Anlama ve İnanmada Taklit İmkansızdır!

Sait BAŞER

“-Şehadet’in sözden ötesi mi olurmuş?! Laf olsun diye hep bir ağızdan söyleyip gidiyoruz işte. Ne karıştırıyorsun hoca?”
diyenler haklı değil mi?
Elbette. Herkes konuşabilir. Anlama zahmetine katlanma mecburiyetinde değilse!..

Varlık algısında, “eşya ile Zât-ı ilâhi’yi ayrı gayrı görmek” varsa, “Şehadet” bir realitesiz sözellikten öteye geçmez ki. Dinin ilk şartı, böyle bir “varlık algısı(îtikat!)” içinden bakıldığında anlamını kaybeder. Ama “nass”ı iptal imkan dışıysa ne yapacaksınız? Tek çare, şehadeti bir laf yuvarlamaya indirgersiniz!

Oradan bakmakta ısrarcıyız ve yüzyıllardır ana meselemiz budur.
Yani ümmet çapında bir “yalancı şahitler kalabalığı”yız!…

Bakış açımızı değiştirmeye yanaşmadıkça da mesele çözülemez. Karşıdan saldıran herhangi bir ateist veya materyaliste, hazcı bencile verilecek sahih bir cevap bulunamaz ve bize taa 11. yy.da Gazalî’den miras kalan “felsefe haramdır”, “taklit câizdir” hükümleri kaçınılmaz hayat ve din ilkeleri olur… Taklide mahkum kitlelerin birbirlerine kışkırtılan kimlik grupları olmalarını nasıl önleyeceğini de söylemek zorunda kalır o tezin sahipleri…

Aslında mutlak mânâda “taklit” imkansızdır. Benzetme’den, şekil yakınlığı kurmaktan bahsedebilirsiniz. Taklitte olduğu zannı insanın “kendisini iptal” ile sonuçlanır. Diyelim ki mümkün sayılsın! Kimi, hangi devri, hangi şartların telkin ettiklerini… ve nasıl taklit edeceksiniz? “Asıl” hangisidir? Kime göredir? Aynı anlama olmadan aynı şeyin taklidi ne kazandırır?…

Aslında bu soruların cevabı belli:

Taklitte ısrar insanı ancak zombileştirir…

Selefiye mantığı, bu ve benzeri dikkatlerle ele alındığında inananları sadece cinnet durağına çıkartmıştır…

“Vahyin ve nasihatin bile, anlamayla öznede tekrar yaratılması gerçekleşmeden değer kazanamadığı” gerçeğine, ne kadar inatla kapalıyız!..

Sevk ve idare kolaylığı kazanma uğruna, dindaşlarına kendileri olma hakkını tanımayan “politik ulemâ”nın vebali ne kadar ağırdır…
Bir “özel felsefe”yi bahane ederek tefekkür ve anlamanın yerine “koca karı imanı”nı koyanların vebali!
Felsefe sadece “kendi üzerine düşünme cesareti” ortaya koymaktan ibarettir. Kimseyi o vadide de taklit mevzuubahis olamaz. (Modern sol ulemanın gözündeki dogmalaştırılmış Batı Felsefesi” hariç!)
Tefekkürsüzlük, Zât- İlahî’yi varlıktan ayrı addetmeye de sebep olan şeydir. O sebeple “İslam” teslim oluşa, teslimiyet bir “hırsız-polis / otorite-köle” ilişkisine döner.
Hani “Barış”?
“Barış(slm), esasen tevhid etmek, unsurlar arasındaki ortak özü, mayayı teslim edip, kendini de ona katmak” diyemez ki “ayrı-gayrı” diyen…

O zaman da, “Şehadet” ön şartına tâbî, aklı bâliğ olmayana tebliği caiz olamayan “anlama temelli insaniyet ve İslam”, yerini piyangocu, mehdici, mesihci formüllere, taklitten ötesini şirk addedişe bırakır. Gerçeğe şirk demeye…

Sonuç?
Bugünkü İslam dünyası…
*
Hayırlara karşı inşaallah.
“Hayrı inşa”nın da insana bağlı olduğunu “anlayan” bir ümmetin yeniden doğumu adına “Hayırlara karşı”!…

 

Yazar
Sait BAŞER

Aralık 1957 tarihinde Isparta-Yalvaç’ın İleği köyünde doğdu. İstanbul Sağmalcılar Lisesini bitirdi. Üç yıl Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde okudu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nde yüksek öğren... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen