1775-1925 Arasında Yenikapı Mevlevîhânesi Neyzenbaşıları

Fatma Adile BAŞER

ÖZET

Türk mûsıkîsi icrâ târihi bakımından, sâzendelerin görev tanımları ve târihteki önemli temsilcileri üzerinde lâyıkıyla durulmamıştır. Bu çalışmayla biz, konuya bir yerden girmiş olmaya niyetlendik.

XVI. yüzyılın sonunda kurulan Yenikapı Mevlevîhânesi, gerek fizikî gerek işleyiş şartlarının yeterliliği ile “âsitâne” (merkez) kabul edilen mevlevîhânelerdendir. Bu Mevlevîhâne, postnişînlik yapan sîmâlar başta olmak üzere, onların derviş ve muhipleri merkezinde biçimlenen ve çeşitli ilişkilerle genişleyen kültür ve sanat atmosferi ile asırlar boyunca büyük etki bırakmış, bu ocaktan kültür ve sanatımıza mal olmuş nice değerli şahsiyetler yetişmiştir. Mevlevîlerin, derviş eğitiminin bir parçası olarak; belli bir ruh disiplini, hassasiyet, fark ediş ve anlayış kazandırmak maksadıyla çeşitli sanatları, özellikle de mûsıkîyi  “meşk” adı verilen bir eğitim yöntemiyle değerlendire geldiklerini biliyoruz. Nitekim Yenikapı Mevlevîhânesi’nden Buhûrîzâde Mustafa Itrî,  Abdülbâkî Nâsır, Abdürrahim Künhî, Hamâmîzâde İsmâil, Zekâî Dede gibi pek çok bestekâr, sâzende ve mûsıkîşinas yetişmiştir.

Mevlevîhânelerde, âyinlerin en iyi bir şekilde icrâ edilebilmesi için semâzenbaşı, naathan, kudümzenbaşı, neyzenbaşı gibi bazı kurumsal nitelikli görevlerle karşılaşılmaktadır. Yapılan işin niteliğine göre bu görevlerin, belli bir yetkinliğe ulaşmış dervişlere verildiği gözlenmektedir. Araştırmamızın temasını oluşturan Neyzenbaşılık görevine tayin edilenlerin ise, usta bir ney icracısı olmalarının yanında, mûsıkî ve makam bilgisi ile ezberlerine aldıkları âyin-i şerîf repertuarı bakımından da donanımlı kimseler oldukları anlaşılmaktadır. Diğer taraftan “Neyzenbaşı” unvanı taşıyan mûsıkîşinasların,  hem neyzen gurubunu hem de âyini idâre eden yönetici vasfı taşımaları da önemlidir. Bu araştırmada Yenikapı Mevlevîhânesi’nde görev yapmış 14 Neyzenbaşı ve mukabelelere neyzen olarak katılmış 7 neyzen tespit edilmiştir. Bu neyzenlerin hangi Mevlevî şeyhinin meşihat yıllarında atandıkları ve görev târihleri de ayrıca belirlenmeye çalışılmıştır.

Anahtar Kelimeler

Anahtar Kelimeler: Yenikapı Mevlevîhânesi, Neyzenbaşı, Neyzen, Ney, Mûsıkî Târihi,

NEYZENBAŞIS OF THEYENİKAPI MEVLEVI LODGE

1775-1925

 

ABSTRACT

Extant literature has provided scant attention to duties and responsibilities of sazendes, as well as important sazende figures in the history of Turkish music. This paper aims to fill this gap.

Established in the late 16th century, Yenikapi Mevlevi Lodge has been considered a central (âsitâne) mevlevi lodge due to its outstanding physical and operational infrastructure. Through its sheikhs (postnişîn), their dervishes, and the broader community around the institution, Yenikapi Mevlevi Lodge has been at the center of a rich cultural circle expanding over centuries, and left a lasting legacy on Turkish culture. As part of a dervish’s training,  Mevlevi order has emphasized immersion in various art forms, particularly music via meşk, as a vehicle of instilling a hightened spiritual sensitivity and discipline, and an elevated understanding of existence. This focus enabled Yenikapi Mevlevi Lodge to produce numerous giants in Turkish music, among which are Buhûrîzâde Mustafa Itrî, Abdülbâkî Nâsır, Abdürrahim Künhî, Hamâmîzâde İsmâil, and Zekâî Dede.

In Mevlevi lodges, a number of roles were institutionalized to ensure the quality with which Mevlevi rituals were performed, such as semâzenbaşı, naathan, kudümzenbaşı, andneyzenbaşı. Dervishes were selected on the basis of skill and seniority to fulfill these roles. The important role of neyzenbaşı, the focus of this study, was filled on the basis of a dervish’s skill in ney, knowledge of music and makam, as well as the extent of the âyin-i şerîf repertoire committed to memory. Additionally, since neyzenbaşıs were expected to lead both the neyzen group as well as the rituals at large, it was also important for musicians carrying the neyzenbaşı title to possess strong leadership skills. In this paper, I identify and introduce 14 neyzenbaşıs and 7 neyzens who have participated in mukabeles as neyzens. I also note the exact dates, as well as the Mevlevi sheikhs under whose tenure they assumed their duties.

Keywords

Keywords: Yenikapı Mevlevi Lodge, Neyzenbaşı, Neyzen, Ney, History of Music

GİRİŞ

Tam teşekküllü sıfatına yakışacak şekilde, gerek fizikî şartları gerek işleyiş imkânları ile İstanbul’un âsitâne kabul edilmiş en önemli mevlevîhânelerden biri de XVI. yüzyılın sonunda kurulan Yenikapı Mevlevîhânesi’dir. Mevlevîlere göre; 1001 gün çilesinin çıkarıldığı ve dervişlerin yetiştirildiği hikmet mekteplerine “âsitâne” denilmekte ve bu görevleri sebebiyle merkez kabûl edilmektedirler. Kuruluşundan tekkelerin kapatılışına kadar (1597-1925) geçen dört asırdan fazla zaman içinde Yenikapı Mevlevîhânesi, meşihatte görev alan sîmâlar başta olmak üzere, onların dervişân ve muhipleriyle oluşturdukları keyfiyet halkaları, gerek diğer mevlevîhâne ve tarikatlarla, gerek Saray ve ona bağlı kurum ve şahsiyetlerle, gerek halkla kurdukları kendine özgü şahsiyetli ilişkiler ve bizâtihi yarattıkları kültür ve sanat atmosferi, ile asırlar boyunca büyük etki bırakmış, bu ocaktan kültür ve sanatımıza mal olmuş nice değerli şahsiyetler yetişmiştir.

Mevlevîlerin, “ham gönülleri pişirmeyi” hedefleyen derviş eğitiminin bir parçası olarak; belli bir ruh disiplini, hassasiyet, farkediş ve anlayış kazandırmak maksadıyla çeşitli sanatları, özellikle de mûsıkîyi  “meşk” adı verilen bir eğitim yöntemiyle değerlendire geldiklerini biliyoruz. Nitekim Yenikapı Mevlevîhânesi’nden mûsıkîmizin iftihar sebebi olmuş Buhûrîzâde Mustafa Itrî Efendi’den Hamâmîzâde İsmâil Dede’ye, Zekâi Dede’den Zekâizâde Ahmet Efendi’ye uzanan zincir içinde yer alan pek çok bestekâr, sâzende ve mûsıkîşinastan bahsetmek mümkündür. Diğer yönüyle, Mevlevîliğin kendine özgü mukabele tarz ve üslûbu, ister istemez belli bir mûsıkî eğitimini berâberinde getirdiğinden, Mevlevi dervişleri neredeyse istisnâ kabul etmeyecek derecede birer mûsıkîşinas, şiir zevki yüksek, sanat dallarına karşı dâima ilgili ve eğilimli ola gelmişlerdir. Mevlevîhânelerde, âyinlerin icrâsı ve mukâbelenin kâmil bir şekilde gerçekleştirilmesi için, semâzenbaşı, naathan, kudümzenbaşı, neyzenbaşı gibi bazı kurumsal nitelikli görevlerle karşılaşılmaktadır. Bu görevlerin, yapılan işin niteliğine göre, belli bir yetkinliğe ulaşmış dervişâna tevdi edildiği gözlenmektedir. Bu dikkatle bakıldığında Neyzenbaşı olarak tayin edilenlerin, ney sazına olan hâkimiyetleri yanında, mûsıkî ve makam bilgisi, özellikle “âyin-i şerîf mahfûzatı” (hafızaya alınmış âyin-i şerîf repertuarı) bakımından da yetişmiş olması, beklenen bir durumdur. Bu sebeple “Neyzenbaşı” unvanı taşıyan mûsıkîşinasların, usta mûsıkîşinaslar olduğu da şüphe götürmez.

Diğer taraftan Hz. Mevlâna’ya ait Mesnevi-i Şerîf’in “Dinle” emriyle başlaması ve “ney” metaforu, Türk musikisinin ana damarlarından biri olan Mevlevî mûsıkîsinin dayandığı felsefî arka plana atıf yaparken, bir çalgı olarak “ney”i de Mevlevî mukabelesi içinde özel bir kimlikle konumlandırmaktadır. Mesnevî şârihleri (açıklayanlar) “Bişnev” (dinle) sözüyle başlangıcın  “İkra” (oku) ilahî hitabından mülhem olduğu konusunda birleşmekte ve bu sebeple tarikatta en evvel vâcib ve lüzumlu olan şeyin “dinleme” olduğunu söylemektedirler. Bu sebeple mevlevîler, irşâd için nazmedilmiş olan Mesnevî’deki, “dinleme” teşbihine uyarak, duyduklarına, gördüklerine … bir anlam vermek üzere, kulak kesilip, sükut etmektedirler.  Bu meyanda zahîrî olarak ney’in derûnî yanık sesi, lafızlara muhtaç olmadan âşıkların ruhlarına hitab edegelmiştir. Bu hitap edişteki sırrın menşeine dâir anlatıla gelen bir rivâyete göre; Peygamber Efendimiz,  Mi’rac sonrasında Cenâb-ı Hakk’tan aldığı sırların bir kısmını, kimseye aşikâr etmemek kaydıyla Hz Ali’ye söylemiş. Ancak Hz. Ali sözüne sâdâkat göstermekle birlikte, sırrın câzibesine tahammül edemeyerek, onu bir kör kuyuya söyleyivermiş. Ne var ki, kör kuyu da bu sırrı kaldıramamış, coşmuş, taştıkça taşmış, nihâyet kuyunun taşan sularından kamışlar bitmiş. Bu kamışlardan kendisine kaval yapan çobanın üfleyişini duyan Peygamberimiz: “Yâ Ali! Niçin sırları fâş ettin?” deyince, Hz. Ali sözünü tuttuğunu, ancak dayanamayarak suyu çekilmiş bir kör kuyuya anlattığını söyleyerek özür dilemiş. Bunun üzerine peygamberimiz “İşte bu ney, bu sırrı kıyâmete kadar söyler” buyurmuşlar. (Çelebioğlu, 1985:12)

Talipler ve âşıklar için “ney”, Hak sırrını terennüm edişiyle “insan-ı kâmil” sembolü olarak biçimlendiğinden, Mevlevîlerin bu kutlu sazı çalmakta dâima yüksek bir talep gösterdiklerini biliyoruz. Bu talebin tabiî bir sonucu olarak mûsıkî târihimizin bilinen en değerli usta neyzenlerinin mevlevîhânelerden çıkmış olması şaşırtıcı değildir. Nitekim mevlevîhânede ney, “mutrib” denilen çalgı topluluğunda gurubu bulunan bir temel çalgı olarak dikkat çekmektedir. Neyzenler gurubunun başındaki “Neyzenbaşı” sadece neyzenlere değil, kudümzenbaşı gibi, âyin-i şerîfin idâresinde de önemli bir rol üstlenmektedir. Eldeki belgeler Neyzenbaşılık makamının kurumsal bir nitelik taşıdığını ve neyzenbaşıların liyâkatları gereği belli bir ücretle bu makama atandıklarını göstermektedir.

Çalışmamızda, Yenikapı Mevlevîhânesi’nde kurumsal niteliği ile belirginleşen neyzenbaşılık makamında bulunmuş şahsiyetleri tespit etmeğe öncelik verdik. Bunun yanı sıra, bu mevlevîhânede neyzenlik yaptığı anlaşılanları da araştırmamıza eklemeği uygun bulduk.

Bu konuda en değerli kaynağımız, aynı zamanda bir neyzen de olan Yenikapı Mevlevîhânesi Şeyhi Ali Nutkî Dede’nin (1762-1804) Defter-i Dervîşân adını vererek düzenlediği ve kendisinden sonra gelen şeyhlerin de aynen onun düzenine uyarak devam ettirdiği iki ayrı defterdir. Bu defterler aracılığı ile Ali Nutkî Dede’nin vefâtından sonra, Abdülbâkî Nâsır Dede (1765-1821), Hüseyin Recep Hüsnî Dede (ö.1829), Abdürrahim Künhî Dede (ö.1831), Osman Selâhaddîn Dede (ö.1887), Mehmed Celâleddîn Dede (ö.1908) ve Mehmet Abdülbâkî Dede’ye (Baykara) (ö.1935) ait kayıtlar takip edilebilmektedir. Bu kayıtlar sâyesinde 1775-1925 yılları arasında, bir buçuk asrı ihtiva eden süreçte, bir müessese olarak Yenikapı Mevlevîhânesi ve onun etrafında teşekkül eden çevre berraklaştığı gibi, neyzenlerin dergâha giriş çıkışları ve neyzenbaşı atamalarını gözlemek de mümkün oluyor.  Çalışmamızda sadece Yenikapı Mevlevîhânesi’nde görev yapmış neyzenler ele alınmış ve onlara ait çeşitli târih ve kayıtlar birleştirmek sûretiyle, bir kronolojik çerçeve oluşturulmaya çalışılmıştır.

1-Ali Nutkî Dede Meşihatinde (1775-1804 ) Dergâhın Neyzenbaşı ve Neyzenleri

Ebûbekir Dede’nin büyük oğlu, Ali Nutkî Dede 1176/1762 yılında dergâhta dünyaya gelmiştir. İhtifalci Ziyâ Bey’in ifâdesine göre Ebûbekir Dede, kendisine halife olarak büyük oğlu Ali Nutkî Dede’yi seçmiş, onun tahsil ve terbiyesini ise mânevî evlâdı ve kardeşi Ömer Dede’nin oğlu Sahih Ahmet Dede’ye emânet etmiştir. Sahih Ahmet Dede, daha doğmadan ebeveyni tarafından Hazret-i Mevlânâ hizmetine verilmek üzere niyet edilmiş, adanmış bir çocuktur. Nitekim 1742 Regaib gecesi doğan Seyyid Ahmet’in sikkesi, Çelebi Hacı Mehmet Ârif-i Râbi tarafından tekbirlenmiş ve “Derviş Sahih Seyyid Ahmed el-Mevlevî” adıyla gıyâbında duası yapılmış, 22 aylıkken de ilk defa sikke giydirilmiştir. (Sahih Ahmed Dede, 2003:331,332)

Sahih Ahmet Dede, beş yaşından itibâren amcası ve şeyhi Ebûbekir Dede’nin öğrencisi ve dervişi olarak onun yanında yetişmiş, dergâhın hizmetinde olmuştur. Şeyhi ve amcası Ebubekir Dede’nin vefâtında (1775), onun henüz küçük olan çocukları Ali Nutkî, Abdülbâkî Nâsır ve Abdürrahim Dedeleri yetiştiren, onlar büyüyene kadar şeyh nâibliği yapıp tekkeyi çekip çeviren, Tevârihü’l- Mevleviyye’nin yazarı Sahih Ahmet Dede’dir (1742-1813). Defter-i Dervîşan’da her ne kadar şeyh olarak Ali Nutkî Dede görünse de Ebubekir Dede’nin vefâtını takip eden ilk yıllarda ki, bunu ortalama 1775-1885 arası olarak kabul edebiliriz, karşımıza çıkan neyzen ve neyzenbaşıların, Ebubekir Dede zamanından intikal eden veya Sahih Ahmed Dede zamanında dergâhla ilişkilenen mûsıkîşinaslar olduğunu dikkate almak gerekiyor.

Buna göre, Defter-i Dervişân’a yansıyan bilgilerden, Sahih Ahmed Dede’nin vekâleti sırasında Neyzenbaşı Koca Derviş Ömer Dede ve Mûsıkarî Mehmed Dede’nin Yenikapı Mevlevîhânesi’nde bulunduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca meşihat için yetiştirilen bir genç olan Ali Nutkî Dede’nin de bu târihlerde neyzen olarak mukabelelerde ney üflemiş olabileceği de ihtimal dâhilindedir.

Sahih Ahmet Dede’nin bir yandan üzerindeki şeyh nâibliği, dergâhın sevk ve idâresi, dervişlerin eğitimleri ile meşgul olurken, diğer yandan kendisine emânet edilen genç şeyhle özel olarak ilgilendiği anlaşılıyor. Nitekim Ali Nutkî Dede bu eğitim sâyesinde reşit olup, şeyhliğini sürdürdüğü sıralarda, kendisinden; erdemli, hassas ve sanatçı yaradılışlı biri olarak bahsedilmektedir. (M.Ziya, 1911:158) Kemâleddin Dede’nin yazdığı Ali Nutkî Dede biyografisinde, onun çok iyi derecede Arapça ve Farsça bildiğini “Fârisî ve Arabî’de yed-i tûla” ifâdeleriyle vurgulamaktadır. Seçkin şahsiyetini hissettiren Ali Nutkî Dede, yetiştirdiği onlarca insanın yanında en çok, Türk kültür târihinin unutulmaz simâları olan Şeyh Gâlib ve İsmâil Dede’nin mürşîdi olmakla tanınmıştır. Terâcüm-i Ahvâl’de Ali Nutkî Dede’nin neyzen olduğu bilgisine de yer verilmektedir. (Erdoğan, 2008:47)

Ali Nutkî Dede’nin olgunlukla meşihati yürüttüğü yıllarda, Hasan Şumârî, Mehmed Emin Dede ve Abdülbâkî Nâsır Dede, neyzenbaşı olarak dergâhta görev yapmışlardır.

1.1 Mûsıkarî (Neyzenbaşı Çalılı) Mehmet Dede (ö.1213/1798)

Devrinin en büyük neyzenlerinden biri olan Çalılı Mehmet Dede, Kutbu’n-Nâyî Osman Dede gibi, neyzenler için bir ölçü olmuştur. Nitekim Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin ney üfleyişini methedenlerin  “Bu kulunuzun çaldığı Nây gibi Kutb-ı Nâyî değil Çalılı dahî çalamadığı şüphesiz delil gibidir. (Süleyman Fâik Efendi, nr.9577: 189)  demeleri, Çalılı Mehmet Dede’nin ney icrâsında ne büyük bir tesir bıraktığının açık göstergesidir. Defter-i Dervîşan’da “dergâha hücrenişîn olarak gelenler” başlığı altına 1197/1776 târihi ile kaydedilen bir notta, o devirde artık musıkar çalgısı kullanılmadığından, sazında büyük usta, virtüoz manası verilerek,  meşhur masal kuşunu hatırlatan “musıkârî” tabirinin tercih edildiğini zannediyoruz. “Âmeden-i mûsıkarî Derviş Mehmed. Sene 1190/1776” (Defter I:3) Bu zannımızdan hareketle adı Mehmet olan devrin mûsıkarının ancak Çalılı Mehmet olabileceğini ihtimalini değerlendiriyoruz. Öyle olmasa bile Çalılı Dede’nin Galata, Kasımpaşa ve Beşiktaş Mevlevîhanelerindeki usta neyzenbaşılığı ile nam salmazdan önce Yenikapı Mevlevîhanesi’nde hücrenişîn olduğu ve neyzenbaşılık yaptığını düşünmek imkânı da vardır. İleride adını zikredeceğimiz Çalılı Dede’nin değerli öğrencisi ve halefi Neyzen Mehmet Emin Dede de bir teâmül olarak Yenikapı Mevlevîhanesi’nde hücrenişîn olarak kaldıktan sonra Çalılı Dede gibi “dergâh-ı selâse”ye neyzenbaşı olmuştur (Defter I: 71).  Buna göre Çalılı Mehmet Dede üç dergâhın neyzenbaşısı olmazdan evvel, Ebubekir Dede’nin zamanında Yenikapı mevlevîhanesi’nin neyzenbaşılığını yapmış olabileceğini bir ihtimal olarak düşünüyoruz. Ancak bunun için henüz yeterli bir delilin bulunmadığını “Musıkari Derviş Mehmet” söyleyişi üzerinden bizim yakıştırmamız olduğunu söylemeliyiz. 1213/1798 târihinde vefât eden Çalılı Mehmet Dede için Pertev Efendi 8 beyitlik bir târih manzumesi kaleme almıştır. (Özergin, Çağrı, 1971: 15)  İsmail Hakkı Bey koleksiyonunda Çalılı Dede’ye ait bir rast Murassâ Peşrevi’nin mevcûdiyetinden de bahsedilmektedir. (Öztuna II, 1990:38).

 

1.2 Neyzenbaşı Koca Derviş Ömer/ Ak Molla (ö.1191/1777)

Ali Nutkî Dede’nin şeyhliği sırasında dergâha hücrenişîn olarak gelenlerin târihleri arasında “Âmeden-i Koca Derviş Ömer sene 1191/1777” kaydına rastlıyoruz. Sonradan Filibe şeyhi olan oğlu neyzen Hasan Şumârî Dede’den “neyzenbaşı-zâde” diye bahsedilmesi Ömer Dede’nin neyzenbaşı olduğunu kanıtlıyor (Defter I: 3). Ömer Dede’nin dergâha geldiğinde yaşlı ve zaten yetişmiş bir neyzen olduğu “Koca” ve “neyzen” ifâdelerinden anlaşılıyor. Süleyman Fâik Efendi Mecmuası’nda verilen bilgilerden ise, Koca Derviş Ömer’in Ak Molla olarak tanınan bir mûsıkîşinas olduğu görülmektedir: “Eyüp’te Şeyh Murâd-ı Nakşibendî tekyesi kapısının karşısında kain mekabir-i müslimînde medfûn olan Ak Molla demekle maruf Ömer Efendi, hattat-ı benâm ve fenn-i mûsıkîde imâm idi… her seher ney ile yarım saat mikdarı dem üfleyip tamam demini doldurduktan sonra evç makamında el-yevm maruf olduğu vechile ney ile es-salât vermek âdeti imiş.” Yenikapı Mevlevîhanesi mûsıkî çevresine dâhil olan kudümzen, bestekâr, şâir, Hâfız Şeydâ Dede’ye (ö.1800), Derviş Ömer’in Kandilli Selimpaşa imamı namıyla tanınan bir öğrencisini dinletmişler. Onun Ak Molla’nın öğrencisi olduğunu daha söylemeden tavrından tanıyarak “…bir vâfir ağladı. Badehu Ak Molla’nın evsâfına sürû’ ile hünerini ve mutasavvıfa’dan olduğunu nakleyledi.” Faik Efendi Ak Molla Ömer Efendi’nin vefâtını 1777 olarak göstermektedir. (Süleyman Fâik Efendi, nr.9577: 40) Buna göre Koca derviş Ömer, vefâtına yakın bir târihte dergâha hücrenişin olarak geldiğini ve zikredilen târihte yaşının ileriliği olduğu ve dolayısıyla muhtemelen Ebûbekir Dede zamanının neyzenbaşılarından olduğu sonucuna varılmaktadır. Ak Molla Derviş Ömer’in neyzenliğinin yanı sıra, nesih ve sülûs yazılarında öğrenciler yetiştirmiş değerli hattatlarımızdan olması da dikkate değer bir konu ve ipucu olarak değerlendirilmelidir (M.Serin, 2009:38).

1.3. Neyzenbaşı Hasan Şumârî Dede (ö.1224/1809)

İstanbul’da doğan Hasan Dede, Neyzenbaşı Koca Derviş Ömer’in oğludur. Mevlevîliğe Konya dergâhında intisâp etmiş, çilesini orada tamamlamıştır. Daha sonra İstanbul’a dönerek neyzenbaşılık göreviyle Yenikapı dergâhında ikamet etmiş ve 1204/1789 târihine kadar dergâhın neyzenbaşısı olmuştur (Defter I:3). 1789’da Filibe şeyhi olarak atanmış 1224/1809’da Filibe’de Filibe şeyhliğini yürütmekte iken vefât etmiştir (Defter I: 54).

1.4. Neyzenbaşı Mehmet Emin Dede (ö.1227/1812)

Beşiktaş Mevlevîhânesi neyzenbaşısı Ali Dede’nin oğludur. Galata Mevlevîhânesi şeyhi Selim Dede’ye intisâb ederek çileye girmiş (Defter I: 71), daha sonra Yenikapı Mevlevîhanesi’ne gelerek burada hücrenişîn olmuştur. Ali Nutkî Dede’nin ifâdelerinden, Mehmet Emin Dede’nin 1204-1213/1789-1798 târihleri arasında Yenikapı dergâhında bulunduğu anlaşılıyor. Nitekim 1213/1798’de hocası Çalılı Dede’nin vefâtı üzerine onun yerine Galata, Beşiktaş ve Kasımpaşa Mevlevîhânelerinde neyzenbaşı olarak görevi devralmıştır (Defter I:3, 71).

Büyük ney ustası Çalılı Dede’nin ustalığını devralan öğrencisi Mehmet Emin Dede için Süleyman Fâik Efendi şunları söylemektedir. “…Çalılı Derviş Mehmet’in hayatında, bunun adîli gelmez derler idi. Maa-hâzâ o târihte hânende olan Derviş Emin ve Derviş Said neyde Çalılı’dan aşağı değiller idi.” (S.Fâik Efendi, nr.9577: 43) Emin Dede 1227/1812’de Kasımpaşa Mevlevîhanesi’ndeki hücresinde vefât ederek buraya defnedilmiştir (S.Fâik Efendi, nr.9577: 71).

1.5. Neyzenbaşı Abdülbâkî Nâsır Dede (1765-1821)

Bütün hayâtı Yenikapı Mevlevîhânesi’nde geçen Abdülbâkî Nâsır Dede’nin dergâhtaki ilk önemli görevlerinden biri, ağabeyi Ali Nutkî Dede’nin şeyhliği esnâsındaki neyzenbaşılığıdır (Hüseyin Vassaf, nr.2309: 206). Onu neyzenliğe hazırlayan hocasının kim olduğunu belki açıkça bilmiyoruz. Fakat Yenikapı Mevlevîhânesi’nde görev yapan, hücre sahibi neyzen dedeler arasındaki Çalılı Mehmet Dede, Mehmet Emin Dede gibi târihe mal olmuş usta neyzenlerden yararlandığı ihtimaldir. Yazdığı nazariyat kitabında perdeleri ve onların elde edilişini hep ney’e göre tasvir etmekte, yazdığı eserlerin sayfa boşluklarına ney şemaları çizmekten geri durmamaktadır. Onun müzisyen dünyâsında neyin çok önemli bir yer işgal ettiğini görmemek imkânsız. Tahrîr u Tahririyye’nin sayfa boşluklarından birine iliştirdiği bir beyt şöyledir:

“Ney değil neyzen değil nâyı nâlân eyleyen

 Aşktır Molla-i Rûm’un nâmı nâlân eyleyen” (Tahririyye, nr. 1242/2: 20-b)

Onun nazariyatçı olarak müziği kavrayışı ve besteciliği, zamanla neyzenliğinin önüne geçmiştir. Bununla birlikte XIX.yüzyıl neyzenleri arasında isminden de söz ettirmektedir (Ergun II, 1943: 637).  Onun dergâhtaki neyzenbaşılığının, Mehmet Emin Dede’nin görevinden hemen sonraki dönemde olduğunu tahmin ediyoruz. Çünkü 1797’ye kadar eserlerini vermiş ve artık usta kıvamını bulmuş bir müzisyen tipi çiziyor. Bu yüzden Mehmet Emin Dede’nin 1798’de Galata Mevlevîhânesi’ne tâyini ile boşalan neyzenbaşılığı üç yıl kadar bir süreyle üstlendiği tahmin edilebilir. Mevlevîhânelerin belli kuralları içinde, dergâhta neyzenbaşı, kudûmzenbaşı gibi üstad mûsıkîşinas olarak vazîfe yapanlar, haftanın belli günlerinde kabiliyetli dervişleri yetiştirmeye çalıştıklarını biliyoruz. Bu bakımdan Abdülbâkî Dede’nin belki daha çok mûsıkî öğretimiyle meşgul olduğu düşünülebilir. Nitekim Hammâmîzâde İsmâil Dede’ye bir süre ney meşkettiği kaynaklarda yazılıdır (Rauf Yektâ, 1341: 133). 

2.Abdülbâkî Nâsır Dede Meşihatinde (1804-1821) Dergâhın Neyzenbaşı ve Neyzenleri

Yenikapı Mevlevîhânesi’nin yirmi yıla yaklaşan bir süre ile meşihatini üstlenen Abdülbâkî Dede’nin zamanında yapılan neyzenbaşı atamaları, Defter-i Dervîşan’da açık ve anlaşılır şekilde takip edilebilmektedir. Buna göre sırasıyla Mücellid Mustafa Dede, iki defa atanan Tarikatçı Mehmed Dede ile bu atamaların arasında yer aldığını tahmin ettiğimiz Ali Bey Dede, Rebâbî Ali Dede ve Edirneli Hüsnü Dede, Yenikapı Mevlevîhânesi’nin neyzenbaşıları olarak tespit edilebilmektedir.

3.1.Neyzenbaşı Mücellid Mustafa Dede (ö.1223/ö.1808)

Ali Nutkî Dede’nin dervişlerinden olan Mustafa Dede’nin çileye giriş târihi, semâ meşketmesi, çilesini tamamlaması ayrı ayrı kaydedilmiştir 1219/1804 târihinde Abdülbakî Dede tarafından Yenikapı Mevlevîhânesi neyzenbaşılığına getirilmiş, bu görevi dört yıl sürdükten sonra (ö.1223/ö.1808) târihinde vefât etmiştir. Abdülbakî Dede onun vefâtına düştüğü notun sonuna “merhum hezarfen bir kimse idi” demektedir (Defter I: 5, 7, 8).

 

3.2.Neyzenbaşı Tarikatçı Mehmet Dede (ö.1229/ö.1813)

Tarikatçı Mehmet Dede, Yenikapı Mevlevîhânesi şeyhleri Ali Nutkî, Abdülbâkî Nâsır ve Abdürrahim Künhî Dedelerin amcaları Osman Dede’nin oğludur. Hakkındaki en eski kayıt Ali Nutkî Dede zamanında (1192/1778) semâ ederek mukabeleye çıkmasıdır (Defter I: 7). Ancak 1198/1783 yılında “küçüklerin hücreye çıkışı” başlığı altında kendisinden bahsedilmesi, henüz o târihlerde çocuk yaşlarda bulunduğunu göstermektedir (Defter I: 9). Ali Nutkî Dede’nin dervişi olarak 1205/1790 ve 1210/1795 târihlerinde iki defa çile tamamladığına dair not düşülmüştür (Defter I: 5,8). 1214/1799 vakalarının kaydedildiği kısımda Tarikatçı Dede için hâne inşâsına başlandığı yolunda bir habere de yer verilmektedir. (Defter I: 12).

Tekke adâbının içine doğan Mehmet Dede’ye başlangıçtan itibâren “Tarikatçı” denilmesi dikkat çekicidir. Bilindiği gibi Konya’da Mevlevîliği Çelebi temsil eder. Fakat dervişleri yetiştiren ve bu suretle manevî riyaseti temsil eden kişi ser-tarik veya tarikatçı adıyla anılır. Diğer tekkelerde bu görevi üstlenenler ser-tabbah da denilen aşçı dedelerdir (Top, 2009: 40). Mehmet Dede’ye Tarikatçı denilmesi, daha küçüklüğünden itibâren kendisinde fark edilen bir cevher ve yeteneğin adlandırılması gibi duruyor. Annesi Mevlevî dervişlerinden Rukiye Hanım’ın, “Molla” lakabıyla tanınmasından, devrin tahsil görmüş kadınlarından olduğuna bakılırsa (Defter I: 25), Mehmet Dede’nin eğitimine ortalamanın üzerinde özen gösterildiği anlaşılabilir.

Türk müziğinin değerli bestekârı Hamâmizade İsmail Dede’nin saraya, III. Selim’in huzûruna davet edildiği rivâyetinin aslı, Şeyh Ali Nutkî Dede’nin notlarıyla belgelenmiş oluyor. 1215/1800 vakaları arasında yer alan kayıtta Derviş İsmâil’in zannedildiği gibi III. Selim huzûruna yalnız değil, Tarikatçı Mehmet ile birlikte çıktığı ve 130’ar kuruş atiyye aldıkları ifâde edilmektedir (Defter I: 16) Tarikatçı Derviş Mehmet’in Derviş İsmail’le birlikte hareket etmesinde, ikisinin de aynı manaya, dergâha ve şeyhe bağlılıkları, anlaşmış iyi birer müzisyen oluşları, muhtemelen yaşlarının birbirine yakınlığı ve fakat kıdemli bir derviş olarak Tarikatçı Mehmet’in “Tarikatçı” vasfına uygun şekilde tarikatın icap ettirdiği ruh inzibâtını telkin etmekten geri durmayan bir yoldaş olarak seçildiğini tahmin etmek de zor değildir.

1216/1801 yılında Tarikatçı’nın Konya’ya gittiği kaydedilmiştir. Bu gidişi, Mevlevîlerce “seyahat” denilen ayrı bir kavram içinde değerlendirmek gerekiyor. Çünkü seyahatler genellikle kusur veya anlaşmazlık yüzünden cereyan ediyor. Fakat derviş Konya’ya gidiyorsa kendisini haklı görüyor demektir. Bu durumda Konya’da Tarikatçı tarafından misafir edilir, konunun hal yolu araştırılır (Top, 2009: 41). Bizim zannımız, Tarikatçı Dede’nin, İsmail Dede’yle birlikte huzûra çıkışıyla birlikte, Saray’ın İsmâil Dede gibi Tarikatçıya da Enderun’a gelmesi için talepte bulunmuş olabileceği yönündedir. Tarikatçı Dede bu talebe karşı bir eğilim göstermiş de olabilir. Halbuki Ali Nutkî Dede’nin sarayı ve şâşâyı kaale almayan, dervişliği ve derviş hayatını her şeyin üstünde tutan yaklaşımı, kardeşi Abdürrahim Künhî Dede’nin saraya olan ilgisine karşı gösterdiği şiddetli tutumun izleri kaynaklara yansımıştır. Hatta bu tutumun Künhî Dede’yi nefsine galip gelme yolunda cezbeye soktuğu da ifâde edilir (Esrar Dede, nr.756: 343). Nitekim Tarikatçı Dede’nin Saraya ve sonra Konya’ya gidişinin birbirine yakın  zamanlarda cereyân etmesi, bu düşüncemize sebep oluyor.

Dergâhın neyzenbaşısı Mücellit Mustafa Dede’nin 1223/1808 târihindeki vefâtıyla Tarikatçı Mehmet Dede neyzenbaşı olarak Yenikapı Mevlevîhanesi’ne atanmıştır (Defter I: 49). İki yıl sonra 1225/1810 yılında “Amm-i zâde Derviş Mehmet’i yine neyzenbaşı eylediğimiz” şeklinde bir görevlendirme notu daha görüyoruz (Defter I: 50). İki ayrı neyzenbaşılık atamasının arasında kısa süreli de olsa, ister istemez bir başka neyzenbaşının görev yaptığı anlaşılıyor. Bu neyzenbaşı Ali Bey Dede olmalıdır. Suphi Ezgi’nin Necip Paşa koleksiyonundaki Ali Bey Dede’ye ait mecmuanın mühründen hareketle “1223/1808 yıllarında İstanbul’daki bir Mevlevîhâne’de neyzenbaşı” (Ezgi I, 1933:69, 70)  demesi, bu ihtimali güçlendiriyor. Ali Bey Dede’nin Yenikapı’daki kısa neyzenbaşılığı, Tarikatçı Dede’nin ikinci defa atanmasının da mantıklı bir gerekçesi bulunduğunu bize göstermiş oluyor. Tarikatçı Mehmet Dede ikinci atanışından vefâtına kadar 4 yıl daha Yenikapı Mevlevîhânesi’nin neyzenbaşısı olmuştur. Abdülbâki Nâsır Dede, “Merhum derviş Mehmet iyi neyzen idi. Hâmuşânda Seyyid Osman Dede’nin yanında medfundur” diyerek vefât târihini 1229/1813 olarak vermektedir (Defter II: 39-b).

Neyzenbaşı Mehmet Dede’nin Mehmet Salih, Mehmet Emin ve Hüseyin İzzet adında üç oğlu olmuş fakat ikisini kaybetmiştir. Babasının vefâtıyla 3 yaşında yetim kalan oğlu Hüseyin İzzet’in arakiye ve sikke giyişi, sünneti gibi haberleri yine Defter-i Dervîşân’dan takip edebiliyoruz (Defter I: 28, 44,45).

3.3.Neyzenbaşı Ali Bey Dede (ö.1245/1829)

Defter-i Dervîşân’da Ali Nutkî Dede zamanında (1213/1798) târihinde arakiye giyen muhibban arasında Ali Bey Dede’nin adı da kaydedilmiştir (Defter I: 10). Suphi Ezgi, Türk müziğinin önemli nota koleksiyonerlerinden Necip Paşa’nın kütüphânesinde işâretsiz Hamparsum notasıyla yazılmış, saz eserlerinden oluşan bir mecmua gördüğünü ifâde etmektedir. Eserdeki mühre bakarak “…1223/1808 târihlerinde İstanbul’da bir Mevlevîhânede Ser nâyî olduğu…anlaşılmıştır.” (Ezgi I, 1933: 69.70) dediği Ali Bey Dede, söz konusu mecmuanın sâhibidir. Konservatuar Tasnif Heyeti’nin bir başka kayıttan hareketle, Ali Dede’nin “1231/1815 târihinde Kulekapısı Mevlevîhânesi nenzenbaşısı” (Mevlevî Âyinleri, C.VIII: 378) olduğunu bildiren notu da önemlidir. Nitekim bu bilgi, Defter-i Dervîşan’ın onun neyzenbaşılığını haber veren ifâdeleri ile doğru bir târihlemeye kavuşmuş oluyor. “Neyzenbaşı şüden Derviş Ali Bey be-dergâh-ı Galata, Kasımpaşa ve Beşiktaş, sene 1227/1812 fi Zi’l-hicce. Derviş Ali Bey, Çalılı derviş Mehmet gibi ve derviş Emin gibi dergâh-ı selâseye neyzenbaşı olmuştur.” (Defter I:71).

Tarikatçı Mehmet Dede’nin 1808 ve 1810 târihinde iki defa ayrı ayrı neyzenbaşı olarak atanmasının sebebi de bilgiler birleştirildiğinde açığa çıkıyor. Buna göre Neyzenbaşı Ali Bey Dede, 1808-1810 yılları arasında Yenikapı Mevlevîhanesi’nde neyzenbaşılık yapmış, 1812 târihinde de Galata-Kasımpaşa ve Beşiktaş Mevlevîhânelerinin neyzenbaşılığına geçerek vefâtına yakın (1245/1829) târihlere kadar bu görevi sürdürmüştür. Ancak kayıtlardan vefâtına yakın zamanlarda sadece Beşiktaş Mevlevîhânesi’nin neyzenbaşılığını yürüttüğü anlaşılan Ali Bey Dede, dergâha yakın bulunan evinde 1245/1829 târihinde vefât edip, Yahyâ Efendi türbesi yakınındaki aile kabristanına defnedilmiştir. Kendisinden “Bey” diye söz edilmesi seçkin bir aileye mensup olduğunu göstermektedir.

Suphi Ezgi, “Te’lif ettiği bir hayli peşrev ve saz semâîlerinden en güzeli olan Uzzâl semâisinin kendisine mahsus bir ikaı vardır” diyerek Ali Bey Dede’nin besteciliği üzerinde de durmaktadır (Ezgi I, 1933:70).

3.4.Neyzenbaşı Rebâbî Mehmet Ali Dede (1236/1820)

Mehmet Ali Dede, Rebâbî Mehmet Dede’nin oğludur. Ondan rebab meşkederek yetiştiği anlaşılıyor. Nutkî Dede zamanında 1215/1800 çilegüzîn olmuş (Defter I.5), 1216/1801 târihinde semâ meşkederek mukabeleye çıkmış, 1218/1803’te çilesini tamamlayarak hücrenişîn olmuştur (Defter I: 5, 7, 8). Hakkındaki bütün kayıtlarda rebâbîliğine vurgu yapılan Mehmet Ali Dede’nin neyzenliğine sadece neyzenbaşı tayin edildiği 1229/1813 târihli notta ve Hünkârbeğendi Seyyid Ömer Efendi’nin kızı olan eşi Zehra Fatma Hanım’ın vefâtını bildiren 1232/1816 târihli bir kayıtta tesadüf ediyoruz. “…hâlen neyzenbaşı Seyyid Ali Dede” (Defter II: 53-a). Mehmet Ali Dede’ye 1221/1806 târihinde neyzenbaşılığına ilâveten meydancılık görevini de üstlenmiştir (Defter I:49). Neyzenbaşı rebâbî Ali Dede’nin vefât kaydında, vefâtına yakın dergâhtan ayrıldığı, “Bezirgân Odaları” diye anılan mahaldeki evinde vefât ederek hâmuşâna defnolduğu bilgisine rastlıyoruz. Kendisinden sonraki neyzenbaşının 1234/1818’de atandığına bakılırsa Ali Dede’nin vefâtından iki sene önce neyzenbaşılığı bıraktığı anlaşılıyor (Defter II: 30-a).

3.5.Neyzenbaşı Edirneli Hacı Hüsnü Dede (ö.1865)

Yenikapı Mevlevîhânesi’nin Mehmet Ali Dede’den sonraki neyzenbaşısı 1234/1818 târihi itibâriyle Edirneli Hüsnü Dede olmuştur (Defter II: 30-a).  Hüsnü Dede’yle ilgili ilk kayıt ona “müezzn-i sânî”lik görevinin verildiği 1232/1816 târihli kayıttır. Müezzinlik görevinden onun güzel bir sese ve üslûba sahip olduğunu tahmin ediyoruz. Müezzinliği yanında kendisine arka arkaya tevdî edilen görevler, onun becerikli ve kolaylıkla temayüz eden bir şahsiyete sahip olduğunu da göstermektedir. Sırasıyla 1232/1818’da “Müezzin-i sânî”; 1233/1817’de dergâhta “Çağrubkeş” ve “Çınaraltı’nda Çağrubkeş; Nâilî Paşa-zâde Türbesi’ne “Türbedâr”; 1234/1818’de “Neyzenbaşı”; “Türbedâr” ve “İmam” olmuştur (Defter II: 29-b, 30-a).

Edirneli Hüsnü Dede’nin sonradan Eskişehir Mevlevîhânesi’ne tayin edilmiş olabileceği konusundaki kuvvetli tahminimizi de buraya eklemek isteriz. Konya Mevlana müzesi Arşivi’ndeki bir kaynaktan hareketle Eskişehir Mevlevîhânesi Şeyhi olduğu belirlenen şahıs Çürükoğlu Hacı Hafız Hüseyin Hüsnü Dede’dir. Vefât târihi 1865’tir. Mevlevîhânenin yakınına kendi adına Çürükoğlu Medresesi diye anılan fakat bugün mevcut olmayan bir medrese de yaptırmıştır. Onun oğlu Hasan Hüsnü Dede (1831-1908) de Yenikapı dergâhında Osman Selahattin Dede yanında yetişmiş ve Eskişehir Mevlevîhânesi şeyhliğine atanmıştır. Osman Selâhattin Dede’nin cenâze namazını kıldıran kişi de yine bu zattır. Onun da oğlu Mehmet Ali Şemseddin Dede (ö.1915)  Mevlevi taburunda Abdülbakî Baykara ile birlikte olduğu ve bu vazife sırasında Şam’da vefât ettiği bildirilmektedir. (http://www.eskisehirMevlevîhânesi.org/id57.html, Erişim:2.3.2018). Yukarıdaki bilgiler ve ilişkiler göz önüne alındığında, Abdülbâkî Nâsır Dede’nin, çeşitli görevler verdiği zâhidane görünüşlü Mevlevî dervişinin, Nâsır Dede’nin vefâtını takip eden yıllarda Eskişehir’e atanan Hacı Hafız Hüseyin Hüsnü Dede olduğu anlaşılıyor.

3.Hüseyin Recep Hüsnü Dede Meşihatinde (1821-1829) Dergâhın Neyzenbaşı ve Neyzenleri;

Hüseyin Receb Dede, Abdülbâkî Dede’den sonra bir müddet posta oturmuş fakat kısa bir süre sonra 1829 da veremden vefât etmiştir (İhtifalci Ziya, 1911: 159). Onun şeyhliğinin arifesinde ü Sâlih Efendi’nin adı muhibbandan bir neyzen olarak Defter-i Dervişan’da geçmektedir.

 

3.1.Neyzen Sâlih Efendi

Abdülbâkî Nâsır Dede’nin kendi zamanına ait notlarında adı geçen Neyzen Sâlih Efendi, 1234/1818 târihi itibariyle sikke ve arakiyye giyen muhibban arasında zikredilmekte, mukabele kalemi kâtiplerinden olduğu ifâde edilmektedir (Defter II: 22-b). Dergâhta görev aldığına dâir herhangi bir kayıt olmamakla birlikte, Recep Hüsnü Dede’nin şeyhliği zamanında Yenikapı Mevlevîhânesi’yle ilişkili bir isim olması dolayısıyla Neyzen Sâlih Efendi’yi zikretmiş oluyoruz.

4.Abdürrahim Künhî Dede Meşihatinde (1829-1831) Dergâhın Neyzenbaşı ve Neyzenleri;

Abdülbâki Nâsır Dede’nin 1183/1769 yılında doğan dört yaş küçük kardeşi Abdürrahim Künhî Dede de, ağabeyi gibi III. Selim- II.Mahmut devrinin önemli bestecileri arasındadır. Bestekâr ve mûsıkîşinas kimliğiyle öne çıkan Abdürrahim Dede. Şiirlerinde Künhî mahlasını kullanması dolayısıyla Künhî Dede olarak da tanınmaktadır. Babaları Ebûbekir Dede’nin vefâtında henüz altı yaşında olan Abdürrahim Künhî’nin, tahsili ve Mevlevî âdâbına uygun yetişmesi, amcası Ömer Dede’nin oğlu Sahih Ahmet Dede ve kendisinden yedi yaş büyük ağabeyi Ali Nutkî Dede’nin himâyelerinde mümkün olmuştur. Semâ meşki, mukabeleye katılma ve çilesini tamamlaması, ağabeyi ve şeyhi Ali Nutkî Dede zamanındadır. Tasavvuf, edebiyat ve mûsıkî alanında bilgisini arttırmıştır.

Kaynaklar Künhî Dede’nin mûsıkîdeki ustalığından “fenn-i mûsıkîde ikinci Fârâbî” diyecek kadar övgüyle söz etmekte, aynı zamanda etkili ve güzel bir sesi olduğu söylemektedir. Nitekim devrin tanığı Esrâr Dede onun için; “El’ân hangâh-ı merkûmda kudümzen başı olub, enfâs-ı azîzesi hayatbahş-ı kulûb-i âşıkân ve âvâzı letâif-i ruhefzây-ı sâdıkân ve ârifândır.” diyor. Abdürrahim Dede üstün müzik yeteneği sebebiyle dikkat çekerek III. Selim tarafından Enderûn-i Hümayun’a alınmak istenmiş, Esrar Dede’nin ifâdesine göre; Künhî Dede de kalben bu isteğe meyletmiştir. Bir aynü’l-cem*  esnâsında, mürşîdi ve ağabeyi Ali Nutkî Dede’nin, (dergâhta olup bitenlerin tanığı Esrar Dede’nin orijinal ifâdesiyle) “nazar-ı gavsâne atfiyle kendisini deryâ-i istiğrak ve hayrete ilka’ buyurarak müşârun ileyhi o vartadan kurtardıklarını” naklediliyor. Defter-i Dervîşân‘da 1800 yılı olayları arasında yer alan “Şeyh Abdürrahim’e gelen atiyye-i Hümâyûn 30 kuruş” şeklindeki kayıt, Abdürrahim Dede’nin gerçekten de saray tarafından dikkat çektiğini göstermektedir. Abdürrahim Künhî Dede, Ali Nutkî Dede’nin şeyhliğinden itibâren, Yenikapı Mevlevîhânesinin kudümzenbaşılığını yapmış, birçok öğrenci yetiştirmiştir. Galata Mevlevîhânesi kudümzenbaşısı Mehmet Dede, yine onun öğrencileri arasındadır. Mehmet Dede vasıtasıyla III. Selim’in musahiblerinden bestekâr Seyyid Ahmet Ağa’ya ders verdiği de biliniyor. Künhî Dede’nin saray tarafından dikkat çekmesinde Ahmet Ağa’nın aracı bir rol üstlendiği düşünülebilir. (F.Başer, 2013:34)

Bugün elimizde Abdürrahim Künhî Dede’nin yalnız Hicaz Makamındaki Mevlevî Âyin’i mevcuttur. 1790 yılında bestelenen ve ilk defa Yenikapı Mevlevîhânesi’nde okunmuştur. Künhî Dede’nin unutulduğu ifâde edilen bir de Nühüft Âyininden de söz ediliyor. Abdülbâki Nâsır Dede Tedkîk u Tahkîk isimli eserinde, kardeşi Abdürrahim Dede’nin Anberefşân isimli bir terkip meydana getirdiğini söyleyerek açıklamasını vermektedir. Yerinde Nihâvend makamına Yegâh perdesinde karar veren Bûselik çeşnisinin eklenmesiyle oluşturulmuş bu terkiple Künhî Dede, bir peşrev ve saz semâisi de bestelemiştir. Ancak, söz konusu bileşimin maalesef hemen bir nesil sonra unutulduğu Hâşim Bey’in (1815-1868) Edvârı’ndan anlaşılmaktadır.

Abdürrahim Dede Cezbeli kişiliği ile tanınmış bir şahsiyettir. Nitekim ağabeyi Nâsır Dede’nin vefâtından hemen sonra şeyh tayin edilmeyişi onun bu cezbeli tabiatına bağlanmaktadır. Onun şeyhliği Abdülbâki Nâsır Dede’nin oğlu Şeyh Receb Hüseyin Hüsnü Dede’nin vefâtından sonra gerçekleşmiştir. Mehmet Said Hemdem Çelebi tarafından 1830 da Yenikapı Mevlevîhânesi’nin şeyhliğine atanmış, bir yıl kadar bu görevi sürdürdükten sonra 1831 de vefât ederek dergâh haziresine defnedilmiştir. (Başer, 2013:34-36) Kısa süren şeyhliği sırasında dergahın neyzenbaşılık makamına herhangi bir görevlendirme yaptığına dair bir bilgi bulunmadığına bakarak, önceki neyzenbaşının görevini, onun şeyhliği zamanında da sürdürdüğünü düşünebiliriz. Anca onun seçkin mûsıkîşinas profilinin dergâhın atmosferine yansımış olacağı da tahmin edilebilir. Onun meşihati sırasında Mûsâ Dede’nin dergâhta neyzen veya neyzenbaşı olabileceğini tahmin edilir.

4.1.Neyzen Mûsâ Dede (XIX.yy)

Yenikapı Mevlevîhânesi’nde görev yapmış XIX. Yüzyılın ney ustaları arasında adı geçen Mûsâ Dede’nin neyzenbaşı olduğuna dair bir ifâdeye rastlamadığımız için başlığımızda da neyzen olarak kaydettik.  Ergun onu, XIX. Yüzyılın en tanınmış neyzenlerinden biri olarak zikretmektedir. Musâ Dede neyzenliği yanında dinî musıki sahasındaki besteleriyle de dikkat çekmektedir. Güfte ve bestesi kendisine ait dügâh makamındaki bir mevlüt tevşihinin notası mevcutur. Ergun, Mevlevî şâirleri arasında divan edebiyâtı tarzının dışına çıkan iki istisnâ şâir olarak Âdem Dede ile Neyzen Mûsâ Dede’yi göstermektedir (S.N.Ergun, 1843: 120, 302, 512). Neyde ve mûsıkîde yetiştirdiği en önemli öğrencisi Osman Selâhattin Dede’ye intisap etmiş olan neyzen, durakçı, zâkir Behlül Efendi’dir (ö.1885) (İbnülemin,1958:104). Behlül Efendi’nin, Mûsâ Dede’nin öğrencisi olduğuna bakarak onun Abdürrahim Künhî ve Osman Selahattin Dede’nin zamanında Yenikapı Mevlevîhânesi’nde neyzen veya neyzenbaşı olduğuna rahatlıkla hükmedilebilir.   

 

5.Osman Selâhattin Dede Meşihatinde (1831-1887) Dergâhın Neyzenbaşıları ve Neyzenleri:

Şeyh Abdülbâki Nâsır Dede’nin küçük oğlu Osman Selâhattin Dede henüz beş aylıkken sikkesi tekbirlenerek Mevlevîliğe dahil edilmiş ve o şuurla yetiştirilmiştir. Amcası Abdürrahim Künhî Dede’nin vefâtında henüz on bir yaşındayken Mevlevîhânenin meşihati kendisine tevdi edilmiş, reşit olup olgunlaşıncaya kadar dergâha Aşçıbaşı Mehmed Sâdık Dede Şeyh nâibi olarak vekâlet etmiştir. Bu vekâlet yıllarını 1831-1841 arasında ortalama on yıl olarak tahmin etmek mümkündür. Selâhattin Dede, 1865 târihinden itibâren dergahta Mesnevî okutmaya başladığını biliyoruz. Nitekim devrinin önemli Mesnevîhanlarındandır. 1882 den itibâren sağlık şartları sebebiyle köşesine çekilmiş, bundan dört yıl sonra da dâmadı Neyzen Hüseyin Fahreddin Dede’nin yanında Bahâriye Mevlevîhânesi’nde vefât etmiştir. (İ.Ziya, 1911: 170)

Onun şeyhliği sırasında neyzenbaşılık makamını uzun yıllar, ablası Ayşe Sıdıka Hanım’ın (d.1812) Râhatü’l-ervâh Âyîni bestecisi Ahmet Hüsamettin Dede’den torunu Cemâlettin Dede üstlenmiştir. (Başer, 2013:48) Dergahın neyzenleri arasında neyzen Mûsâ Dede’nin varlığı da söz konusudur.

5.1.Neyzenbaşı Cemâleddin/Cemâl Dede (ö.1317/1899)

Neyzenbaşı Cemâleddin Dede, Şeyh Abdülbâkî Nâsır Dede’nin kızı Ayşe Sıdıka Hanım (d.1812) ile dergâh hücrenişinlerinden Hacı Mehmet Ârif Dede’nin evliliklerinden (1838) dünyaya gelen Râhatü’l-ervâh Âyîni bestecisi Ahmet Hüsamettin Dede’nin oğludur (Başer, 2013:48). Defter-i Dervîşân’dan Yenikapı Mevlevîhânesi’nin neyzenbaşısı olduğunu ve vefât târihi öğreniyoruz (Defter II: 71-a).

Ergun, Cemâleddin Dede’nin (d.1277/1860) mûsıkî, edebiyat ve tasavvufa yöneldiğini, Farsçayı meşhur Mesnevîhan Selânikli Esad Dede’den öğrendiğini söylemektedir. Ney’de üstâdı, Bahâriye Mevlevîhânesi şeyhi Hüseyin Fahreddin Dede’dir. Kaynaklarda Fahrettin Dede’nin yetiştirdiği en önemli iki neyzenden bahsedilmektedir. Bunlar Cemal Dede ile Nûrullah Kılıç’tır (Fahrettin Dede, 1948:19).

Cemâleddin Dede, uzun yıllar Yenikapı Mevlevîhanesi’ndeki neyzenbaşılık görevinden sonra 1317/1899 da vefât etmiştir. Vefâtına düşürülen târihler arasında, Ahmet Remzi Dede’nin farsça ve İsmet Bey’in şu târihi bulunmaktadır.

“Şeyh Nâsır Dede ahfâd-ı îrâmından olup

Hizmet eyler idi ihlâs ile bu dergâha

Çekti gülbang-i niyâzı dedi İsmet târih

Vardı Nâyzenbaşı Derviş Cemâlullâh’a” (S.N.Ergun,1943:511,512)

Cemâleddin Dede’nin neyde yetiştirdikleri arasında, daha sonra Yenikapı Mevlevîhânesi’ne neyzenbaşı olan Rauf Yektâ Bey (1871-1935) ile Galata Neyzenbaşısı Hakkı Dede’nin (1918) adı geçmektedir. Ayrıca Fahreddin Dede’ye yetişen ve öğrencisi olan neyzen Nûrullah Kılıç’ın, Cemâl Dede’den de istifâdeler sağladığı ve bu sebeple birçok yerde öğrencisi olarak anıldığı görülmektedir.

5.1.1.Neyzen Ali Rızâ Bey

Osman Selâhattin Dede’nin meşihati döneminde, Yenikapı Mevlevîhânesi neyzenlerinden biri de Neyzen Ali Rızâ Bey’dir. Ailesi aslen Giresun Görele ilçesine bağlı Dayı Köyü’nün tanınmış ailelerinden ve Dayılı Köyü Medresesi hocalarından İmamzâde Ömer Efendi’ye uzanmaktadır. Babası Telgraf Posta Nâzırı Hasan Âli Efendi, annesi Safiye Hanım’dır. Ali Rıza Bey’in Maliye memurluğu ve Telgraf müfettişliği yaptığı, oğlu eski Milli Eğitim Bakanlarından Hasan Ali Yücel’in (1887-1961) biyografisinden öğrenilmektedir. Neyzen Ali Rıza Bey, III. Selim dönemi kaptanlarından İsmail Tosun Ağa’nın neslinden Neyire Hanım’la iyi bir evlilik de yapmıştır. Ancak evliliklerinin ilk yıllarından itibâren bazı mâlî zorluklar geçirdikleri ve eski aile verâsetinin imkânlarıyla ayakta durmaya çalıştıkları şu verilen bilgilerden anlaşılmaktadır. “Evlenmelerinden üç yıl sonra Hasan-Âli dünyaya gelir. Hem tek çocuk olarak, hem de hayli geniş bir aile ortamında büyür. Ne var ki, bir süre sonra baba Ali Rıza Bey; iş ortamının sorunları nedeniyle sık sık görevinden istifa eder; aile, değerli eşyaların satılmasmı gerektirecek kadar sıkıntılı günler yaşar.” (http://www.meb.gov.tr/meb/hasanali/hayati/halibiyografi.htm erişim:4.3.2018)

İbnülemin, Ali Rıza Bey’in iyi ney çaldığını ve Yenikapı Mevlevîhânesi neyzenlerinden olduğunu söylemekte ve ağabeyi Udî İzzet Bey’in mûsıkîşinaslığından da bahsetmektedir. İzzet Bey’in Bahriye mektebinde okuduğunu, fakat disiplinli hayata isyân ederek Mısır’a kaçtığını ve orada mûsıkî muhitlerinde çok sevilen bir udi olduğunu, hatta Araplar’ın onu “Rabbü’l-ud” olarak andıklarını anlatmaktadır. Udî İzzet bey’in İstanbul’a dönüşünde Neyzen Ali Rıza Bey gibi Telgraf Müfettişliği’ne atanarak Edirne ve Amasya’da çalıştığı, bazı beste çalışmaları yaptığı da naklettiği bilgiler arasındadır (İbnülemin, 1958:198). Hasan Ali Yücel’in çocukluk ve ilk gençlik yıllarında Yenikapı Mevlevîhanesi’yle olan ilgisi, babası Neyzen Ali Rıza Bey’in dergâhların kapatılmasına kadar (1925) bu görevi sürdürdüğünü göstermektedir.  

5.1.2.Neyzen Nûrullah Kılıç (1879-1977)

Nûrullah Kılıç, 1879 da İstanbul’da Merkez Efendi Tekkesi’nde dünyaya geldi. Babası Sünbüliyye’den Pîri Paşa Dergâhı şeyhi Merkez Efendi-zâdelerden Zekâî Efendi’dir (ö.1924). Öğrenimini Koca Mustafa Paşa askerî rüştiyesinde tamamladıktan sonra, medrese derslerine devam ettiği, Hallac Baba şeyhi Ahmed Ferid ve İbrâhim Zihni Efendilerden husûsî dersler aldığı nakledilmektedir. Mûsıkîde ve ney üflemede hocası Bahâriye Mevlevî şeyhi Hüseyin Fahreddin Dede’dir. Buna ek olarak Fahrettin Dede’nin seçkin öğrencisi ve Yenikapı Mevlevîhânesi’nin neyzenbaşısı Cemâleddin Dede’den de yararlandığı, kaynaklarda öğrencisi olarak zikredilmesinden anlaşılmaktadır. Neyzen Nûrullah’ın, Cemâl Dede’nin neyzenbaşılığı döneminden itibâren tekkeler kapatılıncaya kadar (1925) Yenikapı ve Bahâriye Mevlevîhâneleri’nde neyzenlik yaptığı, ayrıca Merkez Efendi Dergâhı’nda ve kendi tekkelerinde de ney üflediği biliniyor. Sâdettin Ergun, İhsan, Şerefeddin, Âyetullah, Ahmed gibi neyzenler yetiştirdiğini de söylemektedir (S.N.Ergun,1943: 669)

Nûrullah Kılıç 1977 yılında 98 yaşında iken vefât etmiştir. Vefâtından önce ney öğrencisi Avni Zâimler’in (ö.1952) kaleme aldığı bir “Ney Metodu”na yardımcı olduğu, Mûsıkî Mecmuası’nda şu sözlerle duyurulmaktadır: “…Bahâriye Mevlevîhânesi şeyhi Hüseyin Fahreddin Efendi merhumun hayatta kalmış tek çırağı bulunan Bay Nûrullah Kılıç’ın iştirâkiyle Bay Avni Zâimler tarafından büyük emekler mahsulü olarak vücuda getirilmiştir” (M. Mecm., nr.16, 1949: 2). Avni Zâimler’in vefâtı sebebiyle yazılan bir makalede, söz konusu metodun basılamadığı ve her iki müellif tarafından H.Sâdettin Arel’e hediye edildiği için şimdi Arel’in husûsî kütüphânesinde bulunduğu bildirilmektedir. Aynı yazıda merhum A. Zâimler’in kendi mütevâzı bütçesinden masraflarını karşılayarak hocası Nûrullah Kılıç’ın ney çalışını, bir Rast taksîmi ile bir peşrev çaldırarak ve kendisi de refâkat ederek sesli filimle tespit ettirdiğini yazmaktadır. Yazarın ifâdesine göre bu film, H. Sâdettin Arel ve Dr. Suphi Ezgi’nin de bulunduğu bir dâvetli topluluğuna, Beyoğlu sinemalarından birinde dinletilip, gösterildikten sonra Arel’e hediye edilerek, onun arşivine eklenmiştir. (L.Karabey, M.Mecm, S.57, 1952:259)

 

6.Mehmed Celâleddin Dede Meşihatinde (1887-1903) Dergâhta Neyzenbaşılar ve Neyzenler:

Mesnevîhan Osman Selâhaddin Dede’nin büyük oğlu Mehmed Celâleddin Dede 1849 da doğdu. Dâvud Paşa Rüşdiyesi’ni bitirdikten sonra gerek mevlevîhânede gerekse mevlevîhâne dışında pek çok kişiden ders alarak kendini yetiştirdi. Konya’da çelebilik makamında bulunan Saffet Çelebi’nin izniyle 1869’da inzivâya çekilen babasına vekâleten mukabeleye çıkmaya ve ism-i celâl zikrine başladı. On sekiz yıl devam eden bu vekâletin ardından babasının 1304/1887 târihindeki vefâtıyla mevlevîhâneye asâleten şeyh tâyin edildi. Bu târihten itibâren mukabele günleri okuttuğu Mesnevî derslerine vefâtından bir buçuk yıl öncesine kadar devâm etti.

Mehmed Celâleddin Dede, ilmî derinliğine eşit derecede mûsıkî ve şiir ile de ilgilenmiş, iyi bir tanbûrî, bestekâr ve müzik bilgini olarak yetişmiştir. Mızrap vurmada “âşıkāne” olarak nitelendirilen ve hayranlıkla karşılanan özel bir tavır geliştirdiği bilinmektedir. Mûsıkî nazariyâtı konusundaki çalışmaları da dikkat çekicidir. Bu konuda Mehmed Atâullah Dede ve Hüseyin Fahreddin Dede ile beraber yaptığı ortak çalışmalarda bulunduğu Rauf Yekta ve Suphi Ezgi kanalıyla ifâde edilmektedir. Mehmed Celâleddin Dede’nin dügâh makamında bestelediği bir Mevlevî âyini de bulunmaktadır. Arapça ve Farsça bilen Mehmed Celâleddin Dede “Şeyhî” mahlasıyla bazı manzûmeler de kaleme almıştır.

1903’te gırtlak veremine yakalanması sebebiyle oğlu Abdülbâkî Efendi’ye çelebilik makamı tarafından mukabele izni verildiği bilinmektedir. 1906 târihinde dergahta çıkan yangından kurtarılabilen harem dâiresini dervişlere tahsis eden Mehmet Celâleddin Dede, Gedikpaşa’da bir konağa yerleşir ve 1908 de burada vefât eder (N.Özcan, 2003,C.28:446-447).

6.1.Neyzenbaşı Hilmi Dede (İbrâhim Ethem) (ö.1340/1921)

Defter-i Dervîşan’da verilen bilgiye göre, tarikat mahlası olarak “Hilmi” adını kullanan neyzenbaşının asıl adı İbrâhim Ethem’dir. İzmir’in Demirci kasabasında doğan Hilmi Dede, Manisa Mevlevîhânesi’nden yetişmiş, daha sonra İstanbul’a gelerek Galata Mevlevîhanesi’nde  hücrenişîn olmuştur. Mehmet Celâleddin Dede, Neyzenbaşı Cemâlettin Dede’nin vefâtında (1899) aynı zamanda amcasının oğlu olan Galata Mevlevîhânesi şeyhi Ataullah Dede’den, Hilmi Dede’yi neyzenbaşı olarak istemiştir. Yenikapı Mevlevîhânesi son şeyhi Abdülbâkî Dede (Baykara), Hilmi Dede için “Yirmi iki sene mutrıb-ı Mevlânâ’ya hüsn-i hizmet eyledi. Ümmî, saf dil, pâk-tıynet, hoş meşrep âdem idi” demektedir (Defter II, 71-a). 1899-1921 yılları arasında Yenikapı Mevlevîhânesi’nin neyzen başılığını yürüten Hilmi Dede’nin vefâtı için Üsküdarlı Tal’at’ın kaleme aldığı târih şöyledir:

“Mevlevîler yazdılar ihlâs ile

Sad idüp rûh-i revânın dem-bedem

Nezr-i Mevlânâ ile târihini

Rıhlet itti Neyzen Hilmi Dedem”-1340.” (S.N.Ergun, 1943: 668)

Neyzenbaşı Hilmi Dede’nin faydalı olduğu ve tesir ettiği bazı musıkişinasların adları kaynaklara yansımaktadır. Bunlar arasında Neyzen Şevket Gavsi, Rûşen Ferit Kam (1902-1981), Mesut Cemil (1902-1963) ilk dikkati çekenler arasındadır.

6.1.1.Neyzen Mahmut Şevket Gavsi Özdönmez-Dânişzâde (1873-1954)

Neyzen Şevket Gavsi Bey, Dâniş mahlasını kullanarak bir divan tertip etmiş olan Mudanya Kaymakamlarından Hasan Bey’in oğludur. Bu sebeple kendisine Dâniş-zâde de denmiştir. Öğrenimini tamamladıktan sonra Bab-ı Ser-askerî Levâzım Dâiresi’nde mümeyyiz olarak görev yaptığı bilinmektedir. Yenikapı Mevlevîhânesi neyzenbaşısı Hilmi Dede’den ney öğrenen Şevket Gavsi Bey’in, mukabele günlerinde Mevlevi dergâhlarının hemen hepsinde ney üflediği ifâde edilmektedir. Özellikle Yenikapı Mevlevîhânesi’nde Hocası Hilmi Dede’nin daha sonra Rauf Yektâ’nın neyzenbaşılığında dergâhın mûsıkî atmosferinin bir parçası olduğu kaynaklardan anlaşılmaktadır. Nitekim Peyâm-ı Sabah gibi bazı gazete ve dergilere, gerek mûsıkînin güncel problemlerine, gerek  târih ve nazariyâtına dâir yazılar yazdığı gözleniyor. Bu durum onun mûsıkîye yönelişindeki samîmiyetin ve vukûfiyetin bir göstergesi olduğu kadar, müzikolog niteliği baskın bir şahsiyet olan Rauf Yektâ’nın, Mevlevîhane atmosferindeki tesirinin de bir sonucu gibi duruyor. Batı notasını iyi bildiğini, hatta Neyzen Emin Dede’ye Batı notasını öğretenin de Neyzen Şevket Gavsi olduğunu kaynaklardan öğreniyoruz. “Gavsi” mahlasıyla şiirler yazan ve çeşitli kitapları bulunan Şevket Gavsi’nin dikkate değer beste çalışmaları da mevcuttur. Hakkında araştırma yapan Uslu, Yenikapı Mevlevîhânesi’nden tanıştığı, Tanburi Cemil Bey’in (ö.1916) onun birkaç peşrev ve saz semaisini beğenerek notalarını Müntehabat-ı Musiki serisinde yayınladığını ifâde etmektedir. (R.Uslu, 2011:103-125)

İbnülemin, “Son zamanlarını pekiyi geçiremeyen, yalnızlığın ve sefâletin bütün acılarını uzun ve beyaz sakalının altında gizleyen Şevket Gavsi, paralı zamanlarında lüzûmundan fazla müsrif ve sahi idi. Düşkünlere yardım etmekten zevk alırdı” yorumunu yapıyor. Şevket Gavsi Bey’in kayınbiraderi Udî Azmi Bey’in (1870-1944) onunla ilgili konuşmalarını naklederken ise şöyle tenkit ediyor: “Eminönü civârında bir dükkânda tesadüfle görüştük. Yukarıdaki birkaç satırlık terceme-i hâlini o sırada zabtettim. Kâh lâhık, kâh sâbık eniştesi olan Neyzen Şevket Gavsi Bey’den uzun şikâyet etti. “haklı haksız şekvenin olsaydı nef’i azmiyâ/ Ben de senden iştika eylerdim ammâ nef’i yok” Şevket’ten şikâyet edeceği yerde onun ve kendinin mûsıkî hayâtını hikâyet etseydi târihe hizmet etmiş olurdu. O günden sonra bir daha görmedim.” (İbnülemin, 1958:101, 275)

6.1.2.Neyzen Hâlid Dede, Türbedâr (1872-1940)

Hâlid Dede, Kahire Mevlevîhânesi’nde uzun yıllar bulunduktan sonra, İstanbul’da gelerek Yenikapı Mevlevîhânesi’nde dergâhların kapatılmasına kadar (1925) neyzenlik yapmıştır. Türbedâr olarak anılmasının sebebi uzun yıllar Eyüp’te Sultan Reşad türbedarlığında bulunduğu içindir. Neyzen Aziz Dede’nin öğrencilerinden olan Halid Dede, yetiştirdiği üç değerli neyzenle, bu sanatın devamına en iyi şekilde katkıda bulunmuştur. Bu öğrencileri Hayri Tümer (1902-1973), Gavsi Baykara (1902-1967) ve Burhânettin Ökte’dir (1904-1973). Burhaneddin Ökte hocası Halid Dede’den “…güngörmüş, dinî ve ladini birçok fasıllarda ney üflemiş olgun ve pek usta bir neyzen” olarak bahsetmektedir. (B.Ökte, Türk Mus.Derg, S. 11, 148:11)

6.1.3.Neyzen Mehmet Tevfik Kolaylı (1879-1953)

Ney üflemedeki ustalığı ve “Neyzen” mahlasıyla tanınan Neyzen Tevfik, hicviyeleriyle ün kazanmıştır. Asıl adı Mehmed Tevfik olan neyzen, 1879 Bodrum doğumludur. 1917’de yazdığı “Tercüme-i Hâlim” adlı şiiri, hayatı hakkındaki en doğru kaynak olarak nitelendirilmektedir. Dedesi Samsun Bafra’da Kolaylıoğulları’ndan olduğu için “Kolaylı” soyadını almıştır. Babası İstanbul Dârülmuallimîn-i Âliye’nin ilk mezunlarından Bodrum Rüşdiye Mektebi kurucu öğretmeni Hâfız Hasan Fehmi Efendi, annesi Bolulu Hatipoğulları sülâlesinden Emine Hanım’dır. Rüşdiyeyi Bodrum’da okuyan Neyzen, babasının tâyini dolayısıyla 1892 de ailece Urla’ya yerleşmiş, ancak sara nöbetleri şeklinde gelen bir hastalığa da maalesef burada yakalanmıştır. Kendi ifâdesine göre ilk ney derslerini Berber Kâzım Efendi’den almıştır. Ancak ailesi, onun ney’e olan tutkusunun sağlığına zarar vereceği endişesiyle ney üflemesini yasaklamış, bir süre sonra doktor tavsiyesiyle tekrar sevdiği neyine dönmüştür. Yatılı olarak girdiği İzmir İdâdîsi’nde devâm ettirdiği öğrenimini yine hastalığı yüzünden bırakmak zorunda kalmıştır. İlk ney hocası Kâzım Efendi’nin tavsiyesiyle İzmir Mevlevîhânesi’ne devam ederek Şeyhin kardeşi Cemâl Bey’den de ney öğrenmeye başlamıştır (1894). Mevlevîhâne müdâvimleri arasında Bıçakçızâde Hakkı, Şair Eşref, Tevfik Nevzad, Abdülhalim Memduh, Tokadîzâde Şekib Bey, gibi çoğu sürgün sebebiyle İzmir’de bulunan şahsiyetlerle tanışma fırsatı bulmuştur. Ney üflemedeki şöhreti yayıldıkça gidilen yemekli toplantılarda bağımlılığının yolunu açan içkiye de başladığı biliniyor. İlk şiiri 1898 yılında yayınlanmıştır.

Aynı yıl 1898’de İstanbul’a giderek babasının arkadaşı Mûsâ Kâzım Efendi’nin müderris olduğu Fethiye Medresesi’ne girmiş, kendi ifâdesine göre, her bakımdan hocası ve mürşidi olan Mehmed Âkif Ersoy’la burada tanışmıştır. Ondan Arapça, Farsça ve Fransızca dersleri alırken, o da Âkif’e ney dersleri vermiş ve gelişen dostlukları sâyesinde değerli bir kültür, sanat ve musıkî muhitinin içine girerek faydalar sağlamıştır. Diğer taraftan devâm ettiği medresenin katı atmosferinden kurtulmak için Yenikapı ve Galata Mevlevîhâneleri’ne devam ettiği bilinmektedir. Bu arada Medrese kıyafetini giymemesi gibi sebeplerden medreseden ayrıldığı, namaz kılmadığı veya kurallara uymadığı gerekçesiyle Yenikapı Mevlevîhânesi’nden uzaklaştırıldığı aktarılan bilgiler arasındadır. Fatih’te Şekerci Hanı’nda tuttuğu bir odada ikamet etmek zorunda kalan Neyzen için böyle bir hayat tarzının, onu daha fazla içkiye bağımlı hale getirdiği zannedilmektedir. Buradan hareketle Yenikapı Mevlevîhânesi’ndeki neyzenliğinin pek uzun sürmediği de gözleniyor.

Çeşitli meyhanelerde ve katıldığı toplantılarda pervâsız tarzda II. Abdülhamid idâresine karşı sözler sarfetmesi, takibata uğramasıyla sonuçlanmış, akabinde 1903 yılında Mısır’a giderek bir süre burada yaşamış, orada kaldığı yıllarda Kaygusuz Sultan Bektaşî Tekkesi’ne sığınmıştır. Dolayısıyla Neyzenin İstanbul’a geldiği 1898 ile Mısır’a gittiği 1903 târihleri arasındaki bir süreçte Yenikapı Mevlevîhânesi’nde neyzenlik yaptığını düşünülebilir.

Neyzen Tevfik’in hayatı zor, hastalık ve çilelerle dolu geçmiştir. Mısır’dan II. Meşrutiyet’in ilânı üzerine 1908 de dönmüş,  1910’da Cemile Hanım’la evlenmiş, ancak kızı Leman doğduktan üç ay sonra ondan ayrılmıştır. Hiçbir işte çalışmayan Neyzen, Mehmet Âkif’i görmek için tekrar Mısır’a gitmiş, dönüşünde İstanbul Belediye Konservatuvarı’nda görevlendirilmiştir (1930). Bu arada hastalığı ve içkiye olan düşkünlüğü sebebiyle birkaç defa akıl hastânesinde tedavi görmüş. Daha sonra yakalandığı bronşitten kurtulamayarak 29 Ocak 1953’te vefât etmiştir. Vefâtında Hem Mevlevî hem Bektaşî merâsimi yapılarak Kartal Mezarlığı’na defnedilmiştir. (H.Aksoy, C.33, 2007:s.72,73)

7.Abdülbâkî Dede (Baykara) Meşihatinde (1903-1925) Dergâhta Neyzenbaşılar ve Neyzenler

Mehmet Celâleddin Dede’nin 1883’te Yenikapı Mevlevîhânesi’nde doğan oğlu Abdülbâkî Dede, hem babasından hem de devrin iyi hocalarından dersler görerek iyi bir tahsil hayatı geçirmiş, ilmiyeden ve mesnevîhanlıktan icâzet almıştır. Babasının hastalığı sebebiyle Şeyh Abdülvâhid Çelebi tarafından 1903’ten itibâren dergâhta vekâleten ism-i celâl zikri ve mukabele yapmasına izin verilmiş, 1908’de babasının vefâtı üzerine boşalan şeyhlik makamına asâleten tâyin edilmiş ayrıca dergâhta Mesnevîhanlığı yürütmek üzere resmen görevlendirilmiştir. Meclis-i Meşâyih âzalığı da yapan Abdülbâkî Dede, I. Dünya Savaşının patlak vermesiyle Mücâhidîn-i Mevleviyye adlı gönüllü alayına binbaşı rütbesiyle kumandan vekili olarak katılmıştır (1915). Tekkelerin kapatılmasına kadar (1925) Yenikapı Mevlevîhânesi’nde meşihat görevini sürdüren Abdülbâkî Dede’nin İyi bir şâir ve tanbûrî olduğu ve bazı besteleri bulunduğu da bilinmektedir. Büyük oğlu Gavsî Baykara (ö.1967)  Yenikapı Mevlevîhâne’sinden yetişmiş değerli neyzenlerimizdendir.

Abdülbâkî Dede’nin postnişinliği sırasındaki neyzenbaşılar, Mehmet Celâleddin Dede’nin zamanından itibâren görevi devam eden Neyzenbaşı Hilmi Dede ve onun vefâtıyla bu göreve atanan Neyzenbaşı Rauf Yektâ Bey’dir.

 

 7.1.Neyzenbaşı Mehmet Rauf Yektâ (1871-1935)

Rauf Yektâ Bey Türk mûsıkîsinin, eğitimden, icrâcılığa, bestecilikten, nazariyatçılığa, araştırmacılıktan yayıncılığa, mûsıkî koleksiyonerliğine kadar, hemen her sahasında çalışmış, Türk müzikolojisinin en değerli müzikologlarındandır. Onun şuurlu çalışmalarının arkasında, onu anlayan, destekleyen ve yol açan mevlevîhane muhitinin varlığı, dikkate değer özellikler barındırmaktadır.

Nitekim henüz on beş yaşında bir gençken Kasımpaşa Mevlevîhânesi şeyhi Seyyid Ali Rızâ Dede aracılığı ile 1886’da Mevlevîyye’ye intisap etmiş, daha sonra Şeyh Atâullah Dede’den ikinci defa sikke giymiştir. İlk ney derslerini Galata Mevlevîhânesi dervişlerinden Sabri Dede ile Hacı Ali Dede’den alan Rauf Yektâ Bey, Yenikapı Mevlevîhânesi neyzenbaşısı Cemâleddin Dede ile ney çalışmalarına devam etmiş ve 1894 yılından sonra şah ney üflemeye başlamıştır. Onun uzun süre mevlevîhânelerdeki mutrip heyetlerinde neyzenlik yaptığını biliyoruz. Buradan hareketle neyzenbaşı olmadan evvel Yenikapı Mevlevîhânesi’ndeki mukabelelerde ney üflediği anlaşılıyor. Nitekim 1922 de YenikapıMevlevîhânesi neyzenbaşısı Hilmi Dede’nin vefâtı üzerine aynı mevlevîhânenin neyzenbaşılığına tayin edilmiş ve tekkeler kapatılıncaya kadar bu görevini sürdürmüştür. Mesut Cemil, Rauf Yektâ’nın ney icrâsındaki ustalığına değinerek, tavrının Hakkı ve Hilmi Dedelere benzediğini söylemektedir (N.Özalp, 1985, 162). Dergâh Şeyhinin oğlu neyzen Gavsi Baykara, Rauf Yektâ’yı ilk dinlediği zamanki duygularını şöyle anlatmaktadır: “…O güne kadar ne hocamdan ne de başka bir neyzenden bu lâhutî elhânı, ince ve hisli enîni işitmemiştim Bütün merasim boyunca, gözyaşlarımı kalbime akıtarak, bu şimdiye kadar duymadığım, dinlemediğim feryadı içime sindire sindire dinledim…Bu neyzenin kim olduğunu sordum. Rauf Yektâ Bey, dediler” (G.Baykara,1950: 22)

Rauf Yektâ’nın Neyzenbaşılığı ile ilgili Osman Şevki Uludağ’ın şâhit olduğu bir hatıra da ilgi çekicidir: Onun anlattığına göre R.Yektâ Bey 24 ses sistemini müdafâ ederken, karşısında yer alanlar pentatonik sistemi savunmakta ve “Neyzenbaşı” diyerek onu tahfif etmektelermiş. Yine bu zatlardan birisi, Yektâ’ya sataşıp, “neyzenbaşı” diyerek onu makaraya almış, “Rahmetli; Eeeh, öyleyim, neyzenbaşıyım! diyerek ortadan çekilmişti”. (O.Ş.Uludağ, Yeni İstanbul, 29.06.1962)  

Rauf Yektâ Bey’in mûsıkîdeki hocaları da yine mevlevîhâne muhitinin simâları olarak karşımıza çıkmaktadır. Zekâi Dede, Beylerbeyi Camii Baş-müezzini Osman Efendi, Zekâizâde Hâfız Ahmed (Irsoy), Bolâhenk Nûri Bey ile mûsıkî nazariyatı konusunda yararlandığı Mehmed Atâullah Dede ve Mehmed Celâleddin Dede önemli isimlerdir. Çeşitli formlarda besteleri bulunan Rauf Yektâ’nın bir de neyzenbaşı iken bestelediği Yegâh Mevlevî âyini mevcuttur. Eser ilk defa 3 Muharrem 1342/ 16 Ağustos 1923 Perşembe günü Yenikapı Mevlevîhânesi’nde okunmuştur (Mevlevi Ayinleri, 1939, c.XVII: 912).

Reîsülküttâb-zâdeler diye anılan bir âileden gelen Rauf Yekta, üç dört yaşlarında annesini, yedi yaşında da babasını kaybetmesi üzerine vasîliğini İstanbul’un tanınmış ailelerinden Altûnîzâdeler üstlenmiş, iyi bir tahsil görerek Arapça, Farsça ve Fransızca öğrenmiştir. “Yektâ” mahlasını ise Dîvân-ı Hümâyun’daki görevi sırasında hattat Nasûhî Efendi’den hat icâzeti ile almıştır. Çeşitli seviyelerdeki memuriyeti sırasında Osmânî (1900) ve Mecîdî (1903) nişanlarıyla taltif edilen Rauf Yektâ, 1922’de Dîvân-ı Hümâyun Beylikçi muavinliğinden emekli olmuştur. Dârülelhân’ın kuruluşundan Alaturka Bölümü’nün kaldırılmasına kadar (1917-1926) burada Türk mûsıkîsi nazariyatı ve Şark mûsıkîsi târihi okutmasının yanında, Medresetü’l-eimme ve’l-hutabâ’da da mûsıkî dersleri vermiştir. 1926 yılından vefâtına kadar İstanbul Konservatuvarı Târihî Türk Mûsıkîsi Eserlerini Tasnif ve Tesbit Heyeti başkanlığında bulunan Rauf Yekta Bey, 1935’te tifoya tutularak Beylerbeyi’nde vefât etmiştir. Abdülbaki Gölpınarlı’nın vefâtına düşürdüğü târih mısraı şöyledir: “Kutb-i nâyî ney gibi hâmûş oldu el-meded”. (N.Özcan, 2007:469)

Rauf Yektâ Bey aktif sanat ve müzik-bilim hayatı boyunca pek çok tesir bırakmış ve öğrenciler yetiştirmiştir. Bunlar arasında Kemal Batanay, Sâdettin Heper, Burhâneddin Ökte, Gavsi Baykara, Âsaf Hâlet Çelebi, Mesut Cemil Tel, Halil Can, Mehmet Suphi Ezgi, Mehmet Emin Yazıcı, Faruk Ârifî Emhaz, Zeki Ârif Ataergin, Suphi Ziya Özbekkan, Ruşen Ferit Kam ve Vecihe Daryal’ın isimleri öne çıkmaktadır (N.Özcan, 2007:470; geniş bilgi için Süleyman Erguner, Rauf Yektâ Bey Neyzen-Müzikolog-Bestekâr, İstanbul, 2003).

Rauf Yektâ Bey’in neyzenbaşılığı sırasında gerek kendisinden, gerek Türbedar Hâlid Dede’den ney meşkeden üç genç, Hayri Tümer, Gavsi Baykara ve Burhânettin Ökte, o yıllarda mukabelede neyzenlik yapmamış olsalar bile, Mevlevîhâneden aldıkları feyizle Türk mûsıkîsinde neyzenliği temsil eden değerli mûsıkîşinaslar olarak yetişmiş ve mûsıkisinin devamını sağlayan zincirin kuvvetli halkalarını teşkil etmişlerdir.

SONUÇ

Yaptığımız araştırmada Yenikapı Mevlevîhânesi’nde görev yapmış 14 Neyzenbaşı ve mukabelelere neyzen olarak katılmış 7 neyzen tespit edilmiştir. Bu neyzenlerin hangi Mevlevî şeyhinin meşihat yıllarında atandıkları ve görev târihleri de belirlenmeye çalışılmıştır. Aşağıdaki listeyi çalışmamızın sonucu yerinedir.

Görev Târihleriyle Yenikapı Mevlevîhânesi’nin Neyzenbaşıları ve Neyzenleri

1-Musıkarî Derviş (Neyzenbaşı Çalılı) Mehmet (ö.1213/1798); ——- Ebubekir Dede meşihatinde (1746-1775)Neyzenbaşı—–1767 civarı yakıştırılabilir.

2-Neyzenbaşı Koca Derviş Ömer/ Ak Molla (ö.1191/1777); ——-Ebubekir Dede meşihatinde (1746-1775) ve Ali Nutkî Dede Meşihatinde (1775-1804)Neyzenbaşı—–(?-1777) 

3-Neyzenbaşı Hasan Şumârî Dede (ö.1224/1809);——– Ali Nutkî Dede Meşihatinde (1775-1804) Neyzenbaşı—–(1777-1789)

4-Neyzenbaşı Mehmet Emin Dede (ö.1227/1812);——- Ali Nutkî Dede Meşihatinde (1775-1804) Neyzenbaşı—–(1789-1798)

5-Neyzenbaşı Abdülbâkî Nâsır Dede (1765-1821);——- Ali Nutkî Dede Meşihatinde (1775-1804) Neyzenbaşı—–(1798-1804)

6-Neyzenbaşı Mücellid Mustafa Dede (ö.1223/ö.1808);——- Abdülbâkî Nâsır Dede Meşihatinde (1804-1821) Neyzenbaşı—–(1804-1808)

7-Neyzenbaşı Tarikatçı Mehmet Dede (ö.1229/ö.1813);——- Abdülbâkî Nâsır Dede Meşihatinde (1804-1821) Neyzenbaşı—–(1808)

8- Neyzenbaşı Ali Bey Dede (ö.1245/1829); ——- Abdülbâkî Nâsır Dede Meşihatinde (1804-1821) Neyzenbaşı—–(1808-1810)

9-Neyzenbaşı Tarikatçı Mehmet Dede (ö.1229/ö.1813);——- Abdülbâkî Nâsır Dede Meşihatinde (1804-1821) Neyzenbaşı—–(1810-1813)

10-Neyzenbaşı Rebâbî Mehmet Ali Dede (ö.1236/1820);——- Abdülbâkî Nâsır Dede Meşihatinde (1804-1821) Neyzenbaşı—–(1813-1818)

11-Neyzenbaşı Edirneli Hacı Hüsnü Dede (ö.1865);——- Abdülbâkî Nâsır Dede Meşihatinde (1804-1821) Neyzenbaşı—–(1818-?)

Neyzen Salih Efendi (XIX.yy);——-Hüseyin Recep Hüsnü Dede Meşihatinde (1821-1829) Neyzen—– (?)

Neyzen Musâ Dede (XIX.yy);——-Abdürrahim Künhî Dede Meşihatinde (1829-1831) ve Osman Selâhattin Dede Meşihatinde (1831-1887) Neyzen—–(?)

12-Neyzenbaşı Cemâleddin Dede (ö.1317/1899);——- Osman Selâhattin Dede Meşihatinde (1831-1887) ve Mehmed Celâleddin Dede Vekâletinde (1869-1887)  Neyzenbaşı—–(?-1899)

Neyzen Ali Rızâ Bey    (1925’te sağ)      ;——- Osman Selâhattin Dede Meşihatinde (1831-1887) ve Mehmed Celâleddin Dede Vekâletinde (1869-1887) Neyzen—–(?-1925)

Neyzen Nûrullah Kılıç (1879-1977) );——- Mehmed Celâleddin Dede Vekâletinden (1869-1887)  itibâren Neyzen—–(?-1925)

13-Neyzenbaşı Hilmi Dede (İbrâhim Ethem) (ö.1340/1921);——- Mehmed Celâleddin Dede Meşihatinde (1887-1903) ve Abdülbâkî Dede (Baykara) Meşihatinde (1903-1925) Neyzenbaşı —–(1899-1921)

Neyzen Şevket Gavsi Özdönmez-Dânişzâde (1873-1954); );——- Mehmed Celâleddin Dede Meşihatinden itibâren (1887-1903) Neyzen —–(?-1925)

Neyzen Hâlid Dede, Türbedâr (1872-1945); );——- Mehmed Celâleddin Dede Meşihatinden itibâren (1887-1903) Neyzen —–(?-1925)

Neyzen Tevfik Kolaylı (1879-1953); Mehmed Celâleddin Dede Meşihatinde(1887-1903) Neyzen —–(1898-1903)

14-Neyzenbaşı Mehmet Rauf Yektâ (1903-1925);——- Mehmed Celâleddin Dede Meşihatinden itibâren  (1887-1903) Neyzen—–(1894-1921); Abdülbâkî Dede (Baykara) Meşihatinde (1903-1925) Neyzenbaşı —–(1921-1925)

 

BİBLİYOGRAFYA

Abdülbâkî Nâsır Dede, Defter-i Dervîşân II, Müellif nüshası Abdülbâkî Nâsır Baykara Özel Kitaplığı; Fotokopi nüshası Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Araştırmaları Merkezi Ktp. (İSAM) nr.18112; Yenikapı Günlükleri, haz. Bayram Ali Kaya-Sezai Küçük, İstanbul 2011.

Abdülbâkî Nâsır Dede, Tahrîriyyetü’l-Musıkî , Süleymâniye Ktp. Nâfiz Paşa, nr:1242/2; Esat Efendi, nr: 2898.

Aksoy,  Hasan, (2007); “Neyzen Tevfik Kolaylı” DİA, C.33, İstanbul, s.72,73

Ali Nutkî-Abdülbâkî Nasır Dede, Defter-i Dervîşân I- (Defternamhâ-i Dervîşân) Süleymâniye Ktp, Nafiz Paşa, nr:1194; Yenikapı Günlükleri, haz. Bayram Ali Kaya-Sezai Küçük, İstanbul 2011.

Baykara, Gavsi (1950); “Ruhu Şad Olsun”, Türk Mûsıkîsi Dergisi, Sayı. 27, İstanbul, s. 3, 22.

Başer, Fatma Adile (2013); Türk Mûsıkisinde Abdülbâkî Nâsır Dede, İstanbul.

Çelebioğlu, Âmil (1985); “Muhtelif Şerhlere Göre Mesnevî’nin İlk Beytiyle İlgili Düşünceler”, Selçuk Üniversitesi I. Milli Mevlâna Kongresi Tebliğler, Konya.

Erdoğan, Mustafa (2008); “Yenikapı Mevlevîhânesi’yle İlgili Kaynaklara Bir İlâve: Kemâleddin Efendi’nin Terâcim-i Ahvâli”, Hacı Bektaş Velî Dergisi, S.47, Ankara.

Ergun, Sadettin Nüzhet (1943); Türk Mûsıkîsi Antolojisi I-II, İstanbul.

Erguner, Süleyman (2003); Rauf Yektâ Bey Neyzen-Müzikolog-Bestekâr, İstanbul.

Esrar Dede, Tezkiretü’ş-Şuarây-ı Mevleviyye, Fatih Millet Ktp., Ali Emiri T.nr.756.

Ezgi, Suphi (1933); Ameli ve Nazarî Türk Mûsıkisi, I-V,  İstanbul.

Hüseyin Vassaf, Sefîne-i Evliyâ, Süleymâniye.Ktp.Yazma Bağışlar, nr: 2309.

 (1948); “Hüseyin Fahreddin dede”, Mûsıkî Mecmuası, nr.4, İstanbul, s.19.

İbnülemin M.Kemal İnal (1958); Hoş Sadâ, İstanbul.

İhtifalci  M. Ziya, (1329/1911), Yenikapı Mevlevîhânesi, İstanbul.

Karabey, Laika (1952); “Türk Musıkisi İçin Acı Bir Kayıp” Mûsıkî Mecmuası, Sayı:57, İstanbul, s.259.

(1939); Mevlevi Ayinleri, İstanbul Konservatuarı Neşriyatı, İstanbul, c.XVII.

(1949); “Okuyucularla Açık Haberleşme”, Mûsıkî Mecmuası, nr.16, İstanbul, s.2.

Ökte, Burhaneddin (1948); “Bestekârlık Hevesi”, Türk Mûsıkisi Dergisi, Sayı: 11, İstanbul, s.11.

Özcan, Nuri (1992); “Baykara, Abdülbâkî”, DİA, C.5, İstanbul, 246-247.

Özcan, Nuri (2003); “Mehmed Celâleddin Dede”, DİA, C.28, İstanbul, s.446-447.

Özcan, Nuri (2007); “Rauf Yektâ Bey”, DİA, C.34, İstanbul, s.468-470.

Özalp, Nazmi (1985);Türk Mûsıkîsi Târihi, C.II, İstanbul.

Özergin, M.Kemal (1971); “Nâyî Çalılı Mehemmed Dede’ye Mersiye Tarihi”, Çağrı, XV, S.156, İstanbul.

Öztuna, Yılmaz (1990);  Büyük Türk Mûsıkisi Ansiklopedisi I-II, İstanbul.

Sahih Ahmed Dede, Mecmuatü’t-Tevârihi’l- Mevlevîyye, Mevlevîlerin Tarihi, Haz. Cem Zorlu, İstanbul, 2003.

Serin, Muhittin (2009); “Sâlih Efendi, Çemşir Hâfız” DİA, C.36, İstanbul, s.36.

Süleyman Fâik Efendi, Mecmua, İ.Ü. Yy.nr: 9577.

Top, Hüseyin (2009); Mevlevî Usul ve Âdâbı, İstanbul.

Uludağ, O.Şevki (29.06.1962); “Konservatuar Harekette” Yeni İstanbul, İstanbul.

Uslu, Recep (2011); “Neyzen Mahmut Şevket Özdönmez (ö.1954) ve Türk Müziği Görüşleri”, Eyüpsultan Sempozyumu XI Tebliğler, İstanbul, s103-125.

Yektâ, Rauf, (1341/1925); Dede Efendi-Esâtîz-i Elhân, 3.cüz, İstanbul.

http://www.eskisehirMevlevîhânesi.org/id57.html, Erişim:2.3.2018

http://www.meb.gov.tr/meb/hasanali/hayati/halibiyografi.htm erişim:4.3.2018)

Bu yazı TUMAC (Türk Müziği Araştırma Çevresi) için yazılmıştır. http://tumac.org/1775-1925-arasinda-yenikapi-mevlevihanesi-neyzenbasilari/

* Aynü’l-cem:  Mevlevî tâbirlerindendir. Şeyh ve dervişlerle muhiplerin bir araya gelerek âyin okumaları ve isteyenlerin âyin okunurken kalkıp kollarını açmaksızın semâ etmeleri demektir.

Yazar
Fatma Adile BAŞER

Fatma Adile BAŞER 1965’de İstanbul’da doğdu. Orta öğrenimini Mimar Sinan Üniversitesi Sahne Sanatları Bölümü’nde tamamladı. İstanbul Teknik Ünivesitesi Türk Musikisi Devlet Konservatuarı (TMDK)Temel Bilimler Bölümü�... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen