Bir İrâde Âbidesi ve Bayraktarı: Nâmık Kemâl.

Nâmık Kemâl; biyografik tanımlarda genellikle “Vatan Şâiri”, “Hürriyyet Şâiri” ifadeleri ile anılır. Zirâ onun en bilindik ve dikkat çeken yönü budur. Şüphesiz şiirleri, romanları ve düşünceleri ile bu sıfatları hak ettiği su götürmez bir gerçektir. Fakat bir de onun pek değinilmeyen bir yönü vardır ki; o da şahsî ve fikrî irâdesidir. O, kısaca değineceğimiz bu özelliği ile bize 3 sorunun cevabını verir; “İnsan nedir?”, “Türk nedir?”, “Müslüman nedir?”. Onu evvelâ hayatının bazı noktalarındaki davranışlarından yola çıkarak şahsi irâdesi ile tanımak gerekir.

Ahmet Hamdi Tanpınar, Nâmık Kemâl mevzusundaki en şahane girişi şu sözüyle yapmıştır: “Fikir meydanının ortasında dikilmiş kükreyen arslan.” Nâmık Kemâl’i fikir meydanının kükreyen arslanı yapan, doğuştan gelen ve hayat gaileleri içinde sağlamlaşan şahsî irâdesidir. Nitekim Osmanlı Devleti’nin en çalkantılı dönemlerinden olan Tanzimat dönemi gibi bir ortamda fikirlerini merdâne bir tavırla söylemesi, onun yüksek manevî kuvvetinden gelen sarsılmaz bir irâde ile anlatılabilir. O kadar ki; Fuad Paşa dahi, “Şu Kemâl’i asmalı, sonra da ölüsünün altında ağlamalı” demiştir.

Örneklerle devam edecek olursak; mesela onunla aynı dönemde Paris’te bulunan birçok Osmanlı Türkü, o muhitin de verdiği ‘hava’ ile “kâğıt oynamaya, dans etmeye, sahne kadınları izlemeye” alışmış; Nâmık Kemâl ise öz irâdesiyle böyle temâşâ ve eğlencelerden uzak durmuş, bayrak adamlığına ve mizâcına yakışır şekilde kalabilmiştir. Mithat Cemal Kuntay onun için “Paris’te İstanbullu kalan nadir adamlardan biri” demiştir. Bundan ziyâde ‘sıtmalı ve sinekli’ Magosa sürgününde dahi kendini koyvermeyip irâdesinin kaptanlığında kendini okumak ve yazmaktan alıkoymamış, tam 12 eseri bu zorlu günlerinde hazırlamıştır.

Sonra şu örnekte de, o müthiş idealistliğinin ve iradesinin en sâfiyane yanını görebiliriz: Mahmud Nedim Paşa, onun İbret gazetesini kapatıp kendisini de Gelibolu Mutasarrıflığı’na göndereceği zaman onu ‘atalarının Rumeli’yi fethi ile’ kandırmıştır. İşte Nâmık Kemâl’in vatan yolunda karşısına çıkan musibetlere karşı romantik oluşunun altındaki irâde burada en sâfiyane şekilde ortaya çıkmış, Kemâl bu durumu Nazif Paşa’ya anlatırken “Vatan yolunda ve nizâmât-ı malûmaca, her türlü töhmetten beri olduğum halde uğradığım felaketten müteessir değil bilakis müteşekkirim” demiştir. Şu kısacık örneğin içindeki vatan aşkı ile donanmış büyük şahsiyet gösterisi, tertemiz ve çelik gibi bir Türklük irâdesinden başka hangi sıfatla, hangi sözcükle açıklanabilir? Şiirinde “Dönersem kahbeyim millet yolunda bir azîmetten” diye ‘kükreyen bir aslan’dan başka hangi tavır beklenebilir? Belki sıtmalı ve sinekli Magosa sürgününde de bütün acılarına, hastalıklarına ve özlemlerine bu büyük irâdenin verdiği lezzet ile katlanabilmiştir.

Bu ulvî vatan muhabbetinin haricinde, şuurlu bir müslümandır da Nâmık Kemâl. Bir kere “Müslüman olan bilimle, felsefeyle uğraşmaz” diyerek İslâmı tahkire yeltenen Ernst Renan’a karşı verdiği cevaplardan oluşan “Renan Müdafaanamesi” adlı eseri onun bu yönünün başlı başına bir göstergesidir. Bunun haricinde Süleyman Nazif’in “Vatan muhabbetini bizde ilk terennüm eden Namık Kemâl pek doğru görmüştür ki; bizde dinsiz vatan aşkı olmaz” ifâdesi onun vatanperver ve müslüman kimliğinin tek potadaki kısa ve net tanımı gibidir. Onun saf, temiz ve coşkulu mizâcında; İslâm sevgisi ve müdâfîliği de net bir şekilde görülür. Kemâl, mânevi değerlerini savunurken adeta kendinden geçer. Çelik gibi irâdesi, onu bu coşkunluğa ve tıpkı siperde çarpışır gibi canı yoka koyarak fikir çarpıştırmaya iten aslî güçtür.

Nâmık Kemâl için gerçekten de sahip olunan en yüce şey, mânevî değerleridir. Para, pul, şöhret gibi şeylerden müteneffir derecesinde ıraktır. Kaleminden başka sermayesi olmayan bu irâde âbidesi şahsiyet, pek çok kişinin en hassas noktası olan parayı, “Bulursak isâr ederiz, bulamazsak şükrederiz” diyerek adeta önemsiz bir kalibrede saymıştır. Oğlu Ali Ekrem de babası için “Paradan istikrah eder, mecbur kalmadıkça elini bile sürmez” demiştir.

Nâmık Kemâl’in şahsiyetindeki işbu irâde, şüphesiz onun edebiyâtına da yansımıştır. Bunu anlamak için evvela o dönemki Osmanlı toplumunun psikolojisini ve şartlarını kısaca gözden geçirmekte yarar vardır. Osmanlı toplumu asırlar boyu Yusuf Akçura’nın tanımıyla “Her şeyi Allah’tan ve pâdişahtan” bekleyen bir psikoloji hâmulesine sahiptir. Böyle bir toplumda ferdî irâdenin oluşması ve bütün kuvvetiyle ortaya çıkması pek tabii zordur. Tanzimat Fermanı ile başlayan dönem, Osmanlı coğrafyasında pek çok fikrin ve kavramın bir anda ortaya dökülmesine sebep olmuştur. Nâmık Kemâl de “vatan, millet, hürriyet” kavramlarıyla bu dönemin içinde yer almış, adeta bu kavramların ve ondan doğan fikirlerin bayraktarlığını yapmıştır. Kemâl, bu kavramlardan tevellüt ettiği fikirleriyle kendilerini sadece korktuğu güçlerin aklına teslim eden bir milletin öz irâdelerini ortaya çıkarmaya gayret ediyordu. Onun bu gayreti, Şinâsî’nin “Milletim nev-i beşer, vatanım rûy-i zemin” felsefesi ile kesinlikle karıştırılmamalıdır. O, Şinâsî’nin tam aksi cihetinde müslüman Türk-Osmanlı toplumunda şuurlu bir hamiyyetperverlik hissiyatı yaratmak arzu ediyordu. Zirâ “Görmeden ölürsem milletimden ümîd ettiğim feyzi / Yazılsın seng-i kabrime vatan mahzûn ben mahzûn” dizeleri de bunun apaçık delilidir. Nâmık Kemâl’in Divan şiirine karşı tavır almasında da irâdeci düşüncenin ve hareketin etkisi vardır. Zirâ Divan şiiri, yoğun mânevî zevkin ve zihniyetin oluşturduğu bir mazmunlar dünyasının ürünüdür. Nâmık Kemâl ise “Realist” denilebilecek mahiyette edebî ürünleriyle mazmunlar dünyasının serâbında yüzen insanı, gerçek dünyanın içine çekme ve ona irâdesini buldurma gayreti içindedir.

Nâmık Kemâl’in irâdesine bir bütün halinde bakınca; ondan etkileyici fikirlerin, ölmeyecek edebî eserlerin çıkmasına da şaşmamalı. Kezâ tarihte de sabittir ki; büyük fetihleri, büyük hadiseleri, büyük hareketleri ancak yüksek fikirli ve yüksek şahsiyetli kişiler/kumandanlar gerçekleştirebilmiştir. Çünkü gerçekleşen bu büyük hadiseler, gerçekleştiren kişilerin şahsiyetlerinin bir nevi somut göstergesidir. Nâmık Kemâl gibi bir irade âbidesi ve bayraktarından da ancak böylesine hâlâ ölmemiş olan yüksek fikirlerin ve yüksek eserlerin çıkması beklenirdi. O; olması gereken bir Türk’ün, olması gereken bir müslümanın ve olması gereken bir insanın en temiz, en karakterli, en safiyâne ve en coşkun örneğidir. Onu daha iyi anlamak ve idrâk edebilmek için eserlerini ve fikirlerini zihinden damıtırcasına okumak lâzımdır. Bu büyük irâde âbidesini son olarak şu sözüyle hatırlayalım:

“Beni dünyada hiçbir keder ağlatamaz. Bilâkis güldürür. Hatta ciğerime bir ok saplasalar yine gülerim. Gülemediğim halde hiç olmazsa yaralı bir aslan gibi sırıtırım.”

KAYNAKLAR 

Turan KARATAŞ – Nâmık Kemâl’in Mizâcı, Kişilik Özellikleri, Alışkanlıkları – T.C.Kültür Bakanlığı, 2011.

Ömer Faruk AKÜN – Nâmık Kemâl – Türkiye Diyânet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 2006.

Mithat Cemal KUNTAY – Nâmık Kemâl Devrinin İnsanları ve Olayları Arasında – İş Bankası Yay., 2010.

Ahmet Hamdi TANPINAR – Edebiyât Üzerine Makaleler – Dergâh Yayınları, 2011.

Nâmık Kemâl – Renan Müdafaanamesi – Akçağ Yayınları, 2014.

Ali Ekrem BOLAYIR – Nâmık Kemâl – MEB Yay., 1992.

Afyon Kocatepe Ünv. Sosyal Bilimler Dergisi – Yeni Kavramlar Etrafında Yeni İnsan ve Nâmık Kemâl – 1999.

 

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen