Karl Marx, Yahudi Sorunu Bağlamında Sivil Toplum ve Politik Toplum

Karl Marx, Yahudi Sorunu Bağlamında Sivil Toplum ve Politik Toplum[i]

Karl Marx, Civil Society And Political Community in the Context Of The Jewish Problem

 

Arş. Gör. Yunus ENTERİLİ[ii]

ÖZET

Günümüzde sivil toplum ve politik toplum kavramları üzerinden gelişen tartışmalar ve söylemler genelde dini söylemler veya dini kimlikler üzerinden yapılmakta ve bireyin özgürleşme sorunu olarak karşımıza çıkmaktadır. Marx’ın gençlik döneminde Bauer’in düşüncelerinden hareketle yazmış olduğu “Yahudi sorunu” adlı eserinde dini kimliklerin ve söylemlerin beraberinde sosyal ve siyasal alanda bireylerin özgürleşmesi sorunu olarak ortaya çıktığının dile getirilmesi hususunda mevcut tartışmalara açıklama getireceği düşünülmektedir. Bireyin özgürleşmesi veya yurttaşlık sorunu olarak da ortaya çıkan ve Yahudi sorunu olarak ele alınan bu durum farklı coğrafyalarda farklı şekillerde ortaya çıkması sorunun dini kimliklerde ya da yaşam tarzlarından değil tamamen dinin siyasal alandan koparılamamasının sonuçları olduğu düşünülmektedir. Bireyin özgürleşememesi noktasında karşımıza çıkan bir diğer neden ise kapitalist sistemin özünde yer alan sömürgeci anlayıştır. Günümüz toplumunda dinler varlığını sürdürebilmek için ya kapitalist sisteme ayak uydurmak istemekte ya da siyasal alanda kendini aktif duruma getirerek kapitalist sisteme devlet politikaları ile etki etmek istemektedir. Bu bağlamda Yahudilik ve Hıristiyanlık dinin, kapitalist toplumun oluşumundaki etkileri Marx ve Bauer’in söylemlerinden hareketle tartışılacaktır. Bu çalışmadaki bireyin yurttaşlık kimliği ya da özgürleşmesi sorunu, sivil toplum ve politik toplum ilişkisinden hareketle ele alınacaktır. Ayrıca burada Marx ve Bauer dışında Marx’ın sivil toplum ve politik toplum ile ilgili fikirlerini etkileyen diğer düşünürlere de (Hegel, Feuerbach vs.) yer yer değinilecektir. Sivil toplum, yurttaşlık, dinin özgürleşmesi, politik özgürleşme, devlet gibi olguların bireylerin özgürleşmesindeki etkileri Yahudi örneği üzerinden makalede ele alınacaktır. Bu değerlendirmeye geçilmeden önce konunun daha iyi anlaşılması için Marx’ın genel olarak diğer eserlerinde söz etmiş olduğu sivil toplum ve devlet ilişkisine makalede yer verilecektir.

Anahtar Kavramlar: Sivil Toplum, Politik Toplum, Dinin Özgürleşmesi, Devlet, Yurttaşlık, Din, Bireyin Özgürleşmesi vs.

 

Abstract

Today, debates and discourses developed over the concepts of civil society and political society are usually made through religious discourses or religious identities, and the individual emerges as a problem of emancipation. In his “Jewish Question”, which Marx wrote during his youthful period with Bauer’s thoughts, it is thought that the religious identities and rhetoric accompanied the present debate about the emergence of the emancipation of individuals in social and political contexts. It is thought that this problem, which emerged as the problem of individual liberation or citizenship, and which is regarded as a Jewish problem and emerged in different forms in different geographies, is the result of the fact that the religious identities cannot be torn from the religious part of the world. Another reason for the lack of emancipation of the individual is the understanding of colonialism that is at the core of the capitalist system. In today’s society, it wants to keep up with the existence of religions or to keep up with the capitalist system and wants to influence the capitalist system with state policies by making itself active in the political arena. Judaism and Christianity in this context religion, the effects of the formation of capitalist society, will be discussed from the rhetoric of Marx and Bauer. The issue of the citizenship identity of the individual in this study will be addressed through the relationship between civil society and political society. There will also be mentioned here some other thinkers (Hegel, Feuerbach etc.) that affect Marx’s ideas about civil society and political society, besides Marx and Bauer. Civil society, citizenship, liberation of religion, political emancipation, the effects of emancipation of individuals such as the state will be handled through the Jewish example. Prior to this assessment, a better understanding of the subject will be addressed to the civil society and state relationship that Marx generally refers to in his other works..

Key Words: Civil Society, Politic Society, the liberation of Religion, State, Citizenship, Religion, the liberation of individuals etc.

Giriş

“Sivil toplum” kavramsal olarak on sekizinci yüzyıl siyasal düşüncesinde, kapitalizm ile yakın ilişki içerisinde olan bir toplumsal olgu olarak, devletten ayrı olan ayrıca kendi ilişkileri olan farklı bir alan olarak tanımlanmıştır.

Marx, Hegel’in sivil toplum-devlet ikiliği üzerinden bu iki kavram arasındaki ilişkilerin niteliğini araştırmıştır. Marx’ın eserlerinde söz ettiği sivil toplum kavramına gelişimsel olarak bakıldığında, ilk olarak Marx eserlerinde Hegel eleştirisi üzerinden siyasal alan ve devlet ile ilgili ileri sürülen savların doğru olmadığını göstermeye çalışmıştır. İkinci olarak ise ekonomiden hareketle sivil toplumun maddeci bir açıklamasını yapmaya çalışmıştır. Marx’a göre, sivil toplum artı-değer üzerinden sömürünün kendini göstermiş olduğu ve toplumun sınıflara ayrılması ile şekillenen bir alandır.[1] Marx, kendi döneminin düşünürlerinden farklı olarak, sivil toplum ve siyasal devlet ayrılığının aşılması noktasında siyasal bir bakış açısı geliştirmiştir. Sivil toplum, sadece siyasal devletin kendini göstermesini sağlayan çelişkilerin sivrildiği bir çatışma alanı olmasından öte, ayrıca çelişkilerin diyalektik olarak aşıldığı, süreç ve öznelerin kendini gösterdiği toplumsal ilişkiler bütünüdür.

Karl Marx, dinden özgürleşmenin yalnızca bir grubun ya da bir zümrenin değil tüm insanlığın özgürleşmesi bağlamında çözümlenmesi gerektiğini savunur.

Bu makalede sözü edilen sivil toplum ve politik toplum ayrımı; Marx’ın, bireyin özgürleşmesi, dinden özgürleşmesi ve yabancılaşma sorunu bağlamında ele alınacak ve bu yapılırken Marx’ın Yahudi sorunu hem sivil toplum içerisinde büründüğü maddi koşullanma ilişkisi bağlamında hem de yabancılaşma problemi çerçevesinde tam anlamda bir kurtuluşun ve insani özgürleşmenin etkin bir çözümlemesini nasıl gerçekleştirdiğini inceleyeceğiz.

 

Karl Marx

Karl Marx

 

Karl Marx’da Sivil Toplum ve Politik Toplum

Marx’ın tamamlanmamış elyazmalarından oluşan Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi (1843), Hegel felsefesinin bir eleştirisini yapmakla birlikte, devlet, hukuk ve tarih kuramının da temel problemlerini içermektedir. Bu elyazmalarında Marx, Hegel’in felsefi çözümlemelerini Ludwig Feuerbach’ın aksine toplumsal bir bakış açısıyla yaklaşmıştır. Hâlbuki Ludwig Feuerbach, Hegel’in felsefi çözümlemelerini din olgusundan hareketle ele almıştır. Marx’ın bu toplumsal bakış açısı, onun devlet-toplum ikiliğini ele alırken yaklaşımının esas ilkesi durumundadır. Bu çerçevede, Marx’ın Hegelci hukuk felsefesi eleştirisini onun devlet ve toplum konusundaki görüşleri üzerinden yapmasının, bu ilkeyle uygunluk içerisinde olduğu vurgulanmalıdır. Marx’a göre, Hegel’in sivil toplum ve devlet ikiliği ile ilgili ileri sürdüğü savlar temelde sorunluydu. Hegelci anlayıştaki haliyle, evrensellik uğrağı olarak betimlenen devlet, sivil toplum karşısında üstün bir konumdaydı. Fakat Hegel’in aksine Marx’a göre belirleyici olan devlet değil sivil toplumdur. Hegel sivil toplumu bireylerin bireysel çıkarlarından ve bencilliklerinden oluşan bir alan olarak tanımlarken ayrıca sorun olarak gördüğü sivil toplumdan kurtuluşu da devlette bulur. Marx ise, sivil toplumun, ancak kendi içinden gelişecek olan dinamikler tarafından aşılabileceği görüşündedir. Marx’ın, Hegelci anlayıştan sıyrılmasını sağlayan ve fikirlerinin oluşmasında etkili olan isim olarak Feuerbach’ı verebiliriz. Feuerbach, sadece din ve idealist felsefe eleştirisi alanındaki görüşleri ile birlikte, toplumsal problemlerin tabiatına dair görüşleriyle de dönemin diğer düşünürleri üzerinde etkili olmuştur. Marx, Feuerbach’ın siyasal-toplumsal süreçlere gerektiği kadar önem vermemesi ve daha çok doğaya yönelmesini eleştirmekteydi.

Marx’a göre, siyasal devletin soyutlanması, modern toplumsal oluşumların bir özelliğiydi. Bunun nedeni, modern dönemde “özel yaşamın soyutlanması” nın kendini göstermesidir.[2] Örtaçağ toplum yapısında modern dönemin aksine, insanların özel yaşamı ile devlet yaşamı bir bütünlük içindedir. Örtaçağ toplumunda ekonomik faaliyetler, toplumsal yaşam ve insani varoluş siyasal bir görünüm kazanır.[3] Ortaçağ’da, sivil toplum içindeki zümreler ve siyasal zümreler bir bütünlük içindeydi, “çünkü sivil toplum siyasal toplumdu -çünkü sivil toplumun organik ilkesi devletin ilkesiydi”.[4] Diğer bir deyişle, zümreler arasındaki bütünlük, sivil toplum ile politik toplumun bütünlüğünün bir tezahürüydü ve sivil toplum ile siyasal devlet ayrılığı ancak modern dönemin bir özelliği olacaktı. Bu ayrılığı yani sivil toplum ile siyasal devlet arasındaki ayrılık aynı zamanda modern sivil toplum ve politik toplum yapılanmasının gerçek ilişkisi olarak da yorumlanabilir.[5] Marx, önceki tarihsel devlet örnekleri ile ilgili olarak, antik Yunanistan’da siyasal devletin, yurttaşların varoluş biçiminin gerçek içeriğini oluşturduğunu ileri sürer.[6] Marx, bu konu ile ilgili olarak ileri sürdüğü bir diğer husus ise, sivil toplumun Antik Yunanistan’da politik toplumun kölesi olduğu yönündeydi.[7] Antik yunan toplumsal yapısında sivil toplumun politik toplum karşısında kendine ait bir özerkliği yoktu. Diğer taraftan, modern toplumda somut bireyin varoluşu siyasal olan ile belirlenmemekteydi. Marx, modern bireyin öznel özgüllüğünün kendini gösterdiği toplumsal ilişkilerin örüntüsünün siyasal süreçlerle kısıtlanmadığını ileri sürüyordu: Bireysel varoluşun temel biçimi artık siyasal değildi. Modern devlet biçimlerinin gelişmesiyle, siyasal alan, geniş kapsamlı devlet aygıtıyla ilişkili faaliyetlerin toplumsal uzamı şeklini aldı.[8]

“Modern dönemin bir düşünürü olan Hegel de, insanı, birincisinde sivil toplum üyesi, ikincisinde ise devlet yurttaşı (citoyen) olduğu iki ayrı düzleme yerleştirir ve bu iki kategori arasında bir denge oluşturmaya yönelir. İnsan bir yanda burjuva olarak ailesi ve kendisi için çalışır, sözleşme yapar, etkinliklerde bulunur; öbür yanda, yurttaş olarak evrensel ilkeler doğrultusunda da hareket eder. Burjuva ve yurttaş, kişinin ayrılmaz iki ayrı niteliğidir; aynı anlama gelmek üzere, bu iki nitelik aynı bireyde birleşir.”[9]

Sonuçta, Hegel bu nitelikler arasındaki ilişkiyi atlatılması gereken bir uzlaşmazlık olarak görmez.[10] Hegelci yaklaşım üzerinde irdelemeler yapan, Marx da, insanın içinde bulunduğu bu iki türlü varoluş tarzını işaret eder. Öna göre, insan sivil toplum üyesi konumundayken aynı zamanda somut bireysel var oluşunu sürdürür; devlet aşamasında ise, yurttaş kimliğini kazanır: “Genel yasa tekil birey düzeyinde de kendini gösterir. Sivil toplum ile devlet birbirinden ayrılır. Böylece devletin yurttaşı da, sivil toplumun üyesi olan yurttaştan ayrılır”.[11] Dolayısıyla, “somut bireyin, özsel bir ayrılma sonucu ortaya çıkan varlığı iki farklı şekilde kendini göstermesi durumu ortaya çıkar: ilki toplumsal örgütlenme ikincisi ise bürokratik örgütlenmedir. İlki, sivil toplumun bir özelliği olarak ortaya çıkan, somut bireyin kendini devletin dışında tanımladığı toplumsal uzamdır. İkincisi ise, bireyin bağımsız varoluşu üzerinde doğrudan bir etkisi olmayan devletin dışsal ve biçimsel bir özelliğidir(Marx, 1975d: 77; 1997a: 112-13).[12] İnsanın yurttaş ve somut birey şeklinde ikiye ayrışmasının bir sonucu olarak ortaya çıkan farklı toplumsal konumlar arasındaki karmaşa, modern çağın esas özelliklerindendir. Sivil toplum ve siyasal devlet arasındaki karmaşanın nasıl çözüleceği tartışması ise, analitik düzeyden normatif-siyasal düzeye geçilmesini gerektirir.

Yahudi Sorunu Bağlamında Sivil Toplum ve Politik Toplum

Karl Marx, bireyin özgürleşmesi sorununu Hegel üzerinden anlatmaya çalışmaktadır. Bunu yaparken Hegelci Bauer’in Alman Yahudileri üzerinden yaptığı eleştiriler ve sorgulamalardan hareket etmektedir.

Bauer, Alman Yahudilerin özgürleşme (özgürleşme, yurttaşlık ve politik özgürleşme) taleplerini, onlara yönelttiği sorular ile yanıtlamaktadır. Bauer’e göre, bir Alman Yahudi’nin ya da Hıristiyan’ın dinsel kimlikleri üzerlerindeyken özgürleşmeleri mümkün değildir. “Almanların politik özgürleşmesi için; insanlar olarak, insanlığın özgürleşmesi için uğraşmanız gerekir ve özel bir tür baskılanma ve aşağılanma altında oluşunuzu, kuralın bir istisnası olarak değil, tersine, kuralın pekiştirilmesi olarak almak zorundasınız.”[13]

Bauer’e göre, Yahudiler kendi dinsel yargılarını bir kenara bırakmazken, Hıristiyan devletten özgürleşme isteyerek, Hıristiyan devletin kendi dinsel yargılarını bir kenara bırakmasını istemiş olur. Diğer taraftan Hıristiyan devlet bu isteği karşılamaya çalışsa bile bunu gerçekleştiremez aynı şekilde Yahudi de bunu elde etmeye muktedir olamaz. Bauer’e göre, kilise varlığını sadece devlet içinde gösterebilir, devletin sınırlarının dışında hukuksal bir varlık gösteremez, böylelikle kilise devlete muhalif yâda kopuk olamaz aksine devlet tarafından şekillendirilen bir konuma kavuşur.[14]

Dolayısıyla Bauer, Yahudilerin kendilerini merkeze alarak özgürleşme talebinde bulunmalarını anlamlı bulmaz. Çünkü Yahudi, Yahudi olarak kaldığı sürece, kendini insanlıktan ayrı tutarak özgürleşmesi mümkün değildir. Aynı durum Hıristiyan devlet içinde geçerlidir. Böyle olduğu sürece de kendilerine biçilen rollerin dışına çıkamazlar. Öna göre, “ Hıristiyan devlet Yahudi’ye yalnızca Hıristiyan devlet tutumuyla davranabilir.”[15] Bunu yaparken de tüm diğer kesimlerin baskısını hissettirmelidir. Diğer taraftan Yahudi de devleti kendine karşı bir yabancı olarak görüp öyle davranır.

Bauer var olan durumu ortaya koyduktan sonra şu soru üzerinde durmaktadır; “özgürleşmesi gereken Yahudi,’nin ve özgürleşmesi gereken Hıristiyan devletin doğası nedir?” o bu durumu Bauer Yahudi’nin dinsel eleştirisi üzerinden çözümlüyor.[16]

Bauer’e göre, Yahudi ile Hıristiyan’ın birbirinden ayıran temel etken dinsel karşıtlık durumudur. Bunun çözümü ise dinin ortadan kaldırılması ile gerçekleşebilir.

Bauer her ne kadar alman Yahudileri üzerinden hareket etse de bir Yahudi’nin politik özgürleşmeden yoksun kalışı ve devletin gizlemeden ortaya serdiği Hıristiyancılık ile karşı karşıya kalışını daha genel bir bakış açısıyla ele alır. Öna göre, “sorun, dinin devletle ilişkisi, dinsel bağ ve politik özgürleşme arasındaki çelişki sorunudur.”[17] Bauer bu durumda politik özgürleşme için temel koşul olarak gerek yurttaş (Yahudi) gerekse devlet için dinin kaldırılması gerektiğini ileri sürer.

Bauer göre, devletin görevi, nasıl ki Yahudilerin dinlenme ve dua günü olan cumartesi günü devlet nasıl yurttaşlarına karşı sorumluluklarını yerine getirmeye devam ediyorsa aynı şekilde ayrıcalıklı bir kilisenin varlığına da izin vermemelidir. Dolayısıyla devlet her türlü dinsel ayrıcalığı kaldırmak zorundadır. Fakat yurttaşların bir kısmı ya da çoğunluğu dinsel sorumluluklarını yerine getirmek isterse bunu özel bir iş olarak kendilerine bırakmalı ve karışmamalıdır. Sonuç olarak; “ ortada artık ayrıcalıklı bir din olmadığında, din de artık yok demektir. Dinden onun kendine özgü gücünü aldınız mı, o arttık var olmayacaktır.”[18]

Ayrıca Bauer’e göre; “ Devlet, bilimi düşünceyi ve felsefeyi kendi içsel ilgisi haline getirmişti. Zaman zaman bilimle devlet arasında ortaya çıkan gerilim devletin yararınadır, çünkü bu çatışmalar devlette içerilen etik ilkeyi cesaretlendirir, özgürlük ve içsellik davasını ilerletir.”[19]

Marx, Bauer’den bazı noktalardan ayrılır ve onu eleştirir. Öna göre Bauer’in yurttaşsal özgürleşme için Yahudi’nin Yahudiliği bırakmasını istemesi ve dinin politikadan kaldırılması ile dinin tamamen ortadan kaldırılmasını aynı tutmasına karşı çıkar. Öna göre, özgürleşmenin kim tarafından yapıldığı ve kimin özgürleşmesi gerektiği açısından konunun ele alınması ve incelenmesi doğru değildir. Öna göre, önemli olan özgürleşmenin türü ve hangi koşulları içerdiğidir.

Marx’a göre, Yahudi sorunu, Yahudilerin yaşadığı her farklı coğrafyada farklı şekilde ortaya çıkmaktadır. Almanya’da Yahudilik sorunu teolojik bir sorunken Fransa’da anayasacılık sorunudur. Tocqueville Amerika üzerine yaptığı yolculuk sonucunda ortaya çıkardığı araştırmasında Avrupa’nın farklı yerlerindeki girişimleri karşılaştırmalı olarak verir ve burada Fransa örneğinde Fransa’daki girişimlere devletin ön ayak olduğunu ileri sürer.[20] Fakat Fransa’da her ne kadar anayasacılık sorunu olarak kendini gösterse de Fransa’da da “devlet dini görünümü, çoğunluğun dini biçiminde korunduğundan, Yahudi’nin devlete karşı durumu, dinsel, teolojik bir karşıtlık görünümünü koruyor.”[21] Diğer taraftan Kuzey Amerika’nın özgür devletlerinde Yahudi sorunu teolojik olarak sorun olmaktan çıktı ve dünyevi bir sorun haline geldi. Dolayısıyla devlet din ile teolojik bir münasebete girmediği zaman teolojik bir sorun olmaktan çıkar ve politik devlet haline gelebilir.

Marx’a göre, eğer politik özgürleşme tamamlanmış ise o zaman devlet teolojik sorundan kendini kurtarmıştır. Bu durum bireyin dindarlığını yaşamasını da sağlar. Çünkü politik özgürleşmenin tamamlanmış olduğu bir ülkede din özünü bulur. Böylelikle din olgusu devletin tamamlanmasında bir engel oluşturmaz. Dolayısıyla din ile politik özgürleşme ilişkisi arasındaki sorununun kaynağı olarak devlet gösterilebilir. Sorun devletin eksikliği olarak algılanmalıdır.

“Din artık bizim için neden değil, tersine yalnızca dünyasal sınırlılığın fenomeni olarak söz konusudur. Bu yüzden biz, özgür yurttaşların dinsel sıkıntılarını onların dünyasal sıkıntılarıyla açıklıyor.” Bu düşünceden hareketle; “….onların dünyasal kısıtlamalarından kurtuldukça, dinsel sınırlılıklarının üstesinden gelecekleridir. Biz dünyasal sorunları, teolojik sorunlara dönüştürmüyoruz, teolojik sorunları, dünyasal sorunlara dönüştürüyoruz.” Böylelikle, “politik özgürleşmenin dinle ilişkisi sorunu bizim için politik özgürleşmenin insani özgürleşmeyle ilişkisi sorunu durumuna gelir.”[22]

Dinsel sorumluluklarını yerine getiren bir bireyin Politik özgürleşmesi ancak devletin dinden özgürleşmesi ile mümkündür.

Politik özgürleşmenin önündeki engel, bireyin özgürleşmeden devletin özgürleşmesi sorunudur. Bu nokta da birey ile din arasındaki aracı konumunda olduğu gibi birey ile bireyin özgürleşmesi arasında da bir aracıdır.

Bireyin dini açıdan politik özgürleşmesinin bir sonucu olarak ortaya çıkan olumlu ve olumsuz tüm koşullardan etkilenir. Devletin devlet kimliği ile özel mülkiyeti hükümsüz kılması gibi. Marx, devletin özel mülkiyeti politik olarak hükümsüz kılmasını, Hegel’in politik devletin dine karşı tutumu ile ilgili görüşleri bağlamında onaylar:

“Devletin, tinin kendini bilen ahlaksal gerçekliği olarak varoluşu, onun otorite ve inancın biçiminden farklılaşmasını gerekli kılar; ama bu farklılaşma yalnızca, ruhani yönün kendi içinde ayrıma uğramasıyla ortaya çıkar; ancak böylelikle devlet, ayrı ayrı kiliseler karşısında düşüncenin evrenselliğini, kendi biçiminin ilkesini kazanır ve onları varoluşa götürür.”[23]

Marx’a göre, devlet evrensel olarak sadece bu şekilde kendini gerçekleştirebilir.[24] Öna göre , “tam bir politik devlet, özü gereği, insanın maddi yaşamına karşıt olarak insanın cinsil-yaşamıdır. Bu egoist yaşamın tüm koşulları, devlet alanının dışında sivil toplum içinde varlığını sürdürür, ama sivil toplumun özellikleri olarak”.[25]

Marx’a göre, politik devlet eğer kendini tamamlarsa o zaman birey hem dinsel hem de dinsel olmayan ikili bir yaşamı sürdüreceğini savunur. Birincisi, kendini komünal bir varlık olarak gördüğü politik toplumdaki yaşam, ikincisi ise, kendini özel insan olarak gördüğü ve özel insan olarak yaşadığı sivil toplumdaki yaşamdır. Öna göre, politik devlet ve sivil toplum arasındaki münasebet bir tür tinsel münasebet gibidir. Bu münasebette üstün olan politik devlettir.

Marx, “özel bir dine bağlı insanın kendi yurttaşlığıyla ve topluluğun üyeleri olarak öteki insanlarla çatışkısı, politik devlet ile sivil toplum arasındaki dünyasal çatlağa indirgenir”. Marx, bireyin dinden politik özgürleşmesinin, dinin kamu hukukundan özel hukuka girerek özgürleştiğini ileri sürer. Böylelikle din, devletin alanından çıkıp sivil toplumun alanına girer. Elbette ki bu ancak politik özgürleşmenin tamamlanması ile gerçekleşebilir. Politik özgürleşmenin bir sonucu olarak da bireyin, “Yahudi ve yurttaş, Protestan ve yurttaş, dinsel insan ve yurttaş biçiminde ayrışması” gerçekleşir.[26]

Marx, politik devletin sivil toplum tarafından oluşturulduğunu ve bazı zamanlarda politik devletin bireyler üzerinde baskı kurduğunu fakat eninde sonunda sivil toplum tarafından birey politik yaşamdan kurtarılacağını söyler.

Öna göre, kusursuz bir Hıristiyan devlet, dinsiz bir devlettir ve dinsiz devlet demokratik bir devlettir ve Hıristiyan olan devlet, devlet değildir. Hıristiyan devlet kendini gerçekleştirebilmek için dine ihtiyaç duyarken, demokratik olan bir devlet ise buna ihtiyaç duymaz.

Bauer’in, Hıristiyan Alman devlet ile ilgili kurgusunda, Bauer, Hıristiyan Alman devletin kendini din üzerinden dolaylı olarak ifade ettiğini ve bunu yaparken de İncil’deki sözlerden hareket ettiğini ileri sürüyor. Bunun sebebinin halkın devletin İncil’i özümsemiş olmasından kaynakladığını belirtir. Buradan hareketle Hıristiyan alman devletin, devlet olmaktan uzaklaştığını söyleyebiliriz.

Ayrıca Marx, Bauer’in Yahudilerin Yahudiliği bırakması ve insan hakları için bireyin inanç ayrıcalığını feda etmesi gerektiği ile ilgili sözlerine de katılmaz. Öna göre, “dinden politik özgürleşme, herhangi ayrıcalıklı bir dinin değilse bile, dinin oluşmasını sağlar. Belli bir dinin müridinin yurttaşlık niteliği karşısında kendini içinde bulduğu çelişki, politik devlet ile sivil toplum arasındaki evrensel dünyasal çelişkinin yalnızca bir kısmını oluşturur. Tamamlanmış Hıristiyan devlet, kendini devlet olarak tanıyan ve üyelerinin dinini göz ardı eden devlet demektir. Devletin dinden özgürleşmesi, gerçek insanın dinden özgürleşmesi değildir.” [27]

Marx, Bauer’in söz ettiği insan hakları için inanç ayrıcalığının feda edilmesi gerektiği sözünden hareketle, İnsan Hakları ile ilgili anayasalar ve bildirgeler üzerinde bir çözümleme yapar ve eleştirir. Çünkü ona göre; “İnsan Hakları” ile ilgili anayasaların ve bildirgelerin insanı cinsil-varlık olarak ele almadığını, bireyi özel çıkarları peşinde koşan, egoist bir kişilik olarak ele aldığını ileri sürer.

Ö zaman Marx’a göre bireysel özgürleşme; “gerçek, bireysel insan, ne zaman soyut yurttaşı kendinde yeniden-soğurup, bireysel insan olarak, günlük yaşamında, özel işinde ve özel durumunda cinsil-varlık olursa, ne zaman insan “kendi güçlerini” toplumsal güçler olarak tanır ve örgütler ve böylece toplumsal gücü kendisinden politik güç biçiminde ayırmazsa; işte o zaman insani özgürleşme tamamlanmış demektir.” [28]

Marx, Hıristiyanlık ve Yahudilik arasındaki ilişkiyi, Bauer’in “Günümüz Yahudi ve Hıristiyanlarının Kurtulma Yetisi” yazısı üzerinden anlatır.

Bauer, burada, Yahudi’nin özgürleşmesini salt dinsel bir sorun olarak görür. Öna göre, Hıristiyan bir birey için sorun dinini aşması iken bir Yahudi için sorun özünü oluşturan Yahudi kimliği ve dini olan Yahudiliktir. Öna göre, Hıristiyan için bu sorunun çözümü Hıristiyanlık dinin aşılması iken Yahudilik için çözüm bu çözülmüş Hıristiyanlığa bağlanıştır.

Bauer, “eğer Yahudiler özgür olmak istiyorlarsa, Hıristiyanlığa değil çözülmüş Hıristiyanlığa, genel olarak çözülmüş dine, yani aydınlanmaya, eleştiriye ve bunun sonucuna, özgür insanlığa bağlanmalıdırlar”.[29]

Unutulmaması gereken bir husus ise Bauer’in bir Yahudi için Yahudilik, onun tüm özünü oluşturur, yönündeki fikridir.

Ö halde Yahudi’nin özgürleşmesi sorununda bir Hıristiyan’ın menfaati teorik bir menfaattir. Hıristiyan için bir Yahudi dinsel bağlamda bir sorun teşkil eder ve bu sorun ancak devlet Hıristiyan olmaktan çıktığı zaman sorun olmaktan çıkar.

Marx, Bauer’in bu teolojik kavrayışının dışına çıkmak ister. Çünkü o Bauer gibi Yahudi’nin özgürleşme sorununu Sept Yahudi’si çerçevesinde ele almaz, o daha çok bu özgürleşme sorununa Yahudilik ile günümüz dünyasının özgürleşmesi arasındaki ilişki çerçevesinde ele alır ve olayı gündelik yaşam üzerinden inceler.

Marx, gündelik yaşam içinde, Yahudi’nin dini ele alınır ve “Yahudi’nin gizini onun dininde değil, dinin gizini gerçek Yahudi’de arar.” Burada Yahudiliğin dünyevi temelini, uygulamada ihtiyaçların karşılanması ve kişisel menfaatler oluşturur. Öna göre, bu dünyalık din, bezirgânlıktır ve tanrısı ise paradır.

Marks’a göre, bir toplum bu bezirgânlığın önkoşullarını ortadan kaldırdığı zaman Yahudi’nin dinsel bilinci de çözülmüş olur. Yahudiliğin günümüzdeki kapitalist toplum içindeki görünümü, onun anti toplumsal yönü, tarihsel bir sürecin ürünüdür. Dolayısıyla Marx, Yahudi’nin özgürleşmesi sorununu, insanlığın Yahudilikten özgürleşmesi ile gerçekleşeceğini ileri sürer. Dolayısıyla Yahudi ancak kendi özgürlük sorununu pratikte gerçekleştirebilir. Bauer’in Yahudi’nin çözülmüş Hıristiyanlık içinde özgürleşeceği yönündeki savı, gerçekleşmemiş aksine kapitalist sistem içerisinde Hıristiyanlar Yahudilere dönüşebildikleri kadar kendilerini özgürleştirmişlerdir. Yahudilerin bunu gerçekleştirmesindeki temel etken parasal güç ve pratik Yahudi tinin, Hıristiyan halkın tini haline gelmesidir.

Ayrıca Marx, Yahudi dini olarak nitelendirdiği bezirgânlığın dayanağı olarak egoizmi gösterir. Egoizm ise sivil toplumun ilkesidir, sivil toplumun politik devleti ortaya çıkarması ile bu egoizm kendini gösterir. Sonuç olarak bezirgânlığın tanrısı olan para, pratik gereksinimin ve özel çıkarların da tanrısıdır. Yahudilerin dünyevileşmiş olan tanrısı artık tüm dünyanın tanrısı durumuna gelmiştir. Sonuç olarak Yahudilik bir din yaratmadı kapitalist sistem içerisinde teoride gerçekleştiremediği dinini pratikte gerçekleştirdi ve sistemin koşullarını kendi eylem alanına çektiği söylenilebilir. Egoizm ve özel çıkarlar ve paragöz önüne alındığında Yahudilik için en zirve nokta sivil toplumun kendini tamamlaması ile gerçekleşebilir. Yahudilikten ortaya çıkan Hıristiyanlık tekrardan ona döner, günümüz Yahudiliğin pratikte kendini gösterdiği bezirgânlık dinine.

Sonuç

Marx, Hegel’in felsefi çözümlemelerini toplumsal bir bakış açısıyla ele alırken Feuerbach din olgusundan hareketle ele almıştır. Marx, Hegel’in sivil toplum ve politik toplum ile ilgili fikirlerini sorunlu görür. Hegel felsefesinde devlet sivil toplumdan üstünken, Marx bunun tam aksini savunmaktır. Hegel’in sivil toplumu kusurlu olarak görmesinin altındaki neden sivil toplum alanını tanımlayışıdır. Öna göre sivil toplum alanı bireylerin öz çıkarlarından ve bencilliklerden oluşur bunun içinde kurtuluşu devlette görür. Marx’ta ise sivil toplum kendi içindeki dinamikler ile aşılabilir.

Marx’ı, Hegel çizgisinden bu noktada kurtaran Feuerbach’ın fikirleridir. Marx tarihsel süreç içerisinde bireyin öznel özgüllüğünün kısıtlandığını fakat modern dönem ile birlikte bu kısıtlanmanın ortadan kalktığını ileri sürer. Öna göre, modern devlet biçimlerinin gelişmesi beraberinde siyasal alanın, geniş kapsamlı devlet aygıtıyla ilişkili faaliyetlerin uzamı şeklini aldı.

Marx ve Hegel insanı iki farklı düzleme yerleştirir: Sivil toplum ve yurttaşlık. Marx’a göre, birey sivil toplumdaki yurttaş kimliği ile devletteki yurttaş kimliği bakımından birbirinden ayrılır. Dolayısıyla sivil toplum ve devlet birbirinden, somut bireyin özsel bir ayrılma sonucu olarak iki farklı durumu ortaya çıkar. Sivil toplum içerisinde bireyin kendini devletten ayrı olarak tanımladığı toplumsal örgütlenme ikincisi ise devletin dışsal ve biçimsel bir özelliği olan bürokratik örgütlenmedir. Burada temel bir sorun karışımıza çıkar, bu sorun modern dönem içerisinde bireyin yurttaş ve somut birey şeklindeki ayrışmanın bir sonucu olarak ortaya çıkan toplumsal konumları arasındaki karmaşa ile ilgili bir tartışmadır. Sivil toplum ile siyasal devlet bağlamında ortaya çıkan bu tartışmanın çözümlenmesi ancak konunun analitik düzeyden normatif-siyasal düzeyde ele alınması ile mümkün olabilir.

Marx, bireyin özgürleşmesi sorununu Bauer’in Alman Yahudilerine getirdiği eleştiriler üzerinden hareketle Alman Yahudilerinin özgürleşmesi merkezinde ele almakta fakat Bauer’in yaptığı gibi Luterci anlayışa sıcak bakmak yerine sorunun Yahudilik ya da Hıristiyanlık bağlamında ele alınmaması gerektiği sonucuna ulaşabiliriz. Ona göre sorun eğer sadece Yahudilik de olmuş olsa o zaman Yahudiliğin yer aldığı her coğrafyada sorun kendini farklı şekillerde gösterecekti, dolayısıyla bu sorunun çözümü ancak dinin devlet tarafından sınırlarının belirlenmesi yâda devletten koparılması ile yani siyasal devletten yâda bürokrasiden sıyrılması ile mümkün olabilir. Dinin devletten koparılması istenmekte bireyin inancından koparılması değil, çünkü birey sivil toplum içerisinde özgürleşebilir ve inançlarından uzaklaşmaz aksine özgürlük alanını genişletir.

Kaynakça

AKTAY, Yasin (2005), Sivil Toplum ve Demokrasi, “Amerika’da Sivil Toplum Ve Dinin Temelleri” , Kaknüs Yayınları, İstanbul.

ARNÖLD, Ruge (1838), Preussen und die Reaktion, Zur Geschichte unserer Zeit (Prusya ve Gericilik, Çağımızın Tarihi Üzerine), Leipzig.

AVİNERİ, Shlomo (1972), Hegel’s Theory of the Modern State, Cambridge: Cambridge University Press.

CHANDHÖKE, Neera (1995), State and Civil Society: Explorations in Political Theory, Yeni Delhi ve Londra: Sage Publications.

CÖRNU, August (1997), “Hegel’in Hukuk Felsefesinin Elefltirisi,” Karl Marx, Hegel’in Hukuk Felsefesinin Elefltirisi, çev. Kenan Somer, Sol Yayınları, Ankara.

MARX, Karl (1997), Yahudi Sorunu, Sol Yayınları, Ankara.

RÖSEN, Zvi (2012), (Çev. Doğan Barış KİLİÇ), Bruno Bauer ve Karl Marx, Ankara.

YETİŞ, Mehmet (2010), Marx ve Sivil Toplum, Praksis.

WÖÖD, Ellen Meiksins (1990), “The Uses and Abuses of ‘Civil Society’,” Socialist Register 1990, der. Ralph Miliband ve Leo Panitch, Londra: The Merlin Press.

 

Dipnotlar

[1]     Chandhoke, Neera, State and Civil Society: Expolaritions in Political Theory, Yeni Delhi ve Londra: Sage Publications, 1995, s. 135.

[2]     Marx, Karl, “Marx to P.V Annenkov, December 28, 1846,” Karl Marx Ve Frederick Engels,Selected Works, vol. 1, Moskova: Progress Publisher,1975, s. 32.

[3]     Marx, Karl, age, 1975, s. 9-32.

[4]     Wood, Ellen Meiksins, The Uses and Abuses of ‘Civil Society’ , Socialist Register , Der. Ralph Miliband ve Leo Panitch, The Merlin Press, s. 60-84.

[5]     Marx,  Karl, Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi, çev. Kenan Somer, Ol Yayınlan, Ankara,           1997,       s.         107.

[6]     Marx, Karl, age, çev. Kenan Somer, Ol Yayınları, Ankara, 1997, s. 50.

[7]     Marx, Karl, age, çev. Kenan Somer, Ol Yayınları, Ankara, 1997, s. 108.

[8]     Chandhoke, Neera, State and Civil Society: Expolaritions in Political Theory, Yeni Delhi ve Londra: Sage Publications, 1995, s. 135.

[9]     Yetiş, Mehmet, Marx ve Sivil Toplum, Praksis 10, s.44.

[10]   Avineri, Shlomo, Hegel’s Theory of the Modern State, Cambridge: Cambridge University Press, 1972, s. 104.

[11]   Marx, Karl, Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi, çev. Kenan Somer, Ol Yayınlan, Ankara,           1997,       s. 112.

[12]   Marx, Karl, Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi, çev. Kenan Somer, Ol Yayınlan, Ankara, 1997,  s. 112-113.

[13]   Marx, Karl, Yahudi Sorunu, Sol Yayınlan, Ankara, 1997, s. 6-7.

[14]   Arnold, Ruge, Preussen und die Reaktion, Zur Geschichte unserer Zeit (Prusya ve Gericilik, Çağımızın Tarihi Üzerine), Leipzig 1838, s.101-101.

[15]   Marx, Karl, Yahudi Sorunu, s. 7.

[16]   Marx, Karl, age, s. 7.

[17]   Marx, Karl, age, s. 8.

[18]   Marx, Karl, age, s. 8.

[19]   Rosen, Zvi (Çev. Doğan Barış KILIÇ), Bruno Bauer ve Karl Marx, Ankara, , 2012, s. 274.

[20]   AKTAY, Yasin, Sivil Toplum Ve Demokrasi, ”Amerika’da Sivil Toplum Ve Dinin Temelleri”, Kaknüs Yayınları, İstanbul, 2005, s. 178.

[21]   Marx, Karl, Yahudi Sorunu, s. 12.

[22]   Marx, Karl, age, s. 14.

[23]   Marx, Karl, Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi, Sol yayınları, 1997, s. 346.

[24]   Marx, Karl, Yahudi Sorunu, s. 18.

[25]   Marx, Karl, age, s. 20.

[26]   Marx, Karl, age, s. 22.

[27]   Marx, Karl, Yahudi Sorunu, s. 28.

[28]   Marx, Karl, Yahudi Sorunu, s. 41-42.

[29]   Marx, Karl, age, s. 43.

———————————————

[i] ENTERİLİ, Arş Gör Yunus. “Karl Marx, Yahudi Sorunu Bağlamında Sivil Toplum Ve Politik Toplum.” Tarih ve Gelecek Dergisi 3.1 (2017): 91-101.

[ii] Muş Alparslan Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Felsefe Bölümü [email protected]

Yazar
Yunus ENTERİLİ

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen