Cengiz Aytmatov Üzerine

 

Saadettin YILDIZ

Aytmatov, 1928 yılında Bişkek’e bağlı Şeker Köyü’nde doğdu. Babası Törekul Aytmatov, annesi Nagima Hamzayevna Aytmatova’dır. Törekul Aytmatov, kendi diline sahip çıktığı, soyuna bağlılık gösterdiği için “halk düşmanı” ve “pantürkist” kabul edilerek, 1937 yılında Stalin’in “temizlik harekâtı” kapsamında tutuklandı ve kendisinden bir daha haber alınamadı. Annesi, dört çocuğunu kendi başına büyüttü.

Cengiz Aytmatov ilkokulu kendi köyünde okudu. Babaannesi Ayıkman Hanım’ın, anlattığı ninniler, masallar, efsanelerle büyüdü. Ailenin geçimini sağlamak amacıyla çocuk yaşında çalışmaya başladı. Şeker köyü kolhpoz sekreterliğini üstlendiğinde on dört yaşındaydı. 1946 yılında Kazakistan’ın Cambıl şehrinde veteriner teknik okuluna girdi; 1948’de mezun olup Kırgızistan tarım enstitüsüne kaydoldu ve 1953’te veteriner olarak mezun oldu. 1956-1958 yıllarında Gorki Edebiyat Enstitüsü’ne devam etti.

1952’de, ilk eseri olan Gazeteci Cyuda’yı Pravda’da yayımladı. Dünyaca meşhur olan Cemile hikâyesi Novy Mir dergisinde yayımlandı. Bu eserin Louis Aragon tarafından “dünyanın en güzel aşk hikâyesi” kabul edilerek Fransızca’ya çevrilmesi, Aytmatov’a şöhret kapılarını açtı.

10 Haziran 2008’de vefat eden Aytmatov, vasiyeti gereği “Ata Beyit”te[1] toprağa verildi.

Başlıca eserleri:Toprak Ana (Roman, 1954), Elveda Gülsarı (Roman, 1966), Beyaz Gemi (Roman, 1970), Gün Olur Asra Bedel (Roman, 1980), Dişi Kurdun Rüyaları (Roman,1988), Kassandra Damgası (Roman, 1997); Cemile (Hik., 1958), Selvi Boylum Al Yazmalım (Hik.,1961), Asker Çocuğu (Hik., 1972), Sultan Murat (Hik., 1976), Cengiz Han’a Küsen Bulut (Hik., 1990), Yıldırım Sesli Manasçı (Hik., 1990); Fuji-Yama (Tiyator, 1975); Çocukluğum (Otobiyografi, 2002).

Bazı sanatçıların büyüklüğü, eserlerinin edebî üstünlüğünden ibaret değildir. “Tam zamanında var olmak ve devriyle hemhal olmak” da onları büyütür.  Cengiz  Aytmatov, geniş Türk kültür coğrafyasının kendi kendine var olmak ve kendi kendini yönetmek zorunda kaldığı (veya, şansını yakaladığı) bir zamana eklemlendi. Bağımsızlığını kazanan Kırgızların en büyük şansı, onun gibi bir sanat ve kültür adamına sahip olmalarıdır. Devlet silah gücüyle de ayakta durabilir; fakat milletin ayakta kalabilmesi için Aytmatov gibi güç kaynaklarına ihtiyaç vardır.

Türk kültür coğrafyasının iki büyük Cengiz’i var: Batıda Dağcı, Doğuda Aytmatov. Bizim kültürümüzde “doğu”nun ve “batı”nın önemi büyük. Gün doğusundan gün batısına  akınlar, asırlarca sürdü. Bu, aynı zamanda, Türk kavimlerinin aynı kültür ortamında buluşması demektir. Eğer Kopar Zincirlerini Gülsarı veya Gün Olur Asra Bedel’den başlayıp Badem Dalına Asılı Bebekler veya Onlar da İnsandı’ya kadar giderseniz, o buluşma asıl anlamını kazanmış olacaktır.

Bu geniş coğrafyada bugüne kadar yetişen siyasetçilerin, iş adamlarının, bürokratların, askerlerin -sıradışı olanları hariç- çoğunu tanımıyor, hatırlamıyoruz. Birçoğunun, yaptıkları da söyledikleri de kendileriyle sınırlı. Sanat adamı, kendini aşar, sınır tanımaz, zamanından çok sonra da yaşamaya devam eder.

Türk dünyasının bugünkü en büyük ihtiyacı, coğrafi mesafelere rağmen kültür sınırlarını ortadan kaldırmaktır. Cengiz Dağcı[2] (1920-2011) ile Cengiz Aytmatov (1928-2008), biri Batıdan, biri Doğu’dan, Tuna ve Sir Derya birbirine kavuşurcasına kavuşursa, yani siz onları –eserlerini ve fikirlerini hazmederek- kavuşturursanız, o büyük coğrafya tam anlamıyla “kültür coğrafyası” olur. Onlar, bir yandan muazzam bir tarihi -hem siyasi tarih olarak hem de kültür tarihi olarak- bize hatırlattılar; bir yandan da misli görülmemiş bir mezalimi -mezâlim, ne yazık ki, bizim hâtıramızın ve hâfızamızın en zengin başlıklarından birisidir- bütün dünyanın gözü önüne serdiler.

Kırgızlar, “Börü azığı coldon” diyorlar. Kurt kendi azığını yoldan (yol giderek) elde eder veya kurdu ayakları besler. Bizim için azık, Batıdan Dağcı’yı; merkezden Atsız’ı-Gençosmanoğlu’nu-Âkif’i-Yahya Kemal’i; Doğudan Cumabayoğlu’nu-Sâbir’i-Aytmatov’u okumaktır. Calgız darak togoy bolbayt” (yalnız ağaç orman olmaz) diyen Kırgızlar, çok olmanın, dayanışmanın, omuz omuza yürümenin ne kadar önemli olduğunu çok açık bir dille ortaya koymuşlar: Gönülleri birleşenlerden olun, fikirleri birleşenlerden olun, hedefleri birleşenlerden olun demişler. Bulutun Cengizhan’a neden küstüğünü bilirsek, yalnız ağacın orman olamayacağını da anlarız. 

Cengiz Aytmatov’un en bariz özelliklerinden biri, millî olanı keşfetmek ve onun arkasına evrensel değerleri yerleştirmiş olmaktır: Özlem evrensel bir duygudur ama, Issık Köl’de yüzen beyaz gemide babasının gidip geldiğini hayâl etmek ve bu hayâlin üstüne bir baba özleminin romanını inşa etmek, mahallî örgüyü, millî dokuyu yakalamak anlamına gelir. Veterinerlik okumuştu Aytmatov. Bilgisini yerel kültürle mezcetti ve hemen hemen her eserinde hayvan kahramanlara yer verdi. Elveda Gülsarı’daki Gülsarı (eşkin aygır), Beyaz Gemi’deki Boynuzlu Maral Ana (Geyik), Gün Olur Asra Bedel’deki Karanar (Deve) ve Sarala (At), Dişi Kurdun Rüyaları’ndaki Akbar (kurt) ve Taşçaynar (kurt) vb. hayvanlar, yazar tarafından insan kahramanlar kadar iyi tanınan zengin figürlerdir. Bunların bir kısmı zengin bir mitolojik arka plana da sahiptir. Mesela Beyaz Gemi’nin “Boynuzlu Maral Ana”sı, Kırgızların yeniden doğuş efsanesinden alınmıştır. Esere “bir masal olarak yerleştirilen Boynuzlu Maral Ana, Kırgız toplumunun ortak bilinçdışı değerlerini yansıtan yüce birey arketipidir. Masalda Enesay nehri kıyısında yaşayan Kırgızların uğradığı soykırımdan arta kalan biri kız diğeri erkek iki çocuğun Isık-Göl kıyısına yerleşerek yeniden Kırgız toplumunu yaratmaları anlatılır.”[3]

O, eserlerinin çoğunu ata yurdunun destanlarıyla, efsaneleriyle besledi. Eserlerini bu yönden incelersek, zengin bir mitoloji malzemesiyle karşılaşırız. Mitoloji, milletlerin uzun soluklu, asırların süzgecinden geçmiş, çoğu yönüyle soyut bir hâl almış subjektif tarihidir. Aytmatov bunu başarıyla kullandı. Bu sayede, Aytmatov hem bir Kırgız yazarıdır, hem de bütün Türk dünyasının sanatkârıdır.

Siyasetçiler hırslarından sıyrılıp akıllarını toplayıncaya kadar, sanatkâr bir dünya kurar ve bizi de o dünyanın havasına dahil eder. Cemile’yi okuyup içi titremeyen, Beyaz Gemi’yi okuyup hasretin ne olduğunu bir daha hissetmeyen var mı?

Türk dünyasının ortak bir siyasî coğrafya olması -en azından şimdilik- zor görünüyor. Para vermek, ticarî ilişkiler kurup geliştirmek, vizesiz seyahatler, ortak komisyonlar… gönül birliği için yeterli değildir. Asırlardır süren ayrılığın yarattığı siyasî farklılıkların bir çırpıda ortadan kalkacağını zannetmek, bizi çok zayıflatır. Fakat geniş Türk dünyasının bir ortak kültür coğrafyası olması daha kolaydır. Çünkü bunun temeli zaten mevcuttur. Aytmatov ve benzeri sanat adamlarının asıl hizmeti, bu kültür coğrafyasının mimarî cehdine katılmak, gerekli köşe taşlarını yerleştirmektir.

Aytmatov, şimdi “Atabeyit”te ebedî uykusunda. Eserleri ise, kültür coğrafyamızın en aydınlık meş’alelerinden biri olarak nöbete devam edecek… Onun bize borcu yok; bu dünyada edebiyat, kültür ve birlik  adına yaptıkları, bizi ona borçlu kılmaya yeter. Borcumuzu ancak okuya okuya ödeyebiliriz.

 

 

 

[1] “Ata Beyit” (baba evi), 1938’de Kırgızistan’da  yapılan katliamda katledilenlerin topluca gömüldükleri yer. Bişkek (0 zaman Frunze) yakınlarındaki “Ata Beyit” bölgesinde, 1938’de, Turancılık suçlamasıyla 138 kişi katledilmiş ve topluca gömülmüştür. Bu toplu mezarın varlığı ancak 1993’te ortaya çıkarılabilmiştir. Katledilenler çoğu Kırgız olmak üzere değişik milliyetlere mensuptu. Aralarında, 1937 yılında tutuklanıp bir daha haber alınamayan Törekul Aytmatov’un da bulunduğu, oğlu Cengiz Aytmatov’un başvurusuyla yapılan DNA testi sonucunda anlaşılmıştır. Baba Aytmatov, katledildiğinde 38 yaşındaydı. 

Toplu mezarlığın ortaya çıkarıldığı dönemde Kırgızistan Devlet Başkanı olan Askar Akayev’in emriyle, toplu mezardan çıkarılanlar ayrı ayrı defnedilmiş; böylece “Aya Beyit Anıt Mezarlığı” oluşmuştur. Ayrıca, “Ata Beyit Kurbanları Anıtı” dikilerek bu anıta soykırım kurbanlarının adları yazılmıştır. 

Cengiz Aytmatov, en son 9 yaşındayken gördüğü ve ailece hasretini çektikleri babasının yanına gömülmesini vasiyet etmişti. 14 Haziran 2008 günü büyük bir törenle istediği yere gömüldü.

——————————–

 

[2]Cengiz Dağcı, Kırım Tatarlarındandır. 1920 yılında Kırım’da Yalta şehrinin Gurzuf kasabasına bağlı Kızıltaş köyünde doğdu. Çocukluğu orada ekonomik ve siyasal sıkıntılar içinde  geçti. Köyünde ve Akmescit’te okudu. Kırım Pedagoji Enstitüsü öğrencisiyken askere alındı. II.Dünya Savaşında Almanlara esir düştü. Esaretten kurtulduktan sonra ailesiyle birlikte İngiltere’ye yerleşti. Ölünceye kadar memleket özlemi içinde yaşadı. 2011 yılında Londra’da vefat etti. Cenazesi, T.C. Dışişleri Bakanlığı’nın da gayretleriyle, doğduğu köye götürüldü ve oradadefnedildi.

Romanları: Yurdunu Kaybeden Adam (1957), Onlar da İnsandı (1958), Ölüm ve Korku Günleri (1962), O Topraklar Bizimdi (1966), Dönüş (1968), Genç Temuçin (1969), Badem Dalına Asılı Bebekler (1970), Üşüyen Sokak (1972), Oy Markus Oy (2000) vb. Hatıraları:Yansılar 1 (1988), Yansılar 2 (1990), Yansılar 3 (1991), Yansılar 4 (1993), Ben ve İçimdeki Ben (Yansılardan Kalan 5) (1994), Regina (2000).

[3] Sema Özher, “Beyaz Gemi Adlı Romandaki Yüce Birey Arketipi”, Bilig, Bahar/2006, S.37, ss.81-90

Yazar
Saadettin YILDIZ

Saadettin Yıldız, 1946 yılında Sivas Şarkışla Demirköprü köyünde doğdu. Yedi sekiz yaşlarındayken, öğrenim için köyünden ayrıldı. İlkokuldan sonra hep yatılı okudu. Pamukpınar İlköğretmen Okulu'nu, Ankara Yüksek Öğretme... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen