Yumuşak İniş: Türkiye’nin 2012 Deneyimi, Yeniden Başarabilir miyiz?

Bu faiz ve bu kur seviyelerinde, Dünya’da da para kıtken, bizim her durumda bir ekonomik yavaşlamaya gideceğimiz kesin, en hafif ifadesiyle. Eğer şartlar böyleyken, biz hala ısrarla, genişlemeci maliye politikalarıyla yüksek büyümeyi sürdürmeye çalışırsak, bırakın yumuşak inişi, sonunda ya duvar, ya uçurum… Oysa, 2012’de başardığımız kontrollü yavaşlamayı, yani yumuşak inişi gerçekleştirecek, güncel koşullarımıza uygun tedbirleri bir an önce açıklayıp, hayata geçirirsek, yaşayacağımız ekonomik yavaşlama daha az can acıtıcı olacaktır. Yani, bizim her durumda, daha az tüketmemiz gerekiyor bir süreliğine. Biz hane halkı bunu kendi kendimize yapmadığımıza göre, yönetenlerin bize bunu kontrollü bir şekilde yaptırması lazım.

*****

Serina DERİCİYAN 

Türkiye, 6 yıl aradan sonra bir kez daha, ekonomide yumuşak inişi tartışıyor. Nedir bu yumuşak iniş?

Bu sorunun cevabı için, 2011 yılına dönmek istiyorum. Önce aşağıdaki grafikte, 2010 yılından bu yana, çeyrekler bazında büyüme oranlarımızı görelim.

ekonomi_cizelge.png

2009 yılı, küresel kriz nedeniyle, eksi büyüdüğümüz, yani daraldığımız bir yıldı. 2010’da, krizin ilk şokunu atlattıktan sonra toparlanarak, baz etkisiyle de, yüksek büyüme rakamları gördük. 2011 ise, gerçek anlamda güçlü büyüdüğümüz bir yıl oldu ve her yüksek büyüme döneminde olduğu gibi, cari açığımız da coştu gitti. Çünkü, yine hep olduğu gibi, büyüme, ağırlıklı olarak iç tüketim kaynaklı yükseliyordu. Tüketim, üretimi, yani büyümeyi getiriyordu, üretim de ithalatı. Cari açığımız 2011 yılında 74,4 milyar USD oldu; bugün çok yüksek dediğimiz cari açığımızın da oldukça üzerinde. Öyle ki, cari açığın GSYH’ye oranı %9 civarıydı 2011’de; biz şimdi % 5-6’ya bile yüksek derken (ki yüksek zaten).

O dönemde, Dünya krizle boğuşurken hala, bizim bu kadar güçlü büyümemiz, bize cesaret verdi ve kredi derecelendirme kuruluşlarından not artırımı talep etmeye başladık. 1994 yılında kaybettiğimiz ‘yatırım yapılabilir’ kredi notumuzu geri istiyorduk. Onlar da, güçlü büyümemizi takdir etmekle beraber, bu kadar yüksek cari açığımız varken, not artırımının mümkün olamayacağını söylediler bize. Üstelik de, bu gelişmeler, bugünün tam tersine, Dünya’da likidite bolluğu yaşanan bir dönemde vuku buluyordu. Dış koşullar oldukça pozitifti yani.

Biz o zamanlar, bugünkü kadar ‘asi’ değildik herhalde ki, söz dinledik ve acilen cari açığımızı ‘makul’ seviyelere indirmek için kolları sıvadık.

Ancak, cari açığımızı yapısal ve kalıcı olarak azaltmak, yıllarımızı alacaktı. Bizim not artırımı için o kadar beklemeye tahammülümüz yoktu elbette. O yüzden, kısa ve kolay yolu seçtik: büyümeyi yavaşlat, cari açık düşsün.

Ve bastık frene… Türkiye’de büyümeyi yavaşlatmak için frene basmak demek, tüketimi azaltıcı, tasarrufları artırıcı önlemler almak demektir. Zaten ağırlıklı tüketim kaynaklı büyüdüğümüz için, cari açığımız da bu kadar artıyordu. Halbuki ihracatla büyüyor olsak, hal böyle olmazdı.

Tüketimi kısmak için bir dizi yeni kanun/uygulama devreye alındı. Bunları şimdi burada uzun uzun anlatacak değilim. Ama şöyle bir göz atmak gerekirse; bazı ürünlerin (özellikle ithal) kredi kartına taksitle satılması yasaklandı, mobilya/beyaz eşya satışlarında kredi kartı taksit sayısına sınırlama getirildi, bankaların kredi hacmi artış oranlarına sınır getirildi, taşıt ve ihtiyaç kredilerine vade sınırı getirildi. Aynı dönemde, TCMB de görece sıkı para politikası uygulamaya çalıştı. (Yine de, TCMB faizleri pek yükseltemiyordu, çünkü Dünya’daki bol dolar, zaten gidecek ülke arıyordu ve bize de yeterince geliyordu. Eğer TCMB çok yüksek faiz uygulasa, daha çok dolar gelecek ve içeride döviz kurlarını düşürerek, cari açık tarafını olumsuz etkileyecekti. Aynı sebepten, yani dolar bolluğunda kur yüksek olmadığı için, bugünkü enflasyon sorunumuz, o zamanlar, cari açık sorunumuza eşlik etmemişti, yüksek büyümeye rağmen.)

Tüketimi kısmaya çalışırken, tasarrufları da artırmak için Bireysel Emeklilik Sistemine devlet katkısı uygulaması kararı da yine o dönemde alındı.

Sonuç? Yukarıdaki grafikte gördüğümüz üzere, 2012’de büyümemiz yavaşladı. Yıldan yıla baktığımızda, 2011’de %11,1 olan büyüme, 2012’de %4,8’e geriledi; potansiyel büyüme rakamımız olan %5’e çok yakın bir seviye. İşte bunun adı ‘yumuşak iniş’. Türkiye, 2012 yılında, ülkeyi tehlikeli bir noktaya sürükleme ihtimali olan çok yüksek büyümeyi, frene basarak, kontrollü bir şekilde yavaşlattı. Eğer bunu yapmasaydık, Dünya’da likidite bolluğunun azalmaya başladığı 2013 yılını ve sonraki birkaç yılı da, muhtemelen krizimsi bir ortamda geçirirdik; hele bir de, bizim iç işlerimizde de yaşananları düşününce 2013’te… O dönemde, bu yumuşak inişin eleştirdiğimiz yönleri de olmuştu. Ama bugüne bakınca, o günkü eleştirilerimi geri alasım geliyor.

Cari açık ne oldu peki? 74,4 milyar USD’den, 2012’de 48 milyar USD’ye düştü. Yani amacımıza 1 yılda ulaşmış olduk.

Not artırımı geldi mi? Geldi tabii. Kasım 2012’de Fitch, Mayıs 2013’te Moody’s, bize yatırım yapılabilir kredi notu verdiler. (Verdiler de ne oldu diyebilirsiniz, o ayrı.)

Günümüze geri gelelim. Geçen yılın başından beri, bolca sağlanan teşvik ve desteklerle başardığımız güçlü büyümenin, bu yıldan itibaren, özellikle erken seçim kararı ve sonrasında yaşananlar ile birleşince, başımıza dert açacağını yılbaşından beri söylüyoruz. TCMB, çok geç de olsa, para politikasını, olabildiğince ‘sıkmış’ durumda. Faiz %17,75; o da TCMB faizi. 2 yıllık devlet tahvili %19’un üzerinde.

Bu faiz ve bu kur seviyelerinde, Dünya’da da para kıtken, bizim her durumda bir ekonomik yavaşlamaya gideceğimiz kesin, en hafif ifadesiyle. Eğer şartlar böyleyken, biz hala ısrarla, genişlemeci maliye politikalarıyla yüksek büyümeyi sürdürmeye çalışırsak, bırakın yumuşak inişi, sonunda ya duvar, ya uçurum… Oysa, 2012’de başardığımız kontrollü yavaşlamayı, yani yumuşak inişi gerçekleştirecek, güncel koşullarımıza uygun tedbirleri bir an önce açıklayıp, hayata geçirirsek, yaşayacağımız ekonomik yavaşlama daha az can acıtıcı olacaktır. Yani, bizim her durumda, daha az tüketmemiz gerekiyor bir süreliğine. Biz hane halkı bunu kendi kendimize yapmadığımıza göre, yönetenlerin bize bunu kontrollü bir şekilde yaptırması lazım. Umudun var mı derseniz, her geçen gün azalıyor. Ayrıca, 2019 yerel seçimleri, atılması gereken adımlar yönünde umut kırıcı bir unsur olarak duruyor önümüzde.

İşte bu yüzdendir ki, seçim sonrası geçen 3 günde, hangi uzmana sorsalar, ‘yeni ekonomi yönetimi ve uygulanacak maliye politikaları’ diyorlar. Uzun zamandır, hiçbir seçim sonrası, ekonomiyle ilgili duyacaklarımız bu kadar önemli olmamıştı.

—————————-

Kaynak:

http://www.serinadericiyan.com/2018/06/27/yumusak-inis-turkiyenin-2012-deneyimi-yeniden-basarabilir-miyiz/#more-468

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen