1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı (93 Harbi) ve Uluslararası Siyasete Etkisi

Oktay BERBER *

Giriş

Rus tüccarın Azak bölgesinde yaşadıkları problemler sebebiyle III. İvan’ın 1492 yılında II. Bayezid’e hitaben yazdığı mektupla başlayan Osmanlı-Rus ilişkilerinde bugüne kadar Türk ve Rus tarihini etkileyen pek ok olay gerekleşmiştir. 500 yılı aşan Osmanlı-Rus ilişkilerinde kimi zaman yalnızca iki tarafın tarihini ilgilendiren, kimi zaman da dünya siyasetinin içerisinde değerlendirilmesi gereken, çok yönlü olaylar meydana gelmiştir. Bu yazı ile konusu edilen savaş ise uluslararası siyasete yön veren önemli bir süreci ifade etmektedir.

Rumi takvimde 1293 yılında gerçekleşmesi sebebiyle Türk tarihinde 93 Harbi olarak bilinen 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı uluslararası siyasette Şark Meselesi veya Doğu Sorunu olarak tarihe geçen terimle yakından ilgilidir. Bununla birlikte Osmanlı Devleti’nin Balkan topraklarındaki hakimiyetini kaybetmesi, Panslavizm politikası ve bölgede yeni devletlerin ortaya çıkması açısından da yine uluslararası siyasetin konusu durumundadır. Ayrıca bu savaşta ismi geçen tarihi simaların her iki tarafın zihninde çok önemli yerler edinmiş kişiler olduğunu belirtmek gerekir. Türkler tarafından döneme bakılacak olursa Balkanlarda Gazi Osman Paşa ve Doğu Anadolu’da Ahmet Muhtar Paşa gibi oldukça iyi yetişmiş komutanlar aynı savaşın kahramanlarıdır. Ruslar açısından değerlendirildiğinde ise savaş öncesinden beri Rus İmparatorluğu’nun bilhassa Osmanlı Devleti’ne yönelik politikasını belirleyen ana karakter konumundaki Nikolay Pavloviç İgnatiyev’in ön plana olduğunu söylemek mümkündür.

1. Savaşı Hazırlayan Sebepler

Rus İmparatorluğu’nun 19. yüzyılın başlarından itibaren takip ettiği dış siyasetin ana hedeflerini; Büyük Slav Devleti kurmak, İstanbul ve Boğazları ele geçirerek sıcak denizlere ulaşmak, Balkanlarda kendisine bağlı küçük uydu devletler kurabilmek şeklinde özetlemek mümkündür. Güney ve batı yönündeki siyasetinin temelini oluşturan bu ilkeler doğrultusunda Rus yönetimi tarafından sık sık plan ve projeler hazırlanmıştır ki bu türden faaliyetler Panslavizm (Slav birliği) olarak nitelendirilmektedir.[1] Fakat bu noktada Rus İmparatorluğu’nun çıkarları, Avrupalı diğer devletlerle, özellikle de İngiltere’yle çatışmıştır. Bu ilkelerin gerçekleşmesi Rus yönetiminin Osmanlı Devleti üzerindeki etkisini arttırması anlamına geldiğinden en başta İngiltere olmak üzere Avrupalı güçlü devletler Rus dış siyasetine müdahil olmuşlardır.

1829 yılında Edirne Antlaşması ile isteklerinin önemli bir kısmını elde eden Rus İmparatorluğu’na karşı İngiltere’nin Osmanlı toprak bütünlüğünün korunması yönündeki tavrı oldukça önemli gelişmelerin yaşanmasına sebep olmuştur. Neticede Rusya, İngiltere ve Fransa arasındaki doğu siyasetinin ortaya koyduğu rekabet 1856 Kırım Savaşı’na yol açmıştır ki bu savaş gerek Rus tarihi gerekse uluslararası ilişkiler açısından önemli bir kırılma noktası anlamına gelmektedir. Edirne Antlaşması ile çok büyük kazanımlar elde eden Rus yönetimi bu savaş ile adeta dizginlenmiştir. Özellikle Rusya’nın çıkarlarına karşı Avrupa devletlerinin Osmanlı topraklarının bütünlüğünün korunması ilkesini benimsemesi Kırım Savaşı’ndaki Rus yenilgisinin en önemli sebebidir.

Kırım Harbi’nin ardından imzalanan 30 Mart 1856 tarihli Paris Antlaşması ile bir süreliğine de olsa Rusların Balkanlara inmeleri ve Osmanlı topraklarında hakim bir konuma gelmeleri engellenmiştir. Çünkü Paris Antlaşması’nın onuncu maddesi ile 1841 Londra Boğazlar Sözleşmesi’nde olduğu gibi boğazların bütün devletlerin savaş gemilerine kapalı olduğu ilkesi benimsenmiştir. Ayrıca on birinci madde ile Karadeniz’in tarafsızlığı; on üçüncü madde ile Karadeniz sahillerinde tersane bulundurmama gibi pek çok madde Rusya’nın Karadeniz ve Boğazlar üzerinden yaptığı planlardan vaz geçmesine sebep olmuştu.[2] Mağlup bir şekilde antlaşmayı imzalayan Rus yönetimi bu durumun uzun sürmemesi için uygun ortamı beklemekteydi. Bir yandan da Osmanlı Devleti’nin Balkan topraklarındaki Slav unsurlar üzerinde faaliyetlerde bulunmaktaydı. Çok geçmeden Almanlar ile Fransızlar arasındaki anlaşmazlıktan ve 1870 yılında Fransa’nın yenilgisinden faydalanarak Paris Antlaşması’nın kendi aleyhine olan hükümlerinden kurtulan Rus İmparatorluğu, 1870’te Karadeniz’de yeniden donanma hazırlamaya girişmiştir.

Diğer yandan Panslavizm hareketi yeniden alevlenmiş ve büyük faaliyetler gerçekleştirilmeye başlanmıştır. Rus tüccarlarının teşvikiyle, Balkanlarda Hıristiyan reaya arasında Türk hakimiyetine karşı ayaklanmalar başlatılmış ve bunlar gittikçe çoğalmıştır. 1875 Hersek, 1876 Bulgaristan ve Selanik ayaklanmaları, 1876 Karadağ-Sırbistan Savaşı Rusya’nın bu politikasının bir sonucudur. Özellikle 1876 yılı Mayıs ayında gerçekleşen Bulgar isyanında on binlerce Bulgar’ın Türkler tarafından katledildiği propagandasının ön plana çıktığı görülmektedir. Zaman içerisinde Rusların propagandalarına İngilizler de katılmış ve neticede Osmanlı Devleti Bulgar katliamının faili sıfatıyla Avrupa siyasetinde yalnızlaştırılmıştır.[3] Rus yönetiminin bu türden propaganda faaliyetlerinde sadece Panslavist grupların hareketlerinden yararlanmadığını, aynı zamanda neredeyse tüm yüzyıl boyunca onların her türlü dinsel ve eğitim faaliyetlerine de parasal yardımda bulunduğunu belirtmek gerekir.

Osmanlı Devleti’nin Avrupa’da yalnızlaştırılmasında Rus İmparatorluğu’nun İstanbul Büyükelçisi Nikolay Pavloviç İgnatiyev’in büyük katkısı olmuştur. İgnatiyev, Rusya Dışişleri Bakanlığı Asya İşleri Dairesi Müdürü iken 1864 yılında İstanbul Büyükelçiliği’nde görevlendirildi ve 1867 yılında da büyükelçi oldu. Böylece İstanbul’daki Rus Büyükelçiliği, Balkanlar’daki komite ve ayaklanma hareketlerinin kumanda merkezi haline geldi. Rusya, Panslavist politikalarını ve Balkanlar üzerinden Akdeniz’e inme arzusunu gerçekleştirmek için Balkanların her yerine Panslavist konsoloslar atadı. Bu kapsamda faaliyette bulunan konsoloslar için Rusya’nın Filibe ve Rusçuk konsoloslarının yeni ihtilal cemiyetlerinin kuruluşuna verdikleri destekleri örnek olarak göstermek mümkündür.[4] İgnatiyev’in özellikle Sultan Abdülaziz döneminde Osmanlı devlet adamları üzerinde nüfuz sahibi olduğunu belirtmek gerekir. Bu kapsamda Sadrazam Mahmud Nedim Paşa ile yakın ilişki içerisinde olmuşlardır.[5] İgnatiyev, sadece Osmanlı devlet adamları arasında değil, İstanbul’daki diğer devletlerin elçileri üzerinde de etkiliydi. Fakat İstanbul’daki İngiliz Büyükelçisi Sir Henry Elliot ile arası iyi değildi. Sir Elliot, Rusların pek sevmediği Midhat Paşa’yı desteklemiş ve Osmanlı Devleti’nde liberal bir rejimin kurulmasını istemiştir.[6]

1876 yılındaki Bulgar isyanında Maşnin ve Nayden Gerov ile birlikte İgnatiyev’in önemli bir yeri olduğunu belirtmek gerekir. İgnatiyev, Rumeli eyaletlerinin Rusya’nın himayesi altında bir konfederasyon haline getirilmesini amaçlamaktadır. Sırbistan’a giden Rus kuvvetlerinin başına 1865’te Taşkent’i almakla ünlenen Çernyayev görevlendirilmiştir. Ancak Türk ordusu Alekseniç Zaferi diye adlandırılan mücadelede Sırpları ve General Çernyayev’i bozguna uğratmıştır.[7] Dönemin İstanbul’daki en etkili ismi olan İgnatiyev’in faaliyetleri neticesinde Osmanlı Devleti, 93 Harbi’nin sebeplerini oluşturan Balkanlar’daki olaylar karşısında çaresiz kalırken, dışarıda da büyük bir yalnızlık içerisinde olmuştur.

Meydana gelen gelişmeleri görüşmek, Osmanlı Balkanlarında yaşanan problemlere çözüm bulmak amacıyla İngiltere, Fransa, Rusya, Almanya, Avusturya, İtalya ve Osmanlı Devleti’nin katılımlarıyla 23 Aralık 1876 tarihinde İstanbul’da bir konferans düzenlenmiştir. Tersane Konferansı adıyla da bilinen bu toplantıda Osmanlı Devleti’nin Sırbistan ve Karadağ ile anlaşma yapması ve onlara toprak vermesi, Bulgaristan’nın muhtariyet esasına dayalı iki eyalet şeklinde düzenlenmesi yönünde kararlar alınmıştır. Ayrıca kendi milis güçlerini oluşturma, Bulgarcanın resmi dil olarak kabulü, genel af gibi Bulgarlara çeşitli haklar ve ayrıcalıklar tanınmıştır. Alınan kararlar Bâbıâli’ye (Osmanlı hükümeti) bildirilmiş, ancak yapılan görüşmeler sonunda bu kararlar reddedilmiştir.[8] 1876 yılının Ağustos ayında tahta çıkan II. Abdülhamit ile Osmanlı yönetimi bir yandan Tersane Konferansı kararlarını reddederken diğer yandan da Kânûn-i Esâsî’yi ilan etmiştir. Önemli devlet adamlarından biri olan Midhat Paşa’nın yoğun çabaları neticesinde hazırlanan Osmanlı Devleti’nin bu ilk anayasasının 8-26. maddeleri ile “herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetmeksizin kanun önünde eşittir” denilmekteydi. Dolayısıyla bu anayasa ile etnik ve dini ayrım gözetmeksizin bütün Osmanlı tebaası aynı haklara sahip kılınarak iç karışıklıkların sona erdirilmesi ve dış müdahalelere zemin oluşturan problemlerin giderilmesi amaçlanmıştır.[9]

Tersane Konferansı’nın kararlarının kabul edilmemesi ardından Osmanlı Devleti ne karşı takip edilecek siyasetin belirlenmesi için Avrupa devletleri 31 Mart 1877 tarihinde Londra’da toplanmış ve alınan kararlar Londra Protokolü adıyla Bâbıâli’ye bildirilmiştir. Ancak Tersane (İstanbul) Konferansı kararlarından farkı olmayan bu protokol de Osmanlı yönetimince reddedilmiş, Rus idaresi ise Avrupa hukukunu savunmak bahanesiyle 24 Nisan 1877 tarihinde Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etmiştir.[10]

Rus yönetiminin Osmanlı Devleti’ne karşı savaştan yana olmasında İgnatiyev’in tutumunun önemli bir payı olduğu görülmektedir. Ayrıca Rusların bu tavrında Çargrad (Çarın Şehri) olarak nitelendirilen İstanbul’un mutlak surette Rus İmparatorluğu’na katılması yönündeki tarihi idealin etkisi de oldukça önemlidir. Bu kapsamda yine İgnatiyev’in çarpıcı ifadeleri söz konusudur. Osmanlı Devleti’ni, daha doğrusu Rusya dışındaki bütün devletleri küçümseyen İgnatiyev, Osmanlı Devleti’ne savaş açmak için heyecanını ve İstanbul’u bir an önce alma isteğini karısına yazdığı mektupta dile getirmektedir: “… bizim Edirne ve Konstantinopolis’e kararlı şekilde saldırmamız Eylül’ün sonlarından önce başlamayacaktır. Ve biz Çargrad’a ancak Ekim’in sonu veya Kasım’da ulaşırız. Bu olmadan barış antlaşmasının olması mümkün değildir. … dün  Vaftiz babam, bugün de başkumandan ile yüz yüze görüştüm. Nasıl coştuğumu bir bilsen. Ben bu sene içinde, Ekim’in iyi hava şartlarından yararlanarak Çargrad’a saldırmamızın gerekliliği konusunda ısrar ettim.”[11]

2. 1877-1878 Rus-Osmanlı Savaşı

Rumî takvime göre 1293 yılına denk gelen ve bu sebeple 93 Harbi olarak Türk tarihinde bilinen savaşın Tuna ile Doğu Anadolu olmak üzere iki cephesi mevcuttur. Tuna cephesindeki Osmanlı ordusu Serdâr-ı Ekrem (Başkumandan) Abdülkerim Paşa tarafından kumanda edilen toplam 180.000 kişiden ibaretti. Şumnu’yu merkez karargah olarak kullanan Osmanlı birlikleri Silistre, Totrakan, Rusçuk, Ziştovi ve Vidin’de yer almaktaydı. Ayrıca Rus İmaparatorluğu’nun Baltık’ta bekleyen donanmasının Akdeniz üzerinden gelme ihtimaline karşın Çanakkale Boğazı da tahkim edilmiştir. Tuna cephesindeki Osmanlı askerlerinin karşısında Grandük Nikolay’ın kumanda ettiği 160.000 kişiden müteşekkil Rus ordusu bulunmaktaydı. Savaşın diğer cephesi olan Doğu Anadolu’da ise Ahmet Muhtar Paşa, Osmanlı birliklerine komuta etmekteydi. Ardahan ile Doğu Beyazıt arasında yer alan 55.000 kişilik Türk ordusu karşısında General Melikov’un idare ettiği 120.000 kişilik Rus ordusu bulunmaktaydı.[12] Rakamlara bakıldığında Osmanlı yönetiminin esas gücünü Tuna cephesinde tuttuğu görülmektedir. Özellikle bölgenin stratejik önemi ve başkent İstanbul’a yakın oluşu, Balkanlarda meydana gelen milli hareketler gibi pek çok sebebin bu durumda etkili olduğu yorumunda bulunmak mümkündür.

 

Romanya toprakları üzerinden ilerleyen Rus birlikleri 27 Haziran’da Ziştovi’yi, 1 Temmuz’da Tırnova’yı ele geçirmiştir. Osmanlı birlikleri önemli ve stratejik geçit noktalarından biri olan Şıpka’da bir süre direnseler de 19 Temmuz’da burası da Rus birliklerince teslim alınmıştır. Bu hızlı Rus ilerleyişi İstanbul’daki devlet merkezinde önemli gelişmelerin yaşanmasına sebep olmuştur. Serasker Redif Paşa ile Serdâr-ı Ekrem Abdülkerim Paşa görevlerinden alınmış ve Dîvân-ı Harb’e gönderilmişlerdir. Bu azillerden sonra Tuna Ordusu kumandanlığına getirilen Mehmed Ali Paşa’nın idaresinde Rus kuvvetlerine karşı Rusçuk yakınlarında ve Yenizağra’da önemli başarılar elde edilmiştir. 93 Harbi’nin ve Türk tarihinin en önemli kahramanlarından biri olan Osman Paşa’nın ismi de bu sıralarda Rus savaş erkânı tarafından bilinir hale gelmiştir. Çünkü Vidin’den Plevne’ye 18 Temmuz’da gelen Osman Paşa ile Tuna cephesindeki Osmanlı-Rus mücadelesi Plevne’de adeta kilitlenmiştir. İki defa Plevne üzerine hücum eden Rus birlikleri büyük kayıplarla neticesinde muvaffak olamayınca bu kez de Rumenlerden aldıkları destekle Eylül 1877’de hücum etmişlerdir. Ancak Rus-Rumen birlikleri üçüncü saldırıda da bir başarı elde edememiştir.

 

Tuna cephesinde Osman Paşa’nın askerleri Rus birliklerine karşı büyük bir başarı elde ederken Doğu cephesinde ise Türk tarihinin bir başka ismi olan Ahmed Muhtar Paşa ve askerleri Rus ordusu karşısında önemli kazanımlar elde etmişlerdir. Üç koldan Doğu Anadolu’ya giren Rus askerleri 30 Nisan’da Doğu Beyazıt’ı ele geçirmişti. General Melikov’un idaresindeki Ruslar Ardahan’a girdikten sonra Erzurum üzerine yönelmişti. Osmanlı ordusu elde ettiği başarılar ile Rus birliklerini sınır dışı etmeyi başarsa da bu kez General Lazarov kumandasındaki askerler tekrar saldırıya geçmiş ve 18 Kasım’da Kars ele geçirilmiştir. Bunun üzerine 25.000 kadar askeri ile Ahmed Muhtar Paşa’nın Osmanlı birlikleri Erzurum’a kadar çekilmek zorunda kalmışlardır. İşte bu noktada bölge halkı Aziziye tabyasında Osmanlı askerlerine maddi ve manevi çok büyük destekler vermiştir. Halkın verdiği desteğin sembol ismi haline gelen Nene Hatun da burada karşımıza çıkmaktadır. Ahmed Muhtar Paşa komutasındaki Osmanlı birlikleri yoğun gayretler neticesinde Ruslara karşı büyük bir mukavemet göstermeyi başarmıştır.[13]

 

22 Mayıs 1955 tarihinde vefat eden Nene Hatun ile röportajını Erzurum’un Hür Söz Gazetesi’nde 1956’da yayınlayan Necati Dağıstanlı, Erzurum halkının ve Ahmed Muhtar Paşa’nın Rus askerlerine karşı verdiği mücadeleyi onun ağzından kaleme almıştır:

“Oğul! Sol cenahta Kurt İsmail Paşa’nın kumanda ettiği kuvvetlerin yarısını teşkil eden Milliye alayında bulunanlardan yakın tarihe kadar aramızda yaşamış ve halen kahramanlıkları yad edilenlerden Mehdi Efendi Mahallesinden Seyfi Dede oğlu Tosun, Deli Ömer oğlu Ağa, Mehmet Ali, Mehmet Usta, Binbaşı Zühtü, Ali Efendi, Arap zade Ali Efendi bunlardan başka milletimizin hiçbir zaman unutamayacağı ve unutulmalarına imkan olmayan isimlerini hatırlayamadığım bir heyet, Firdevs oğlu kışlasında ikamet eden Gazi Ahmed Muhtar Paşa’nın huzuruna gittiler… Paşa’ya:

-Paşa hazretleri bütün halk el ele vermiş, yediden yetmişe kadar herkes harbe ve harekete hazır, emirlerinizi beklerler… Bu konuşma geçerken dışarıda bir mahşer kalabalığı vardı. Hep bir ağızdan çıkan tekbir sedaları, ‘harbe hazırız!’ sesleri,  bütün her yeri sarıyordu.

…Aziziye tabyasının sırtları bu karışık insan kütlesiyle dolmuş, Ruslar bu mukaddes gaye uğruna şehadet mertebesine ermek isteyen ve bu arzu ile yılmadan, korkmadan, canla başla harp etmeye azmetmiş bu coşkun seli durdurmak emeliyle göz açtırmayacak derecede şiddetli top ve tüfek atışına tutuyordu.

…Kanlı bir şekilde tepelenen Moskof bir daha taarruza heves ve cesaret gösteremedi. Kuvvetleri ve kuvve-yi maneviyeleri tamamen sarsılan Moskoflar, hezimet, bozgunluk ve sükutuhayal neticesi kabına çekildi. Erzurum, bu korkunç ve tarihe mal olan kanlı boğuşmadan sonra kurtarıldı…”[14]

Tuna cephesine tekrar döndüğümüzde, burada adeta sıkışıp kalan Rus ordusuna yeni takviyeler yapıldığı görülmektedir. Yaklaşık 40.000 kişilik Osmanlı askerine karşı yeni takviyelerle 125.000 kişiye ulaşan Ruslar, Osman Paşa’dan teslim olmasını talep etmekteydi. Dönemin kış şartları ve yiyecek sıkıntısının çok fazla olmasının verdiği olumsuzluklara rağmen Osman Paşa, beklemenin Türk askerlerinin aleyhine olduğunu gördüğünden Rus birliklerini yararak etrafındaki düşman çemberini aşmayı planlamıştır. Bu doğrultuda iki ana gruba ayıran Osman Paşa’nın planında birinci grup Rus mevzilerini ele geçirinceye kadar ikinci grup hücum edenleri koruma görevi üstlenecekti. Yapılan planın farkında olan Rus kurmayları, birinci grupla harekete geçen Osman Paşa’ya gereken desteğin verilmemesi için ikinci grubun mevzilerinden çıkışına mani olmuştur. Neticede Osman Paşa önemli mevziler elde etse de arkadan gereken destek gelmediğinden düşmanı yarma hareketi sonuçlanamamıştır. Neticede yoğun ateş altında kalan Osman Paşa geri çekilmek zorunda kalmış, böylece Plevne de düşmüştür.[15]

Plevne’de Rus askerlerinin yaklaşık altı aylık Osmanlı kuvvetlerini aşamaması Çar II. Aleksandr başta olmak üzere Rus yönetimini oldukça rahatsız etmiştir. Çünkü Rus yönetiminin başlangıçtaki planlarına göre çok daha kısa sürede Rus ordusunun Edirne’ye ve oradan da İstanbul’a ulaşması öngörülürken, başta insan kaynağı olmak üzere pek çok maddi kaynak ihtiyacı oluşmuştur. Bu noktada Osmanlı-Rus Savaşı’nın planlamasında General İgnatiyev’in rolünden bahsetmek gerekir. Bu hususta Ahmed Saib tarafından kaleme alınan eserde Çar II. Aleksandr ile İgnatiyev arasında karargahta gerçekleşen konuşma oldukça önemlidir. Buna göre II. Aleksandr İgnatiyev’e; “General, siz İstanbul’da sefir bulunduğunuz zaman verdiğiniz raporlarda sürekli ‘Türkleri öyle bir hale getirdim ki eğer Rusya ellibin askerle muharebe edecek olursa bir ay zarfında İstanbul’a gelir ve şehri zapt eder’ diyordunuz. İşte beş aydır muharebe ettik, üç yüz bin askerle Türklerle uğraşıyoruz. Hala başa çıkmak değil adeta mağlup oluyoruz” şeklinde serzenişte bulunmuştur. İgnatiyev ise kendini savunarak; “Doğrudur, bendeniz böyle raporlar gönderdim. Fakat Bosna isyanı çıkar çıkmaz derhal harp etmek lazım olduğunu bildiriyordum. Siz aldırmadınız, konferansı kabul ettiniz. Türklere harp hazırlığı için vakit kazandırdınız” demektedir.[16] Söz konusu müzakerenin Plevne müdafaasının sonlarında gerçekleşmesi bu süreçten Rus yönetiminin duyduğu rahatsızlığı ve Rus askerlerinin Türk ordusu karşısında yaşadığı sorunları göstermesi açısından kıymeti haizdir.

Plevne’nin düşmesi Osmanlı-Rus savaşının seyrini tamamen değiştirmiştir. Çünkü Doğu Anadolu’da istediğini elde edemeyen Rus ordusu Edirne’ye kadar ilerleme imkanı bulmuştur. 20 Ocak 1878 tarihinde Edirne’yi alan Rusların İstanbul yolu açılmış oluyordu. Bu sırada Bâbıâli, savaş başından bu yana tarafsızlıklarını ilan eden Avrupa devletlerinden arabuluculuk talep ettiyse de bir netice elde edememiştir. Sonuçta II. Abdülhamid Rus çarına mütareke teklif etmek durumunda kalmıştır. Ayrıca Osmanlı Meclisi Yıldız Sarayı’nda durumu görüşmek üzere olağanüstü toplantı yapmıştır. Ancak meclis üyelerinin bir kısmı savaşın bütün sorumluluğunun Padişah II. Abdülhamid’e ait olduğunu öne sürünce padişah toplantıyı terk etmiş ve 13 Şubat 1878 tarihinde Meclis-i Mabûsan’ı feshetmiştir.[17]

3. Edirne Mütarekesi ve Yeşilköy (San-Stefanos/Ayastefanos) Antlaşması

II. Abdülhamid’in mütareke teklifi ardından görüşmelere başlayan askeri temsilciler arasında 31 Ocak 1878 tarihinde Edirne Mütarekesi gerçekleşmiştir. Mütarekeye göre; Erzurum’daki Osmanlı askerinin direnişine son verilerek şehir Ruslara teslim edilecektir. Daha önce İstanbul Konferansı’nda sınırları belirlenen, kendi küçük askeri birliği olan muhtar bir Bulgaristan kurulacak, Bosna-Hersek’in muhtariyeti ile birlikte Sırbistan, Karadağ ve Romanya’nın bağımsızlıkları da tanınacaktır. Ayrıca Hıristiyan halkın bulunduğu vilayetlerde de reformlar yapılacaktır. Görüşmeler sırasında Rus askerlerinin karargahlarını Yeşilköy’e yani Ayastefanos’a nakletmeleri sebebiyle bir süre Yeşilköy’de de görüşmeler devam etmiş ve 3 Mart 1878 tarihinde 29 maddelik Yeşilköy (Ayastefanos) Antlaşması imzalanmıştır:

2., 3. ve 5. maddeler ile Karadağ, Sırbistan ve Romanya’ya toprakları genişletilerek bağımsızlık verilmiştir. Karadağ Antivari ve Dulcigno limanları ile Adriyatik’e çıkmış, Sırbistan Niş’i almış, Romanya Beserabya’yı Rusya’ya bırakırken, karşılığında da Dobruca’yı almıştır. 6. madde ile Bulgaristan Prensliği kurulmuş, Doğu Rumeli, Batı Trakya, Makedonya bu prenslik sınırları içine alınmıştır. 14. madde ile Bosna ve Hersek’te ıslahatların yapılması kararlaştırılmıştır. 16. madde ile Ermenistan’da “yerel ıslahatlar” yapılacak, Ermeniler ise Kürt ve Çerkeslere karşı korunacaktı. Edirne Mütarekesi’nde Ermenilere dair bir şart olmamasına rağmen barış antlaşmasında yer alması İgnatiyev ile ilgilidir. Çünkü Rus ordusu Yeşilköy’e yaklaştıklarında başta Ermeni Patriği olmak üzere Ermeni liderler Rus makamlarına müracaat ederek Sivas, Van, Muş ve Erzurum’da özerklik istemişlerdir. İgnatiyev ise onların bu isteklerine karşılık anlaşma maddeleri arasına Ermenilerle ilgili hüküm koydurmuştur. 15. maddede Girid’de 1868 yılından beri uygulanan yönetim şekli devam edecek ve aynı biçim Arnavutluk, Tırhala ve Rumeli’nin diğer yerlerinde de uygulanacaktı. 19. maddede ise tazminat şartları yer almaktadır. Ancak başlangıçta 1 milyar 410 milyon rublelik savaş tazminatı ödemekle yükümlü kılınan Osmanlı yönetiminin mali durumunu öne süren Çar II. Aleksandr, bu tazminatın 1 milyar 110 milyonundan Batum, Kars, Ardahan, Eleşkirt ve Beyazıt’ın Rusya’ya bırakılması karşılığında vazgeçmiştir.[18]

4. Ayastefanos Sonrası Uluslararası Siyaset

Avusturya Ayastefanos Antlaşmasının bazı maddelerinden rahatsız olmuştu. Rusya’ya destek verebilecek güçlü Slav devletlerinin kurulması ve onun ordusuna üs olma ihtimali Avusturya-Macaristan’ı tedirgin etmişti. Bunun üzerine Avusturya, Rusya sınırına asker gönderdi. Bu durumda Rusya, gizli bir şekilde Avrupa devletleriyle ayrı ayrı anlaşmaya ve Avusturya-Macaristan ile İngiltere arasındaki anlaşmazlıktan faydalanmaya çalıştı. Bu sırada İgnatiyev, antlaşmanın meydana getirdiği bazı olumsuz etkileri ortadan kaldırmak için Viyana’ya gitmiştir. Avusturya, Bosna-Hersek’in kendi egemenliği altında olmasını istiyordu. Bununla birlikte, Sırbistan ve Karadağ ile ticarî anlaşmaların yapılmasını, Karadağ’ın sınırlarının tekrar çizilmesini, yani onun denize ulaşımı olmamasını istemiştir. Ayrıca Bulgaristan’ın İstanbul’dan uzaklaştırılması, Rus askerlerinin Bulgaristan’da kalış süresinin altı aya düşürülmesi gibi talepler ileri sürmüştür. Sınırları bu şekilde belirlenen büyük bir Bulgaristan’ın diğer Balkan devletlerini tedirgin ettiğini de belirtmek gerekir.[19]

Avusturya-Macaristan’ın talepleri Rus hükümeti tarafından “fahiş ve küstahça” bulundu. Milyutin, Avusturya Macaristan’ın talepleri hakkında “beklediğimiz kötüden de öte” diye yazmıştı. İgnatiyev’in çabaları boşa çıkmış ve Rusya yalnızlığa doğru bir adım daha atmıştır. Antlaşmalar netice vermeyince Avrupa devletleri Rusya’yı açıkça tehdit etmeye başladı. Nitekim Avusturya Macaristan ile İngiltere’nin menfaatleri ortak kabul edilmiştir. Avusturya Macaristan Dışişleri Bakanı Kont Andrassy da, Osmanlı Devleti aleyhinde bir politika izlemeyeceğini açıklamıştır. Avusturya, böyle geniş ve büyük bir Bulgaristan’ın kendi Makedonya projesini bozacağından korkuyordu. Ayrıca Rusya’nın kontrolündeki Bulgaristan, Rusya’nın Balkanlardaki egemenliğini arttıracaktı.

Avusturya-Macaristan ile anlaşamayıp Viyana’dan eli boş dönen İgnatiyev’in artık diplomatik kariyeri bitmiş oldu. Böylece İngiltere’nin kapısını çalma zamanı gelmişti. Bu anlaşmaya Rusya’yı Salisbury itmişti. Salisbury, çoktan Rusya’yla anlaşmaya varma taraftarı idi, ancak önce Rus yönetimini iyice korkutmak istiyordu. Rusya’nın Londra’daki Büyükelçisi Şuvalov’un Salisbury ile görüşmesinden sonra Rusya, ağır da olsa İngiltere’nin şartlarını kabul etmek zorunda kaldı.[20]

İngiltere için Osmanlı ve Rusya arasında imzalanan Ayastefanos Antlaşması’nın kabul edilmesi mümkün değildir. Bu konuda İngiliz kabinesi için “çok gizli” ibaresi ile bir rapor da hazırlanmıştır. Raporda İngiltere’nin Ayastefanos’a itirazları üç noktada toplanmaktadır. İlk olarak, Ege kıyılarına yeni bir denizci devletin çıkışı konusundadır. İkincisi; Balkanlar’daki Slav olmayan unsurlar yok olmakla karşı karşıyadır. Üçüncüsü ise; antlaşma Osmanlı Devleti’ni Rusya’nın etkisi altına çok fazla sokmaktadır ve bu durum Osmanlı’nın bütün fonksiyonlarını Avrupalı devletler aleyhine dönüştürmektedir. Neticede İngiltere, uluslararası geçerliliği olacak yeni bir antlaşmanın yapılması noktasında bir Kongre’nin toplanmasında ısrarcı olmuştur.[21]

Londra’da Rusya ve İngiltere arasında 18-30 Mayıs 1878’de gizli bir antlaşma yapıldı. Bu antlaşmaya göre, Rusya Büyük Bulgaristan Devleti kurmaktan ve Anadolu’da işgal ettiği bazı topraklardan vazgeçti. Buna karşılık, İngiltere de Ayastefanos Antlaşması’nın diğer şartlarına itiraz etmeyecekti. Ayrıca Bulgaristan’ın sınırları İstanbul’dan uzaklaşacaktı. İngiltere, Rusya’ya Batum ve Kars’ın verilmesine itiraz etmedi, ancak Besarabya’nın verilmesine karşı çıktı. Milyutin’e göre, İngiltere’nin talepleri Avusturya-Macaristan’ın isteklerinden daha fazla idi. Milyutin, “…Avusturya-Macaristan, Bulgaristan’ın Ege Denizine kadar olmasına izin veriyordu, Bulgaristan’ın ikiye bölünmesini de talep etmiyordu. Böylece, şu anki İngiltere’nin Bulgaristan konusundaki talepleri Avusturya-Macaristan’ınkinden daha ağır” diye yazmıştır.

Ayastefanos Antlaşması, Balkanlar’da Bulgarlar dışında kalan halkları da memnun etmemişti. 1878’de Sırp ve Yunan temsilciler, Ayastefanos Antlaşması’nın sadece Bulgaristan için imtiyazlar sağladığını düşünüyorlardı ve Antlaşma’nın tekrar gözden geçirilmesini talep etmişlerdi. Antlaşma hazırlama aşamasına bu konuda N. P. İgnatiyev, Sırp subayı G. Katarci ile tartışmıştı, ancak onun eleştirilerini kayda almamıştı. Çünkü Balkan halkının Rusya’ya müteşekkir olması gerektiğini düşünüyordu. Romanya ile Güney Bessarabya’nın Rusya’ya dâhil olması konusunda (Romanya’ya Kuzey Dobruca’nın verilmesi karşılığında) büyük tartışma çıktı. Romanya’nın Kuzey Dobruca’nın verilmesine itirazı yoktu, ancak Besarabya’nın da kendinde kalmasını istiyordu. Romanya Parlamentosu ve basını ayağa kalktı. Londra, Viyana, Berlin ve İstanbul’a temsilciler gönderildi ve yeniden savaş çıkacak olursa Rusya’ya karşı savaşacak müttefik arayışlarına girişildi. Romanya askerleri ülkenin kuzey ve batı sınırlarına yerleştirilmeye başlandı ve dünkü “silah arkadaşları” ile savaşmaya hazırdılar. Siyasi dengelerin değiştiği ve huzursuzluğun olduğu bu ortamda, Ayastefanos Antlaşması’nın şartlarını yeniden tanzim etmek şart olmuştu. [22]

5. Berlin Kongresi ve Antlaşması (13 Temmuz 1878)

Rusya’nın Balkanlar’ın adeta tamamına nüfuz etmesi anlamını taşıyan Ayastefanos Antlaşması, bölgedeki dengeleri korumaya çalışan Batılı devletlerden büyük tepki alınca özellikle İngiltere ve Avusturya’nın girişimleri ile antlaşmanın yeniden masaya yatırılması için bir uzlaşma oluşturulmuştur. Bunun sonucunda ise, Berlin Antlaşması’nın mukaddimesinde de açık bir şekilde ifade edileceği üzere “Ayastefanos Antlaşması’nın imzalanmasıyla sona eren Osmanlı-Rus Savaşı neticelerini, Avrupa düzeninin devamını sağlamak amacıyla yeniden değerlendirmek için Almanya Prensi Bismarck’ın hakemliğinde” Berlin’de bir kongre toplanmasına karar verilmiştir.[23]

Bismarck’ın da dile getirdiği gibi yapılacak Berlin Kongresi’nin temelde iki hedefi bulunmaktaydı. Bunlar; Ayastefanos Antlaşması’nın tamamıyla tetkik edilmesi ve kongrenin kararlarını içeren, tarafların her ikisinin de antlaşmayı imzalayacaklar arasında bulunması sebebiyle bağlayıcılığı olacak bir antlaşma metninin oluşturulmasıydı. Bu doğrultuda, Paris Antlaşması’nı imzalayan ülkelerin delegelerinin katıldığı kongre, 13 Haziran 1878’deki ilk oturumu ile başlamıştır. Kongrede Osmanlı Devleti’ni Müşir Mehmed Ali Paşa, Berlin Sefiri Sadullah Bey, Nafia (Bayındırlık) Nazırı Kara Todori Paşa temsil etmiştir.[24] Taraflar arasında özellikle Balkanlar’daki devletlerin durumuna ilişkin yoğun tartışmalara sahne olan kongre, bir ay süresince yirmi oturum halinde gerçekleşmiştir. Kongrenin 11 Temmuz tarihli oturumu uluslararası siyaset açısından son derece önemlidir. Çünkü İngiltere Dışişleri Bakanı Salisbury İngiltere’nin daha önce savunduğunun aksine “boğazların açıklığı” ilkesini öne sürmüştür. Bu görüşün ortaya çıkmasında İngiltere’nin gelecekte ortaya çıkacak herhangi bir duruma karşı rahatça Karadeniz’e gemilerini çıkarabilmek amacıyla ortaya atıldığını belirtmek gerekir. Ancak uluslararası siyasette bu görüşün bir belirsizliğe sebep olduğunu ve yaklaşık otuz yıl boyunca konunun muhatapları tarafından tartışıldığını vurgulamak gerekir.[25] Sonuçta 13 Temmuz 1878 tarihinde 64 maddeden oluşan Berlin Antlaşması imzalanmıştır.

Berlin Antlaşması’nın maddelerini şu şekilde özetlemek mümkündür: Ayastefanos Antlaşması ile sınırları çizilen Bulgaristan toprakları üç bölgeye ayrılacaktı. Birinci bölge Osmanlı Devleti’ne tabi, iç işlerinde serbest, prensi halk tarafından seçilen, Bâbıâli tarafından tasdik ve büyük devletlerin muvafakati ile tayin edilen, Osmanlı askerinin bulunmadığı, sınırları daraltılmış bir Bulgaristan Prensliği olarak belirlenmiştir. İkinci bölge olarak; idari yönden bağımsız olmakla beraber siyasi ve askeri yönden Osmanlı Devleti’ne tabi, Avrupa devletlerinin tasvipleriyle Bâbıâli’nin beş yıl süre ile tayin edeceği bir Hıristiyan vali tarafından idare edilecek olan Şarki Rumeli eyaleti tesis edilmiştir. Üçüncü bölge ise ıslahat yapılmak şartıyla Osmanlı Devleti’ne bırakılan Makedonya idi. Berlin Antlaşmasının diğer maddeleri Girit, Karadağ, Beserabya, Dobruca, Niş gibi yerleri ilgilendirmekteydi. Osmanlı Devleti 1868 Nizamnâmesini Girit’te uygulayacak ve bu hususta Avrupa devletlerine bilgi verecekti. Yunanistan’a bir miktar toprak verilecek, Bosna ve Hersek Avusturya tarafından işgal edilecekti. Karadağ’ın bağımsızlığı kabul edilecek, fakat sınırlarında bazı düzenlemeler yapılacaktı. Sırbistan’ın bağımsızlığı tanınacak, kendisine Niş ve Pirot verilecekti. Romanya’nın bağımsızlığı kabul edilecek, Besarabya’yı Rusya’ya vermesine karşılık Tulcı ve Dobruca’yı alacaktı. Tuna nehri savaş gemilerine kapalı, ticaret gemilerine açık olacaktı. Osmanlı Devleti Kars, Ardahan ve Batum’u harp tazminatının bir kısmına karşılık olmak üzere Rusya’ya bırakacak, Doğubayazıt ve Eleşkirt vadisi kendisinde kalacaktı. Kotur ise İran’a verilecekti. Babıali Ermenilerin bulunduğu yerlerde ıslahat yapacaktı. Harp tazminatı için Osmanlı Devleti ile Rusya kendi aralarında bir anlaşmaya varacaklardı. Her ne kadar Salisbury tarafından boğazların açıklığı dile getirilse de daha önce Londra Sözleşmesi ve Paris Antlaşması’nda olduğu gibi “kapalılık” ilkesi tekrarlanmıştır.[26] Berlin Antlaşması’nın Balkanlar ile ilgili maddelerine genel hatlarıyla bakıldığında Ayastefanos Antlaşması’nın büyük ölçüde ta’dil edildiği görülmektedir.

Kısacası 1878 Berlin Kongresi ve onun ortaya çıkardığı antlaşma gerek Avrupa diplomasisi, gerekse Osmanlı devleti açısından bir dönüm noktası oluşturmaktadır. Denge oluşturmak amacıyla toplanan kongre, gelecek yıllar açısından belirsizlikleri ve dengesizlikleri ortaya çıkarmıştır. Armaoğlu’nun da belirttiği gibi, Berlin Antlaşması her şeyi ile Osmanlı Devleti’ni “kurban” etmiştir.[27]

Sonuç

1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı (93 Harbi), bir yandan Gazi Osman Paşa ve Gazi Ahmed Muhtar Paşa gibi 19. yüzyıl Osmanlı devlet ve asker adamları arasında iyi yetişmiş, son derece donanımlı komutanları, diğer yandan Türklerin tarihten gelen ordu-millet kavramının en iyi ifadesi olan Nene Hatun gibi sembol bir ismi bünyesinde barındırmaktadır. Ancak bu sembol karakterlerin mücadelesi ile Osmanlı Devleti savaş sürecinde önemli başarılar kazansa da dönemin şartlarının getirmiş olduğu problemler neticesinde savaş sonunda Rus İmparatorluğu’na yenilmiştir.

Rusya 1877-78 savaşından istediği gibi kazançlı çıkmamış, Berlin Kongresi kararları Rusya’da tam bir hayal kırıklığı yaratmıştır. Rusya’nın, Avusturya-Macaristan ve Almanya’ya karşı güveni azalmış ve aralarında düşmanlık daha da belirginleşmiştir. Bu savaş aslında Balkanlar’daki Slavlar için oldukça kazançlı olmuş ve Berlin kararlarıyla Sırbistan’ın ve Romanya’nın bağımsızlıkları tanınarak, Osmanlı Devleti’nin himayesinde bir Bulgar Beyliği kurmaları sağlanmıştır. Bu da Bulgarların ve Sırpların II. Aleksandr’a Kurtarıcı Çar unvanı vermelerine sebep olmuştur.

Birliğini tamamlayarak Avrupa’da yerini alan Almanya, Bismarck liderliğinde uluslararası siyasetin geleceğini belirleyecek olan kongre sürecini Berlin’de başlatmış, akabinde imzalanan Berin Antlaşması’nın maddeleri ise Rus İmparatorluğu’nun savaş alanında elde ettiği bir takım başarılardan mahrum kalmasına yol açmıştır. İmzalanan bu antlaşma, Avrupa devletlerinin doğu siyasetinin merkezindeki Osmanlı Devleti’ni ileride nasıl paylaşılacağına dair önemli bir gösterge durumundadır. Rus İmparatorluğu’nun Ayastefanos Antlaşması ile elde ettiklerini Berlin Antlaşması ile kaybetmesi ise Osmanlı-Rus ilişkilerinin geleceği açısından da yeni sorunlar ortaya çıkarmıştır.

***

 * Dr. Öğr. Üyesi, Eskişehir Osmangazi Üniv. Genel Türk Tarihi Anabilim Dalı. El-mek: [email protected]

Dipnotlar

[1] Panslavizm hakkında bkz. Akdes Nimet Kurat, “Panislavizm”, A. Ü. DTCF Dergisi, C. XI, S. 2-4 (1953), s. 241-278; Hans Kohn, Panslavim ve Rus Milliyetçiliği, Çev. Agah Oktay Güner, Kervan Yay., İstanbul 1983.

[2] Paris Antlaşması’nın maddeleri için bkz. Osmanlı Belgelerinde Kırım Savaşı (1853-1856), Haz. Kemal Gurulkan vd., Devlet Arşivleri Yay., Ankara 2006, s. 100-109.

[3] Mahir Aydın, “Doksanüç Harbi”, DİA, C. 9, İstanbul 1994, s. 498.

[4] M. Alaaddin Yalçınkaya, “Osmanlılar Döneminde Bulgaristan”, Balkanlar El Kitabı, C. I, Karam-Vadi Yay., Ankara 2006, s. 328.

[5] Ali Rıza Bütün, Yalanın Babası Rus Elçisi İgnatiev ve 93 Harbi’ndeki Rolü, Crea Yay., İstanbul 2012, s. 54-59.

[6] Gülnar Kara-Serap Toprak, “19. Yüzyıl Sonunda Balkan Siyaseti Gölgesinde Rusya’nın Yalnızlaşması”, İnsan ve Toplum Bilimleri Araştırmaları Dergisi, C. 5, S. 4 (2016), s. 680.

[7] Ali Rıza Bütün, Yalanın Babası Rus Elçisi İgnatiev ve 93 Harbi’ndeki Rolü, s. 89-90.

[8] Barbara Jelavich, Balkan Tarihi 18. ve 19. Yüzyıllar, C. I, Çev. İhsan Durdu vd., Küre Yay., İstanbul 2006, s. 384-386.

[9] Gökhan Çetinsaya-Tufan Buzpınar, “Midhat Paşa”, DİA, C. 30, İstanbul 2005, s. 9.

[10] Mahir Aydın, “Doksanüç Harbi”, s. 498.

[11] Gülnar Kara-Serap Toprak, “19. Yüzyıl Sonunda Balkan Siyaseti Gölgesinde Rusya’nın Yalnızlaşması”, s. 682.

[12] Mahir Aydın, “Doksanüç Harbi”, s. 498.

[13] Mahir Aydın, “Doksanüç Harbi”, s. 498.

[14] Talat Uzunyaylalı, Nene Hatun, Atatürk Üniv. Yay., Erzurum 2015, s. 10-13.

[15] Mahir Aydın, “Doksanüç Harbi”, s. 499.

[16] Ali Rıza Bütün, Yalanın Babası Rus Elçisi İgnatiev ve 93 Harbi’ndeki Rolü, s. 105-106.

[17] Fahir Armaoğlu, 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi 1789-1914, Alkım Yay., İstanbul 2007, s. 520-521.

[18] Fahir Armaoğlu, 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi 1789-1914, s. 521-522.

[19] Ali İhsan Gencer, “Berlin Antlaşması”, DİA, C. 5, İstanbul 1992, s. 516.

[20] Gülnar Kara-Serap Toprak, “19. Yüzyıl Sonunda Balkan Siyaseti Gölgesinde Rusya’nın Yalnızlaşması”, s. 686-687.

[21] Fahir Armaoğlu, 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi 1789-1914, s. 524.

[22] Gülnar Kara-Serap Toprak, “19. Yüzyıl Sonunda Balkan Siyaseti Gölgesinde Rusya’nın Yalnızlaşması”, s. 687.

[23] Ayşe Zişan Furat, “Berlin Antlaşması Sonrasında Balkanlar’da Cemaat-i İslamiyelerin Teşekkülü (1878-1918)”, OTAM, S. 33 (Bahar 2013), s. 68.

[24] Ali İhsan Gencer, “Berlin Antlaşması”, s. 517.

[25] Fahir Armaoğlu, 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi 1789-1914, s. 527-528.

[26] Ali İhsan Gencer, “Berlin Antlaşması”, s. 517.

[27] Fahir Armaoğlu, 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi 1789-1914, s. 529

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen