Dilaver Cebeci

Dilaver Cebeci

 

15 Temmuz 1943’te Gümüşhane’ye bağlı Kelkit ilçesinin Dayısı köyünde doğdu. Ailesinin Kırıkkale’ye göçmesi üzerine ilkokulu orada tamamladı. Ortaokulu Merzifon ve Mersin askeri okullarında, Kınkkale’de başladığı lise öğrenimini Erzincan’da tamamladı(1966).

Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ni bitirdi (1970). Aydın’da (1970–1975), İstanbul’da (1976–1978) öğretmenlik ve Halk Eğitimi Başkanlığı (1976), İstanbul Ortaköy Eğitim Enstitüsü’nde öğretim görevliliği, Diyanet işleri Başkanlığı’nda neşriyat uzmanlığı 81976–1980), Üsküdar Kız Lisesi’nde öğretmenlik yaptı. İ.Ü. İktisat Fakültesi’nde İktisat Tarihi yüksek lisansı (1986) ve aynı fakültenin Sosyal Yapı ve Sosyal Değişme Ana Bilim Dalında doktora yaptı (1989). Marmara Üniversitesi öğretim üyeliğinden emekli olan şairin ilk şiiri 1965 yılında Defne dergisinde çıktı. Şiirleri, hikâyeleri, mensureleri ve mizah yazıları Devlet, Töre, Bozkurt, Türk Edebiyatı, Ayyıldız, Yeni Türkiye, Kültür Dünyası, Türk Yurdu, Güney Su, Ortadoğu, Hergün, Yeni Düşünce, Ayrıntılı Haber, Türkiye, Millet dergi ve gazetelerinde yayınlandı. Dilâver Cebeci, millî ve tarihi motiflerle bezeli lirik şiirleriyle tanınır. Edebiyatımıza “Seyyah-ı Fakir Evliya Çelebi” mizahî tipini kazandırdı. Seyyah-ı Fakir Evliya Çelebi imzasıyla yazdığı yazılarında Türk sosyal hayatına bir 16. yüzyıl Osmanlı vatandaşı gibi bakarak, bu hayatın Türk kültürüne yabancı yönlerini latif bir üslupla hicvetti. Edebiyatımızda uzun ve hikâyemsi mensure türünü denedi ve bu denemelerinde milli romantizmi vermeye çalıştı. Sözlerini yazdığı “Türkiye’m” şarkısı ile gönüllere taht kuran, kişiliğiyle gençleri çevresinde toplayan Dilaver Cebeci’yi 28 Mayıs 2008 tarihinde kaybettik.

ÖDÜLLERİ
1963’te Türk Ocağı Şiir Yarışmasında Birincilik Ödülü 

1995’te Ömer Seyfettin Hikâye Yarışmasında Mansiyon Ödülü 
Yedi şiiri bestelenerek ünlü sanatçılar tarafından okundu.

ESERLERİ

Şiirleri:
Hun Aşkı (1973) 

Mavi Türkü (mensur şiir 1983) 
Şafağa Çekilenler (1984) 
…Ve Sığınırım İçime (1992) 
Sitare (1997) 
Asra Yemin Olsun ki… (2000) 
Bütün Şiirleri (2003)   
Kandahar Dağlarında Sabah Namazı (Kendi sesinden kaset, 1992). 

Mizahî yazıları:
Devrannâme (Seyyah-ı Fakir Evliya Çelebi imzasıyla, 1984) 

Seyranname (1997) 
Oyunu: 
Büyü (1984).

Çocuk Kitabı: 
Azak’ın Denizaltıları, Bahadır Giray’ın Mektubu. (Evliya Çelebi Resimli Çocuk Hikâyeleri)

İnceleme – Araştırma: 
Tanzimat ve Türk Ailesi (1993)  

Gezi: 
Men Kazanga Baramen (2000)

Ders Kitabı:
Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi

Yukarıdaki metin http://www.kimkimdir.gen.tr/kimkimdir.php?id=4861 ‘ den alınmıştır.

 

ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER

Babamın Yarım Kalmış Sevdasının Yerine

Sineme yüzlerce ok saplanırdı 
Kirpiğin kaşına değidiği zaman. 
Bir sızı içimde keleplenirdi, 
Kulağım adını duyduğu zaman 

Kâh zülfünün karasında yatardım, 
Kâh gözünün deryasında yiterdim. 
Seni hayal eder dilek tutardım, 
Göğümde bir yıldız kaydığı zaman. 

Bahar başlayınca elvan toyuna, 
Sevdam çiçek açar idi boyuna… 
Koyakdaki gür derenin suyuna, 
Söğüt dallarını eğdiği zaman. 

Meltem vursa yüzündeki güllere, 
Dokunurdu gönlümdeki tellere. 
Bakarak ağlardım cılga yollara, 
Bir türkü bağrımı oyduğu zaman. 

Bu aşk can evimde kaldı da yarım, 
Halâ o iklimden sesler duyarım. 
Kim bilir belki de sana doyarım, 
Topraklar yağmura doyduğu zaman.

Nur Dağından Gelenler

Onlar bu dünyaya niye geldiler 
‘Li ya’budun’ diye diye geldiler. 

Konaklı, sofralı tuğralıydılar 
Bir dilim ekmekle doya geldiler. 

Eline, beline, diline sahip 
Kalpleri nurla yuya geldiler. 

Burçlar her taraftan çağırıyordu 
Onlar yıldız ile aya geldiler. 

Ünlü şehirlerde ünsüz gezdiler 
Bazen de bir sessiz köye geldiler. 

Kutlu seferlerden zaferle dönüp 
Ala sayvanlarda toya geldiler. 

Din-ü devlek ile mülk-ü millete 
Asi olmadılar uya geldiler. 

Hem yüzleri hem sözleri güzeldi 
En güzel sözleri duya geldiler. 

Yedi göbek nesepleri helaldi 
Helal rızıkları yiye geldiler 

Dağları Tanrı’ydı, Süphan’dı, Nur’du, 
Göklerin sesini duya geldiler.

Bozkırda Kalan Sancı

O çocuklar birer birer gittiler… 
Soylu sevda türküleri dudaklarında, 
Saclarında kurt nefesi rüzgârlar, 
O çocuklar birer birer gittiler… 

Bir tamu karanlığı keleplenirken bozkıra 
Kehkeşenlardan yıildız gibi indiler. 
Tutuşturdular yeniden küllenmiş ocakları, 
Bacalardan duman duman tüttüler… 

Bir ögünç hil’ati gibi giydiler güzelliği 
Ufuklara oturup dolunayı sevdiler. 
Uzun,siyah kirpiklerinde seyyareler yanardı, 
Ağ buluttan atlarla ta Sidre’ye yettiler… 

Onlar,Oğuz mayası gök ışığın erleri, 
Onlar,ülkü çağının bahadır melekleri… 
Mor dağların göğsünde kaldı pençe izleri, 
Haceru’l esved gözlerini gönlümüze resmettiler… 

Eyvah biz kaldık Efsele safilinde! 
Ahsen-i takvim üzre,onlar geçip gittiler…

Dokuzlama (Atsız Yabgu Katında)

Gök yeleli Bozkurtlar, kutlu ülkü erleri! 
Atsız Yabgu önünde dizleyin yağız yeri! 

Üçbin yılın süzdüğü temiz duru bir pınar 
Ya Üçoktur ya Bozok, o da bizlerden biri, 

Uçup gitti Cennete, hak Yalavaç katına, 
Ordan Özge menzil yok, ne ileri ne geri. 

Gidişi bir faninin burdan göçüşü değil, 
Sanki Hıtay üstüne Tanrıkut’un seferi… 

Kaldırdak dokuz tuğu tam hedefe yönelttik 
Tanık olsun yıldızlar, bu Aralık gökleri! 

Ilgar ile yürüyen şu tümenler onundur… 
Bilekler katı pulat, pençeler iri iri… 

Narası yankılanır hala karşı dağlarda, 
Sıyra-kılıç, dört nala, bu Çiçi’nin askeri… 

O bir Ural havası Türk illeri üstünde, 
Daha bin yıl solunur göğüslerden içeri. 

Gök yeleli Bozkurtlar, kutlu ülkü erleri! 
Atsız Yabgu önünde dizleyin yağız yeri!

Hasret

Şu dumanlı doruklarda 
Boz şahinler uçmaz gayrı 
Gözelerden ağı çıkar 
Alperenler içmez gayrı 

Obam yurdum talan oldu 
Destanlarım yalan oldu 
Yollar birer yılan oldu 
Kervanlarım geçmez gayrı 

Hani mavi denizlerim 
Üç kıtada nal izlerim 
Kör mü oldu bu gözlerim 
Çaşıtları seçmez gayrı

Sitare

“Çeşmek Be-zen Sitare 
Ezmen Mekon Kanare” 

Nerden çıktın karşıma böyle Sitare 
Efsaneler dökülüyor gülüşlerinde 
Kirpiklerin yüreğime batıyor 
Telaşlı bir kalabalığın ortasında 
Ayaküstü konuşuyoruz 
Nedimin nigehban nergisleri gibi 
Üstümüzde bütün nazarlar 
Çok utanıyorum Sitare 
Dün oturup hesap ettim 
Sen doğduğun zaman 
Ben bir askeri mektepte talebeymişim 
Sen bilmezsin Sitare 
Burada gündüzler çekip durduğumuz bir mercan tespih 
Geceler içinde uyuduğumuz birer siyah buluttu 
Her akşam dokuzda yat borusu çalardı 
Yat borusu baştan aşağı hüzün çalardı 
Bir derin uykuya atardım kendimi 
Siyah benli bir kız düşlerime kaçardı 
Bende onu alır anamın düşlerine kaçardım 

Bu azgın kalabalıkta seni tam duyamıyorum 
Gözlerin mi daha sıcak gülüyor 
Yoksa dudakların mı anlayamıyorum 

Seninle konuşurken Sitare 
Aklıma yıldızlar dökülüyor 
Bir çaresiz Zühre oluyorsun Babil caddelerinde 
Ateş gözlü kahinler koşuyorlar arkandan 
Binlerce meşalenin ışığı kımıldıyor saçlarında 
Gökyüzü salkım salkım 
Zigguratlar tıklım tıklım 
Dönüp dolaşıp dudaklarına takılıyor aklım 
Ah benim bu akıldan sıyrılmış aklım 
Kimi gün boşlukta konacak yer bulamayan 
Kimi gün inatçı yosunlar gibi kepez diplerine yapışan aklım 
Gözlerine baktığım zaman Sitare 
Bütün çöllere ay doğuyor 
Yoldaş ediyorum kendime İmrül Kays’ı Antere’yi A’şa’yı 
En kuytu vahaları dolaşıyorum 
Hangi vahaya gitsem çadırlar sökülmüş Sitare 
Çadırla su arasında bir cılga var 
O cılgada narin ayak izlerin var 
Durgun suya düşüp kalmış gözlerin var 

Bu azgın kalabalıkta seni tam duyamıyorum 
Gözlerin mi daha sıcak gülüyor 
Yoksa dudakların mı anlayamıyorum 

Bazan sapsarı bir benizle geliyorsun 
Yorgun çizgileri alnında uykusuzluğun 
Biliyorum içinde bir sızı var 
Bıçak ağzı gibi bir sızı var 
Bu sızıdır işte seni verimsiz kılan 
Züheyr’in Suad’ı gibi keremsiz kılan 
Kuzeyden güneye 
Güneyden kuzeye 
Heyy! Gidip geliyorum bu çöllerde 
Kureyş’in heybetli ve inatçı develeri 
Hiç aldırmadan benim esmer sevdama 
Geviş getiriyorlar ufka bakarak 
Ben kaçıp Yesrib’e sığınıyorum 
Yesrib bahane, bir kitaba sığınıyorum 
Dağda, ovada, badiyede okuduğum hep elif 
Elif diyorum Sitare, sineme elif çekiyorum 
“Ah minel aşk-ı ve halatihi..” 
Çok eski bir gerçektir bu biliyorum 

Bu azgın kalabalıkta seni tam duyamıyorum 
Gözlerin mi daha sıcak gülüyor 
Yoksa dudakların mı anlayamıyorum 

Sinsi bir yağmur altında beraber yürüyoruz 
Ve ikimizde ıslanıyoruz 
Ben ne yağmurlar gördüm Sitare 
Ben kaç kez iliklerime kadar ıslandım 
Bilmiyorum sen kaç yaşındaydın 
Ben göğü hep bir kurşun gibi ağır 
O şehirde sırılsıklam gezerdim 
Bölük bölük insanlar boşanırdı tapınaklardan 
Tapınaklar insanları safra gibi atardı 
Sonra hepsi bir yere toplanıp bana bakarlardı 
Bir gün bu şehrin kirli yağmurları alıp götürdü beni 
Gidip bir Uygur çadırında göğü dinledim 
Kara bulutlar kükrerken bir Kaşkar sabahında 
Oturup Aprunçur Tigin ile seni konuştuk 
Bakışlarımı sunuyorum, tereddütsüz alıyorsun 
Gizli bir tebessümle çağırıyorum, geliyorsun 
Kaşı karam, gözü karam, saçı karam 
Umay gibi yumuşak huylum 
Nerden çıktın karşıma böyle 
Sesin ılık bir bahar güneşi gibi ığıl ığıl akıyor içime 
Asya’nın bozkırlarında ordular düşüyor peşime 
Yığılıp kalmışım bu Anadolu toprağına Sitare 
Adam akıllı yorulmuşum 
Ellerin böyle olmamalıydı 
Ellerine acıyorum 
Ve kim bilir kaç zamandan beridir kalbimi öğütlüyorum 
Durup durup ıssız yerlerde 
“güçlü ol ey kalbim, güçlü ol 
Daha çok işimiz var” diyorum 

Bu azgın kalabalıkta seni tam duyamıyorum 
Gözlerin mi daha sıcak gülüyor 
Yoksa dudakların mı anlayamıyorum

 

 

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen