecektir.
Yazar
Ayşe SAMİHA

Türk Milleti’nin târih yolculuğundaki en önemli menzillerinden, pek çok Osmanlı Sultanı’nın Dersaadet’in fethinden sonra bile sadrına başını yaslayıp sînesinde demlenmeye devam ettiği, Koca Sinan’ın “Ustalık eserimdir” de... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen