Arap dünyası nereye gidecek

Arapların kendilerinden olmayanlar önündeki refleksleri ilk dönemlerde daha çok kabilelerini öne çıkarmak suretiyle olurken daha sonraları bu Araplıklarını öne çıkarmak gibi bir hale kavuştu. Her dönemde buna bazı inançları da eşlik ettirdiler. Hilafetin Kureyşiliği konusundan kalkarak bugünlere kadar gelindi. Günümüze geldiğimizde ise Arap dünyası Araplık şuurunu Selefilik din yorumu ile özleştirdi. Buna bir de Vahhabi isyanlarını eklersek dinden hurafeleri temizleyeceğiz şeklindeki bir söylem aslında Arap olmayan yabancı unsurları temizleyeceğiz hareketine dönüştü. Bugün maalesef selefilik Arap İslam dünyasının beynini dondurmuş durumda.

*****

Prof.Dr. Mahmud Erol KILIÇ

 

Arap dünyası dediğimiz geniş etnik coğrafya İslam’ın ilk günlerinden beri İslam âlemi denilen daha geniş bir inanç dünyasının ana çekirdeğini oluşturmaya devam edegelmiştir. Bunun birkaç sebebi vardır. Her şeyden evvel bu muazzez dinin peygamberi de bir Arap’tı ve getirdiği kutsal kitap Arapça inmişti. Lakin kendisinin bu etnik aidiyeti kutsallaştırmak yerine daha üst bir kategoriyi hedefleyerek Allah önünde üstünlüğün bir takım insani meziyetlerle olacağını –mesela Takva- beyan ettiğini de biliyoruz. Ayrıca en yakın arkadaşlarından bazılarının Fars, Habeş, Rum ve İbrani gibi Araplık dışı kökene sahip olduklarını da biliyoruz. İslam inancının daha sonraki yayılım merhalelerinde Arap olmayan kavimlerin de (Arap olmayana Acem denir) halkaya katılmasıyla Ümmet denilen çok-uluslu bir inanç topluluğu meydana gelmiş oldu. Dinin esasları çağlar ötesi ve kavimler ötesi evrensel metafizik unsurlardan meydana gelmekteydi ama ilk zamanlarda evrensel olan ile mahalli olanı birbirinden ayırt etmek çok kolay değildi. Zira hemen hemen herkes hem mahalli olarak Arap kültürünün bir parçası idiler ve hem de evrensel bir inanç sistemine inanıyorlardı. Lakin daha sonraki coğrafi açılımlarda bu doktrin yeni kitlelere nakledilirken mahalli olan ile evrensel olan ayrımı çok net bir şekilde yapılamadı. Aslına bakılırsa yapılabilmesi de çok zordu ve sadece İslam’ın kaderi değildi. Bu durum diğer bütün dinlerin ve inançların yeryüzü tarihinde de karşılaşılan bir durumdu. Dinin ilk başlangıç noktasının bazı mahalli örf ve adetleri de sanki evrensel doktrinin bir parçası imişler gibi yeni gelenlere sunuldu. Oysa dinlerde Öz ve Biçim vardı. İslam’ın evrensel özü ama Arap biçiminde olan ilk dönemlere daha sonraları başkaları eklendi. Tarih İslam’ın özünün İran biçiminde, Türk biçiminde, Endülüs biçiminde, Hind biçiminde, Balkan biçiminde sunumlarına şahit oldu. Bu sayede kapalı dar bir mahalli alandan çıkarak evrensel değerlere sahip medeniyetler kuruldu.

İşte İslam’ın müteakip asırlardaki bu evrenselleşme sürecinde Arap unsuru daha çok dil alanında, lengüistik alanda kaldı. Her ne kadar cahiliyeden kalma adetlerle bazı Arap unsurların daha sonraları oluşan bazı İslam devletlerinde Acem, Etrâk, Memlük, Kölemen, Habeş, Nûbi, Muzarab vb. gibi gayr-ı Arap unsurları aşağılayıcı bakışları olmuşsa da bu unsurlar külli olarak Arap’a karşı etnik bir savaş açmamışlardır. Aslında Müslümanların gerek bilimde, gerek felsefede ve gerekse siyasette uzun yıllar devam edecek başarıları oluşan bu melezlenmelerle olmuştur. Her kavimden gelen insanlar evrensel doğruları bu dinde bulmuş ve kendi katkısını yapmıştır. Ama özde aynıdırlar. Biçimde farklıdırlar. Tıpkı şunun gibi. Hâlis Arap olan ve bütün yazılarını o dilde yazan bir Muhyiddin İbn Arabi gibi bir bilgenin söyledikleri ile bütün yazılarını Farsça yazan Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin söyledikleri ve bütün sözlerini Türkçe söyleyen bir Yunus Emre’nin söyledikleri özde aynı lisanda farklıdır. Bu üç bilgenin yazılarını modern iletişim teknolojisi yardımı ile birbirine çapraz tercüme edelim (cross translation) ve tematik mukayeselerini yapalım üçünün de aynı özü söylediğini göreceksiniz. İşte bu bir zenginliktir ve Müslümanların diğerleri önünde başarılı kılmıştır. “İlim Çin’de de olsa alınız” diyen bir Peygamber evrensel sentezlerin kapısını Müslümanlara açan kimsedir.

Arapların kendilerinden olmayanlar önündeki refleksleri ilk dönemlerde daha çok kabilelerini öne çıkarmak suretiyle olurken daha sonraları bu Araplıklarını öne çıkarmak gibi bir hale kavuştu. Her dönemde buna bazı inançları da eşlik ettirdiler. Hilafetin Kureyşiliği konusundan kalkarak bugünlere kadar gelindi. Günümüze geldiğimizde ise Arap dünyası Araplık şuurunu Selefilik din yorumu ile özleştirdi. Buna bir de Vahhabi isyanlarını eklersek dinden hurafeleri temizleyeceğiz şeklindeki bir söylem aslında Arap olmayan yabancı unsurları temizleyeceğiz hareketine dönüştü. Bugün maalesef selefilik Arap İslam dünyasının beynini dondurmuş durumda. Arap dünyasında selefi olmayan bir Müslüman düşünür bulmak zor artık. En kötüsü Arap milliyetçiliği ile Selefizmin buluşması oldu. Felsefe yok. İrfan yok. Estetik yok. Varsa yoksa din adına sadece bazı nasların yorumsuz bir şekilde nakledilmesi var. Peki Arap dünyası hep mi böyle idi? Şüphesiz hayır. Cüneyd-i Bağdadi Arap değil miydi? Seyyid Ahmed er-Rıfai Arap değil miydi? İbn Arabi Arap değil miydi?. Sanki Arap İslam düşüncesi İbn Teymiyye ile başladı ve Abdülvahhap’la zirvesini buldu gibi bir anlayış var. Bana göre bilakis bunlar dondurdu Arap dünyasını. Bu açıdan Arap dünyasının çok ciddi fikri bunalımlar içerisinde görüyorum. Ve Gelenek’e dönmeleri elzem. Ezeli düşmanları Acemler eliyle zirve yapan Şiilik de Selefilik önünde zaferler kazanıyor. Başta Afrika olmak üzere bir çok yerde insanlar Şiiliğe katılıyorlar. Zaten önce Afganistan’da sonra Irak’ta ve en son Suriye’de bu unsurlar devreye girdikten sonra masum Müslüman halkın mücadelelerinin seyri değişti. Her ne yaptılarsa düşmana yaradı. Sanki o halklar sadece kafa kesmek için veyahut cariyeler almak için mücadele ediyorlardı. Şiiliğin yayılmasından şikayet edemezler zira onların sayesinde bu oldu. Selefi-Vahhabi düşüncenin maddi-manevi merkezi ve hamisi olan Suudi Arabistan’da olan son gelişmeler üzerinde çok düşünmek lazım. Bu düşünce bir nesil Müslüman gençliğin zihnini de hayatlarını mahvettiği gibi şimdi de kendilerine döndü, Hicaz’ı mahvediyor. Ülkeyi de bölecek. Gelenek yıkıldığı için bu durumdan ihya yapabilmeleri de zor. Geleneğin ustalarının hiçbirini tanımıyorlar. Ben kendi adıma oralardan imamlar, hocalarla konuşamıyorum bile. Hadis rivayetinden başka bildikleri hiçbir şey yok. Tefekkür yok, estetik yok. Bu açıdan “Ilımlı İslam” sözlerinden korkuyorum. Ne demek olduğunu bilmiyorlar bile. Yine kime peşkeş çekecekler acaba diye bekliyorum. Bir evvelki müftüleri “dünya düzdür” diye fetva vermişti şimdiki ise “siyonizmle mücadele caiz değil” diye fetva verdi. Omurgası olmayanların yarın hangi kıvırmaları yapacaklarını bilemeyiz. Bu açıdan ben Arap dünyasını genel olarak ciddi bir fikri krizde görüyorum. Nasıl aşabileceklerini de bilmiyorlar. Bizim gibi gayr-i Arapları aşağılamayı bıraksınlar ki bizim tecrübelerimizden istifade etsinler. Biz onlara kaybettikleri geleneği öğretmeye hazırız. Bir Arap olan İbn Arabi’yi öğretmeye hazırız. Ama İngiliz Lawrence’i, Amerikalı Trump’ı, İsrail’li Netanyahu’yu benim yerime dost edinirseler hacılara dağıttıkları “Allah’tan Başkasını Dost Edinenler” broşürlerini önce kendilerinin okumalarını tavsiye ederim. Tanrı Arab’ı Korusun!.

————————————————–

Kaynak:

http://www.yenisafak.com/yazarlar/mahmuderolkilic/arap-dunyasi-nereye-gidecek-2041153

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen