Aklı Karışıklar İçin Selefîlik ve Sünnîlik Rehberi

Prof.Dr. Hilmi DEMİR

Müslüman toplumlar 19. Yüzyıla kadar bu çerçevelerini sürekli mezhepler aracılığıyla inşa ettiler. Şimdi ise bu mezhepler arasındaki farklar flulaştırılarak Anadolu’daki toplumsal hafızamız yok edilmekte ve yeni toplumsal kimlikler inşa edilmektedir.

2003’teki Irak işgali ile birlikte başlayan süreç yalnızca siyasal ve toplumsal alanda değil, dini düşünce alanında da büyük bir kaos yarattı. İslam dünyası, Osmanlı’nın dağılmasıyla birlikte girdiği kültür ve medeniyet krizini atlatamadan yeni bir krizle karşı karşıya kaldı. 19. yüzyıl İslam dünyasında yalnızca siyasal bir dağılma yaratmadı kültür dünyamızda alt üst oldu. Bu alt üst oluşta en büyük pay İslami canlanma ve ihya hareketlerinin tasaffi (İslam’ı yabancı unsurlardan temizleme ve eski muzaffer günlerine döndürme) adı altında Müslümanların kültürel hafızalarını silecek bir tasfiye hareketine başvurmalarıydı. Ne kadar ilginçtir ki, Osmanlı’dan Cumhuriyete geçişle birlikte özellikle Ulema ve aydın sınıfı sırtını Osmanlı’daki Hanefi ve Matüridi geleneğe dönerek Mısır ve körfezden gelen Selefiliği, Kur’an ve Sünnet İslam’ına dönüş adı altında taşımaya başladılar. Bu süreçte yer yer Hanefi-Matüridi geleneği geleneksel yöntemlerle özellikle 80’lere kadar Nakşiler ve Milli Mücadeleciler yaşatmaya çalıştılar. 80’leri biraz aşan bu geleneğin kısık sesi son zamanlarda ise iyice boğulmaya başladı.

80’ler sonrası küreselleşen Selefi network ağlarını Anadolu’da da örmeye başladı. Öyle ki, Selef ya da Selef-i Salihin kavramları ile Selefiyye kavramları yer değiştirerek aynileşmeye ve böylelikle Sünniliğin öncü mezhebi olarak Selefilik anılmaya başlandı. Maalesef Türkiye’deki birçok araştırmacı İslam düşüncesinde mezheplerin farklılığını ve neden bu kadar önemli olduğunu anlamakta güçlük çektiler. Oysaki mevcut dünya algımız geçmişte yaşadığımız deneyimlerle sıkı bir bağlantı içerisindedir. Geçmişe ilişkin anlatılar, aklileştirmeler, kurduğumuz sosyal ve siyasal kurumlar, edebi ve mistik yaşantılar kimliğimize ilişkin referans noktalarını oluşturmaktadır. Müslüman toplumlar 19. Yüzyıla kadar bu çerçevelerini sürekli mezhepler aracılığıyla inşa ettiler. Şimdi ise bu mezhepler arasındaki farklar flulaştırılarak Anadolu’daki toplumsal hafızamız yok edilmekte ve yeni toplumsal kimlikler inşa edilmektedir. Dolayısıyla bu gün Ortadoğu’da yaşanan siyasal kimlik kavgalarının birçoğu şöyle ya da böyle bu mezhepsel kimliklerle ilişkilidir.

Bu nedenle hem dini bilgi sahibi olanlar hem de alana ilişkin teoloji eğitimi almayan siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler çalışan uzmanlar için mezhepleri okuma rehberi hazırladık. Temel de on iki soru ele alarak mezheplerin birbirlerine yakın ve uzaklıklarını konumlandırmaya çalıştık. Okur aynı zamanda Sünnilik ile Selefilik arasındaki farkları da bu sayede daha iyi kavrayacaktır kanaatindeyim. Eksiklikleri yok mudur, elbette vardır, zira her tanım ve sınıflama bir şeyleri dışlar ve dışarda bırakır.

 

Tablo Okuma Rehberi:

  1. Matüridilik:

Semerkant’da doğan Ebu Mansur el-Matüridi (ö. 333/944) diye meşhur olan kelam alimine dayandırılan Mezhebin adıdır. Matüridiliğin görüşleri Ebu Hanife’nin inanç alanındaki görüşlerine dayanır. Mezhep çoğu kez Hanefiliğin gölgesinde kalmış, bazen de Matüridilik yerine Hanefilik İtikadı adı altındaki kullanım tercih edilmiştir. Bu nedenle her Matüridi Hanefîdir. Hanefilerin çoğu da Matüridîdir. Orta Asya, Ortadoğu ve Anadolu’da taraftar bulmuştur. Türklerin mezhebi diye bilinmektedir.

  1. Eş’arilik:

Ebu’l-Hasan El-Eş’ari (ö. 324/935-36)’ye dayandırılan kelam mezhebidir. Gazzali, Fahreddin Razi, Taftâzânî (ö.791/1389) gibi bir çok ünlü alim tarafından takip edilmiştir. Daha çok Ortadoğu ve Anadolu’da yayılmıştır. Osmanlı’da Matüridilikle beraber düşünce hayatına etki etmiştir.

  1. Selef:

Hicri II. Yüzyıldan itibaren Ehl-i Rey’e karşı çıkmış olan bir dini anlama yöntemidir. Bazen Mezhep olarak da isimlendirilse de, doğrudan yayıldığı coğrafyası ve taraftar bulduğu epistemik bir cemaati olmadığından İslam mezhep ve fırkalar literatüründe bir mezhep olarak anılmamıştır. Peygamberimizin vefatı sonrası üç nesli ve bu üç neslin dini anlama biçimini esas alırlar. Bu üç nesil peygamberi gören Sahabe, Sahabeyi gören Tâbiûn ve Tâbiûnu gören Teba-i Tâbiûn olarak isimlendirilir.

İslam düşüncesinin felsefi ve kelami düşünce ile saf, otantik biçimini koruyamadığını iddia edenler, Selef teriminin İslam’ın ilk üç neslini temsil ettiğini ileri sürerler. Ayrıca bunlara göre Selef, Kur’an’ın ve Hz. Peygamberin ilke ve uygulamalarının en saf, en naif ve en otantik takipçisidir. Aslında bu iddianın kendi içinde, ciddi bir tutarsızlık içerdiğini okuyucu ilk anda fark etmeyebilir. Çünkü bu iddia tarihi bir gerçeklikten daha çok bir algı oluşturmak için otoritenin güvenilirliğine başvurma üzerine kuruludur. Zira Selef’in itikadı adı altında en otantik kabul edilen görüşlere karşı çıkan bir çok alimde aslında dönemsel olarak bu ilk üç nesil içinde yer almaktadır. İslam düşüncesinde Selef tarafından bid’at ve zındıklıkla suçlanan (Hariciler, Murciler gibi) görüş sahipleri de dönemsel olarak bu ilk üç nesil içinde yaşamıştır. Dolayısıyla aslında Selef, bu ilk üç nesil içinde yer alan ama daha dar bir etkiye sahip olan Ehl-i Hadis diye bilinen alimlerce temsil edilmiştir. Bu nedenle bazen Ebu Hanife de Selef alimidir, denirken aslında kastedilenin Ebu Hanife’nin kendisinin bu ilk üç neslin ikinci tabakasında yaşayan bir alim olduğudur. Yoksa Selef’in itikadını paylaştığı iddiası tabloya bakıldığında tutarlı olmayacaktır. Ayrıca bu tanımlamadan Selef’in Hz. Peygamber’in söz, fiil ve takrirleri olarak kabul edilen Sünnetinin takipçisi olduğu Eş’ari ve Matüridilerin ise Sünnet ve Hadis karşıtı olduğu çıkarılmamalıdır. Aksine Eş’ari ve Matüridi olan bir çok Hadis alimi vardır. Burada Ehl-i Hadis ile kastedilen bir zihniyettir. Eş’ari ile Matüridilerin rekabet ettikleri bu zihniyete sahip olanlardır.

Sonuç olarak Selefe çoğu hadis ilmiyle iştigal eden alimler olduğu için Ashab-ı Hadis,  Ehlü’l-Hadis demek daha doğru olur. Ahmed b. Hanbel, İmam Evzai, İmam Sevri ve İmam Buhari gibi alimler en önde gelen Selef alimleri arasında yer alır. Bu alimlerin görüşleri toplumda çok fazla tutmadığı için Eş’arilik ve Matüridilik toplumsal taban kazanmış ve kendi sistemini kabul ettirmiştir. İslam tarihinde yer yer Selef’in yöntemine dönme vurgusu yapan alimler çıkmıştır; İbn Teymiyye ve İbnu’l-Kayyım el-Cevzi  örneğinde olduğu gibi.

Selef alimlerinin ortak özelliği kelam ilmine karşı olmalarıdır. İtikat ve inanç alanında akli tefekküre ve düşünsel üretime şiddetle karşı çıkarlar. Çoğu kez toplumda Selef ile Selefiyye karıştırılır.  İlk dönem ve klasik literatürde Selef ismi geçer ama Selefiye yada Selefiyye geçmez. Örnek olarak kendisi de Selef alimi olan İbnu’l-Kayyım’ın kitaplarından 35 adetini taradığımızda es-Selefiyye şeklinde bir tanımlama geçmemektedir. Buna karşılık es-Selef yukarıdaki anlamıyla yaklaşık 800 kez tekrar edilmektedir.

  1. Katı Selefilik:

Selefilik 19. yüzyılda Vehhabilikle birlikte çıkan dini-politik bir harekettir. Düşünsel ard alanı Selef  inancına dayansa da okuyucu tabloda bazı noktalarda onlardan ayrıldığını görecektir. Katı olarak adlandırmamamızın nedeni inanç alanında daha çok Vehhabiliğin tesirinde kalması ve silahlı eylemi politik bir araç olarak kullanmayı benimsemesindendir. Şirk ve Küfr kavramlarını Müslümanlar için dinden çıkarıcı bir unsur olarak kullanmak temel özellikleri arasındadır. Vehhabi ya da Hanbeli aşı onu ideolojik olarak katılaştırmakta ve bulunduğu coğrafya da demokratik siyaset araçlarının ve kanallarının olmaması ise onun şiddete başvurmasını meşrulaştırmaktadır.

  1. Pasif Selefilik

Bununla daha çok Kur’an bazen de Sünnete dönmek şeklinde ortaya çıkan entelektüel Selefiliği kastediyorum. Bu Selefilik silahlı eylemi politik bir araç olarak kullanmayı reddederek toplumsal bir dönüşümü benimser. Fakat mezhepleri ve mezhep sistematiğini reddettiği için aslında Selefi bir tavırdır. Türkiye’de ki Selefilik bunun en güzel örneğidir.

  1. İman ikrar ve tasdiktir:

Bu ifade İslam düşüncesinde inancın hangi temellere dayandığını gösterir. İkrar imanın dışa vurumu, tasdik ise imanın bilgi temelini göstermek için kullanılmıştır. Burada tasdik ile akli düşünme ve tefekküre dayalı olarak bir bireyin inanması gerektiği vurgulanmış olur.  Selef ve Katı Selefiyye iman tanımında tasdike yer vermeyerek imanın akli bir temeli olması gerektiğini kabul etmez. Onlara göre iman söz ve ameldir. Böylece iman’a dinin bildirdiklerini yapma ve yasakladıklarından kaçınmayı da dahil etmiş olurlar.

  1. Amel imandan bir parça değildir:

Yukarıda geçtiği gibi bu da imana dinin bildirdiklerinin ve yasakladıklarının dahil edilip edilmemesiyle ilgili bir tartışmadır. Buna göre söz gelimi bir kimse Müslüman olduğunu söylüyor ama namaz kılmıyorsa Selefe göre bu kimse namaz kılıncaya kadar Mümin sayılamaz. Müslüman sayılabilir.  Matüridi ve Eş’arilere göre ise bu kimse Mümin ve Müslümandır ama günahkârdır.

  1. Namaz kılmayan tekfir edilir:

Ameller imana dahil edildiğinde bu tür amellerden birini yapmayan kişinin durumu hakkında ne denileceği ciddi bir sorun oluşturur. Eş’ari ve Matüridiler ameli imana dahil etmedikleri için bir kimse işlediği günahı helal kabul etmedikçe onu günahkâr mümin olarak isimlendirmişlerdir. Selef ise diğer ibadet ve amelelerde olmasa bile hadislerde namaza özel vurgu yapıldığından namaz kılmayan ve üst usta terk eden bir kimsenin kafir olacağını ileri sürmüşlerdir. Ahmed. B. Hanbel’in bazı rivayetlerde bunu iddia ettiği bazı rivayetlerde ise namaz kılmayanı küfürle itham etmediği rivayet edildiğinden tabloda Selefin görüşü hem evet hem hayır olarak verilmiştir. Namaz kılmayan bir kimsenin Mü’min sayılmaması Selefe göre o kimsenin din dışına çıkması anlamına gelmezken, Katı Selefiyye bu kimsenin bu eylemini ikazlara rağmen sürdürmesi durumunda din dışına çıktığını iddia eder. Katı Selefilik ise namaz kılmayanın küfrü hakkında nettir.

  1. İman artmaz eksilmez:

İman bir konuda verilen akli bir hüküm olduğundan Eş’ari ve Matüridiler bu konuda bir artma ve eksilme kabul etmemiştir. Eş’arilerin bazıları imanın tasdik yönüyle değil ama yakin yani duyulan güven yönüyle artacağını kabul etmişlerdir. Söz gelimi dünyanın kendi etrafında döndüğünü öğrenen ve bunu bilen kimsenin bilgisinde bir artış ve eksilme olmaz bu ya doğru ya da yanlıştır. Fakat bunu temaşa eden birinin bu konudaki hayreti artabilir. Selef ve Selefiyye ise tasdiki reddettiği için bunu kabul etmemiştir.

  1. İyi Kötü şer’i değil aklidir:

Bu bir ahlak tartışmasıdır. Söz gelimi yalan söylemek, aldatmak bir eylem olarak Allah bunu kınadığı için mi, kötüdür yoksa bu eylem kötü olduğu için mi Allah tarafından kınanmıştır. Matüridilik burada bu eylemin kötü olduğu için Allah tarafından kınandığını ve dolayısıyla insanın aklen iyi-kötü davranış ve değerleri bilebileceğini iddia etmiştir. Bu tartışma aslında İslam hukukunda eylem ve hüküm teorilerini etkileyen oldukça önemli bir konudur. Hanefi fakihler İslam Hukukunda Matüridi bir çizgide bu konuyu ele alarak Osmanlı Hukuk sistemini inşa etmişlerdir.

  1. İmam zalim olsa da isyan edilmez:

İmam ile kastedilen yöneticidir. Bu ilke daha çok Müslümanların birbirine karşı kılıç çekmemesi ve birbirini öldürmemesi için dile getirilmiştir. Dolaysıyla yöneticinin yaptığı yanlışlar karşısında pasif direniş, uyarma, tenkit meşru görülmüş ama isyan ederek kılıçla ona karşı savaşmak meşru görülmemiştir. Selef alimlerinin görüşü de bu doğrultudadır. Bu konu onları Selefilerden ayıran en önemli unsurdur. Bu nedenle biz Selefiliği dini-politik bir hareket olarak tanımladık.

  1. Fâsıkın/bidatçinin Arkasında Namaz Kılınır:

Eş’ari ve Matüridi metinler fasık yani günahkar kimseyi Selef ve Selefi metinler ise dinde sonradan yapılan uygulamalar anlamında bid’at terimini tercih eder. Bu da aslında yukarda yer alan konuyla ilgilidir. Toplumda fitne ve kavga çıkarmamak için bir kimse günahkar bile olsa onun arkasında namaz kılmayı uygun görürlerken. Selef ise özellikle Selef inancına sahip olmayanların arkasında namaz kılmayı reddederken, Katı Selefiler modernist ve laik yönetimlerce atanan imamların arkasında namaz kılmayı reddederler.  Görüldüğü gibi Selefilerce bu reddin kendisi de politik bir dil oluşturmak için kullanılır. İslam Tarihinde özellikle Bağdat’ta 10. Yüzyılda Hanbelilerin Şafiler başta olmak üzere bazı mezheplere karşı bu ilkeyi çok katı biçimde uyguladıkları ve toplumsal huzursuzluğa yol açtıkları da bilinmektedir.

  1. Kur’an geçen haberi sıfatların te’vili:

Kur’an’da Allah için kullanılan ve beşeri nitelik arz eden bir takım adlandırmalar (el, yüz ve göz gibi) Matüridi alimlerce ve daha sonrada Eş’ari alimlerce de insan biçimci bir Tanrı tasavvuru çağrıştırmamak için yorumlanmıştır. Mesele “Allah’ın eli açıktır”  ifadesi Allah’ın nimeti boldur şeklinde yorumlanmıştır. Selef ve Selefiyye inanç alanında akli yoruma karşı olduğundan bu yoruma karşı çıkar ve lafızcılığı savunur. Entelektüel Selefiliğin burada Eş’ari ve Matüridiliğe yaklaştığı görülür.

  1. İnsana gücünün üstünde sorumluluk verme:

Tanrı tasavvurunda adaleti önceleyenler ile kudreti önceleyenler arasındaki farkı ifade eder. Allah kullarına onların gücünün yetmeyeceği bir şeyi onlara teklif edip edemeyeceği tartışılmıştır.  Allah’ın mutlak kudreti ve dilediğini dilediği şekilde yapma imkanını savunan mezhepler bu soruya evet cevabını vermişlerdir. Matüridilik ise, Allah’ın kudretini vurgulamakla birlikte Allah’ın kullarına hikmet ve adaletle muamele yapacağını söyleyerek bu soruya olumsuz cevap vermiştir.

  1. Kabirleri ziyaret şirktir:

Bu gün IŞİD gibi örgütlerin neden türbeleri yıktığını ya da Vehhabilerin neden mezarlıklarda kabir yapmadığını anlamak için bu ve aşağıdaki diğer ilkelerin anlaşılması gerekir. Selef ve Selefilik için İslam’ın ilk dönemlerinde bulunmayan tüm uygulamalar bid’at yani sonradan ihdas edilmiş uygulamalar kabul edildiğinden reddedebilir. Bu açıdan aslında İslam’ın ilk yıllarında bir problem oluşturmayan bu mesele daha sonraları Hanbeli alimler tarafından sorunsallaştırılmıştır. Matüridiler ve Eş’ariler ise meseleye öğretide yer vermeseler de, daha sonraki alimler örfi uygulamaların dinin asli ilkeleri ile çelişmiyorsa bunların şirk olarak isimlendirilmesini doğru bulmamışlardır. Ayrıca bu tür ziyaretler ölümü ve ahireti hatırlattığından, ataların iyilikle anılmasına yardımcı olduğundan uygun görülmüştür.

  1. Ölülerin arkasından okunan dua bid’attir/şirktir:

Selef ve Selefilik için bu ilkedeki tavırda yukarıda açıkladığımız bid’at anlayışından kaynaklanmaktadır. Eş’ari ve Matüridi alimeler ise, bu tür uygulamaların şirk ya da puta tapıcılık olarak görülemeyeceğini Kur’an ayetlerinde de Allah’ın geçmiş inanları hayırla yad edenleri övdüğünü (Haşr, 59/10) ileri sürerek, bu konuda daha olumlu düşünürler. Görüldüğü gibi Selefilik örfi uygulamaları din adına reddederek daha naif bir dindarlık tasavvur etmektedir.

  1. Rabıta ve tevessül şirktir:

Rabıta ve tevessül Tasavvuf ve tarikatlarda yer alan uygulamalardır. Mürit ile Şeyh arasındaki manevi bağı ve müridin kamil bir Şeyhin sürekli gözetimi ve denetimi altında olması anlamına gelir. Selef ve Selefilik ise daha çok züdh şeklinde bir tasavvufu kabul eder ve Rabıta ve tevessül gibi daha girift ve metafizik tasavvufu gelenekleri reddederek yasaklama yoluna gider. Özellikle rabıta ve tevessül gibi meselelerin, İbn Teymiyye ile birlikte itikadi bir mesele haline geldiğini bilmek gerekir. Eş’arilik ve Matüridilik ise tasavvufu gelenekle daha içli dışlı olduğundan bu konuda daha hoş görülü olmuştur. Ayrıca bir çok Eş’ari ve Matüridi alimin neden Sufi olduklarını da daha iyi anlayabiliriz.

Sonuç:

Yukarıdaki açıklamalar ışığında tablo dikkatle gözden geçirilirse Eş’arilik ile Matüridiliğin iki konuda farklılaştığı bunun dışındaki konularda birbirine çok benzediği görülür. Osmanlı’da bu iki mezhebin Osmanlı dini düşüncesinde neden çok yakın olarak yan yana durduğunu şimdi sanırım daha iyi anlayabiliriz. Elbette bu bizim sınırlarımız için doğrudur. Yoksa bu iki ekolün tamamen birbirine yakın olduğu anlamına gelmez.  Burada yer alan konular daha çok onların Selef ve Selefilikten neden ve nasıl ayrıldığını anlatmak için seçilmiştir. Bu açıdan bakıldığında yöneticiye isyan dışında Selef ve Selefilik ile Eş’arilik ve Matüridiliğin birbirinden tamamen farklı oldukları görülür. Bu da bize niçin Selef ve Selefiliğin kelam mezheplerine karşı olduğunu anlamamızı sağlar. Bu nedenle Eş’ari ve Matüridi Ulema tarafından 19. yüzyıla kadar “Ehl-i Sünnetin iki imamı vardır: Eş’ari ve Matüridi” şeklinde bir genel jargon yaygınlıkla kullanılmıştır. Bu gün ise bu genel kullanım diyanetin ilmihali de dahil olmak üzere “Ehli sünnet mezhepleri: Selefilik, Eş’arilik ve Matüridilik” şeklinde değiştirilmiştir. Şimdi okurun yukarıdaki tabloyu yeniden gözden geçirip, kendisi bir mezhep bile olmayan daha çok Selef denilen alimlerin görüşlerinin politize edilmesinden müteşekkil olan Selefiliğin nasıl olup da Sünnilik içine dahi edildiğini sorması gerekir.

Ayrıca yüzyıllardır Sünni dünya,  Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat olarak İslam dünyasında akl-ı selimin, itidalli bir din anlayışının, daha insani bir medeniyet tasavvurunun takipçisi oldular.  Bu gün Sünniliğin Hoca Ahmet Yesevi, Mevlana, Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Veli, Halid-i Bağdadi gibi bin bir rengini Anadolu topraklarına nakşeden Türklerin, IŞİD gibi Selefi bir örgüte destek veren insanlar haline gelmesi üzerine yeniden düşünmek gerekir. Körfezdeki Selefi, Vehhabi ve Hanbeli devletlerin lobilerine Anadolu topraklarını açanlar umarım bir gün kendi sürgünlerini yaşamak zorunda kalmazlar…

Kaynak:

http://www.21yyte.org/tr/arastirma/teostrateji-arastirmalari-merkezi/2014/08/29/7751/akli-karisiklar-icin-selefilik-ve-sunnilik-rehberi

 

Yazar
Hilmi DEMİR

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen