Küreselleşme, Bilgi Toplumu ve Eğitim

kirmizilar.com

 

Özet

Bugün, küreselleşme, dünya genelinde, üzerinde en fazla çalışma yapılan konulardan birdir. Küreselleşmenin bütün toplumsal kurum ve yapılar üzerinde olumlu ve olumsuz etkisinin olduğu, yoğun şekilde tartışılmaktadır. Küreselleşmeyi bir kurtuluş olarak görüp ona tamamen tabi olmak gerektiğine inananların yanında, tamamen olumsuz bir süreç gibi görüp ona karşı cephe alanlar da vardır. Kimilerine göre ise küreselleşme, olumlu ve olumsuz yönleriyle iyi analiz edilir ve dikkatlice irdelenirse, önemli bir dönüşüm süreci olabilir. Bu noktada, cevaplandırılması gereken temel soru, olumsuz yönlerinden zarar görmeden küreselleşme sürecinden nasıl fayda sağlanacağı ve bir dönüşüm fırsatı olarak onun nasıl değerlendirileceğidir. Bu süreçte, toplumların karşı karşıya geldiği ciddi bir sorun, milli ve kültürel değerlerini koruyarak küresel bir dünyanın gerektiği bilgi, beceri, değer, tutum ve davranışlara sahip bireylerin nasıl yetiştirileceğidir. Bu çalışmanın amacı, küreselleşen dünyadaki yeni oluşumları inceleyerek, bilgi toplumunun insanını yetiştirme görevini üstlenen eğitim sistemimiz açısından bazı çıkarımlar sunmaktır.

Abstract

Today, globalization is one of the most widely studied topics in the world. That globalization has positive and negative effects on all social organizations and structures is being discussed intensively. Although there are many who accept globalization as a salvage and consider adopting it immediately, many others don’t seem to be agree with. However, according to some people, globalization may be an important transformation process if it is analyzed and examined adequately. At this point, the main problem which should be answered is that how globalization can be used as a transformation process by benefiting from its advantages and avoiding from its disadvantages. In this process, a crucial problem faced by many countries is to provide education for individuals who can preserve their national and cultural values while they are acquiring information, skills, values, attitudes, and behaviors necessary for a global world. The aim of this article is to present some implications for Turkish Educational System that has the role of making people educated for information era by analyzing the recent changes in the global world.

Key Words; GLOBALIZATION, INFORMATION SOCIETY and EDUCATION

Giriş

Küreselleşme söylemlerinin giderek yayıldığı bir dönemde, toplumlann karşı karşıya kaldığı en önemli soru, “küreselleşmenin tamamen insanların kurtuluşunu sağlayacak, mükemmel bir şey mi olduğu; yoksa iyisiyle kötüsüyle, olumlu ya da olumsuz yanlarıyla, karşılaşılan bir gerçek ve işleyen bir süreç mi olduğu?”dur. Bu anlamda, küreselleşme olgusunu ve eğitim sistemindeki yansımalarını tartışmadan önce, öncelikle karar verilmesi gereken nokta, onun hangi gözle görüldüğüdür. Küreselleşmenin, bir süreç ve bir gerçek olarak insanlığın karşısında dikiliyor olması, bugün daha fazla kabul gören bir düşünce olmaya başlamıştır. Bundan kaçınmak ve getirdiği evrensel dünya değerlerini yok saymak, daha baştan küreselleşen dünyaya teslim olmak anlamına gelebilir.

Bu noktada, yapılması gereken şey, küreselleşmenin bir gerçek olduğunu kabullenmek, küreselleşen dünyada ayakta kalabilmek için gerekli bilgi, beceri, tutum, değer ve davranışları insanlarımıza kazandırmak ve küresel değerler karşısında milli benliği korumak ile evrensel değerlere adapte olmak arasındaki ince çizgiyi çok iyi anlamaktır. Elbette, küreselleşen dünyada varlığımızı sürdürmek ve uluslararası arenada rekabet edebilmek gerekir. Ancak bu, milli değerlerden, milli kimlik, milli kültür ve öz bilinçten ödün vermek anlamında olmamalıdır. Böyle bir ortamda, eğitim sistemimizin amacı, milli değerler ile küresel gerçekler arasındaki dengeyi sağlayabilecek yeterliğe sahip bireyler yetiştirmek olmalıdır. O halde, cevaplanması gereken soru şudur: “Bir yandan milli kültür ve milli değerlere sahip çıkılırken, diğer yandan da küresel dünyanın getirdiği evrensel değerlere başarılı bir şekilde nasıl uyum sağlanabilir?”

Giderek küçülen dünyada, toplumların varlıklarını devam ettirebilmeleri, uluslararası arenada daha rekabetçi olmayı ve toplumu oluşturan bireylerin küresel değerleri ve oluşumları göze alarak hareket etmelerini gerekli kılmaktadır. Ulusal ve uluslararası düzeyde, toplumların varlıklarını sürdürebilmeleri ve söz sahibi olabilmeleri, küresel dünyanın gerekliliklerini kazandırabilecek etkili eğitim sistemleri sayesinde olacaktır. Küreselleşme, ekonomik olduğu kadar, siyasal, kültürel ve insani bir olgudur. Küreselleşmenin kültürel ve siyasal bir süreç olması, eğitimin küreselleşme sürecindeki önemini açıkça göstermektedir.

Günümüzde, hızla etkisini hissettiren küreselleşme olgusu, milliyetçilik, milli kültür ve milli devlet gibi kavramların önemini artırmıştır. Bu nedenle, dünya genelinde üzerinde en çok konuşulan, yazılan ve tartışılan konular arasında yer almaktadır. Küreselleşmeyi bir kurtuluş olarak görüp, ona tamamen tabi olmak gerektiğine inananların yanında, olumsuz bir süreç gibi görüp, ona karşı bir cephe alanlar da yok değildir. Kimilerine göre ise küreselleşme, olumlu ve olumsuz yönleriyle iyi analiz edilir ve dikkatlice irdelenirse, önemli bir dönüşüm süreci olabilir. Küreselleşme sürecini yok saymak, inkar etmek ya da hiç kabul etmemek, nasıl yanlış bir tutum olarak kabul edilirse, onu insanlık tarihinin son noktası ve mükemmel bir nihai son olarak görmek de yanlış olacaktır. Belki de, cevaplandırılması gereken temel soru, olumsuz yönlerinden zarar görmeden küreselleşme sürecinden nasıl fayda sağlanacağı ve bir dönüşüm fırsatı olarak nasıl değerlendirileceğidir. Bu noktada yapılması gereken, bir yandan dünyanın hızla ilerlediğini ve değiştiğini kabul ederek, diğer yandan da bu ilerleme ve gelişmelere paralel olarak yaşanabilecek sorunlara ilişkin gerçekçi bir bakış açısı oluşturmaktır.

Küreselleşme Nedir?

Küreselleşme, globalleşme, yeni dünya düzeni, post-modernizm, yerelleşme, neo- liberalizm gibi kavramlar çoğu zaman birbirlerinin yerlerine kullanılmaktadır (Sönmez, 2002:1). Küreselleşme, ekonomiden siyasete, sosyal politikadan kültüre, hemen hemen yeryüzünün her alanındaki değişimi ifade etmek için kullanılan “sihirli” bir sözcük haline gelmiştir. Küreselleşme, geçmişin ve geleceğin kapılarını açacak anahtar bir kavram olarak görülmeye başlanmış ve “parolaya dönüşmüş moda bir deyim” olmuştur. Bu olgu, her alanda mesafenin daha az önemli hale gelerek, siyasal, ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda dünyanın bütünleşmesini ifade etmektedir. Artık, zaman ve mekan kavramları, eski anlamlarını yitirmiş, sınırlar kaybolmaya başlamış ve ülkelerin karşılıklı bağımlılığı artmıştır (Bozkurt, 2000:17-31).

Teknolojik ilerlemeler sayesinde, şimdi her türlü bilgiye anında ve çabucak ulaşılabilmekte; ekonomik gelişmelerle, yeni global ekonomiler biçimlenmekte; sosyal değişimlerle de, her bir sosyal sistem, yeni iletişim biçimleri ve yeni sosyal etkileşimler oluşturacak biçimde değişikliğe uğramaktadır. Küreselleşmenin yarattığı yeni yapı, insanlar arasında bağlantıların, köprülerin kurulmasını sağlamaktadır. Küreselleşme günümüzde, sosyal ilişkilerin bir araya gelmesi, toplanması olarak da tanımlanmaktadır. Bu yüzden, küreselleşme sürecinde, sosyal ilişkiler bir ön koşul olmakta ve kültürler arası etkileşim önem kazanmaktadır (Cafoğlu ve Somuncuoğlu, 2000). Dünya ekonomisine damgasını vuran olgulardan birisi olarak kabul edilen küreselleşmeyi, işgücünün, sermayenin, teknolojinin ve pazar piyasalarının uluslararası nitelik kazanması şeklinde tarif etmek mümkündür.

Küreselleşme, kelime anlamı itibariyle, bütün dünyanın tek bir yere, bütün insanların da evrensel insan haline dönüşmesini ifade eder (Deniz, 1999:87). Bu kavram, kültürel açıdan dünya toplumlarının birbirine benzeme sürecini, buna bağlı olarak tek bir global kültürün ortaya çıkmasını, bazen de toplumların, toplulukların ve kimliklerin kendi farklılıklarını ifade etme ve tanımlama sürecini anlatmak için kullanılmaktadır. Bu gelişmelerden küreselleşme sürecindeki bireyin maddi ve manevi kültür unsurlarını belli coğrafya sınırları içinde koruma altında yaşayamayacağı, kendi benliğini güçlendirmek ve temsil etmek zorunda kalacağı anlaşılmaktadır. İnsanların, kendi kültür değerlerini, dünyanın her yerinde bütün kültürlerin içinde yaşamak ve yaşatmak durumunda kalacaklarına dair görüşler bulunmaktadır (Akkutay, 1999:34). Kısacası, küreselleşme, bazen toplumların birbirine benzediği ve böylece tek bir global kültürün ortaya çıktığı süreci anlatırken, bazen de toplumların, toplulukların ve bireylerin kendi farklılıklarını ve kimliklerini ifade etme ve belirleme sürecini anlatır (Cafoğlu ve Somuncuoğlu, 2000). Bu nedenle, bugün düşünce dünyasının evrensel meselelerinden birini; küreselleşme olgusunu, tarihin sonunu ifade eden bir “mükemmeliyetler zinciri” olarak görenler ile küreselleşmeyi artı ve eksileriyle bir gerçeklik olarak kavramak ve bu sürece insani bir boyut kazandırmak isteyenler arasındaki mücadele oluşturmaktadır (Türkiye ve Siyaset, 2001:4).

Küreselleşmeye Yol Açan Faktörler

Küreselleşmeye yol açan faktörlere ilişkin olarak, temelde belli başlı unsurlar üzerinde durulduğu görülmektedir. Küreselleşmeyi hızlandıran önemli unsurlar arasında, iletişim ve bilgi teknolojilerindeki hızlı gelişmeler, bilgisayarın ve internetin yaygınlaşması, ulusal ve uluslararası ticaret ağlarının genişlemesi, yabancı yatırımların ve uluslararası şirketlerin artması gibi temel gelişmeler sayılabilir.

Küreselleşmenin en başta gelen nedeni, İngilizce’nin dünya genelinde çok hızlı yayılması ve evrensel bir dil haline gelmesidir. Dünya üzerinde bir milyardan fazla insan İngilizce konuşmaktadır. Yüze yakın ülkede, İngilizce ana dil veya ikinci dil olarak konuşulmaktadır. Bu nedenle, İngilizce evrensel medya, bilgisayar ve iş dili olmuştur. Küreselleşmeye neden olan diğer etkenler ise şöyle sıralanabilir (Deniz, 1999:88):

1.   Fiber optiklerin, uyduların ve bilgisayar teknolojisinin global iletişimi artırması,

2.    Dünya genelinde bütünleşmiş ve koordine edilmiş ürün tasarımı, imalat, satış ve hizmetler ile çok uluslu işletmeler,

3.   Devletlerarasında büyüyen serbest ticaret anlaşmaları,

4.    Ticaret, finans, iş, ürün ve hizmetler için dünya çapında düzenlemelerin ve standartların ortaya çıkması,

5.   Finansal pazarların giderek güç kazanması,

6.    Birçok ülkede yabancı yatırımların ve buna bağlı olarak da çalışanlar üzerindeki yabancı kontrolün artması,

7.   Bilgi, teknoloji ve bilişim alanında yaşanan hızlı ve sürükleyici gelişmeler.

Küreselleşmeyi getiren önemli faktörlerden biri, bilgi ve teknoloji alanındaki hızlı gelişmelerdir. Geçerli bilgi ve teknolojinin üretimi ve kullanımı ise, toplumların eğitim sistemlerinin etkililiğine bağlanabilir. Bu nedenle, eğitim, küreselleşmeye neden olan temel unsurlardan biri olarak görülebilir. Eğitim ile küreselleşme arasında çift yönlü bir ilişkinin olduğu, küreselleşen dünyanın eğitim sistemlerini yenileşmeye zorlarken, eğitim alanındaki gelişmelerin de küreselleşme sürecine hız ve yön verdiği belirtilebilir. Aslında, küreselleşmeyi doğuran temel faktörlerin altında da yatan olgunun eğitim olduğu, diğer bütün alanlardaki gelişmelerin öncelikle eğitimden etkilendiği düşünülebilir. Bu nedenle, küreselleşen dünyada toplumların geleceğinin, ulusal ve uluslararası rekabetin sonucunun, bireylerarası iletişim ve etkileşimin kalitesinin, dünya pazarlarında üstünlüğün, eğitime ve dolayısıyla okullara büyük ölçüde bağlı olacağı söylenebilir.

Küreselleşmeye Yönelik Yaklaşımlar

Küreselleşme, tek yanlı bir süreç değildir; zıt eğilimlerini de ihtiva ederek gelişmektedir. Zaman ve mekan kavramları, eski anlamlarını yitirmekte, sınırlar ortadan kaybolmaya başlamakta ve yeryüzündeki tüm insanların ve ülkelerin karşılıklı bağımlılığı artmaktadır. Bu nedenle, küreselleşmenin siyasal, kültürel ve ekonomik sonuçları yaygınlık kazandıkça, taraftarları kadar karşı çıkanların sayısı da artmıştır. Çünkü, küreselleşmeden kazananlar olduğu kadar, kaybedenler de vardır. Bu anlamda, günümüzde küreselleşmeye yönelik yaklaşımlar, aşırı küreselleşmeciler, küreselleşme karşıtları ve dönüşümcüler olmak üzere üçlü bir sınıflamaya tabi tutulabilir (Bozkurt, 2000).

Aşırı küreselleşmeciler, radikaller diye de anılmaktadır. Bunlara göre, endüstri uygarlığının bir ürünü olan ulus devlet, küreselleşme sürecine paralel olarak önemini yitirmiştir. Artık, küresel piyasa, politikanın yerini almaktadır. Küreselleşme karşıtları, aşırı küreselleşmecilerin karşısında yer alırlar. Bunlar, küreselleşmenin her boyutuna kuşkuyla yaklaşırlar. Dönüşümcüler ise, küreselleşmeyi modern toplumları ve dünya düzenini yeniden şekillendiren hızlı sosyal, siyasal ve ekonomik değişmelerin arkasındaki ana siyasal güç olarak görmektedirler. Holton (1998) ise, küreselleşmeye ilişkin yaklaşımları genel olarak olumlu ve olumsuz olmak üzere ikiye ayırmaktadır. Küreselleşmeyi olumlu yönleriyle değerlendiren, bir gelişim ve dönüşüm fırsatı olarak görenlerin yanında, olumsuz yönlerine dikkat çeken, batının kültürel ve ekonomik emperyalizmi olduğunu söyleyenler de mevcuttur.

Küreselleşmenin Çelişkili Yanları

Geride bıraktığımız yüzyılın son çeyreğinde ivme kazanarak süregelen değişim süreci, yaşadığımız dünyanın şartlarını da değiştirmiştir. Bu sürecin doğal bir sonucu, bilgi ve buna paralel olarak da bilişim teknolojileri de hızla ve sürekli olarak değişme göstermektedir. Dünya küçülmüş, insanlar ve kültürler birbiriyle tanışmış, haber ve konular küreselleşmiştir. Ancak, küreselleşme olgusunun, ekonomiden başlayarak ulusal sınırları ve milli kimleri tehdit eder bir hale dönüşeceği beklentisi, bazı tereddütleri de beraberinde getirmiş, milli devletin varlığı, ülkenin bağımsızlığı, milli sınırların korunması, milli kültürlerin yaşatılması gibi temel kavramlarda yüksek duyarlılıkların oluşmasına sebep olmuştur. Bu kaygılar, dünya çapında paylaşılmaya başlamıştır (Turgut, 2001). Bu nedenle, küreselleşme süreci ile ilgili söylemler hakkında sağlıklı yorumlar yapılmalıdır. Küreselleşmenin yanlış yorumlanması, küresel rekabette dezavantajlı duruma düşülmesine ve zaman kaybına neden olabilir. Propaganda ve ideolojik söylem niteliğindeki telkinlere kapılmadan, küreselleşme süreci analiz edilmelidir. Küreselleşme sürecinin yanlış yorumlanmasına yol açabilecek konular şu şekilde özetlenebilir (Akkutay, 2000):

1.  Küreselleşme süreci, uluslararası güçlerin dışında piyasa güçlerinin oluşturduğu bir ortam değildir. Uluslararası etkileşim devam etmektedir.

2.  Uluslararası şirketler, uluslar ötesi şirketler değildir. Büyük ölçüde ulusal tabanlarına bağlı kalmaktadırlar.

3.  Küreselleşme sürecinde ülkelerin rekabetinin, uluslararası firmalar arasında geçeceği anlaşılmaktadır.

4.  Dünya ekonomisinde ilişkilerin %85’i, gelişmiş ülkeler arasında cereyan etmektedir. Dünya ekonomisine yön verme, kural koyma ve düzenleme imkanı ve gücü, bu ülkelerin elinde bulunmaktadır.

5.  Küreselleşmeyi bir doğa kuralı şeklinde yorumlamak ve ona tabi olmak, diğer bir yanlış olacaktır.

6. Korumacılığın dünya ekonomisinin gelişmesinde en büyük engel olduğu inkar edilirken, ekonomik bloklaşmalarla yeni korumacılıklar geliştirilmektedir.

7.  Küreselleşme konusunda dikkat edilecek bir husus da, küreselleşmenin ideolojik yönüdür. Bir takım ideolojik ölçütleri, evrensel değerler veya küreselleşmenin ön şartı olarak yorumlamak, rekabet edilen cepheye baştan teslim olmak anlamına gelebilir. Küreselleşme sürecinin çok iyi analiz edilmesi, eksileriyle ve artılarıyla gerçekçi bir

süreç olarak değerlendirilmesi gerekir. Küreselleşmenin olumlu yanlarının olduğu kadar, olumsuz ve çelişkili yanlarının da olduğunu belirten kaynaklara rastlamak mümkündür. Bu çelişkili durumlardan birkaçı şöyle sıralanabilir (Oran, 2000:39; Rodrik, 1997:22):

1.   Küreselleşme, Batı etkisinin her tarafa yayılması demek olduğu için, bir tekdüzelik, bir tek kültürün hakimiyeti ve tekdüzeleşme oluşabilir.

2.    İnsan hakları üzerinde durulmasına rağmen, kısmen de olsa güçlü iktidar özlemlerinin dile getirildiğine de rastlanabilmektedir.

3.    Yerel dillerin kaybolmaması amacı güdülürken, diğer yandan da İngilizce’nin dünya dili olması yönünde gelişmeler mevcuttur.

4.   Küreselleşme ile birlikte gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerde işsizlik ve bununla birlikte geleceğe yönelik umutsuzluk ve güvensizlik artmaktadır.

5.  Çok tartışılan bir boyut da, ulusal hükümetlerin, küresel sermaye ve çok uluslu şirketler karşısında politika oluşturma ve egemenliğini kabul ettirmede yetersiz kalmasıdır.

6.   Ticaretin ve yatırımın önündeki engellerin kaldırılması, uluslararası sınırları aşabilen gruplar ile aşamayan gruplar arasındaki dengesizliği artırmaktadır.

Küreselleşme, modernleşme ve post modernleşme ile ilişkili olup dünyanın bir bütün şeklinde somut yapılaşmasını ifade eder. Dolayısıyla, küreselleşmenin batı-dışı dünyada yarattığı etkileri de her şeyden önce, modern-post modern gerilimini; 1) bireysel kimliklerin patlaması ve siyasallaşması, 2) merkezi kurum ve yapıların etkisinin azalarak, yerel kurum ve yapıların etkisinin artması ve 3) bireyin davranış kalıbını küresel bir perspektif ve küresel duruma göre ayarlamasına yönelik zorunluluğun ortaya çıkması biçiminde üç noktada toplamak mümkündür (Keyman ve Sarıbay, 2000). Bütün bunlara rağmen, küreselleşme karşıtı bir tavır oluşturmak, tüm dünyayı etkisi altında tutan küresel olgulara karşı koymak da mümkün değildir. Küreselleşme, yüzyıllardır ulus-devlet ortamı içinde ve yerel boyutta gelişmiş insanın ufkunu bir anda küresel boyuta çıkarmış, küresel düşünen, yerel çözümleyen bireye olan ihtiyacı artırmıştır (Turgut, 2001).

Küreselleşme süreci, bazı fırsatları ve güçlükleri birlikte barındırmaktadır. Fırsatların yaratılması, sürdürülmesi ve yaygınlaştırılması için küreselleşmenin iyi biçimlendirilmesi ve yönlendirilmesi gerekmektedir. Bilgi ve teknolojideki gelişme ve yaygınlaşma, sermaye hareketliliğindeki artış, dünyadaki yoksulluk ve eşitsizlikleri azaltma potansiyeli taşımaktadır (Tomul, 2002:79). Bu nedenle, küreselleşme, sadece ekonomik değil, aynı zamanda toplumsal, kültürel ve ideolojik de bir olgudur (Akkutay, 1999). Bilgi çağı olarak adlandırılan günümüzde, ulusal ve uluslararası rekabette küreselleşme, önemli bir belirleyici ve başlıca faktör durumundadır. Bu nedenle, küreselleşen dünyada, toplumların karşı karşıya geldiği ciddi bir sorun da, milli ve kültürel değerlerini koruyarak günümüz dünyasının gerektirdiği bilgi, beceri, değer, tutum ve davranışlara sahip bireylerin nasıl yetiştirileceğidir. Bu sorunun çözümünde ise, en büyük sorumluluk, aileye, topluma ve eğitim sistemlerine, dolayısıyla okullara düşmektedir.

Küreselleşme, son yıllarda çağdaş sosyal yaşamın temel bir özelliği haline gelmiştir. Her yerde küresel sorunların, kuramların ve hatta küresel olayların olduğunu görmek zor değildir (Holton, 1998). Dünyanın her geçen gün daha da küçüldüğü, hatta artık global bir köye dönüştüğü söylenmektedir. Giderek küçülen dünyada, toplumların varlıklarını devam ettirebilmeleri, uluslararası arenada daha rekabetçi olmayı ve toplumu oluşturan bireylerin küresel değerleri ve oluşumları göze alarak hareket etmelerini gerekli kılmaktadır. Ulusal ve uluslararası rekabette toplumların varlıklarını sürdürebilmeleri ve söz sahibi olabilmeleri, küresel dünyanın gerekliliklerini kazandırabilecek etkili eğitim sistemleri sayesinde olacaktır. Küreselleşmeye sadece ekonomik bir olgu olarak bakmak, bu sürecin tam olarak tanımlanmasını zorlaştırır. Küreselleşmenin kültürel ve siyasal bir süreç olması, eğitimin küreselleşme sürecindeki önemini açıkça göstermektedir.


Küreselleşme Sürecinde Eğitim

Eğitimin geniş anlamdaki rolü sayesinde, sosyal birikimleri yüksek olan toplumlann, insanlığın içinden geçmekte olduğu küreselleşme sürecinde, motive edilmeleri ve mücadeleye hazır hale getirilmeleri kolaylaşacaktır. Bireyleri ve kurumsal ilişkileri köklü, güvene ve dayanışmaya dayalı toplumların eğitimlerini bu yönde yoğunlaştırmada ve üstünlük sağlamada daha şanslı olacakları söylenebilir. Günümüz eğitiminin, meslek, beceri ve teknolojinin yanında, sosyal yapıyı güçlendirici ve sosyal dinamikleri harekete geçirici bir özelliği olmalıdır. Sadece, teknolojik ve ekonomik unsurların somut bulgularına dayalı değerlendirmeler üzerine kurulu bir eğitim sisteminin eksik olacağı ve etkili olamayacağı bilinmektedir. Sosyal yapının elle tutulmayan unsurları uzun vadede belirleyici olmaktadır. Bu nedenle, sosyal yapının, eğitimi yönlendiren en ağırlıklı etken olacağı söylenebilir (Akkutay, 1999). Küreselleşen dünyada eğitim, sürekli öğrenmeyi, bilgiyi bilmeyi, bilgili olmayı, bilgiyi üretmeyi, bilgi ile yaşamayı sağlayan bir süreçtir. Küreselleşme sürecindeki eğitim yöneticisi ise, birey-toplum-çevre uyumunu gözeten, güven ilkesini benimseyen biri olarak görülmelidir (Doğan, 2002:95).

Eğitim örgütleri, toplumdaki tüm örgütlerin önünde yer alarak, küreselleşen dünyada topluma yön ve şekil vermek zorundadır. Küreselleşen dünyanın gereklerini karşılayabilmede başarılı olabilmek için eğitim açısından göz önünde tutulması gereken bazı önemli unsurlar vardır (Garner, 2002):

1.  Eğitim yaşam boyu süren bir etkinlik olmalıdır. Hızlı gelişen teknoloji ve artan bilgi birikimi karşısında, eğitimin yaşam boyu devamı sağlanmalıdır. Bununla birlikte, eğitim süreci içerisinde sadece belirli bilgiler aktarılmamalı, bireyin öğrenme kapasitesi de güçlendirilip geliştirilmelidir.

2.   Eğitim, her zaman, her yerde ve yaşamın her alanında olmalıdır. Evde ve işyerinde eğitim imkanları sağlanmalı, sınıflarda olduğu kadar internet ve televizyonda da eğitim etkili şekilde verilmelidir. Bireylerin sürekli öğrenme kapasitelerini geliştirmek için eğitim kurumları ile işletme sektörleri ve toplumun diğer kurumları işbirliği içinde çalışmalıdır.

3.   Eğitim, eleştirel düşünmeye, iletişime ve problem çözme becerilerine odaklanmalıdır. Eğitim süreci, yeni sorun ve fırsatlar ortaya çıktığında, bireyleri açık ve eleştirel düşünmeye hazır hale getirmelidir.

4.  Öğrenme, toplumun gelişmesinde önemli bir etken olduğu için, eğitim toplumsal gelişmeye yatırım niteliğinde olmalıdır. Bu nedenle toplumlar, sadece maddi sermayeye ve ekonomik alanlara yatırım yapmamalı, aynı zamanda eğitime gereken yatırımı yapmalıdır. Toplumsal bir yatırım özelliği taşıyan eğitim, toplumun gerçeklerinden soyutlanamaz.

5.  Eğitim sistemi, öğrencilere küresel bir vatandaşlık anlayışı kazandırmalıdır. Küreselleşen dünyada, bireylerin sadece kendi tarihlerini, kültürlerini ve dillerini öğrenmeleri yeterli olmayacaktır. Global pazar ekonomisinde başarıyla çalışmak, farklı insanların ve kültürlerin özelliklerini bilmeyi gerektirir. Kendi yaşadığı coğrafyanın dışına çıkamayan bireylerin, küreselleşen bir dünyada başarılı olmaları çok zor olacaktır.

6.   Eğitim, bireyler ve örgütler arasında ortaklıklar kurma becerisini sağlamalıdır. Eğitim kurumlan arasında olduğu kadar, işletme, endüstri ve kamu kuruluşları arasında da, ulusal ve uluslararası düzeyde ortaklıkların kurulması sağlanmalıdır. Bu anlamda, bir eğitim örgütü sadece kendi uzmanlık alanında tek başına kalamaz, toplumun ve dünyanın değişen ihtiyaçlarına cevap vermek zorundadır.

Küreselleşen dünyada, kişisel güvence ünitesi sanayi toplumunda olduğu gibi, zaman zaman bireyin kimliğinin önüne geçirilen meslekler ve ticaret değil, eğitimdir. Yani doğru yapılan bir eğitim, küreselleşen dünyada kişisel güvencenin teminatı olacaktır. Doğru eğitimden kasıt, çağa ve değişimin genel talep ve standartlarına uygun olan eğitimdir (Doğan, 1999:44). Bu bağlamda eğitim sistemimizin, “gelecekte nasıl bir insan istiyoruz?”, “küreselleşen dünyada insanlarımızı rekabet edebilir düzeye getirmek için onlara hangi becerileri kazandırmamız gerekir?” sorularının sorularak yeniden yapılandırılması zorunlu hale gelmiştir.

Küreselleşen değerler karşısında Türk Milli Eğitim Sistemi’nin bazı çıkmazları olduğu görülebilir (Doğan, 1999:49-53):

1.  Türkiye’de eğitimin ulusal ve evrensel boyutlarda öngörülen hedeflerinin gerçekleştirilmesinde bazı sorunlar yaşanmaktadır. Bürokratik ve sosyo-kültürel yapı bunu tetiklemektedir.

2.  Türkiye’de, eğitimden beklentileri günlük ve dönemsel sorunlar belirlemektedir. Bu nedenle, eğitime ilişkin uzun dönemli bir vizyon belirlenememiştir.

3.   Türk eğitim sisteminde programlar, mevcut haliyle değişim kültürünün beklentileriyle uygunluk göstermemektedir. Ders kitapları, sınav sistemi ve programda değişim kültürü etkili şekilde yansıtılmamaktadır.

Küreselleşme sürecinde, eğitimde sağlanan gelişmeler önemli bir yere sahiptir. Ancak, bilgi piyasasının egemen olacağı küreselleşmede, yoksullar ve eğitimsiz kesimler açısından büyük tehlikeler söz konusu olabilir. Bu kesimlerin, sistemin yaratacağı eğitimsel eşitsizliklere maruz kalmaları önlenmelidir (Tomul, 2002:80). Bu nedenle, küresel değerlerin hakim olduğu günümüzde, bireylerin eğitimsel fırsat ve olanaklardan eşit düzeyde yararlanmalarını sağlayan politika ve uygulamalar geliştirilmelidir.

Küreselleşme, bireye geleneksel toplumda ve modern sanayi toplumunda sahip olmadığı toplumsal inisiyatif hakkını vermektedir. Günümüz dünyasında, en büyük değer, birey ve bilgidir. Çağdaş bilgi ve beceriyle donanmış bir insan, küreselleşmenin geçek öznesidir. Küreselleşme, toplumsal bakış açısına göre, bir tehdit unsuru olarak algılanabileceği gibi, toplumsal ve ekonomik gelişme için bir fırsat olarak da görülebilir.

Bilgi Toplumu, Küresel Değerler ve Eğitim

İçinde yaşadığımız, küresel değerlerin ön plana çıktığı ve hızlı bir değişimin yaşandığı dönem; bilgi toplumu, bilgi çağı olarak adlandırılmaktadır. Bilgi teknolojilerindeki hızlı gelişmeler, toplumsal yapıların değişmesine ve yeniden şekillenmesine neden olmaktadır. Yaşanan bu hızlı değişim süreci, beraberinde yeni kavramlar ve olgular getirmiştir. Bu yeni kavramlardan biri de, bilgi çağı ya da bilgi toplumudur.


Bilgi toplumuna geçişte önemli rol oynayan unsurlardan biri, tek doğrulu ve mutlak mantığa dayalı pozitivist bakış açısından, pozitivizm sonrası bir döneme geçilmiş olmasıdır. Pozitivizm sonrası oluşan anlayışta, eğitimde ezberciliğin içi boşalmış, ezbercilik anlamsız ve faydasız bir uğraş haline gelmiştir. Bilimsel bilgi, mutlak gerçekliği yansıtmıyorsa, ezberletilmesinin bir anlamı yoktur (Özden, 2002).

Bilgi toplumu, bilginin temel güç ve başlıca sermaye kaynağı olduğu toplumdur. Bilgi toplumunda, bilgi amaç değil, araçtır ve toplumsal yaşamın her aşamasını aydınlatan, yönlendiren başlıca güçtür. Bilgi toplumunda, bilgi bir hayat biçimi, düşünme ve yaşam tarzıdır (Fındıkçı, 1998:83). Böyle bir dönemde, geçerli bilginin üretilmesi ve kullanılması önemlidir. Bilgi toplumunda bilgi üretim yerleri, üniversiteler ve akademik araştırma merkezleridir. Bilgi toplumunun bir özelliği, öğrenebilen insandır. Bilgi toplumunda birey, bilim dünyasının verilerini anlamak, yorumlamak, kullanmak, yenilerini ortaya koymak, problem çözme yeteneği kazanmak durumundadır.

Bilgi toplumunda, bireylerin yaratıcı, sorgulayıcı, düşünen ve üretebilen insanlar olmaları gerekir. Eğitim örgütlerinin bilgi toplumundaki rolü değişmektedir. Bilgi çağının eğitimi, yaratıcı ve yenilikçi insanlar yetiştirmeyi temel amaç edinmektedir. Bugün, artık bilginin doğrudan bireye aktarılması değil, bireyin gerek duyduğu bilgilere nasıl ve hangi yollara ulaşacağının öğretilmesi gerektiği vurgulanmaktadır. Bu nedenle, üzerinde konuşulan önemli bir kavram da öğrenmeyi öğrenmedir. Birey, nasıl öğreneceğini bilirse, kendisi için gerekli bilgilere en uygun yollardan ulaşabilir.

Günümüz toplumunda, okulun, ders programlarının, öğretmenlerin, anne-babaların ve hatta öğrencilerin tanımı değişmiştir. Okul, sadece belirli bilgi ve becerilerin verildiği bir kurum değil, aynı zamanda toplumu şekillendiren ona yön ve biçim veren bir kurum olmak zorundadır. Ders programları, öğrencilere sadece basmakalıp bilgileri aktaran bir anlayış içerisinde değil, onları gerçek hayata hazırlayan, hayatın gerçeklerinin sentezlendiği bir anlayış içinde düzenlenmelidir. Öğretmenlerin görevi, sadece bilgiyi aktarmak değil, öğrencilere yön gösteren bir rehber ve lider olmaktır. Aynı zamanda, anne-babaların okula ve ders programlarına ilişkin daha fazla katılımı ve birlikteliği desteklenmelidir. Artık, eğitimin merkezindeki olgu, öğrencidir, öğrenen bireydir. Elbette mevcut bilgi, birikim, kültürel değerler ve olgular öğrencilere aktarılacaktır. Ancak, bunda amaç, hazır bilgileri ezberlemek değil, öğrencilerin kendi bilgilerini oluşturmalarına yardımcı olmaktır.

Bilgi toplumunu kuracak olan bireylerin, akıl, zeka ve beyin güçlerini geliştirmeleri ve etkin bir biçimde kullanabilmeleri, eğitim etkinliklerinde bilinçli ve düzenli bir çalışma ve çabayı gerekli kılmaktadır. Bilgi bolluğu ve hızlı iletişimle küçülen günümüz dünyasında, bu baş döndürücü hıza yetişebilmek, sürekli üretilen ve çok kısa zamanda tüketilen bilgiyi gereği gibi kullanabilmek ve dönüşümünü sağlayabilmek, kuşkusuz zihinsel güçlerini çok iyi kullanabilen, eleştirel düşünebilen, muhakeme edebilen ve yeniden üretebilen bireylere sahip olmakla mümkün olacaktır (Turgut, 2001). Bu nedenle, geleceğin eğitimi için en azından üç seçenek olduğu söylenebilir (Bacanlı, 1999:1):

1.  Bireyselleştirilmiş öğretim: Öğretim sürecinin her öğrencinin bireysel öğrenme ihtiyaç ve yeteneklerini karşılayabilecek şekilde kişiselleştirilmesi.

2.  İnsancıllaştırılmış öğrenme: Öğrenmeyi nasıl öğrenebileceği ve kullanabileceği ve kendisi ve çevresi üzerinde nasıl hakimiyet kazanabileceğinin, bilişsel bilgi işleme becerileri kadar kişiler arası iletişim ve değer açıklama becerilerinin öğretilmesi.

3.  Meslek eğitimi: Öğrencileri doyurucu bir hayata ve mesleğe hazırlayabilmek için, onlara birinci elden iş yaşantılarının sağlanması.

Bilgi toplumunda öğretmenlerin, öğrencilere ilişkin düşünce ve algıları değişikliğe uğrayacaktır. Artık, öğretmenler, öğrencilerin zayıf yönlerine değil, başarılı oldukları yönlere odaklanacaklardır. Zayıf yönler iyileştirilirken, güçlü yönler daha da güçlendirilecektir. Temel vurgu, zayıflıklara değil, güçlü yönlere olacaktır. Eğitimin yeni bilgi toplumu gerçekliği karşısındaki sosyal amacı ve sorumluluğu, ciddi bir biçimde tartışılacaktır. Bu nedenlerle; eğitimin birkaç özelliği şöyle sıralanabilir (Drucker, 1996:247):

1.   Bilgi toplumu için yapılan eğitimin sosyal bir amacı olacaktır. Değerlerden yoksun bir eğitim olmayacaktır.

2.  Gerekli olan eğitim sistemi, açık bir sistem olmalıdır. Eğitim, toplumun tüm kesimlerinin ulaşabileceği bir hizmet olmalı, kökenleri, varlık durumları ya da önceki öğrenimleri ne olursa olsun, yeterli ve başarılı kimseler için eğitim yolu ve eğitim aracılığıyla toplum içinde yükselme yolu açık olmalıdır.

3.   Bilgi toplumunda bitmiş eğitim diye bir şey yoktur. İleri düzeyde eğitim görmüş kişilerin bile, tekrar okula geri gelmeleri gerekir.

4.  Eğitim artık okulla sınırlı kalamaz. İşveren durumundaki her kurumun öğretmenlik yapması gerekir. Eğitim kurumları ile işletmeler arasında işbirliği kurulmalıdır.

5.  Eğitim sonunda elde edilen diplomanın yeteneğin takdiri yerine, yeteneğin önüne dikilen bir engel haline gelmemesi için özen gösterilmelidir. Durumları iyi olan ve kendileri de ileri düzeyde eğitim görmüş anne-babaların çocukları daima avantajlı olacaktır. Ancak, bu avantaj, başkaları için aşılması mümkün olmayan bir engel haline gelmemelidir.

6.  Öğrenme, parmak izi kadar kişiye özgüdür. Herkesin farklı öğrenme hızı, farklı bir ritmi, farklı bir dikkat süresi vardır. Bu nedenle, öğretmenin rolü, öğrencilerin kişisel özelliklerine uygun öğrenme biçimlerini saptamak ve onları öğrenme profillerine en uygun alanlara yönlendirmektir.

Bilgi toplumunda, öğrenmeyi öğrenme anlayışı ön plana çıktığı için, öğretmenin rolü, hazır bilgileri aktarmaktan ziyade öğrenme sürecine rehberlik etmek olmuştur. Küreselleşen dünyada insanlığın önündeki en büyük gerçeklerden biri, dünyada bilgiyi üretenlerin ve kullananların gücü ellerinde bulunduracağı gerçeğidir. Çünkü, bilgi güçtür ve küresel dünyada bilginin güç olduğu artık bir gerçeklik haline gelmiştir. Bu nedenle, bilginin doğasına ilişkin bakış açısının değişmesi, bireyi de değişime zorlamaktadır.

Bilgi toplumuna geçişle birlikte, evrenin mekanik olduğunu ve geleceğin kestirilebileceğini ileri süren pozitivist paradigma geçerliğini yitirmiştir. Pozitivizm ötesi yeni paradigmaya göre, gelecek ve yön belirsizdir, sadece olasılıklar bilinebilir. Doğada ilişkiler doğrusal değildir ve karşılıklı nedensellikten söz edilebilir. Geleceğin belirsizliği ve kesin sonuçların kestirilememesi, doğanın temel koşuludur (Yıldırım ve Şimşek, 2000). Buna göre, başta eğitim yöneticilerinin ve öğretmenlerin, Drucker’ın (1996) deyimiyle, bu “yeni gerçeklerdin farkında olmaları ve yeni paradigmanın eğitime yansımalarını iyi değerlendirmeleri gerekmektedir.

Sonuç

Hızlı gelişen teknoloji ve bilginin yoğun biçimde artması, küreselleşme sürecine ivme kazandırmıştır. Günümüzde, küreselleşme ile birlikte, geçerli bilginin üretimi ve yeni alanlara uygulanması, ulusal ve uluslararası rekabeti ve üstünlüğü belirleyen temel güç haline gelmiştir. Bilgi, toplumların başlıca zenginlik kaynağı olmuştur. Geçerli ve zenginlik kaynağı oluşturacak bilginin üretimi ve kullanımı ise, eğitim sistemlerine ve dolayısıyla okullara yeni sorumluluklar yüklemiştir. Bugün, okulların en önemli sorumluluklarından biri, mevcut kültürel değerleri yeni kuşaklara aktarırken, küresel dünyanın gerektirdiği bilgi, beceri, değer ve tutumlara sahip bireyler yetiştirebilmektir.

Okulların küresel dünyada karşı karşıya olduğu sorumluluklar, mevcut eğitim sistemlerinin ve yapılarının yeniden sorgulanması gündeme getirmiştir. Sanayi devriminin koşulları altında yapılanan okullarımızın, bilgi çağının gereklerini karşılaması oldukça güç görünmektedir. Eğitim sistemimizin küresel değerler dikkate alınarak yeniden yapılandırılması zorunlu hale gelmiştir. Çünkü, günümüzde eğitimli insanın anlamı değişmiş, öğrenmeyi öğrenmiş bireyler başarılı olur hale gelmiştir. Bu durum, bireylerin öğrenmeyi öğrenme alışkanlığı kazanmalarını zorunlu kılmaktadır.

Sonuç olarak, küreselleşme, olumlu ya da olumsuz yönleriyle bir gerçeklik olarak dünya üzerinde hızla işlemeye devam eden bir süreçtir. Bu zorlu süreçte başarılı olabilmenin ve ayakta kalabilmenin yolu, küreselleşmeyi bir olmazsa olmaz durum gibi görüp ona tamamen sorgulamadan tabi olmak ya da tümüyle onu yok sayarak mevcut gerçekliğini kabul etmemek değil, küreselleşen dünyada rekabet edebilir değerler ve beceriler üretebilmektir. Küresel dünyanın gerektirdiği bilgi, beceri, değer, tutum ve davranışlara sahip bireyler yetiştirmek de, okulların yeni bir vizyon geliştirmesini gerekli kılmaktadır. Bu nedenle, bireye önem veren, öğreneni merkeze alan, insani ve evrensel değerlere dayalı, küresel dünyanın gerektirdiği bilgi, beceri ve davranışları kazandıran bir eğitim önem kazanmaktadır.

 

Kaynaklar

1.  Akkutay, Ü. (1999). 21. Yüzyılda Sosyal Yapının Eğitime Etkileri Nasıl Olacaktır? 21. Yüzyılın Eşiğinde Türk Eğitim Sistemi Ulusal Sempozyumu. 25-27 Kasım 1999. Ankara: Tekışık Yayıncılık.

2.   Bacanlı, H. (1999). Duyuşsal Davranış Eğitimi. Ankara: Nobel Yayın Dağıtım.

3.  Bozkurt, V. (2000). Küreselleşme. Kavram, Gelişim ve Yaklaşımlar. Küreselleşmenin İnsani Yüzü. İstanbul: Alfa Basım Yayım Dağıtım Ltd. Şti.

4.   Cafoğlu, Z. ve D. Somuncuoğlu. (2000). Global Values in Education and Character Education. ERIC NO: ED449449.

5.   Deniz, N. (1999). Global Eğitim. İstanbul: Türkmen Kitabevi.

6.   Doğan, E. (2002). Eğitimde Küreselleşme. Eğitim Araştırmaları Dergisi. Sayı: 6, Sayfa: 87-98.

7.   Doğan, İ. (1999). Küresel Değerler ve Eğitim: Türkiye Örneği. 21. Yüzyılın Eşiğinde Türk Eğitim Sistemi Ulusal Sempozyumu. 25-27 Kasım 1999. Ankara: Tekışık Yayıncılık.

8.    Drucker, P. F. (1996). Yeni Gerçekler. (Çeviren: B. Karanakçı). 5. Baskı. Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.

9.  Fındıkçı, İ. (1998). Enformasyon Bilgi Toplumu Dünyası; Bilgi Toplumunda Eğitim ve Öğretmen. Bilgi ve Toplum Dergisi. Nisan, 1998.

10.    Garner, L. H. (2002). Education for the Twenty-first Century: Leadership for Globalization. Iowa: Second Korea-U.S. Forum.

11.    Holton, R. J. (1998). Globalization and the Nation-State. First Published. New York: ST. Martin’s Pres, Inc.

12.    Keyman, E. F. ve A. Y. Sarıbay. (2000). Global Yerel Eksende Türkiye. İstanbul: Alfa Yayınları.

13.    Lipson, L. (2000). Uygarlığın Ahlaki Bunalımları. (Çeviren: J. Çam Yeşiltaş). İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.

14.    Oran, B. (2000). Küreselleşme ve Azınlıklar. Ankara: İmaj Yayıncılık.

15.    Özden, Y. (2002). Eğitimde Yeni Sistem Arayışları. Öğretmenlik Mesleğine Giriş. Ankara: Pegem A Yayıncılık.

16.    Rodrik, D. (1997). Küreselleşme Sınırı Aştı mı? İstanbul: Kızılelma Yayıncılık.

17.   Sönmez, V. (2002). Küreselleşmenin Felsefi Temelleri. Eğitim Araştırmaları Dergisi. Sayı: 6, Sayfa: 1-11.

18.    Tomul, E. (2002). Küreselleşmenin ve Eğitim Eşitsizlikleri. Eğitim Araştırmaları Dergisi. Sayı: 6, Sayfa: 77-86.

19.    Turgut, B. (2001). Küreselleşme ve Milli Değerler. Milli Eğitim Dergisi. Sayı: 150. Mart, Nisan, Mayıs 2001.

20.    Türkiye ve Siyaset. (2001). Milliyetçilik ve Küreselleşme Özel Sayısı. Kasım-Aralık.

21.   Yıldırım, A. ve H. Şimşek. (2000). Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma Yöntemleri. Gözden Geçirilmiş 2. Baskı. Ankara: Seçkin Yayıncılık.

————————————————————————–

Kaynak: Kastamonu Eğitim Dergisi, Mart 2005, Cilt:13, No:1, Sf. 14-66

—————————————-

Prof.Dr.Temel ÇALIK[i], Doç.Dr. Ferudun SEZGİN[ii]



[i] G. Ü. Gazi Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü, Ankara; [email protected]

[ii] G. Ü. Gazi Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü, Ankara; [email protected]

Yazar
Temel ÇALIK ve Ferudun SEZGİN

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen