Hindistan’da İktisadî Kalkınma ve Cemaat Kalkınması

Değerli Âlimimiz Prof.Dr. Ziyaeddin Fahri FINDIKOĞLU, Hindistan intıbalarını anlattığı bu önemli konferansı 1960’lı yılların ilk yarısında vermiştir.

Fındıkoğlu Hoca, yaklaşık bir asır süren İngiliz sömürge idâresinden henüz yeni kurtulmuş olan ve toparlanmaya çalışan Hindistan’ın o günkü vaziyetini ve kalkınma çabalarını değerlendirdiği konferansında, intibalarından yola çıkarak, iki asır öncesine kadar kadim medeniyetlerden birisine ev sahipliği yapmış olan, ancak sömürge döneminde iç burkutucu bir sefâlete duçar kılınan bu ülkenin geleceğine dâir bir takım öngörülerde de bulunmaktadır.

Aradan yarım asır geçtikten sonra, günümüzde artık geleceğin küresel güçlerinden birisi olabileceği öngörüleri yapılan Hindistan hakkında geçmişte yapılan bu öngörülerin isâbetini  değerlendirme imkânı doğmuştur.

Türk İlim ve Sosyoloji camiâsının âbide simâlarından olan Fındıkoğlu Hoca’nın, bu konferansında, Hindistan’ın o günkü vaziyeti ve müstakbel geleceğini değerlendirmeye çalışırken, dolaylı da olsa, Cumhuriyet ile birlikte ülkemizde girişilen kalkınma ve modernleşme çabalarıyla Hindistan tecrübesinin karşılaştırılabilmesine de imkân sağlamaya çalıştığı, düşünülebilir.

Fındıkoğlu Hocamızın bu çabası, gündelik siyâsetin etkisinde kalmadan yürütülen ilmî çalışmaların güncel sorunları anlamak ve geleceği tahmin etmek (kurgulamak) bakımından ne derece önemli olduğunu müşahede etmemize de yardımcı olacak niteliktedir.

Belirtilen sebeplerle, bu mühim konferansın metnini dostlarımızın görüşlerine sunmanın yararlı olacağına inanıyoruz…

*****

Hindistan’da İktisadî Kalkınma ve Cemaat Kalkınması[i]

tac mahal

Prof.Dr. Ziyaeddin Fahri FINDIKOĞLU[ii]

Bu ders yılının son kapanış konuşması, bir Hindistan Tetkik Seya­hatinin intibalarını Üniversite içi ve dışı dinleyiciler çevresine anlatmak lüzumu dolayısı ve dinleme isteği ile, senenin ilk konuşmasını yapana düşüyor[1]. Bu suretle bir devre içinde ayni konuşucu ile, ikinci defa karşılaşıyorsunuz! Mazur görmenizi reca ederim.

Herhalde gazeteler bu yılın ilk ayının ilk iki haftasında New Delhi’­de bir mühim Beynelmilel Kongrenin toplandığından sizleri mübhem de olsa haberdar etmiş olmalıdırlar. Şimdi size bu Kongre esnasında takibetmek istediğim Hind Ekonomik Kalkınması hakkında gördüklerimi, yerinde dinlediklerimi ve öğrendiklerimi hikâye edeceğim. Hikâye ede­ceğim diyorum, zira ilmî bir inceleme ile değil, ikinci mesleği gazeteci­lik olan bir arkadaşınızın basit anlatması ile karşılaşacaksınız.

ziyaeddin fahri findikoglu

            Prof.Dr. Ziyaeddin FahriFINDIKOĞLU

— I —

HİNDİSTAN’DA İKTİSADİ KALKINMA

İkinci Dünya Harbinin dünya ekonomisine getirdiği “Planification ─ Plâncılık” biz insanoğulları için yeni bir şey midir? Eski kültür çevreleri ve medeniyetler Plân fikrine yabancı mıdırlar? Sual bizi uzaklara gö­türür. Birinci Dünya Harbi sonu ile kalarak Sovyet Plâncılığına, daha son­ra 1933-1937 Türkiye Plâncılığına temasla kalalım. Her halde ikinci Dün­ya Harbi ferdasında ileri ve geri memleketler tezadının dikkati celbetmesi, ileriyi de geriyi de endişeye sevketmesi karşısındayız. Bu arada nü­fusların artışı ve istihsalin kifayetsizliği son derece düşündürücü olmuş, aşağı yukarı 600 Milyonluk Çin ile 450 milyonluk Hind ekonomileri, yalnız Çin’i ve Hind’i değil, bütün dünyayı meşgul etmeğe başlamış, ikti­sat ilmi içinde gelişme ve büyüme ekonomisi ayrı bir ihtisas konusu ol­muş, önceleri ileri ve geri, sonraları daha nazik, gelişmiş, ve az gelişmiş gibi sıfatların tavsif eylediği ekonomiler peyda olmuştur. 1947 de ikiye ayrılan eski Hindistan’ın Pakistan ve Hindistanı, aynı tarihde istiklâlleri­ne kavuşur kavuşmaz plânlı gelişme fikri üzerinde durmağa başlamışlar­dır. Hemen hemen aynı devrenin Türkiyesiııde de (Bize bir iktisat Şûra­sı lâzım?), (iktisadiyatımızı plânlı olarak yürütmeliyiz!)… gibi fikirlerin meydana geldiğini bilirsiniz. 1958 de imar ve iskân Bakanlığının Bölge Plâncılığı, 1960 da büyük Devlet Plânifikasyonu bu fikirlerin aksiyona geçmiş belirtileridir. .

Hind istiklâlinin ilân edildiği 1947 tarihi, Hind Kalkınma politikası­nın bir mânâda başlangıcı sayılmaktadır. Müstemleke idaresi zamanında atılan adımlar, bu tarihten sonra millî bir endîşe konusu olacak, bu endi­şenin en gergin psikolojisi de Kongre Partisi Reisi Nehru’nun şahsiyetinde yer alacaktır.

Filhakika 1947-1951 arasında nüfus ve istihsal müvazenesizliği bü­yük bir millî ekonomi dâvası olarak ele alınıyor. Heyecanlı bir hava içinde belli siyasî ve sosyal şartlar altında hazırlanan Hind Kalkınma Plânı, 1951-56 arasında tatbik edildi. Bu birinci plân. İkincisi 1957-61 ve üçün- cüsü 1962-66 devrelerine ait. Bu üç plân resmî ve hususî sektörlere sırası ile 2.500, 5.060, 7.800 Milyon Sterling yatırım tahsisatı yapmıştır, üç plân tedrici surette hem nakdî cephesile, hem de temel yapı (Infra – Strııcture) bakımından heybetli bir manzara gösteriyor[2]. Bu sırada hazırlan- makta olan dördüncü plânın daha da genişletildiği anlaşılmaktadır: “Nehru’nun riyasetinde yapılan Plânlama toplantısında dördüncü beş yıllık Plânın şümul itibariyle daha geniş olmasına, ziraat ve köy sektörü­ne daha büyük çapta ehemmiyet verilmesinde büyük ölçüde mutabık kalın­mıştır. Komisyon, diğer meseleler meyanında teknik ve malî elverişlilikler bakımından perspektif plânlama bölümünün neticelerini denemeyi plânla ilgili muhtelif çalışma gruplarından istemeye karar vermiştir. Perspektif Plânlama Bölümü, yılda yüzde yedi nisbetinde ekonomik bir gelişme sağhyabilmek için dördüncü Plân masrafının 200.000 milyon rupi (378.000 milyon lira) olmasını derpiş etmektedir. Üçüncü Beş Yıl­lık Plânın sarfiyatı ise 110.000 milyon rupi (207.900 lira) idi…. Toplantı­da varılan diğer bir kararın öncelikli hareket programı ile ilgili olduğu anlaşılmaktadır. Bu hususun, üçüncü Beş Yıllık Plânda görülen gecikmeleri mümkün olduğu kadar gidermek için acelelikle ele alınması za­rurî görülmüştür. Ara devre tesbit ve takdirinde açıklandığı gibi bu gecikmeler ziraî sektördeki durgunluk ve endüstrideki noksanlıklar yüzün­den vukua gelmiştir. Komisyon öncelikli hareketin hangi sektörlerde tat­bik edilmesi ve hangilerine üstünlük verilmesi gerektiği hususunda ya­kında Eyaletlere bir bildiri yayınlıyacaktır. Bunlar daha ziyade endüst­ri enerjisi ve ulaştırma programlarını ilgilendirecektir[3].”

İkisi ikmal edilmiş, biri tatbikatta, dördüncüsü tasavvur halinde olan bu dört plândan birincisinin elde etmek istediği hedefler arasında millî geliri % 13 nisbetinde artırmak, yatırım nisbetini de millî gelirin % 7 sine çıkarmak vardı. Sektör ehemmiyeti sırası ile

1)    Âmme servisleri,

  • Cemaat kalkınması,
  • Sağlık ve maarif,
  • Ziraat ve sulama…. ya ait­tir.

Bu plân, görüldüğü gibi endüstriye ve madenciliğe diğerlerine nisbetle hiç yer vermemiş sayılır (Ziraatı % 31 iken bu sektörü % 3,1). 1951-56 arasında ziraî sektör, bekleyişi başa çıkarmıyor. Ondan alman cesaretle yatırıma millî gelirden ayrılan % 7, % 11 e çıkarılıyor. Tablo­da görüleceği gibi sektörler ehemmiyetçe yer değiştiriyor. Endüstri, ma­den ve yol ön safhaya geçiyor. Bu sanayileşme hamlesi 1956-61 arasın­da Hind coğrafyası sathına da yayılıyor. İngiliz, Rus, Alman firmalarının katıldığı D. Ç. Sanayii dikkati çekecek. (Çenşidpur, Durgapur, Bhilai, Rurkela tesisleri). Keza kimya sanayi, yapma gübre endüstrisi… ilh nev’inden olan sahalara yapılan yatırım neticeleri itibarile çok ehemmiyetli. Dış yardım ─hem teknik, hem kapital─ Demirperde memleketini de, hür Dünyayı da harekete geçiriyor, iki blok için Hind diyarı bir rekabet sahası. Nehru’nun bir Üçüncü Dünya temsilciliği yapması bu bakımdan çok faydalı olmuştur.

Fakat 2. plân sonunda ziraate 1. de olduğu gibi ehemmiyet verilme­mesi düşündürücü oluyor. Bir defa dışarıdan yiyecek maddeleri idhali zarureti ile karşılaşılıyor, ikinci Plân nüfus artışını yılda % 1,25 olarak tahmin etmişti. Vakıada ise % 2. Millî gelirin % 25 nisbetinde artışı beklenirken ancak % 20 elde edildi. Gerçi bu devrede sınaî iş yerleri belli bir miktarda çoğaldı. Lâkin bu, işsizliği azaltmadı, üstelik demogra­fik artış dolayısile işsiz sayısı çoğaldı, insan unsuru itibarile pek sevin­dirici olmıyan bu kara levhaya rağmen istikbal için ümit verici bazı rak- kamlar sunuldu: Yapma gübre istihsali yılda 9,000 Tondan 150,000 e, bi­siklet yapımı senede 100,000 den 1,050,000 e yükseldi (çok düzlüğü bu­lunan Hindistan’da bu nakil vasıtasının artık idhaline lüzum kalmadığı söyleniyor!). Ziraî sektörün 2. plândan faydalanmadığı ise tefsire muh­taç. Zira sulama, ziraî müstahsiliyeti % 40 nisbetinde arttırmış, ekilebilir toprak sahası genişlemiştir (ikinci plân sonunda 20,000,000 hektar!). Hind ekonomistleri ve onlarla birlikte sosyologlar 2. plân sonunda bir başka neticeye işaret etmektedirler:

Hindistan’ın mahrum bulunduğu yeni, genç bir müteşebbis sınıf doğuyor! Nehru’nun yakınları kendisi­nin ve Partisinin sosyalist düşünceli olmasına rağmen Hür Dünyanın sos­yal yapısına benzer bir İçtimaî bünyeye kavuşturmanın hususî bir idealizmi olduğunu anlatıyorlar. Mamafih bu yeni iş ve teşebbüs zümresi, hususî sektör için olduğu kadar âmme servisi için de mühim bir unsur değil mi­dir? 1961 de (Colleagues and covvorkers who serve the Government oi India) ya hitaben bir beyanname neşreden Nehru, bu yeni unsurun âm­me servisinde, bu arada Devlet ekonomisinde ifa edeceği hizmete işaret etmiş, keza cemaat kalkınmasında bu gibi elemanları yetiştirme lüzumu üzerinde durmuştur[4].

3. plân işte böyle bir ânda hazırlandı ve atılan adımların tecrübe­den alınan derslere göre takviyesini hedef edindi. Bunun yanında 2. plâ­nın ziraî kalkınmanın kaliteden yana elverişliliğine rağmen, ziraî sektö­rün ihmali bir hata olarak görüldü. Ziraate yatırımın nisbetini artırma üzerinde duruldu. Böylece alınan kararlara göre 3. plânın son tatbikat yılı olan 1966 da, nüfusun yılda % 2 artması yanında, Hind ekonomisi­nin kendi kendisine yeten bir ziraî yapıya sahip olacağı kuvvetle tah­min edilmektedir. Yalnız gıda maddeleri otarşisi değil, aynî zamanda bazı diğer idhal maddelerinin (meselâ ecza maddelerinin; kimyevî mad­delerin … ilh.) yerine yerli sınaî mamuller geçmesi de beklenmektedir. Dördüncü plânın bu sahada bir çok muvaffakiyetleri şimdiden Hint Plâncıları tarafından ileri sürülüyor. Meselâ hazırlığı bitirilen bir proje, Hind’in bütün maden potansiyelini araştıracak bir Büro düşünüyor. As­lında bu Büro mevcut. 2. planda onun da payı var. Kömür, demir potan­siyellerini bu büro 1956-61 arasında hesaba kattı ve hesap yanlış çık­madı. Neden şimdi de diğer maden çıkarmalarında ayni hizmeti ifa et­mesin?

Böylece 3. ve 4. plânlar arasında (Kendikendisine dayanan gelişme ekonomisi: Self – Sustaining Growth Economy) siyasetinin önce idealiz­mi ve felsefesi, sonra ilmî destekleri ve teknik organizasyonu hazırlan­mış oluyor. Anglo – Sakson ilminden faydalanmış Hint iktisatçıları İn­giliz Ekonomisti Rustow’un ifadesini bile kullanmağa başlıyorlar: Take­off!    

Hiç bir iktisat politikası ortaya atılınca tam bir kabule ınazhar ol­maz. Dördüncü plânın bu ümitli ideolojisi de şimdiden tenkit edilmek­tedir. Bazılarına göre nüfus artışındaki tempo aksatıcı tesirler icra ede­cektir. Şimdiden 3. plânın maliyetinin 1/3 ü açık vermiyor mu? 2.400 Milyon (Sterling) ıı bulan bu açığın dış yardımla kapatılması düşünül­müyor mu? Çin işi karşısındaki Millî Müdafaa sarfiyatı da bir hayli menfi tesir icra etmiştir.

4. Plâna doğru yol alındığı bir sırada çok pahalıya mal olan sana­yileşme karşısında, teknik ve idarî unsur azlığı da ele alınan problemler arasında. Hint iktisatçılarının ve onlarla birlikte Avrupalı ekonomistle­rin bazılarına göre sanayileşme temposu ile idarî ve fennî kadro ara­sında nisbetsizlik başgösteriyor. Üç büyük D. Ç. müessesesi böyle bir kriz karşısında. Biraz önce işaret ettiğim gibi J. Nehru bu mesele ile şah­sen ilgileniyor. D. Ç. müesseselerinin lüzum gösterdiği 2000 yüksek va­sıflı eleman, derhal kurulan Yetiştirme Merkezleri vasıtasile üzerinde durulan bir husustur. Bir kısmının yetiştirilmesi yurt dışında temin olu­nuyor.

Hindistan Plâncılığının güçlük arz eden bir tarafı endüstrinin dağı­lışı ile ilgili. Plânlar, mahrumiyet bölgelerini gözönüne alıyor. Fakat tat­bikat pek yüze gülmemekte. Neden? Zira kuruluş maliyeti çok yüksek Hükümet endişeli. Uzak ve gelişmemiş bölgeler, gerek endüstri merkez­lerinin tayininde, gerek tayinden sonra plân tatbikinde bir dizi Yeni Del­hi’ye müracaatı gerektirecek durumlar hasıl olmaktadır.

O plân ziraî sektöre ehemmiyet veriyor dedik. Fakat bu ehemmiyet yine sanayiden yana. Zira himaye edilen ziraî sektör, endüstriyel sektö­rü beslemeğe hizmet edecek ziraî maddeler sektörüdür. Burada bir baş­ka güçlük. Şöyle ki Hind ziraati geniş ölçüde tabiate, iklime bağlı. Bu durumda şu sual plancıları meşgul ediyor: Acaba geniş nüfus kitlele­rini geçindirmek için sinâî yatırıma ehemmiyet vermek doğru olmaz mı? Bu suretle ihracata geçecek bir endüstrinin getireceği dövizle yiyecek maddelerinin icap ederse idhali yoluna gidilemez mi?

Hiınd Plânlamasının problemlerinden biri de “Temel – Bünye: Infra structure” yatırımlarının ─meselâ sağlık tesislerinin─ gittikçe artan nüfusa müsbet tesir icra etmesi. İstiklâl yılında ─1947 de─ çocuk ölümü yılda 1000 de 146 iken, 1. Plân sonunda 100′ e düşmüş, ayni şekilde umumiyetle ölüm 1000 de 27,4 den 19,7 ye inmiştir. Bu mesut durum ne­ticeleri itibarile çok düşündürücü: Bir hesaba göre her sene mevcuda ilâ­ve olarak 9.000.000 kadar nüfus ekleniyor! 1970′ e doğru uzatılan matema­tik bir ameliye işgücü piyasasının taşkınlığına hüküm ettiriyor! Zaten 2. plân sonunda işsiz miktarı: 8 Milyon. 1960 da: 9 Milyon. Bunun üzerine 3. plân işyeri bulma gayretile hazırlandı. Nisbi bir zafer elde edildi. Şimdi hazırlığı yapılan 4. plân mevcut 17 Milyon işgücü (arz) ının hiç değilse 14 Milyonluk (taleb) le karşılanabilmesini düşünmekte. Hiııd Plânlama çev­releri yine de endişeli görünüyorlar. Onlara göre 4. Planın ilk tatbikat yı­lı olacak 1967 de işgücü 23 Milyona, 5. Plânın tasarlanan başlangıcında ─yani 1972 de─ 30 milyona çıkacak. Acaba iş yeri temini işi ayni nisbetleri biraz olsun takip edebilecek mi? Görüyorsunuz: nasıl bir aile reisi belli bir devre içinde aile bütçesinin dalgalanmaları karşısında “Viran olası Hâne!” endişesi ile dertlenirse, bu aile reisinin işine benzer heybet­li bir işi gören Daire de ayni şekilde dertli. Vaktile bir talebemiz, ortahalli aileler çevresinde soruşturmalar yaparken içlerinden birinin reisi (Böy­le süallerle meşgul olsam Bakırköyünü boylamam lâzım!) demiş! Bunun gibi fazla matematik, lügat mânâsındaki (Economie — Ev idaresi) ni de, ıstılah olan (Economie ─ İktisat ilmi) ni de fazlaca üzüyor!

ziyaeddin fahri findikoglu tablo1 copy

Hindistanı ziyaret ettiğim sırada ─1964 yılı ilk ayı─ tatbikine de­vam edilen 3. plânın Hind ekonomisinde derin bir uyanış atmosferi yarat­tığına uzaktan şahit oldum. Bu bir kaç günlük sathî müşahedeleri ve din­lenilen şeyleri, sonradan yazılı kaynaklarla karşılaştırmak, müşahhasla mücerredi, hayat’la kitabı kucaklaştırmağa yarıyor. Aristo’un dediği gi­bi “Hususî” ile “Umumî” elele vermedikçe ne bilgi, ne de ilim elde edile­bilir. Şüphesiz benim bir “Hususî” ile birkaç gün karşı karşıya bulunmam bir şey ifade etmez. Maksadım bir memleketin ekonomik plancılığının ancak yerinde görme ve incelemeden, yani “hususî’ler,. den sonra teorisile meşgul olma lüzumunu belirtmektir. Hele bir sosyoloji mensubu için bu “hususî” nin bir hâdiseler deryası olduğu düşünülürse…. Bu deryayı sadece temâşâ dahi ders verici. Hind ekonomisi bütün sektörlerde hare­ket halinde. Asırların uykulu çevresi bir defa kımıldamış. Galiba dünya­mızı ikiye ayıran Bloklar karşısında tarafsız kalan Hind feraseti, selameti bu davranışta buluyor: Bir defa 1947 de hayata yeni doğan Hindistan ekonomik varlığını kurtarmak istiyor. O kadarki bu istek uğruna topra­ğına saldıran Kızıl – Sarı tehlikenin Delhi’deki Elçiliğini bile kapatmamaktadır! Bir İngiliz İktisadî coğrafyacısı, Hind ekonomisinin bu durumu nu “Teething-Diş çıkarma” buhranına benzetmektedir. Bütün Hindistanın insan ve tabiat kaynakları seferber edilmiş bulunuyor. Bir asırlık İngiliz terbiye sistemi ─Nehru’nun ifadesile “Garbe açılmış İngiliz penceresi”─ Şarkın bu mistik ve dinî diyarının Entellijansiya’sına biraz Bacon, biraz Mill’várî usul ve zihniyeti aşılamış. Başta İngilizce, bu usule zarflık yapıyor. 1962 de Nelıru. Lok Sabka da bu zarftan şimdilik vaz geçilemiyeceğiıni beyan ederken ayni zamanda ilmi usul ve zihniyete de ihtiyacı belirt­memiş midir? Kanaatimce zamanımızın az gelişmiş memleketler ekono­misinde müstesna bir kalkınma modeli olarak gösterilen Hind Kalkınma­sının sırrı burada aranmalıdır: Garblılaşmış Hint münevver zümresi, bu­nun içinde, dili ile ve kafası ile iliğine kadar garblı bir iktisada entellijansiyanın varlığı!

─ II ─

CEMAAT KALKINMASI

Konuşmamızın bu birinci kısmının arkası sıra İktisadî Kalkınmanın belkemiği olan öteki kalkınmaya geçiyorum: Cemaat Kalkınması!

Önce konuşmanın ikinci bölümüne verilen ve sık sık kulandan ad üze­rinde durmaklığıma müsaadenizi istiyeceğim. Eski bir ifade ile istemiyerek bir “istitrat – çıkıntı” yapacağım. Zira “iş gören âlettir” dendiği gibi bir konuşma işinde de iş görecek âlet kelimeler ve mefhumlardır. Bunlarda anarşi ve karaltı bulunursa düşünme ameliyesi soysuzlaşacaktır.[5]

Cemaat Kalkınması sözü ile Garb dillerindeki (Community deve­lopment, Developement communeautaire) in kasdedildiğini şüphesiz anlı­yorsunuz. Yarım asırlık sosyoloji terminolojimizde yerleşen “Cemaat” gerçekten “Communaeaute, Community, Gemeinschaft”ın ta kendisidir. Fakat bir müddetten beri Descartes’m “hırçın bozucular” dediği insan tipleri, ortaya Türkçe olmıyan, fakat Türkçe olduğu vehmedilen bir nes­ne buldular: Toplum!! Bu nesne önce 1935 sıralarında “Sosyoloji” karşı­lığı olarak “Toplum – bilim” şeklinde, yukarı’dan cebrî olarak emirle aşılandı. Kısa bir müddet sonra Prof. M. Şekip Tunç’un riyasetinde top­lanan “Felsefe ve Sosyoloji tabirleri Komisyonu”nca reddedildi ve Lise öğretiminde “Sosyoloji” ye, yerine göre “Içtimiyat” a dönüldü. Fakat 1960 da kurulan Devlet Plânlama Teşkilâtı mevzuu icabı ele aldığı “Com­munity Development” karşılığı olarak önce “Topluluk”, sonra “Toplum Kalkınması” nı kullandı. Bu suretle asla Türkçe olmıyan “Toplum” 1935 de “Cemiyet” karşılığı, 1960 da da “Cemaat” karşılığı olarak kullanıldı.

Fakat sonra “Toplum” ve ondan uydurma ”Toplumsal” şifalı bir sonmamüller âleminde aldı, yürüdü. Hangi mefhumun karşılığı olduğu bilinmek­sizin uzviyeti saran bir kanser gibi yaygın bir hale geldi. Maksat ‘‘Cemi­yet” mi. ‘”Camia” mı. “Cemaat” mı, “Toplantı” veya “Topluluk” mu, “Düğün – Dernek” mi, ‘Kalabalık” mı, “Ulus” mu, “boy” mu, “Oymak” ve “Bodun” mu? Kelime ve mefhum anarşisi içinde bırakılan Türkçeye “eğitim” … ilh ııev’inden yeni bir tümör daha eklenmiş oldu. Biz Hind kalkınmasının köy ve cemaati ile ilgili safhasını anlatırken, “Coımnunity” mefhumu ile meşgul olacağımız için ne idüğü belirsiz “nesne” vi değil, doğrııdan doğruya Türkçe Cemaat kelimesi kullanacağız.

Modern Plânlama modelleri, hususile az gelişmiş memleketlerde ga­yet tabiî olarak Tönnies’in ifadesile hem “cemiyet” i, hem de “cemaat” i hedef edinirler. Hangisinin daha mühim olduğu iskolastik münakaşa ko­nusu olabilir. Biz bu yönü bir tarafa bırakarak sosyolojik realizmin icabı­na göre hareket edeceğiz.

Gerçekten de 1947 de nüfusunun % 82 si köylü olan ve 550.000 köye sahib bulunan memleketin İkinci Dünya Harbi arkası sıra beliren sosyal dâvâları ele alınıyor ve en evvel Hind Kalkınması için, bu kalkınmanın köyle ilgili politikasını yürütmek için bir “İdarî ünite – Administrative unit” üzerinde duruluyor. Esasen Müstemlike devrinin son zamanlarında da ele alınmış olan bu Ünite, ortalama bir milyon nüfusu kavrıyan çevreden iba­retti. Fakat ziraat, hayvancılık, kooperatifçilik, sağlık, yol ..işleri arasında herhangi bir “Düzenleme – Coordination” mevcut değildi. İstiklalden son­ra bu düzenin tesisine büyük bir ehemmiyet verildi. Netice olarak 2-10­1952 de kabul edilen “Cemaat Kalkınması – Community Development” programı İngiliz İdaresi sırasındaki 1.000.000 hık çevreyi 300.000 e indir­di. Kaba bir hesabla bu nüfus 300 köyü kavrıyordu. Lâkin tatbikat bu çev­re cesametinin de fazla olduğunu gösterdi. Bunun üzerine köy sayısı 100 e, nüfus mikdan 70.000-100.000 e baliğ olan yeni bir ünite üzerinde duruldu.. Bu arada unit tabiri yerine blok kelimesi kondu. Her blok bir “Kalkın­ma memuru – Development officer” tarafından çevrilecektir. Her biri­nin maiyetinde ziraat, hayvancılık, köy mühendisi, sosyal terbiye, âmme sağlık, kooperatifçilik… gibi sekiz ihtisasın erbabından ibaret bir takım mevcuttur. Her Blok’da onu erkek, ikisi kadın yardımcı mevcuttur (Er­keklere Gram Sevaks, kadınlara Gram Sevikas adı veriliyor.)

Kalkınma İdaresi bu Sevaks’larn büyük bir ehemmiyet verdiğinden yetiştirilmeleri için gereken tedbirleri de almaktadır. Bu tedbirlerin başın­da iki yıllık yetiştirme kursu vardır. Kurs esnasında ve ikmalden sonra köy ve köylülerle Blok merkezleri arasında aracılıkla vazifelendirilirler. Köy ve köylü dâvaları bıı Seoafcs’lar vasıtasile Blok Merkezlerine ulaştı­rılmaktadır.

Cemaat Kalkınması programının hedefi, her Blok içindeki köyleri “kendi kendilerine yeter bir hal” e getirmektir. Bu hal, bir köyde yeme, içme ve yatma ihtiyaçlarının karşılanmasıile ölçülür. Köylü’de “Ken­dine güveniş – Self reliance” i, köy cemaatinde de teşebbüs zihniyetini uyandırmak, kalkınma programının en başta gelen hedefleridir.

Hindistan, gelişmiş memleketler içinde ziraati ağır basan bir mem­lekettir. Bu, gayet tabiîdir. Kalkınma Memuru zümresinin bütün gayesi, köy çevresinde Ziraatten itibaren kalkınma şuurunu uyandırmaktır. Bu­nun edebiyatla, aydınlatma ile ilgili tarafı yaınnda pratik rehberlik de yer alır ve “söz”le “iş” bir arada yürütülür. Bu maksatla gayesi Hür Kooperatifçilik prensibini yürütmekten ibaret” Gran Sahayak’ adlı ve ileri çiftlik ve çiftçilik davranışım halka aşılayıcı kooperatifler, 1957 den sonra yurdun dört köşesinde faaliyete başladı. Bu çiftliklerde haftada belli günlerde ileri metodlu ekip biçme ekzersisleri yapılır. 1960-63 arasında bu deneme çiftlikleri elle tutulur müsbet neticeler vermiş, Hind Köylüsü bu müşahhas derslerden çok faydalanmıştır. Bugün bu “Gran Sahayak ların sayısı 3.000.000′ a çıkmış bulunmaktadır.

Cemaat Kalkınması Programının ikinci gayesi, köylerdeki gizli iş­sizliği. şehre akını önleyici tedbirlerin yekûnunda çıkan neticedir: Köy­deki el ve ev zanaatlarını geliştirme. Blok’lar Kalkınma memurları vasıtasile her köyün veya köyler topluluğunun ananesi olan küçük zanatlarını inceler, beslenmeleri için Blok’un dikkatini çekerler. Ziraî ve sınai ─ki burada küçük sanat kasdedilmeli─ hedeflerin yanında mesken, ço­cuk terbiyesi, her çeşit spor ve kültür hareketleri, sağlık meseleleri de üçüncü ve tamamlayıcı hedeflerden ibarettir.

Blok’ların finansmanı bir müddet için Devletçe yürütülmektedir. Her Blok, yılda 500.000 Rupi (şöyle böyle 1 Milyon Türk Lirası) tahsi­sat alır. Duruma göre, Blok’ların hususiyetlerine göre ilâve fon’larla bu temel tahsisatın takviye edilmesi de mümkündür.

Cemaat Kalkınması işinin yürütülmeğe başladığı 1952 de Halk ve Devlet Beraberliği, sosyal bir idealizm havası içinde ileri sürülürken Plân Enteljansiyast içinde ümitli ve ümitsiz cereyanlar belirmiş, fakat ilk beş yıllık plân ne ümitlere ne de ümitsizlere uygun netice vermiştir. Zira re­aliteye istenen istikameti verme güçlüğü içinde istikbal için hayırlı yollar bulunmuştur. Şöyle ki halk, kendisine rehberlik eden Hind Münevver ve idarecisinden elle tutulur, gözle görülür ameli faydalar beklemekte­dir. Hind Cemaat Kalkınmasını 1951-56, 56-61 de, nihayet 5. plânın ilk üç yılı olan 1962, 1963 ve devam eden 1964 de takip edenler ,yürünülen yolda sebatla devam olunması neticesine varmaktadırlar. İki plânın yü­rütülmesi esnasında resmî yardım fonu 1,698,000,000 Rupiye baliğ olur­ken hiç bir mükellefiyet ve baskı olmaksızın halkın kendiliğinden yaptığı yardım 100.000.000 çıkıyor. Demek ki alaka şeklindeki mânevi yardım yanında küçüksenmiyecek bir malî yardım da yer almaktadır. Müşahit­ler son on yıl içinde Cemaat Kalkınması plân ve projelerinden bir şeyler elde edildiğini gören köylünün asırlık atalete son verme ruhiyatıile dav­ranmağa başladığına işaret etmektedirler. Hindistan Cemaat Kalkınma­sının malî yüküne tahammül hususunda Devlet ve Cemaat kendi pay­larına düşen vazifeyi ahenk içinde ifa etmektedirler. Cemaat ilgisini gö­ren Devlet’in her yıl kalkınma fonunu artırdığına da aynca işaret edil­mektedir.

Hind Cemaat Kalkınması etrafında fikir beyan eden bazı Hind eko­nomistleri ne yapıp yapıp Cemaat Kalkınmasının kendi kendini idare ede­cek bir duruma gelmesini istiyorlar. Ne halkın kendiliğinden, gönüllü yardımı, ne de Devlet Bütçesi daimî olarak bu yükü taşıyamaz. Köy ide­olojisinden esip gelen idealizm rüzgârı ayni şiddeti her zaman gösteremiyecektir. Ne yapmalı? “Blok” 1ar kendi kendilerine yeter hale gelmeli. Nasıl? Şimdi “Yüksek İnceleme Komitesi” bu sorgunun cevabını bul­makla meşguldür. Komitenin bazı tedbirleri ikinci 1957-1962 Cemaat Kalkınması Plânında gözönüne alınmıştır. Bütün mesele, Cemaat Kal­kınmasının başladığı 1952 den bugüne kadar geçen 12 yıl zarfında Dev­leti ve Cemaati az çok tatmin eden iyi, güzel ve hayırlı neticelerin elde edilmesi, her şeyden evvel Köylüde Kalkınma şuurunun uyanmasıdır. Bu ise elde ediliyor.

Bu takdirde Devlet’de. Cemaat de realist bir davranışla Teşkilâtı finanse etmeğe devam edeceklerdir.

II — Köy Teşkilâtı :

Cemaat Kalkınmasını köye mal etmek için köyün biri eski, ananevi, diğeri yeni üç organının işbirliği etmesi meselesi ile karşılaşıyoruz:

  1. Panchayat;
  2. Kooperatif;
  3. Mektep;

Birinci organ eskiden beri Hind Köylerinde, köyü idare eden Aksakallılar Heyeti’nin Hindi dilindeki adıdır: Panchayat. Cemaat Kalkınma­sında bu eski tabire müstesna bir yer ve kıymet veriliyor. Şüphesiz es­ki kelimenin örgüsü içine modern demokratik cihaz da sıkıştırılmıştır. 1952-56. 1957-61. 1962-67 Plânlarından ilk ikisi tarafından bütün Hindistanın Panchayat’lar Ağı içine alınması hedef olarak güdülmüştür. 1967 de memleketin her tarafının, yani 550,000 Köyün Panchayat’lanacağı plânlanmış bulunmaktadır.

Gerek umumî ekonomik kalkınma, gerek hususî olarak cemaat kal­kınması dâvaları için bir Hind – Türk münasebetleri ağma ihtiyacımız aşikârdır. Bu yılın ilk ayı sonlarına doğru Delhi’den ayrılırken çok de­ğerli Sefirimiz Seyfüllah Bey, Ankaradan iki genç Plânlama mensubunun geldiğini haber vermişti. Bir Hind Plânlama mütehassısının da Ankara’­da müşavirlik yaptığını öğrendik ve tabiî sevindik. Kanaatime göre tek­nik faydalardan ziyade espri yardımı görmeğe dikkat etmeliyiz[6]. Mese­lâ Dev Endüstri yanında küçük sanatları himaye yolu ile tedrici sanayi­leşme, yahut bölge müvazenesizliğine son vermek için sanayi’i memleket sathına yayma, yahut Cemaat Kalkınmasında Klavuz yetiştirme … ilh. gi­bi. Bir vesile ile de söylediğim gibi uzun müstemlike devri Hind’in ger­çek Garblılaşmasına, Garb kafalı bir seçme münevver zümre yetişmesine hizmet etmiştir. Garb’a coğrafî yakınlığımıza rağmen zihniyet ve sosyal müesseselere bakış yönünden garb ve Rönesans ruhuna ne derece yabancı olduğumuzu, o yola girmiş bulunmadığımızı ve “Garblılaşmanın neresin­deyiz?” sorgusunu soran, bizi düşünmeğe çağıran Prof. M. Turhan’ın haklı olduğunu yurt dışında daha iyi anlıyoruz.

─III─

BİR KÜLTÜREL MESELE

Bu konuşmayı bir sosyoloji hocası yapıyor. Sosyolojiye göre kalkın­ma, sadece İktisadî yönü ile gözönüne alınmamalı. Sosyoloji kurucusu ‘Comte’un formülünde görüldüğü gibi “Müesseseler konsansüsü” düşünülmeksizin sırf ekonomik müessese ile kalmak, hem gayri İlmî bir davranıştır, hem de İktisadî aksiyonu muvaffakiyete kavuşturamıyaeağı için; amelî bakımdan da kısır kalır. Bu yüzden müesseseler ve hâdiseler “Con­sensus – Beraberlik” i yönünden bir noktaya dokunacağını.

İstiklâl yılı olan 1947 de (Ekonomik durumumuz ııe olacak?) diye kendi kendini süal yağmuruna tutan Hindistan (İlk işimiz ne olacak?) sorgusu üzerinde de durdu. İngilizce, New York’la New Delhi’de birbi­rinden farksız derecede hâkim. Fakat “Müstemlekecinin dili ile mi kala­cağız?” süali istiklâlin tamamlayıcısı olacak dil istiklâlini de ister istemez düşündürtecektir.

1947 Anayasası bu hususta işaret veriyor: 1965′ e kadar İngilizce resmî dil olarak kalacak, sonra yerini Hindi’ye bırakacak. İşte burada belki eko­nomik meselelerden daha çetrefil bir problem ortaya çıkıyor. Ekonomik başka, Lingüistik başka ııevi’deıı müessese. İsterseniz kısa kesmek için maddi ve manevî diyelim. İkincisi, hususile 1947 den önceki eski Hindis­tan’da, yani canlı diller müzesi bir diyarda nasıl ele alınmalı? Biliyorsu­nuz: 1947 de Pakistan Urduca’yı resmî dil olarak benimsedi: Bu Hindî – Arabi – Farisi – Türkî kırması ve tâlik yazılı dil, müstakil Hindistan’ın çeşitli dilleri arasında da yer alır. Fakat Hindli, istiklâlden sonra Urduca’­nın yazısında ve muhtevasında Hindû olmıyaıı bir taraf görerek gözönüııe almadı. Hindistan için mesele şu idi: Ya İngilizcenin Devlet dili olmasına devam, yahut Hindi yi dil tahtına oturtma. Anayasa orta bir yol tutarak 15 yıllık bir devre kabul etti. Bu devre esnasında Sanskrit yazısı ile yazı­lacak Hindi dili Hindistana yayılacaktı. Nehru, iktisadî plânlama top­lantılarına riyaset eder, direktif verirken, bu işi de yöneltecektir.

1964 başında Hindistan’a mahsus Dil İşi’ nin belirtilerine onbeş gün­lük ikamet esnasında şahit olduk: İstasyon, sokak, cadde isimleri bazan İngilizce ve Hindi. İngilizce tabiî latin harfi ile. Hindi sanskrit alfabesi ve yazısı ile. Bazaıı buna arab harfli Urduca’da karışıyor. Sinema, tiyatro reklâmları keza. İşte size Hiııdistaıı’da bıılunduğumuz günlere ait üç ga­zete sahifesi. Biri Hindi ile, tabiî Sanskrit harflerde, biri Hind – Türk İm­paratorluklarının kültür hatırası bir nevi Acem ta’lik yazısı ile. Bu iki be­lirti yanında sanki New York veya Londra’da imişsiniz gibi büyük hacim­de, çok sahifeli, muhteva itibarile mükemmel İngilizce gazeteler, bir de­ğil bir kaç! Güııev Hindistan’ın Urduca’ya yabancı bölgelerinde vaziyet nasıl? Bıı ciheti toplantımızda bulunan Hindistanlı dostlarımızdan sormak gerek! Mamafih Mr. Nehru’dan faydalanarak biraz bu nokta üzerinde duracağını.

Nehru, 24-4-1962 de Lok Satha’ da yaptığı bir konuşma da Hindistandaki millî dil meselesine ait düşüncelerini aydınlatmıştır. İktisadî Kalkınma gibi lisanî gelişmede de bizim için dersverici olan düşüncele­rinden bir kaçını ele alacağız.

Milliyetçi görüş, 1947 de İngilizcenin resmî dil olarak muhafazasın­dan pek hoşlanmamıştı. 1962 de de ayni davranışa rastlanmaktadır. Nehru tabiî ve sosyal ilimlerin klasik tahsilini yapmış, konuda selâhiyet sahibi bir Hindoloğ sıfatı ile önce durumun müşahedesinden bahsediyor: Şimaldeki diller ve lehçeler hep Sanskritce’den gelmedir. Bunun yanında Sanskritce kadar eski Tamil, Bengali dilleri vardır. 1947 Anayasası Hindistan’da mevcut 13, yahut 14 dilin hepsini millî olarak vasıflandırmıştır. Bunlardan herhangi birinin daha çok milli olduğu asla düşünülemez. Bunlardan hiç birinin ilga edilmesi veya zor a tabi tutulması diye bir mes’ele yoktur. Aksine 1947 den beri bu diller kendi çevrelerinde geliştiler. Bugün de yarın da Hindistan “Çok dilli – Multilingual” bir memleket olacaktır. Her Hintli resmî ve ilmî dil olan İngilizceden baş­ka kendi bölgesinin dilini, ayrıca bir veya iki diğer Hint dilini bilme­ği şahsî hedefleri arasına koymalıdır. Zira bir taraftan Millet haline ge­lirken, diller de gelişip kaynaşacak, kültür varlıkları arasında aktarmalar olacaktır. İlim ve teknikde İngilizceye çok borçluyuz. Bundan böyle de bu borçluluk devam edecektir. Ancak öteyandan bu “ilim” i, millî dille­rimizle mekteplerde yaymak ta gerekir. İlmin yayılması bunu zarurî kılmaktadır[7]. Aksi takdirde 1947 den önceki Münevverler Kastı, yani dili, giyinişi ve yaşayışı İngiliz olanlar topluluğunun devamına müsaade edemeyiz. Fakat öteyandan Anayasa’nın Millî dil olarak Hindt esasını hemen tatbikine de geçmek doğru değildir. Her ne kadar Halk ile İdare arasında köprülük yapan İngilizce’den de bahsedilemez. Bu çıkmazın içinden çıkmak için Hindînin nazik bir ameliye ile, Parlemanto kararile millî dil olaınıyaeağını düşünmek kâfidir. Mesele uzvîdir ve zamanla mümkün olacaktır. Nitekim Hindî’ııin Hindistan’da resmî ve millî dil olması veti­resi işlemeğe başlamıştır. Bize düşen vazife vetireyi takip, kontrol, gere­kirse ta’cil etmektir. Eğer bazılarının düşündüğü gibi nazik ve parlemanter kararla alacak olursak başlamış olan gelişme ve ilerleme de duracaktır. Tehlike buradadır. Hindi konuşmıyan Hindli cemaatlerin menfi davranışları, mukavemetleri bu tehlikeyi daha da artıracaktır. Hülâsa her ba­kımdan ihtiyatlı olmalıyız”.

Tabiat ve Hukuk ilimlerinin klasik tahsil ve terbiyesini görmüş olan Nehru, sosyolojik espri ile örülü bu muhakemesini şu iki noktada toplu­yor:

I – Anayasa’mn Milli Dil olarak Hindi formülü, üzerinde çalışılacak bir hipotezdir. Bu hipotez, ne İngilizceye karşı, ne de Hindî’den gayri olan Hindistan dillerine karşı zararlı, Hind Birliğini bozucu bir âlet ola­maz. İngilizceye karşı aleyhtarlık geçen asırda Garba açılmış pencereyi kapatacaktır. Bu pencere belli bir âna kadar kapanamaz. En azından beş yıllık ekonomik plân işlemez. Bu hususta lüzum veya lüzumsuzluğu İngi­lizceyi bilen ve konuşanlardan değil, kitleden sormalıdır. Yarı münevver­den ziyade halk bu lüzumu daha iyi kavramıştır. Fakat bu lüzum, sayısı 13 ü bulan başlıca mahallî Hind dillerine ─ki başlarında Bengali ve Tamil gelir─ kayıtsızlık demek değildir. Bu arada Hindî’ye Anayasa’mn verdiği ehemmiyeti, Hindi konuşan cemaatler değil, konuşmıyanlar kararlaştırmalıdır[8]. Eğer Güney Hindistan’da Hindî’ye karşı bazı mukave­metler belirmişse bu, tatbikattaki acemiliğin neticesidir. Öyle zannediliyor ki Merkezi Hükümet Hindinin yayılmasını tazyik yolu ile temine çalışı­yor. Hakikatte öyle davranmalıyız ki tarihî, kültürel sebeblerin takviye et­tiği Hindî dili politikasını, Kuzey’den önce Güney istesin. Başlamış olan tek millet, tek dil cereyanı naziktir, siyasî yoldan uzak kaldıkça bu gayeye daha çok yaklaşılacaktır[9].

2 – Gerek İngilizce yerine Sanskrit Alfabeli Hindi nin geçmesi, ge­rek mahallî dillerin kendi lokal gelişmeleri yanında Hindî’nin de yayıl­ması, bir sosyal transformasyon, bir ‘Vetire – Process” işidir. Zorlama, bi­zi tek millet. tek dil idealinden daha çok uzaklaştıracaktır. Anayasa nın Hindi ile ilgili maddesi sadece bir çalışma faraziyesi rolünü oynıyacaktır. Çığırtkanlık vesilesi olmasına asla müsaade edilmemelidir .

Ekonomik Kalkınma işinde olduğu gibi kültürel ve lisanî kalkınma­da da Hind modelinin bizdeki 1930 -1964 arası dil işine tutacağı ışığı dik­katinizi çekmek isterim. Şüphesiz bahis konusu iki memleketin lisan me­selesi ayn mahiyettedirler. Fakat umumî kadrosu ile temas noktalan yok değildir. Bunlardan biri, Nehru’yu dil sosyoloğu olarak vasıflandırmağı gerektiren gerçekten derin olan bir düşüncesidir: Zorlama, dâvayı gerile­tir, soysuzlaştırır. Bu basit, fakat hâdiseler karşısında mânâ kazanan fikir zaviyesinden Türkî ve Hindi dillerinin XX. asır ortasında mukayesesi ya­pılabilir ve bundan birçok dersler alınabilir.

Hülâsa tek millet, tek dil formülü, bugünkü Hindistan’ın çok mühim problemlerinden biridir. İngilizce, bir hesaba göre 1965 de resmî dil ol­maktan tamamile çıkacak. Fakat 1964 yılının ilk ayında Hindistan’da bu­lunduğum zaman görüştüğüm Hint münevverlerinin tebessümlerde kar­şılaştım. Bu tebessümler lisan-i hâli ile “İmkânsız!” demeğe geliyordu. Fakat Nehru’nun Hipotez’ı her gün biraz daha ameliyat geçiriyor: Ma­dem ki Millet olma yolunda yürünüyor, o halde onun tamamlayıcısı olan dil işi de onunla beraber gerçekleşecektir.

Nehru’nun bu “Millet olma” ile “Millî dil” arasında kurduğu müna­sebet, lisan sosyolojisinin ana fikirlerinden kuvvet alıyor. Fakat bir de işin siyaset tarafı var: Önümüzdeki yıl, İngilizcenin Merkezî Hükümetin res­mi dili olması müddeti sona eriyor: 1965 te. Durum ne olacak? Yaşıyan görür diyerek geçelim. Fazlaca uzayan bu konferansa gösterdiğiniz ala­kadan dolayı sîzlere teşekkür ederek huzurunuzdan ayrılıyorum[10].

  • Evolution of community development programme in India, 1962, “Ce­maat Kalkınması Vekâleti” neşriyatı, Sf. 1 – 104.
  • A people’s movement : Community Projects in Pictures, 1961 “Enformasyon Vekâleti” neşriyatı.
  • K. Dey : Community development through Panchayatı Raj, 1961, “Cemaat Kalkınması Vekâleti,, neşriyatı.

Konuşmanın mevzuuna alaka duyanlar İktisat Fakültesi “İktisat ve İç­timaiyat Enstitüsü’ ne, veya Türkiye – Hindistan Kültür Cemiyetine, yahut “Hindistan Haberler Servisi”ne başvurabilirler.

 ————————

[1] Bu konferansı İ. ve I. Enstitüsü ile Türkiye – Hindistan Kültür Cemi­yeti beraberce hazırlamış olup, 17 Nisan 1964 de İstanbul Teknik Üniversite­sinde verilmiştir.

[2] Bk. A. B. Mountjoy: Industrialization and Under – developed countries, 1963, London, Sf. 184.

[3]     Bk. İstanbul “Hindistan Haberler Servisi’’ Bülteni: 10.5.1964.

[4]     Bk. J. Nehru: One Nation, one heart, 1963, sf. 22: The role of public servants”

[5]   Lisanî bir hastalık belirtisi olarak “bulan”ı, “uyduran” ı belli olmıyan bu “Toplum” nesnesi çok enteresan bir sosyolojik teşhis konusudur. Zahir­de “Toplamak” dan yapılmış bir isim gibi görünüyorsa da “Toplamak” dan Türkçenin zengin bir kiyasî kaidesine göre ancak “Toplam” çıkarılabilir. Esa­sen bütün mastarlar için Türkçenin ahenk kaidesine göre bu usul ile isim çı­karmak bereketli bir sadeleşme ve gerçek, normal bir Türkçeleşme vasıtası­dır. Fakat “Toplum”, ne semaî ─ananeci, popüler─ kaidelere, ne de kiyasî usule uygundur. Üstelik hangi mefhumu ifade ettiği de bilinmemekte, sâri bir hastalık gibi matbuat merkezi İstanbul’dan Anadolu’nun yazı erbabı âlemine yayılmakta, böylece “Bir yeni Osmanlıca” nın ─yani Ziya Paşa’lardan ve Gökalp’la Ömer Seyfeddin’lerden sonra birbirine biraz yaklaşır gibi olan halk ile aydın’ı tekrar ayıran iki dillilik durumunun─ doğmasına zemin hazırla­maktadır. Bir sosyoloji konuşmasında bu pek yaygın ve garib nesneyi kullan­mak son derece anti – sosyolojik olacaktı.

[6]   Hindistan’dan döndükten sonra genç Hind Plânlamacısı ile birkaç de- •’ita görüşmek fırsatım elde ettim. Geçenlerde bir makalesi, bir Türk gazetesin­ce bugünlerde çıktı. Bk, Abid Hüseyin: Cemaat Kalkınması, ‘‘Milliyet” Gatezesi:

[7]     Nehru’dan aynen: “There if, no doubt there is a certain vested in­terest created in (he knowledge of English. That automatically seporates us from those who do not know English. It is a very bad thing. Before Inde­pendence, in this country of castes, the most hardened caste was the caste of the English – knowing, English – clothed, and English – liwing people. It put high barriers between us and the masses of India. We have to remove these barriers.” Bk. One nation, One Heart, 1963, New Delhi, Sf. 32.

[8] Bu son mülahazaları Nehru 1959 da verdiği bir nutukta çok güzel or spread by some magic. It has a much deeper aspect, espacially when there is a danger of the people belonging to one language group rubbing up the people belonging to another language group. We have to proceed very cautiously.” Kz. Sf. 34. Bu neticeleri, bize mahsus olan dil dâvasında da rehber – fikir olmaları itibarile konuşma’nın basımı ve tashihi sırasında aynen naklettik. Belki salahiyetsiz ellere düşen, hiç bir İlmî, sosyal kontrola tabi olmıyan lisan me¬selelerinde bizi artık düşünmeğe iter ve bir hizmet ifa eder. Belki!

[9] Bu son mülahazaları Nehru 1959 da verdiği bir nutukta çok güzel formüllüyor. J. Nehru: One nation, one heart, 1963, Ministery of Information Neşriyatı. New Delhi, Sf. 16.

[10]  Konuşma boyunca temas edilen hususlara ait, faydalandığımız veya adlarını öğrendiğimiz kaynakların bir listesini düzenlemek iyi olurdu. Böyle bir liste başında Hint Plânlama İdaresince neşredilen şu kaynaklar yer alır:

— First Five Year Plan: 1951; Second Five Year Plan: 1956: Third Five Year Plan. 1961, New Delhi.

Bize Delhi’de Plânlama Dairesince verilen şu üç kitap ve broşürü kaydet­mekle kalalım:

————————————————-

[i] FINDIKOĞLU, Fahri. Hindistan’da İktisadi gelişme ve Cemaat Kalkınması. Sosyoloji Konferansları, 1963, 4: 172-190. (Kırmızılar Yayınağı’nın açıklaması; Kaynağımızın 1963 târihli olmasına karşılık, konferans metninde verilen dipnotta, konferansın 17 Nisan 1964 târihli olduğu belirtilmektedir. Tarafımızdan sözkonusu târihlere müdahale edilmemiş olup, muhtemelen yazım hatâsından kaynaklanan bu çelişkili duruma dikkat çekilmekle yetinilecektir.)

[ii] İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Sosyoloji Kürsüsü (rahmetli) öğretim üyesi.

Fındıkoğlu Hocamızın hayat hikâyesi için bkz. Nevin GÜNGÖR ERGAN, Ziyaeddin Fahri FINDIKOĞLU, https://www.turkocaklari.org.tr/iz-birakanlar/ziyaeddin-fahri-findikoglu-3604 (Erişim: 26.01.2018).

Yazar
Ziyaeddin Fahri FINDIKOĞLU

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen