Devlet Ana ve Osmancık Romanlarında Tasvir Edilen Osman Bey’in Psikolojik Portresi

Misli BAYDOĞAN

Giriş

Devlet Ana, Kemal Tahir’in ilk basımı 1967 yılında, Osmancık ise Tarık Buğra’nın ilk basımı 1982’de yapılmış olan ve Anadolu’da Söğüt ve Domaniç arasında yaylak-kışlak yaşayış düzeninde bir uç beyliği olan Kayılar’ın devletleşme sürecinin başlangıcını hikâye edinen romanlardır. Her iki roman da çok farklı yönlerden irdelenecek zengin katmanlara sahip olmakla birlikte, bu yazıda altı yüz yıl sürecek bir imparatorluğun adı ile anılacağı kurucu lider olan Ertuğrul oğlu Osman Gazi’nin adı geçen romanlardaki tasvirleri psikolojik yönden tahlil edilecektir. Romanların tarihî gerçekler üzerine bina edilen kurguları göz önüne alındığında, iki Osman Bey tasvirinin de romanı kaleme alan yazarların zihinlerindeki kahramanları yansıttığı, dolayısıyla irdelenecek psikolojik portrelerin esasında büyük oranda onları oluşturan yazarların eğilim ve özelliklerini taşıdığını göz önünde bulundurmakta elbette yarar vardır.

Devlet Ana – Çevreden Merkeze Odaklanan Bakış Açısı

“Ben romanımda herhangi bir tarihî dönemi anlatmıyorum; bir toplumun o çağdan bu çağa yansıyan dinamiğini belirtmeye çalışıyorum” diyen Kemal Tahir’in, toplumsal dinamiklerin, o yüzyılda Anadolu’daki genel sosyokültürel özellikler dahilinde biçimlendiğini kabul ettiğini görüyoruz. Psikolojide algı ve algısal örgütlenme konularına açıklama getirmeye çalışan Gestalt kuramının başlıca ilkelerinden şekil-zemin ilişkisine göre, Kemal Tahir’in amacını gerçekleştirmek üzere belirgin bir zıtlık kompozisyonunu vurgulamış olduğu söylenebilir. Söz konusu kuram, bütünün tek tek parçaların toplamından daha fazlası olduğunu ileri sürer.

Buna göre Anadolu’da o sırada bir merkezi otorite yoktur. Efendi-köle ilişkisi üzerine temellenen feodal Bizans yapılanması Hristiyan halkın adalet duygusunu ağır biçimde zedelemiştir. Moğol istilaları Konya merkezli Selçuklu Devlet’ini yıkılma noktasına getirmiştir. Halk fakirlik ve yokluk içerisindedir. Kayı Beyliği Bizans tekfurları tarafından adeta kuşatılmıştır ve coğrafyadaki otorite boşluğu suçlunun ve zalimin kendi düzenini kurmak için dilediğince at koşturduğu kaotik bir ortama yol açmıştır. Yazarın kendi ifadesiyle “1290’lı yılların dünyasında ölüm, yaşamaktan çok daha olağandır.” İşte genel hatları çizilen bu “zemin” üzerinde varoluş savaşı veren Kayı Beyliği, ancak böylesine olumsuz şartlar arasından, ileride bir  sosyal devlet olma vaadi taşıyan ve adalet motivasyonu ve saat gibi işleyen düzeni ile belirginleşecek, beylikten devlet olma yoluna ilerleyen süreçte çevresindeki tüm kurum ve yapılardan ayrışacaktır. Ahi Teşkilatı da bu devletleşmenin bel kemiğini oluşturan Türk töresini bünyesinde tüm teferruatıyla barındıran temel sosyolojik yapıların başında gelmektedir.

Romanın başlangıcında teferruatlı bir Anadolu panoraması çizilmekte ve her biri farklı bir sosyal grubun temsilcisi olan kahramanlar üzerinden okura psikolojik derinliği olan tarihi bir bakış açısı sunulmaktadır. Olay örgüsü bir tecavüz ve çifte cinayetin etrafında şekillenirken, kurgu yavaş yavaş Kayılar’ın yaşayışına, törelerine, Ertuğrul Gazi, Osman Gazi ve henüz on üç yaşında genç bir varis olan Orhan Bey, bir de özellikle işlenen cinayetlerde oğlu öldürülen Bacıbey, namı diğer Devlet Ana’nın, Şeyh Edebali’nin ve boydaki diğer insanların bir arada oluşturdukları düzene doğru ilerler. Kemal Tahir’in coğrafyaya ve tarihe bakış açısının genişliği, tek tek kahramanların iç dünyalarına derinlemesine ve uzun uzadıya girmektense, onları genel özellikleriyle tanıtmak ve ancak hepsi bir arada olduklarında ortaya çıkan toplumsal çerçeve dahilinde bir anlam taşıdıklarını anlatmak ister gibidir. Biz okurlar, yazar tarafından oluşturulan bu çerçeve içerisinde kahramanları ve yaşayışlarını tek tek tanırız, onların ruh dünyalarına tanık oluruz. Roman boyunca tüm çatışmalar iyi-kötü çekişmesi ekseninde ilerler. Buna göre toplumun her kesiminde hem iyi hem de kötü örnekler söz konusudur ve bu durum, gerçekçi romanın bakış açısını destekler görünmektedir. Aynı zamanda da Anadolu’da yüz yıllar sürecek bir devlet geleneğinin oluşmasında, Müslüman Türklerin toplumsal özelliklerinin, coğrafyada karşılaşılan mevcut alışkanlıklar ve davranış biçimlerinden nasıl farklılaştığı ve yerli halka cazip gelen devlet anlayışının nasıl taraftar topladığı da roman izleğinde yakından tanık olduğumuz temalardan birisidir.   

Eser TDK 1968 Roman Ödülü’ne değer görülmüştür. Yazarın kahramanlardan Bacı Bey’in küçük oğlu, sonradan savaşçı olan medrese öğrencisi Kerim Can’a 14. yy’dan sonra yazıya geçirilecek olan Kabusname, Kelile ve Dimne ile Siyasetname’yi okutmasının tarihî bir hata olduğu söylenebilir.   

Osmancık – Derinlikli Bireysel Bakış Açısı

Tarık Buğra’nın Şeyh Edebali’nin kızının adı ve Osman Bey’in kaçıncı eşi olduğu ve bunun gibi bazı tarihi bilgilerin yanlışlığından dolayı yayınlandığı dönemde eleştirilere hedef olan romanı Osmancık’ta odak noktası, kitabın adından da anlaşılacağı gibi Osman Bey’in gençliğidir. Kayı Boyu Beyi Ertuğrul Gazi’nin delişmen oğlu Osman(cık)’ın, Şeyh Edebali’nin telkin ve yönlendirmeleri ile girdiği duygusal olgunlaşma süreci ve giderek önce Osman Bey ve ardından Osman Gâzi oluşunun hikâye edildiği romanda, Osmancık’ın iç dünyasının derinlemesine tasvir edildiğini görürüz. Başlangıç sahnesinde ölüm döşeğinde olan Osman Gâzi, ebedi uykusuna yatabilmek için, kulağı nal seslerinde oğlu Orhan Bey’in Bursa’yı fethettiği haberini beklemektedir. Roman daha sonra zamanda geriye giderek Osmancık’ın delikanlılık çağına döner ve hikâye oradan sona doğru ilerler.

“Osmanlı Türk’ün sırrı nedir? Ben, bu sorunun cevabını tarihte buldum ve şöyle özetledim: Adalet, hoşgörü, yani insana saygı ve ilme, tekniğe, güzel sanatlara değer veriş.” Buğra’nın bir köşe yazısından (1988) alınan bu satırlar göz önünde bulundurulduğunda romanın yazılış amacı büyük oranda açıklığa kavuşmaktadır. Kayı Boyu’nun, Selçuklu uc beyliğinden üç kıtaya yayılan bir imparatorluğa dönüşmesi sürecinde başlıca etken olarak kabul edilen Müslüman Türkler’in gelenek ve devlet anlayışlarını vurgulamak, tıpkı Kemal Tahir’de olduğu gibi Tarık Buğra’da da önemli bir motivasyon unsuru gibi görünmektedir. Osmancık’ta dikkat çeken en önemli tema, Osman Bey’in, Şeyh Edebali’nin kendisini yermesi ve gerek kızını verme gerekse de devlet yönetiminde Ertuğrul Gâzi’den sonra görev alması konularında onu yetersiz bulması üzerine giriştiği içsel sorgulama, kendini tanıma, eyleme geçme ve nihayetinde devlet adamı özgüveni kazanma yolculuğudur. Romanda Osmancık adeta Anadolu’daki hem savaşçı hem derviş prototipinin ülküsel bir örneği gibidir. Tarık Buğra da okuruna, adı ile bir imparatorluğun anılacağı böylesine devletli bir savaşçı-dervişin psikolojik olarak oluşum sürecini  anlatmak ister gibidir. Bu bağlamda Osmancık’ın sorgulama sürecine henüz tam olarak girmemişken Şeyh Edebali tekkesinde gördüğü bir rüyanın etkisinden kurtulamayışı ve bu rüyayı muradına erip sevdiği kızı alana ve sonrasında devletin başına geçene kadar içerisinde taşıması kritik önem taşımaktadır. Roman içerisinde bir rüyanın böylesine belirgin yer tutması, romanı psikolojik roman olarak sınıflandırmayı mümkün kılmaktadır.

TRT için çekilen Kuruluş adlı dizi, Osmancık romanından uyarlanmıştır ve gerek dizinin çekimleri gerekse de gösterimi sırasında basın, akademi ve edebiyat çevrelerinden kitaba ve diziye ilişkin çok sayıda olumsuz eleştiri getirilmiştir. Buğra, bu eleştirilere cevap verdiği köşe yazılarında kendisini belgesel yazıcısı olmadığı, kitapta kullandığı bilgileri hangi kaynaklardan edindiği ve romanı yazış gerekçelerini pek çok kereler ifade etmiştir. Bir söyleşisinde açıkladığı; “Tarih görüşü marih görüşü beni hiç mi hiç ilgilendirmiyor… Bu romanda sübjektif olan sadece şudur; tarihin en uzun ömürlü en büyük devletinin kesinlikle kaba kuvvet eseri olmayacağına inanışımdır,” şeklindeki kişisel bakış açısı, Buğra’nın tarihî bir dönemi anlama gayretine ve yazar kimliği ile bu gayretin sonucunu kurgulama gerekçesine ışık tutmaktadır.

Osman Bey’in Kişiliği

Devlet Ana’da Osman Bey roman kişilerinden herhangi birisinden çok farklı bir konumda değildir. Öyle anlaşılmaktadır ki Kemal Tahir, toplumsal dokuyu oluşturma, toplum psikolojisini betimleme, Kayı Boyu ile Anadolu’daki diğer halklar arasındaki farkları vurgulama, Müslüman-Hristiyan, Türk-Rum gibi ayrımlarla sosyal dokuları tasvir etmeye daha çok ağırlık vermiştir. Bununla birlikte romandaki başlıca izleklerden birisi Osman Bey ile Şeyh Edebali’nin kızı arasındaki komşu bir beylik ve tekfurlarla da bazı anlaşmazlık ve çatışmalara neden olan izdivaçlarıdır. Osman Bey bu olay örgüsü içerisinde saflığa varacak düzeyde iyi niyetli, sevdiğinden vazgeçemeyen duygusallıkta, düşmanlık eden öz amcası Dündar Bey’e karşı sabırlı, tebaasına karşı özverili ve koruyucu, akılcı, affedici, utangaç sayılabilen ve yumuşak huylu bir figürdür. Fiziksel olarak orta boylu, çatık kaşlı, köşeli çeneli, sert görünümüne rağmen güler yüzlü, yakışıklı, kalın pazılı, kolları ve bacakları gövdesine göre daha uzun, iyi bir savaşçı olarak resmedilmiştir.

Osmancık’ta Osman Bey kendisine hayran, öfkesinde sınır tanımayan ve devlet işlerinde gözü olmayan toy bir ergen iken Şeyh Edebali’nin kendisine tuttuğu ayna ile içsel bir sorgulamaya giren baş roman kişisidir. Olaylar onun Ahi şeyhi Edebali’nin kızına duyduğu aşk, sevdiğiyle evlenebilmek için vermesi gereken nefis mücadelesi ve ayrıca babası Ertuğrul Gazi’nin ölümünün ardından beyliğin başına geçişi etrafında şekillenir. Osman Bey, bu romanda bileği ve yüreği kuvvetli, dost canlısı, adaletli, cömert, dindar, merhametli, aile bağlarına önem veren, büyüklerine saygılı, tevazu sahibi ve dünya malına meyletmeyen bir profil sergilemektedir. Öyle anlaşılmaktadır ki hayattaki en öncelikli mücadelesi Osmancık olmak ile Osman Bey olmak arasında kuracağı dengedir. Buna göre Osmancık olmak henüz yönetimde söz sahibi olmadığı, halktan herhangi birisi gibi dağ tepe gezdiği, tevazu sahibi ve babasının yerine geçme hırsı olmayan bir genç olmakken, Osman Bey olmak ise otoritesini Osmancık olduğu günleri unutmadan tesis etmek anlamına gelmektedir. Osmancık iken Şeyh Edebali tekkesindeki odalarda gördüğü, konaklayanların eğer ihtiyaçları varsa, isteyip de mahcup olmamaları için, diledikleri gibi alıp harcamaları üzere raflara bırakılmış paraları ilk gördüğünde, böylesine ince bir düşünceden ne kadar etkilendiği aklından hiç çıkmayan Osman Bey, dünya malı ve para ile olan ilişkisinin temelini bu tekkedeki odasında tek başına sabahladığı o gece atmış olarak kabul edilebilir.

Her iki romanda da sevda çektiğini gördüğümüz Osman Bey, sevdiği ile evlenip muradına erdikten sonra kendisini daha yetkin hisseden ve sevdiği kadın ile bir arada olunca adeta aklın yanına eklenen sezgi ile bilgeleşen bir liderdir. Babası Ertuğrul Gazi’nin yolundan giderek komşuları ile din ayrımı gözetmeden dostluk ve huzur temelli ilişkilerini korumaya önem veren Osman Bey, başka bir çıkar yolun olmadığı âna kadar beklemeden saldırmamayı destur edinmiştir. Selçuklu Devleti’nin merkezî otoritesinin ortadan kalktığını anlamasıyla birlikte, sorumluluk bilinci artmış, civardaki Türkmen boylarını bir araya getirmeye karar vererek, yüzünü Bursa tarafına dönmüştür.

Osmancık romanının başlarında Osman Bey’in oğlu Orhan’ın henüz bebek olduğu, romanın sonuna doğru da serpilip âşık olduğu ve evlenme çağına eriştiği görülürken, Devlet Ana’da Orhan, on üç yaşında, bey olma yoluna girmiş, bıyıkları yeni terlemeye başlayan, cengaver ve yaşına göre hayli çapkın bir genç olarak karşımıza çıkar. Osman Bey her iki romanda da oğlunu seven, onunla gurur duyan bir baba rolündedir.  

Sonuç Yerine

Yayınlandıkları dönemlerde bazı kesimlerce fazla milliyetçi (!) hatta şovenist olarak etiketlenen iki yazar ve iki çok önemli roman, tarihî gelişmeleri anlamayı dert edinen kesimlerce okunması elzem tarihî kurguların başlarında gelmektedir kanaatindeyiz. Bir milleti veya ortak bağlar ve özellikler etrafında birleşen bir topluluğu tanımak istemek, tasvir etmek ve gelecek nesillere aktarma yükümlülüğü duymak, kültürel birikimin beslendiği en önemli kaynaklardır. Osmanlı Devletinin altı yüzyıl boyunca, kıtalara yayılan varlığı bir hakikatse, bu hakikatin meydana geliş hikâyesini, geleceği önceden belli tepkileri göğüsleyerek ve hatta bunları görmezden gelerek romanlaştırmak minnet duyulacak ve rahmetle yad etmeyi gerektirecek bir özveridir.

Kemal Tahir’in toplumcu gerçekçi bakış açısıyla kaleme aldığı romanında Anadolu ve Kayı Boyu bir bütün olarak ele alınmış, Anadolu’daki üretim faaliyetleri, geçim durumu ve yoksulluk ön plana alınarak hikâyeleştirilmiştir.

Tarık Buğra’nın psikolojik bir roman olarak ele alabileceğimiz çalışmasında ise özellikle Osman Bey’in iç dünyası derinlemesine tahlil edilmiş ve bir mefkûre sahibi devlet adamının gençlik portresi sunulmaya çalışılmıştır.

Osmancık, Osman  Bey ve Osman Gazi, sadece adı ile anılacak bir devlet miras bırakmış olmayıp, yaşayış ve düşünüş şekli, savaşçılığı, akılcılığı, sağduyusu ve aklıyla gönlünü birbirine küstürmeden, önce kendi içinde sağladığı adalet ve denge anlayışı ile sonraki nesillere önemli bir duruş ve gelenek de bırakmıştır. Onun da bu hasletleri babası Ertuğrul Gâzi ve onun ceddinden miras aldığı düşünülürse, bugüne ulaşan ve Türk devlet geleneğinde iyi olana dair ne varsa bu silsileden geçerek varlığını koruduğunu unutmamakta fayda vardır.

Kaynaklar

Biricik, İ. (2016). “Devlet Ana” Romanının Sosyolojik Boyutları. Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim Dergisi, 5(3), 1277-1287

Buğra, T. (2017). Osmancık. 71. Basım, Ötüken Neşriyat, İstanbul

Buğra, T. (1992). Politika Dışı. 2.Basım, Ötüken Neşriyat, İstanbul

İslam Külahlıoğlu, A. (2004) Kuruluştan Kurtuluşa Dört Tarihi Roman, Türkbilig, 8, 108-123

Karabulut, M. (2009). Devlet Ana Romanı Üzerine Bir İnceleme. Erdem Dergisi, 53, 115-128

Tahir, K. (1973). Devlet Ana. 4. Basım, Bilgi Yayınevi, Ankara

Yazar
Misli BAYDOĞAN

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen