Milliyetçiliğin Diyalektiği: “Diğeri” ve “Tepki” – II

Doç.Dr. Durmuş HOCAOĞLU

Milletin ve milliyetçiliğin teşekkülünde “diğeri” veya “öteki”nin oynamış olduğu rolün, bilhassa Charles Tilly’nin tâbiriyle, “Devlet Öncülüğünde Milliyetçilik” ve “Devlet Kurmaya Yönelen Milliyetçilik” şeklinde tezâhür eden iki ayrı milliyetçilik türünde[1] farklı karakterler kazanmış ve farklı sonuçlara yol açmıştır. Belirli bir devlet üzerinde kollektif denetimi bulunmayan bir topluluğun temsilcilerinin, ayrı bir siyasî statü, hattâ ayrı bir devlet talebiyle ortaya çıktığı, veya daha açık anlatımıyla, dağınık bir topluluğu belirli bir devlet altında birleştirmeye ve bir millet inşâ etmeye yönelen milliyetçilikler olarak tanımlanabilecek “devlet kurmaya yönelen milliyetçilik” konusunda en iyi örneklerden birisi batı Avrupa’da Fransa’ya karşı duyulan tepkiden beslenen İtalyan ve daha fazlasıyla Alman milliyetçilikleri ile Türk’e karşı duyulan tepkiden beslenen Balkan milliyetçilikleridir.

Millî birliğini ancak ondokuzuncu asrın son çeyreğinde kurabilen Almanya’da çok önce, 13 ncü asırda Meister (Üstad) lakabıyla mârûf Johann Eckhard’ın Kilise’nin protokoler ve bürokratik din anlayışını ağır sûrette tenkîdi ve millî dile dönüşü ve hayli sonraları Luther Protestanlığı ile uyanmaya başlayan “Volkgeist” (Milli Ruh), Fransız İhtilâli sırasında yayılan milletlerarası düşünceler karşısında gerilemişti; çünkü devir, Aydınlanma’nın “kozmopolitanist” devri idi.

O dönemde, “Liberté, Égalité, Fraternité” (Hürriyet, Eşitlik, Kardeşlik) gibi hiçbir milliyet farkı gözetmeyen yüksek insanlık ideallerinin Alman aydınları arasında yarattığı büyük ümit ortamından hissedâr olan ve Fransız ordularını işgalci değil kurtarıcı olarak selâmlayan, Jena sokaklarında at üzerinde kibirle giden Napolyon’u gördüğünde, direnmek veya en azından protesto etmek yerine odasına çekilerek “bugün tarihteki Geist ’ı at üstünde Jena ’da gördüm” diye not düşen genç Hegel; zamanla, Fransız ordularının hiç de yüksek insanlık ideallerinin kahraman şövalyeleri değil basbayağı müstevlî düşman güçler olduğunu, hiçbir yüksek insanlık idealinin millî menfaatleri önleyemediğini ve önceleyemediğini fehmederek daha sonraları, kendi millî kimliğini ve Prusya devletini keşfetmiş; Tarih’i noktalama şerefini kendi milletine bahşedecek kadar keskin bir German milliyetçisi ve “tam bağımsız ulus-devlet”in en ateşli müdâfii olmuştu. Kezâ Alman Nasyonal Sosyalizminin babası sayılan Fichte de 1793’de kaleme aldığı bir yazısı ile harâretle savunduğu İhtilâl’e duyduğu güveni, on yıl gibi kısa bir süre sonra bütün yüksek idealleri rafa kaldırarak Avrupa’yı fethe çıkan Fransız İmparatorluk ordularının ülkesini işgali üzerine kaybetmiş ve Napolyon ve onun istilâcılığına karşı bir tepki ile, kozmopolitan insanlık idealleri hülyası yerine German milliyetçiliğe dönmüş, işgal kuvvetlerinin gözleri önünde halkını direnişe çağıran “Alman Milletine Nutuklar”da “Bağımlı bir duruma düşen hiçbir millet, şimdiye kadar kullanılan alel’âde araçlarla, düştüğü bu durumdan kendisini kurtaramaz”[2] diyecek kadar gergin ve asabî bir milliyetçiliğe yönelmiştir.

Fransız İhtilâli’ndekine benzer bir şekilde, milletler-üstü bir ideoloji olan Marksizm’in hâkimiyeti için gerçekleştirilen 17 Ekim Sovyet İhtilâli’nin kısa bir müddet zarfında Rus milliyetçiliğinin bir âleti hâline dönüşmesi de, bütün baskı uyugulamalarına rağmen, bir milletler hapishânesi olan SSCB’de Rus olmayan halkların milliyetçiliğini beslemiştir.

Bu konuda bir başka örnek de, tâ 15nci asırda Balkanlarda ilerleyen Türk’ü “öteki”leştirerek kendi millî kimliğinin ve milliyetçiliğinin porimordiyal formunu inşâ etmeye başlayan Balkan halklarının, 19 ncu asırdan îtibâren hemen-hemen aynı süreçten geçerek “devlet kurmaya yönelen” milliyetçikler geliştirmeleridir.

Cumhuriyet Dönemi Türk Milliyetçiliği ise, C. Tilly’nin, “yöneticilerin, bir yandan tanımlanmış bir ulusal çıkar uğruna saldırgan bir üslupla mücadeleye girişirken, bir yandan da bütün bir ulus adına ve yurttaşların gösterebileceği başka bağlılıkları dışlayarak, geniş biçimde tanımlanmış bir yurttaşlıktan taleplerde bulunduğu milliyetçilik” olarak tanımladığı “Devlet Öncülüğündeki Milliyetçilik” için Tilly’nin tanımındaki “saldırgan uslûp” ibâresi çıkarılacak olursa, verilebilecek en yerinde örneklerden birisidir. Burada detaylandırmayacağım bu husus üzerinde söylemek istediğim bir başka şey de, bu milliyetçiliğin, Tilly’nin literatüründe yer almayan başka bir tür milliyetçiliğin, bir devlet kurmaya değil, var olan ve elden çıkma tehdîdi altında bulunan Devlet’i kurtarmaya yönelik olması hasebiyle “Devlet Kurtarmaya Yönelik Milliyetçilik” olan ve Devlet’i dış tehditlerden daha fazla sarsan, kendi tebaasının milliyetçiliklerine karşı geliştirdiği bütün mekanizmaların yetersiz kalması netîcesinde kendiliğinden ve durdurulamaz bir şekilde ortaya çıkan, Osmanlı’nın son dönemindeki Türk milliyetçiliğinin tabiî bir uzantısı ve sonucu olmasıdır.

Dipnotlar

[1]      Charles Tilly., Avrupa’da Devrimler – 1492-1992., s.76-77

[2]     M. Münir Raşit Öymen., Alman Filozofisi., s.72

Yazar
Durmuş HOCAOĞLU

1948 yılında Bayburt'ta dünyaya gelen Durmuş Hocaoğlu 1974 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi'nden Elektrik Mühendisi olarak mezun oldu. 1982 yılında mühendislik mesleğini terketti ve Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen