ABD’nin Türkiye’yi “kaybetmesi” realpolitik bir gereklilik mi?

Michèle Flournoy ve Shawn Brimley 2006’da yaptıkları bir değerlendirmede küresel alanda karşı koyulması zor bir gücü elinde bulunduran ABD’nin “stratejik planlama” alanında şaşırtıcı bir zafiyete sahip olduğunu vurgulamışlardı. Pek çok üst düzey dışişleri yetkilisinin de altını çizdiği gibi, “Uzun telgraf” ve “Bay X makalesi” ile uzak görüşlülüğünü kanıtlayan George F. Kennan idaresinde önemli başarılara imza atan stratejik planlama, Soğuk Savaş sonrasında ikinci plana atılmış ve yerini pragmatik, plansız, “olaya özgü” ve “uzun vâdeyi dışlayan” siyaset yapımına terk etmiştir.

*****

Bu yazı Sabah Gazetesi’nin 2 Eylül 2018 târihli nüshasından alınmıştır

 

M. Şükrü HANİOĞLU

Türkiye ile ABD’nin yeni Ortadoğu tasavvurları arasındaki makasın fazlasıyla açılması aralarındaki ilişkinin sorgulanmasına neden olmaktadır.

Tarafeynin yekdiğeri hakkında ağır suçlamalarda bulunduğu, yaptırımlar uyguladığı ve “dostumun düşmanının benim düşmanım olması zorunlu değildir” düstûrunu benimsediği bir ilişkide “müttefiklik” bir yana, pek çok bağlamda “stratejik ortaklık”tan bahsedilmesinin dahi anlamlı olmadığı savunulabilir.

Dolayısıyla söz konusu sorgulamayı yapanların küresel eğilimle de uyumlu, “realpolitik” temelli bir değerlendirme yaptığı iddia edilebilir.

Realpolitik ve stratejik planlama

Buna karşılık, değişik ABD mehâfilinde son dönemde sıklıkla tekrarlanan, “iki ülkenin hiçbir zaman ortak değerleri paylaşmadığı,” “parlak ittifak söyleminin cilâsı kazındığında altından başlangıcından beri sorunlu bir ilişki”nin çıktığı, Türkiye’nin geleneksel siyasetinin “stratejik önemini kötüye kullanarak şantaj yapmak olduğu,” “müşterek tehdidin ortadan kalktığı yeni gerçeklikte ortaklığın da anlamsızlaştığı” değerlendirmelerinin “realpolitik” yaklaşımı yansıttığını düşünmek hatalıdır.

Benzer şekilde, Donald Trump’ın aynı çevreler tarafından “anlamsızlaşan ittifak” konusunda “kral çıplak” diyerek “realpolitik temelli dış siyasete dönüşü temsil eden lider” olarak resmedilmesi de yanıltıcı olabilir.

Zikrettiğimiz gibi, Soğuk Savaş’ın sonlandığı, NATO’nun görev tanımının farklılaştığı, Türkiye ve ABD’nin karşıt bölgesel ve yerel aktörleri desteklediği, Washington’ın Ankara’dan uzun süredir “Son zamanlarda benim için ne yaptın?” sorusuna tatminkâr cevap alamadığı vurgulanarak “ittifak”ın çoktan ölmüş olduğunu savunmak ilk bakışta “gerçekçi” gözükebilir. Bu yapılırken, “Johnson Mektubu”ndan “Tezkere Krizi”ne, haşhaş ekiminden güncel Suriye siyasetine ulaşan örneklerin altı çizilerek ilişkinin “tarihsel olarak” yapısal sorunlar taşıdığı da ileri sürülebilir.

Kâğıt üzerinde “realpolitik par excellence” olduğu izlenimini veren söz konusu yaklaşımların temel sorunu, “gerçekçi dış siyaset”in dayandığı “veriler”i “güncel gelişmeler,” “çıkarlar”ı “yaşanan an” üzerinden değerlendirmesi, geçmişi ise içinden cımbızla çekilen örnekler üzerinden araçsallaştırmasıdır.

Yeni Ortadoğu’nun kısa sürede şekilleneceği, Selefî radikalizmin gelecekte de öncelikli tehdit oluşturacağı, bölgeye İsrail’in güvenliği temelinde yaklaşımın sonsuza kadar süreceği, Arap Baharı’nın dirilmesi, yeni bir demokrasi dalgasının mümkün olmadığı, BAE, Mısır ve Suudi Arabistan’daki rejimlerin korunabileceği, Rusya ile ilişkilerin değişmeyeceği benzeri varsayımlar üzerinden Türkiye ile ortaklığın yarar içermediğini belirtmek “realpolitik” bir yaklaşım olarak yorumlanabilir.

Ancak dış siyaset yapımında aktör, çıkar ve koşullar sürekli olarak değişmektedir.

Bu nedenle de “gerçekçi dış siyaset” orta ve uzun vâdeye yönelik “stratejik planlama” yapmak zorundadır.

Böylesi “realpolitik” değerlendirmeler ise “uzun vâdeli çıkarlar” göz önüne alındığında yeni Ortadoğu şekillenirken Türkiye’nin tüm kırmızı çizgilerini ihlâl etmenin, onu değişik kamplara itmenin, farklı savunma seçeneklerine yöneltmenin ciddî riskleri beraberinde getireceği, bunun yerine “tasavvurlar arasındaki makas”ın daraltılmasına çalışma ve sorunlara “kriz yönetimi” çerçevesinde yaklaşımın daha anlamlı olduğunu ortaya koyabilecektir.

Tarihî bir örnek vermek gerekirse, 1833’te donanmayı İstanbul’a göndermeyerek II. Mahmud’u Rusya’dan yardım istemek zorunda bırakan Whitehall daha sonra tüm enerjisini, bu “realpolitik görünümlü,” ama Palmerston’un ifadesiyle “tarih boyunca bir İngiliz hükûmeti tarafından alınan en hatalı karar”ın tahribatını önlemeye hasretmek mecburiyetinde kalmıştır.

Trump ve “realpolitik”

Michèle Flournoy ve Shawn Brimley 2006’da yaptıkları bir değerlendirmede küresel alanda karşı koyulması zor bir gücü elinde bulunduran ABD’nin “stratejik planlama” alanında şaşırtıcı bir zafiyete sahip olduğunu vurgulamışlardı. Pek çok üst düzey dışişleri yetkilisinin de altını çizdiği gibi, “Uzun telgraf” ve “Bay X makalesi” ile uzak görüşlülüğünü kanıtlayan George F. Kennan idaresinde önemli başarılara imza atan stratejik planlama, Soğuk Savaş sonrasında ikinci plana atılmış ve yerini pragmatik, plansız, “olaya özgü” ve “uzun vâdeyi dışlayan” siyaset yapımına terk etmiştir.

Böylesi dış siyaset yapımında, Sir Henry Elliot’ın ifadesini ödünç alacak olursak, “Türk olan her şeyden nefret edenler”in etkili medya ve “think tank”lerde yükselttikleri “Türkiye ile anlamsızlaşan stratejik ilişkiyi sonlandırma” talepleri “realpolitik gereklilik” ceketine büründürülebilmektedir.

Benzer şekilde ABD-Türkiye ilişkisine BAE, Mısır, Suudi Arabistan benzeri ülkeler söz konusu olduğunda unutulan “insan hakları ve demokrasi kalitesi” ve “değer paylaşımı” zemininde yaklaşım da “realpolitik” bir yorum olarak sunulabilmektedir.

Aynı bakış açısı, Trump dış siyasetinin “realpolitik”e dönüş sürecinin son halkası olarak takdimini de anlamlı gösterebilir.

Böylesi bir değerlendirme ile George W. Bush’un “eşi görülmemiş ve dengi bulunmayan güç” yaklaşımından Obama’nın “ne kadar güçlü olursa olsun hiçbir devletin tek başına küresel meydan okumalara karşı koyamayacağı” doktrinine geçiş sonrasında Trump’ın “realpolitik” siyaseti daha da ileri bir aşamaya taşıdığı savunulabilir.

Rosa Brook’un altını çizdiği gibi “Yeni Muhafazakârlar, liberaller” ve “dostluk ve işbirliği adına Amerikan çıkarlarını fedâ etmekten çekinmeyen” dışişleri yetkililerinden farklı olarak “ittifakları kutsamayan” ve müttefiklere “emlâk alım satımındaki muhtemel iş ortağı” gibi yaklaşan Trump’ın sosyal medya mesajlarını da “realpolitik” ürünü değerlendirmeler olarak okumak mümkündür.

Ancak bunların Trump’ı, Türkiye’nin “gerçek yüzü”nü anlayan “ilk ABD başkanı” haline getirdiğini düşünmek anlamlı değildir.

Güne odaklı analizler Trump’ın yaklaşımını böyle gösterebilir; ama “uzun vâde” ve “stratejik planlama”yı göz ardı eden değerlendirmeler, son tahlilde, “realpolitik” karakter taşımazlar.

Dolayısıyla, AB ve ABD’nin kendilerini “Türkiye’nin onların kamplarında bulunmadığı bir gerçeklik”e alıştırmalarını tavsiye edenlerin savunduğunun tersine Washington’ın Türkiye ile mevcut sorunlarında “kriz yönetimi”ni tercihi uzun vâdedeki seçeneklerini zenginleştireceği ve Ankara’yı bütünüyle kaybetmemesini sağlayacağından “realpolitik” ile daha uyumlu olacaktır.

YAZININ TAMÂMINI OKUMAK İÇİN LÜTFEN TIKLAYINIZ

————————————-

Kaynak:

https://www.sabah.com.tr/yazarlar/hanioglu/2018/09/02/abdnin-turkiyeyi-kaybetmesi-realpolitik-bir-gereklilik-mi

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen