Avrasyacılık: Alternatif Bir Dünya Düzenine Doğru mu?

Soğuk Savaş’ta tarihin çöplüğüne gömülen Sovyetler Birliği’nin külle­rinden doğan, buna rağmen son yıllarda eski gücünü toparlamaya çaba­layan Rusya’nın, genelde Batının, özelde ise ABD’nin meydan okuması karşısında nasıl bir tavır ortaya koyacağı konusundaki ipuçlan, Avrasyacılık gibi süreklilik arz eden ve belli noktalarda yöneticileri etkileyen bir dü­şünce akımı ele alınarak anlaşılabilir. Dahası, Rusya’nın ‘medeniyet ruhu’na uygun düşen bu düşünce sistemi, ileride yeni bir dünya düzeninin oluşmasında önemli bir rol oynayabilir.

*****

Dr. Vügar İMANOV[i]

“Rusya kendisini her zaman bir Avrasya ülkesi olarak hissetmiştir.”

Vladimir Putin Rusya (eskil Devlet Başkanı

Giriş

Rusya’yı hangi medeniyete mensup olduğu konusunda karar vereme­yen “bölünük” bir ülke olarak niteleyen S. Huntington’un tezlerini ileri sürdüğü tarihten yaklaşık yetmiş yıl önce ortaya çıkan Avrasyacı hareket, söz konusu nitelendirmeyi bertaraf eden ve ülkenin medeniyet kimliğini yeniden yorumlayan fikirler geliştirmişlerdi. Rusya coğrafyasını ve kimli­ğini, Avrupa ve Asya’dan ayırarak farklı ve kendine özgü bir coğrafi dün- ya/medeniyet, yekvücut bir ekonomi-politik yapı ve kültürel-tarihi bir alan olarak telakki eden Avrasyacılık düşünce akımı, 1920’lerde Bolşevik – lerin hastasından Avrupa’ya hicret eden genç yaştaki Rus muhacirler ara­sında meydana çıkmıştı. Muhaceretteki bu ‘Rus çocuklar’, kendi ülkele­rinin geçmişi, hali ve geleceği ile ilgili önemli miktarda ciddi yayınlar yapmışlardı. On yıl boyunca Rus muhacirler arasında etkili olan bu cere­yan, sadece Avrupa’daki Ruslar arasında derin izler bırakmamış, daha sonra Soğuk Savaş’ın bitimine doğru Rusya’da yeni Avrasyacılık şeklinde tekrar gündeme gelmiştir. Toplumun çeşitli kesimlerinden ilgi gören Av- rasyacı görüşlerin, özellikle Putin iktidarı tarafından rağbet gördüğü söy­lenebilir. Putin döneminde Rusya’da gerek iç politikadaki birçok uygula­ma, gerekse dış siyasette çok kutupluluk tezi çerçevesinde atılan adımlar Avrasyacı fikriyatın birçok hususunun yönetici kesimde sahiplenildiğini göstermektedir.

Bu yazı, yukarıdaki mülahazaları bir miktar netleştirme çabasından ortaya çıkmış olup üç kısımdan oluşmaktadır: İlk olarak, klasik Avrasyacı- ların orijinal yayınları doğrultusunda bu akımın genel tezlerine değinile­cektir. Bu bağlamda, bir dünya cenneti anlayışına inanmayan klasik Av- rasyacılar, ülkelerini ve dünyayı yaşanabilir kılacak hangi tür ekonomi- politik, kültürel-dinî yapılara ihtiyaç olduğunu düşünmektedirler? Buna bakmakta yarar vardır. İkinci kısımda, 1991 sonrası oluşan yeni Avrasyacı eğilimlere yer verilecek, muhtelif grup ve düşünürlere (Gumilevci tarih ekolü, A. Dugln, A. Panarin, B. Erasov, E. Bagramov, M. L. Titarenko, N. Nazarbayev, Avrasya ismini kullanan siyasi partiler) kısaca değinilecektir. Bunlar, Avrasyacılık düşüncesini sürekli gündemde tutmuşlardır. Son kı­sımda ise, bu düşünsel arka planın, Rusya’daki karar vericileri özellikle Putin yönetimini nasıl etkilediğinin varsayıldığı örnekler sunulmaya çalı­şılacaktır. Son yıllardaki bazı iç politika uygulamaları, iktidar partisi Birle­şik Rusya’nın (Edinaia Rossiia) kullandığı dil, Avrasya coğrafyasında böl­gesel örgütler oluşturmaktan geçen dış politika açılımları ve son olarak Doğu yarımküresine yönelik girişimler bu kısmın odak noktasıdır.

Soğuk Savaş’ta tarihin çöplüğüne gömülen Sovyetler Birliği’nin külle­rinden doğan, buna rağmen son yıllarda eski gücünü toparlamaya çaba­layan Rusya’nın, genelde Batının, özelde ise ABD’nin meydan okuması karşısında nasıl bir tavır ortaya koyacağı konusundaki ipuçlan, Avrasyacılık gibi süreklilik arz eden ve belli noktalarda yöneticileri etkileyen bir dü­şünce akımı ele alınarak anlaşılabilir. Dahası, Rusya’nın ‘medeniyet ruhu’na uygun düşen bu düşünce sistemi, ileride yeni bir dünya düzeninin oluşmasında önemli bir rol oynayabilir.

1.  Klasik Avrasyacı Fikriyat:

Rus Medeniyet Kimliğinin Yeniden Yorumlanması

“Tatarların (Moğolların] yönetimi olmasaydı, Rusya ortaya çıkamazdı.”
Avrasyacı ideolog, Petr Savitski 1922. [1]

Rus entelektüel tabakasının tamamı ülke dışına, genellikle Avrupa’ya ka­çarak kurtulmuş olsalar da, bu sefer de fikrî faaliyeüerini ülkenin ‘kurtu­luşu’ için mobilize etmişlerdi. Muhafazakâr Rus düşünür N. Berdyaev’in de vurguladığı gibi, Tanrı’nın kader defterinde kendi ülkeleriyle ilgili ne yazdığını belki de en çok merak eden Rus aydınlan, muhacerette de kur­dukları pek çok örgüt1 şemsiyesi altında Rusya’nın içinden geçtiği tarihi olayların ne anlama geldiği konusunda ciddi manada kafa yormuş, gele­cekle ilgili fikir tartışmaları yapmış ve bu çerçevede külli miktarda yayın­lar ortaya çıkarmışlardı. Kimileri, ülkenin eski imparatorluk idare tarzıy­la ihya edilmesini savunuyor, kimileri faşizme varacak katı bir milliyetçi söylem geliştiriyor, diğerleri sosyalist demokrasinin ülkenin kurtuluşu olacağını düşünüyor, bazılan ise Bolşevizmin ‘cazibe’sine kapılıp vatana geri dönüyorlardı. Eski monarşistlerden sosyalisüere, milliyetçilerden li­berallere siyasi yelpazenin tüm renklerinin2 temsil edildiği bu ortamda tüm bu yolları reddeden ve Rusya’nın yeni ve farklı bir çehrede inşa edil­mesini isteyen Avrasyacılık akımı neşvünema bulmuştu.

Nikolay S. Trubetskoy’un 1920 yılında Sofya’da neşredilen Avrupa ve Beşeriyet (Evropa i Chelovechestvo) adlı seksen iki sayfalık eseri, [klasik] Avrasyacılığm manifestosu olarak kabul edilebilir.3 Küçük hacimli ama yoğun bir biçimde örülmüş bu metinde, Trubetskoy Avrupa medeniyeti­nin Avrupa-dışı kültürlerden ileri, üstün ve gelişmiş olduğu düşüncesini sorgulamakta ve Avrupa-merkezci egosantrik bir psikolojinin ürünü ol­duğunu ispat etmeye çalışmaktaydı. Zira ona göre kültürlerin ileri veya geri olması konusunda herhangi bir objektif kriter mevcut değildi. Tru­betskoy, Avrupa medeniyetinin diğer halklar tarafından (antropolojik birleşme olmaksızın) tamamen benimsenmesinin, kültürel değişimlerin tabiatı itibariyle mümkün gözükmediğini, Avrupalüaşmanın bizzat ken­disinin de hayırlı bir şey olmadığını, buna teşebbüs eden halkların önce kültürel dokularını, organik bütünlüklerini, sonra cesaret, şevk ve niha­yetinde özgüvenlerini kaybederek yarı yolda kendilerine yabancılaştıkla­rını ileri sürüyordu. Ve bu makûs gidişata dur demek ve bir çare aramak maksadıyla, Trubetskoy öncelikle Avrupalılaşmakta olan halkların ente­lektüellerinin zihninde ciddi bir değişimin (yani Avrupa kültürünün üs­tün ve mütekâmü değil, mevcutlar arasında sadece birisi olduğunu bilmelerini, bu bağlamda kendi kültürlerini aşağı görmemelerini vs.) mey­dana gelmesi gerektiğini savunuyordu. Trubetskoy’un bu metni, 1990 sonrası yeni Avrasyacı düşünürlerden A. Dugin tarafından “Avrasyacılığın Kapitali” olarak nitelendirilmişti.

Trubetskoy’un düşündüğü anlamdaki zihinsel değişimin işaretleri, muhaceretteki genç Rus aydınları arasında kısa süre sonra somut bir şe­kilde ortaya çıkmıştı; başka bir ifade ile, Rusya’nın diğer kültür ve mede­niyetlerden farklı coğrafi-mekansal bir ‘kıta-okyanus’, kültürel-etnogra- fik senfonik bir kimlik/şahsiyet, ekonomi-politik bütünsel bir yapı oldu­ğunu sistematik bir şekilde formüle etmeye çalışan Avrasyacılar akımı doğmuştu. Bu bağlamda, Avrasyacı ilk toplu manifesto 1921 yılında neş­redilen Doğuya Hareket (Iskhod k Vostoku) adlı kitap idi.4 Dört müellifin on yazısının toplandığı kitap, 1917 Devrimi ile yaşanan gelişmelerin dün­ya tarihinde yeni bir sayfa açtığını ilan etmekte ve tarihin bu dönüm nok­tasında yükselen sesin Batı/Avrupa âleminden değil, Doğudan geleceği­ni varsaymaktaydı. Dahası, Bolşevizmin gayri insani ve gaddar niteliğini erken hisseden Avrasyacılar, ülkenin er geç ondan kurtulacağını hesap­lamaktaydılar. Dolayısıyla, bu bunalımlı dönemde Rusya’nın yeni bir ideolojiye ihtiyacı vardı.

Avrasyacılarm coğrafya anlayışı, Rusya’daki Batıcılar ve Slavofiller arasında geçen meşhur Doğu-Batı tartışmasını bertaraf nitelikte idi. On­lar, Rusya’yı ve yakın çevresindeki toprakları gerek Doğudan gerekse Ba­tıdan farklı bir kıta -Avrasya- şeklinde telakki etmekteydiler. Bu telakki, örneğin, Ural dağlarının neden Avrupa’nın sının olarak kabul edildiğini sorgulamakta, bölgenin coğrafi zeminini ve bitki örtüsünü ele alarak böyle bir ayrımın yapılamayacağını ifade etmekteydi. Makro düzeyde Avrasya’nın kendi başına bir coğrafi dünya olduğu yine coğrafi veriler kullanılarak savunulmaktaydı.5 Petr N. Savitski, Rusya’nın Coğrafi Özel­likleri6 adlı eserinde mevcut iklim verilerinden, sıcaklık ve nem/rutubet oranlarından hareketle Rusya coğrafyasının fiziki özelliklerinin dökümü­nü vermektedir. Kitabın amacı, müellifin deyişiyle, “Avrasya dünyasının (belli ölçütlere göre) coğrafi bütünlüğünü önemli ölçüde ispatlamak” idi.7 Savitski, belli bir coğrafi yerleşimde bir taraftan nebatat, hayvanat ve madenler, diğer taraftan insan ve onun yaşamı, manevi âlemi arasın­da asırlara dayanan genetik ilişkiler sayesinde bir tür ‘ortak düzen’in ol­duğunu düşünmekteydi ki, bu sistem dış etkilere maruz kalmakla birlik­te kendisi de bu muhite tesir etmekte, kendi düzenini ve harmonisini oluşturmaktaydı. Canlı mahlûkatın böylesi “ortak yaşamı”nı nitelendir­mek için, Savitski Rusça mestorazvitie terimini kullanmaktaydı.8 Bu bir nevi, jeopolitik biliminin kurucularından F. Ratzel’in ileri sürdüğü Le- bensraum, yani hayat alanı kavramına benzer bir ifade olup gelişme ala­nı (mesto-yer, alan; razvitie-gelişnıe/yayılma) manasına gelmektedir.

Rıısya-Avrasya da bir mestorazvitie, ‘bir bütün’, ‘coğrafi şahsiyet’ (indivi- duum) idi, diğer bir deyişle aynı anda coğrafi, etnik, iktisadi, tarihi vs. ’mekan’ (landscape/Landsaft) idi. Mestorazvitienin de çeşitli tiplerini ay­rıştırmak mümkündü; örneğin, Avrasya stepleri de kendi içinde bir mes- torazvitiedir, ama o daha büyük bir mestorazvitiemn, yani Avrasya-Rus- ya’nın bir parçasıdır. Diğer bileşenler ise, orman, çöl/step, tundradır. Ta­bii ki, mestorazvitie olarak Avrasya, Ruslara hazır bir halde verilmemişti, Rus halkı uzun bir tarihi süreç içinde onu özümsemişti.9

Avrupa-merkezci doğrusal tarih anlayışını reddeden Avrasyacıların tarih tasavvuru çok orijinal unsurlar ihtiva etmekteydi. Rus düşünce tari­hinde ve tarih yazımında ilk defa Moğol istilası daha bir kuşatıcı şekilde, Avrasya-şümul bir imparatorluğun ortaya çıkmasına zemin teşkil etme­si, daha sonra bu imparatorluk ruhunu belli başlı mali/siyasi/iktisadi/as- keri yapıyla Ruslara devretmesi açısından yorumlanmaktaydı. “Tatarlar, Rus diyarını arıtmış, kutsamış ve kendi örnekleri ile ona büyüklük kabili­yetini aşılamışlardı; Rusya’nın ikili siması burada ortaya çıkmaktaydı: “Rusya, Büyük Hanların mirasçısı, Cengiz ve Timur’un faaliyetlerinin de­vam ettiricisi, Asya’nın birleştiricisidir. Rusya, (…) derin kültürel gelene­ğin taşıyıcısıdır. (…) Onda aynı zamanda tarihi ‘yerleşiklik’ ve ‘step’ hali insicam etmektedir.”10

Bu bakış, mevcut anlayışlara bir zıtlık oluşturuyordu. Bundan başka, Rusya’nın ’yakın çevre’sinde meskûn, esasen de Doğu yarımküresindeki halklar ile ilişkilerine ağırlık verilmekteydi.11 Rus kültüründe Turanî un­surların etkisi ve benimsenmesi bir hayli önemli görülmekteydi.12 Kiev Rus Devleti değil, Moskova knezliği ve çarlığı yüceltilmekte, 1. Petro ile Rusya’nın kendi medeniyet kodlarından uzaklaştırıldığı belirtilmekteydi. 1917 Devrimi, bir bakıma bu gidişata dur demek isteyen halkın tepkisi ol­makla beraber iktidarı ele geçiren materyalist Bolşeviklerin ülkeyi pek de istenilen yola götüremeyecekleri vurgulanmaktaydı.

Avrasyacılar için ‘Avrasya’, “çok halklı bir şahsiyet” idi.13 Avrasyacı halklar arasındaki kardeşlik, bilinçaltı düzeyinde mevcut olup onları bir­leştiren tarihi kaderlerinin müşterekliği idi. Dolayısıyla, bu birlikten bazı halkların çıkarılması, ancak suni yollarla, zorla mümkündü; bunun neti­cesi ise hüzün, acı ve elem olabilirdi. Bu çerçevede, Panslavizm, Pantür- kizm, Panislamizm gibi hiçbir ‘pan’ düşüncesi ortak Avrasyacı milliyetçi­lik kadar pragmatik değere sahip olamazdı; sonuncunun tercih edilmesi hayati derecede gerekli idi.14

Avrasyacılar cumhuriyet idare tarzını kabul etseler de, Trubetskoy’a göre, burada asıl olan yönetim şekli değil, yönetici elitin seçilme tarzı idi. Tarihte mevcut olmuş aristokrasi ve demokrasi tipleri toplumun prob­lemlerini çözmekte yeterli olmadığına göre, bunların yerini ortak dünya görüşü ve düşünceler/idealar etrafında keneüenen insanların oluşturdu­ğu bir düzen, ideokrasi (ideokratiya) almalı idi.15 Devleti yönetecek seç­kinler tabakası (pravyashii sloi) sadece yönetmeyecek, aynı zamanda ait olduğu toplumu düşünsel ve kültürel olarak da temsil edecekti (veya et­mesi gerekmekteydi), önemli görevleri bu yönetici tabakanın mensupla­rı alırken, uzmanhk gerektiren işlere teknokraüar atanacaktı. Yönetici ta­baka, kendi içinden bir ekip (pravyashaia gruppa) çıkarmalı ve bu, dev­let gücünü ve iktidarını kullanma hakkını elde etmeli idi.18 İdeokrasi, devlet maksimalizmini, yani devletin ekonomi ve kültürdeki başat rolü­nü gerekli kılar, bu bir taraftan iktidann güçlü olmasını öngörmekteyken, diğer taraftan onun halkın en yakınında bulunmasını lüzumlu hale geti­rir. Bu bağlamda, halkın devlet işlerine toplumsal örgütler vasıtasıyla ka­tılımı en üst düzeyde temin edilmelidir.17 Avrasyacı devlet, demotik, ya­ni derin halkçı esaslara ve ‘halk iradesi’ne uygun olarak inşa edilmeliy­di.18 Ayrıca, Avrasyacüar, federalizmi zaten Rus tarihi ile bağlantılı bul­makta, ama Sovyetlerdeki mevcut yapının anlamının temelden değişme­si gerektiğini söylemekteydiler.19

Avrasyacı fikriyatta dindarlık ön plana çıkmaktaydı;20 fakat Avrasyacı düşünürler, Ortodoks inancına inanmakla beraber devlet ve kilisenin ay­rı olmasmı, bunların birbirinden bağımsız kalmasını, yani laik bir düze­ni düşlemekteydiler. Ayrıca, Avrasyacılann Katolikliğe karşı epey mesafe­li durdukları21 ve Ortodoksluğu tek ve evrensel gerçek olarak algıladıkla- n da söylenebilir. 1927 yılındaki programda ise, Avrasyacı devletin Rus- ya-Avrasya halklarının inançlarına hüsnüniyede yaklaşmasının ve onla­ra destek vermesinin elzem olduğu vurgulanmaktaydı. Çünkü sevgi ruhu ve insani değerlerin nüfuz ettiği sosyal ilişkilerin temelini ancak inanç teşkü edebilirdi.22

Avrasyacı düşünürler, hem kapitalist hem de sosyalist ekonomi sis­temlerinin bazı faydalı yönlerinin bulunduğuna dikkat çekmekle bera­ber onları eleştirmekte ve her ikisinin de epey malul taraflarının olduğu­nu vurgulamaktaydılar. Kapitalist düzende özel mülkiyetin tamamen serbest bırakılması, sömürüye, sosyal adaletsizliğe, birilerinin fakirliği­ne ve diğerlerinin ölçüye gelmez zenginliklerine yol açarken; öte yan­dan sosyalist sistemde mülkiyetin sadece öznesi el değiştirmekte, başka bir ifade ile devlet yeni hâkim ‘mülkiyetçi’ rolünde ortaya çıkmakta, bel­ki de daha gaddar çizgilerle donanmakta, netice itibariyle mülkiyet ku- rumunun içsel doğası değişmemekte, yeni doğmuş toplum ‘sosyal bir cennet’ yerine, eski ve çoğu zaman daha despotik özellikleri devam et­tirmekteydi.23

Peki, kurtuluş yolu nerede idi? Çözüm ne sosyalizmde ne de kapita­lizmde yatmaktaydı. Çözüm, mülkiyet kurumunu tamamen yok etmek veya onun öznelerini değiştirmekte değil, onun doğasının yeniden tanım­lanmasında veya diğer hukuki ilişkilerinin yeniden kurulmasında buluna­bilirdi. Bu yeni düzen, kamu-özel ekonomi sistemi idi. Burada devlete önemli rol düşmektedir. Devletin misyonu, burjuva toplumunda olduğu gibi, liberalizm prensipleri çerçevesinde tam bir vurdumduymazlık için­de hareket etmek değil, özel mülkiyetin bir imtiyaz olduğunu hatırlatmak, bu imtiyazın özel mülkiyet sahibine sorumluluk gerektirdiğini “imtiyazla­rın varsa iyi çek-çevir, haklannı kötüye değil ortak fayda için kullan” şek­linde iletmek ve bu konudaki ilişkileri düzenlemek olmalıdır.24

Trubetskoy ekonomist olmamasına rağmen burada fonksiyonel mü/- kiyet kavramıyla pratik bir çözüm önermektedir. Ona göre kamu-özel sis­temi mantıken bu kavramla koparılmayacak bir biçimde ilişkili idi. Tru- betskoy’un fikrince, diğer anti-Bolşevik akımlardan Avrasyacılığı ayıran başlıca nitelik, onun özel mülkiyete değil, özel teşebbüse serbesüik ta­nınmasını öngörmesi idi.25 Esasında özel mülkiyet ile milli bütün muay­yen bir düzeyde birbirine muhaliftir. Fakat özel teşebbüs, kendi başına milli bütünün menfaatlerine düşman olmadığı ve bütünün çıkarlarını ih­lal etmediği sürece belli şartlarda kullanılabilir. Ama buradaki problem, onu özel mülkiyetten ve bu mülkiyetin menfaaüerinden ayırarak kullan­makta yatmaktadır. Sadece fonksiyonel mülkiyet vasıtasıyla Bolşevik- sonrası Avrasya’da yeniden çok-smıflı bir toplum düzenine dönüşten ka- çmılabilirdi. Devlet, bir kısım vatandaşına imtiyazlı şartlarla yalnız özel teşebbüs faaliyetini değil, belirli koşullarda kredi şeklinde sermaye de su­nabilir, yükümlülükleri yerine getirmeyenden veya müteşebbisin vefatı halinde sermaye geri alınabilirdi. Bu durumda, müteşebbisler bir sınıf değil, bir meslek şeklini alacak ve devletin sınıfsız niteliği muhafaza edi­lebilecekti. Aksi takdirde, yeni türeyen kapitalistier olursa hemen devlet­le mücadele eden bir sınıf oluşturacaklardı. Savitski, Avrasyacı müteşeb­bisleri, manevi, dinî ve sosyal sorumlulukların farkında olan ve ‘fani’ çı­karlar peşinde koşmayanlar şeklinde niteleyerek onları sıradan girişimci­lerden ayırmaktaydı.26

Klasik Avrasyacı fikir cereyanı, 1920’ler boyunca Avrupa’daki Rus mu­hacir çevrelerinde etkinliğini sürdürürken, 1929’da biraz da Sovyet istih­barat servisinin ikincil plandaki bazı hareket mensuplarını maniple et­mesiyle bir bölünme ile karşı karşıya kaldı. Genellikle Prag, Paris, Berlin, Brüksel, Belgrat gibi şehirlere dağıldıklarından Avrasyacı muhacirlerin aralarındaki örgüdenme bağı haliyle zayıftı. 1929 yılında Paris grubunca çıkarılan haftalık Evraziia (Avrasya) gazetesinin, Sovyetlere ve Bolşeviz- me karşı görüşlerini yumuşatan P. P. Suvchinski, L. P. Karsavin ve ikincil Avrasyacıların etkisinde yayınına devam etmesi, Trubetskoy ve Savitski gibi kurucu ideologların keskin itirazına yol açtı.27 Bunlardan birincisi bir süre sonra hareket içindeki faaliyetini durdururken, İkincisi Prag’da yeniden yapılanma çalışmalarına girişti. Ama Paris’teki yayınevini kay­beden ve zaten maddi desteği zayıf olan hareket, içinde bulunduğu krizi aşamadı ve 1930’lu yıllarda neredeyse faaliyetini durdurdu.

2.    Yeni Avrasyacılık: Yeni Rusya’nın Arayışı

Klasik Avrasyacıların tebliğ ettikleri görüşlerin, ideolojik sebeplerle Sovyetler Birligi’ne sızması ve buraya nüfuz etmesi mümkün olamadı. Ama 1985’de perestroyka reformlarının başlamasıyla birlikte Rusya’daki aydınlar arasında ülkenin çeşitli gelişim yolları hususunda tartışmalar yaşanmaya başlandı. Bu sürede bazılan klasik Avrasyacıların metinleri­ni incelemeye yöneldi. 1991’deki ‘büyük çöküş’le beraber, Rusya’da bir yandan gelecek projeleriyle ilgili Batıcdar, milliyetçiler ve yeni komü­nistler arasında tartışmalar hız kazanırken, diğer yandan yeni Avrasyacı tezlerin de formüle edilmesine girişildi. 1990’lı yıllarda Rus düşünce âle­mine zenginlik katan bu fikir teatderine, çeşitli Avrasyacı söylemler de eşlik etti. Burada ‘söylemler’ diyoruz, çünkü klasiklerin aksine yeni Av- rasyacı görüşler tek bir hareket ortaya çıkaramadı; bazılan yeni Avrasya- cdığm teorik temellerini ortaya koymaya çalışırken, diğerleri klasik dü­şünceden sadece birkaç unsuru alıp pragmatik politikalara uygulamaya çalıştdar, hatta bazı partiler bu görüşleri geçici olarak seçim malzemesi olarak da kullanddar.

Lev Gumilev: Avrasya’yı ‘Birleştiren’ Tarihçi

Yeni Avrasyacdığın çeşitlerine geçmeden önce meşhur tarihçi Lev Ni- kolayeviç Gumilev’den (1912-1992) kısaca söz etmek yerinde olacaktır;

çünkü Sovyetler Birliği zamanında Avrasyacıiık düşüncesindeki süreklili­ğin Gumilev’le sağlandığı ileri sürülmektedir. Sovyetler zamanında aka­demik çevrelerce dışlanan Gumilev, klasik Avrasyacılardan P. N. Savitski ve G. V. Vernadski ile yazışmaktaydı.28 Bu bağlamda, N. S. Trubetskoy’un yazılarından oluşan bir esere29 yazdığı önsöze “Son Avrasyacının Notlan” başlığını veren Gumilev’in kendisini ‘son Avrasyacı’ olarak nitelemesinin ‘manevi’ bir tarafı vardı. Çünkü muhacerette bulunan Savitski ve Ver­nadski gibi Avrasyacılar, Sovyet bilim adamlarından sadece Gumilev’i ‘kendilerinden’ saymaktaydılar. Dahası, Gumilev’in hem klasik hem de yeni Avrasyacı düşünürlerle iletişimi olan yegâne şahsiyet olduğu da be­lirtilmelidir. Ayrıca, Rusya’nın 1990 sonrasında ‘yakın çevre’siyle özellikle Kazakistan’la olan kültürel iletişiminde Gumilev’in mirasının özel rol oy­nadığı söylenebilir. Gumilev’in, Avrasya coğrafyasındaki eski halklar, özellikle kadim Türkler, Moğollar ve Ruslar üzerine yapüğı bilimsel çalış­maları ve bu çalışmaların sonucunda ortaya koyduğu tarih görüşleri sebe­biyle genel Avrasyacıiık düşüncesi içinde önemli köşe taşlarından birini oluşturduğu maktadır. Gumilev’in klasik ile yeni Avrasyacıiık arasında bir köprü oluşturduğu, disiplinlerarası bir yaklaşımla yazdığı eserleri ile kla­siklerin görüşlerini geliştirdiği söylenmektedir.30 Gumilev, eserlerinde Avrasyacıların da paylaştığı birçok görüşü dile getirmekteydi. Eserlerine serpişen bu fikirler kısaca şu şekilde ayrışürılabilir: a) Roma-Germen dün­yasına, Katoliklere çoğunlukla mesafeli bir bakış, b) Batı karşıtlığı, c) Av- rupa-merkezciliğe karşı olan çok merkezliliğin savunulması, d) doğrusal değil, çevrimsel tarih görüşü, e) tek bir evrensel beşeriyetin değil, münfe­rit medeniyetlerin var olması, f) tarih üzerinde coğrafyanın etkisi vs.31

Gumilev’in etnogenez, yani efnosların, bir anlamda halkların doğuşu, gelişimi ve çöküşüyle ilgili teorisi çok detaylı ve çok aşamalı bir süreci ön­görmektedir. Buna göre, etnosu yerinden ‘kıpırdatan’ tutku ve pozitif ih­tiras sahibi ideal insanlar, pcısionariler mevcuttur ve bunların sayılarının belli bir düzeye çıkması ve inmesiyle etnogenez evre değiştirmektedir. Tam bir etnogenez altı evreden oluşmaktadır: 1) hareket anı 2) yükseliş 3) zirve 4) kırılma 5) atalet 6) silinme veya yeniden doğuş. Bu sürece yak­laşık 1200 yıl ömür biçen Gumilev, sürecin herhangi bir aşamada müda­halelerle durdurulabileceğini de kaydetmektedir. O, 1200-1380 arasında yeni Rus etnosunun muhtelif halkların -Slavlar, Tatarlar, Litvanyalı, Fin- Ugorlar- birleşmesi ile tarih sahnesine çıktığını, 1380’de Altın Ordu/Or- da Devleti’ne karşı yapılan ve zaferle sonuçlanan Kulikovo Meydan Mu- harebesi’nden savaşçıların Ruslar olarak geri döndüklerini ifade etmek­tedir. Moskova Knezliği etrafında 1380-1500 yıllarında toparlanma çaba­ları sürmüş ve Velikorusycı birleştirilmişti (bu yükseliş dönemidir). Bura­da akhmatik (zirve) evre, 1500-1800 arasında cereyan eder, Baltık deni­zinden Pasifik okyanusuna dek Avrasya’nın engin topraklan fethedil­mektedir. Bundan sonra dahili ihtilaflar ve iç savaşlar kınlma evresinin başladığını göstermektedir. Rusya süper-etnosu günümüzde atalet evre­sine girmiş bulunsa da, Avrupa’dan 500 yıl daha gençtir.32

Gumilev’in eski Avrasya halklarının, özellikle Türk ve Doğu Slavlan- nın birlikteki yaşamlarına ve tarihin akışına yön veren muazzam miras­larına yaptığı vurgular ehemmiyet kesbetmektedir. Ona göre, tarih için­de Avrasya coğrafyasında üç unsur bu mekanı birleştirme gücüne sahip olmuştur. Önce Türkler, Sarı Deniz’den Karadeniz’e dek hâkimiyetlerini tesis etmiş; sonra Moğollar gelmiş ve akabinde Ruslar, tam çözülme sü­reci içindeki bu coğrafyayı toparlamış, Pasifik’e kadar gidip çıkmışlardır. Bu anlamda, Rusya, Türk hakanlığının ve Moğol ulusunun ‘mirasçı’sı- dır.33 Avrasya mekanındaki Türk halklarını incelemesi ve Turkofil tutu­mu, Gumilev’in tanınırlığım Rusya’nın çoğunlukla Türk unsurlarla mes­kûn ‘yakın çevre’sine de yaymıştır. Hatta Kazakistan’ın yeni başkenti As- tana’da kurulan Avrasya Üniversitesi’ne Gumilev’in adı verilmiş; kitapla­rı Azerbaycan, Kazakistan gibi ülkelerde tercüme edilerek 90’lı yılların başında basılmıştır. Şu sıralar Petersburg Üniversitesi Coğrafya Bölü- mü’ndeki Gumilev’in öğrencileri onun görüşlerini devam ettirmeye ça­lışmaktadır.

Yeni Avrasyacılığm Çeşitleri

1990 sonrası yeni Avrasyacılık olarak temayüz eden görüşlerin, tek bir hareketten veya tek bir düşünürden neşet ettiğini ve dile getirildiği­ni söylemenin zor olacağı daha önce kaydedilmişti. Bu bağlamda aşağı­da yeni Avrasyacılık konusu şu ayrım çerçevesinde ele alınacaktır: 1) Duginizm, 2) Rus akademi çevrelerindeki Avrasyacılık, 3) siyasi partiler, 4) N. Nazarbayev’in tasarısı. Burada farklı tasniflerin de yapılabileceği unutulmamalıdır.

Yukarıdaki çerçeveye geçmeden birkaç noktayı ifade etmek gerekir. Klasik Avrasyacılarla yeni Avrasyacılar arasında süreklilik unsurlarının da olduğunu kaydetmek gerekir. Farklara gelince, birinciler yekpare bir fikir hareketi şeklinde tezahür ederken, İkinciler örgütsel anlamda dağınık halde faaliyetlerini devam ettirmektedirler; klasiklerde daha ziyade kül­tür unsuruna vurgu, yüksek entelektüel birikim ve derinlik sezilirken, ye­nilerde akademizm devam etse de genellikle jeopolitik teoriler öne çık­makta, hemen pragmatik projelere yöneliş sezilmektedir. Ayrıca, klasik­lerdeki akademik üslup ve derinliğin henüz aşılamadığı da bir yere kadar söylenebilir.

Filozof ve jeopolitikçi Aleksandr Dugin (doğ. 1962), yeni Avrasyacılığı yetkin bir düşünce sistemi olarak ortaya koymaya çalışmıştır. 1990 sonra­sı düşünürler Avrasyacılığın bir veya birkaç hususuyla ilgilenirken, Dugin her sahada, ekonomide, politikada, din-devlet ilişkilerinde vs. sistemli bir bakış geliştirmeye girişmiştir. Buna Dugirıizm de denilebilir. Perestroyka yıllarında ilk yazılarını kaleme alan Dugin, 1992 yılında Elementy dergisi­ni çıkararak, burada tradisyonalizm ve jeopolitik konularında analizler ve klasik Avrasyacılardan yazı ve belgeler yayınlamaya başlamıştır. Yeltsin karşıtı olmasına rağmen, 1998’de Duma Başkanı G. Seleznev’in danış­manlığına getirildi. Putin döneminde ise, iktidarın Avrasyacı adımları onu başkanın en güçlü destekçilerinden yapmıştır. 1990’lı yıllarda patriotik cepheden nasyonal-Bolşeviklere pek çok kesimle işbirliği içinde olan Du­gin, 2000’li yıllarda bağımsız örgütlenmeye yönelmiştir. 2002’de Avrasya Partisi’ni kuran Dugin, az bir süre sonra parti politikalarından çekilmiş ve Uluslararası Avrasya Hareketi’m organize etmiştir.34

Dugin’in düşüncesinde en çok göze çarpan unsur, klasik jeopolitik şe­malarıdır.35 O, ikili bir şema, deniz-kara, Batı-Doğu veya Atlantikçilik-Av- rasyacılık gibi antitezler oluşturarak çözümlemeler yapmaktadır. Ona gö­re, Rusya ne Batıdır ne Doğudur, yalnız Avrasya’dır, bir heartlanddu, step ve ormanın birleştiği karasal bir medeniyettir. Dugin’de keskin bir Batı karşıtlığı olsa da, burada çeşitlendirmeye gitmekte, Amerika’yı asıl hedef haline getirmekte, Avrupayla ise müttefik olunabileceğini ifade etmekte­dir. Amerikancı globalizme karşı, Dugin, Avrupa Birliği, Japonya (ve Çin) gibi küresel güç merkezleri ile ittifaka girilmesini önermektedir. Bu müt­tefiklik ilişkisinde İslam âlemi de yer almaktadır. Dugin, Rusya’nın BDT ülkelerini kendisine tehdit değil, entegrasyon sürecindeki ortaklar olarak görmesini önermekte ve Nazarbayev’in “Avrasya Birliği” projesine destek vermektedir.36 Dugin, Rusya’nın yapacağı tercihlerle ilgili ise üçlü bir şe­ma çizmektedir; örneğin, dış politikada Batı, Sovyet, Avrasya seçenekleri ve iktisadi alanda kapitalizm, sosyalizm ve Avrasyacı ekonomik düzen.37 Siyasi (kısmen de ekonomik) anlamda liberalizme karşı çıkan Dugin, stra­tejik ehemmiyete sahip olan sektörlerin devlet tarafından, diğerlerinin ise özel müteşebbislerce idare edilmesini; federal bölgelerin jeopolitik an­lamda merkeze bağlılığının artırılması, ama ekonomik özgürlüklerinin kı­sıtlanmamasını (bölgeye göre İslami bankacılık dahi uygulanabilir) sa­vunmaktadır. Dahası, kamu ve özel sektörlerin dengesi Avrasyacılığın kü­resel düzeydeki gerekliliklerince ayarlanmalıdır. Ayrıca, Dugin’e göre ül­kede ekonomik problemlerin tam olarak çözümünde Avrasyacı dış politi­ka vizyonundan, yani AB ve Japonya gibi mali-teknoloji merkezleri ile it­tifaka girerek onlara güvenlik şemsiyesi temin etmek ve karşüığmda ser- maye-teknoloji transfer etme yolu da denenmelidir.

Yukarıda kaydedildiği gibi, 1990’lı yıllarda Rusya’daki akademik çevre­lerde de Avrasyacı görüşler hem tartışılmış hem de araştırma konusu ol­muştur. Bazı ilim adamları söz konusu düşünce sistemini benimseyerek onun farklı yönlerine eğilmiş ve bazıları da geliştirmeye çalışmışlardır. Bu gibilerin ortak paydası, herhangi bir harekete katılmak değil, üniversite bünyesinde kalarak çalışmalarını bağımsızca yürütmeleri idi. Bu bağlam­da, üniversite çevrelerinde Avrasyacı görüşleri farklı düzlemlerde de olsa dile getirmede süreklilik göstererek temayüz eden dört bilim adamından bahsedilebilir: A. S. Panarin B. Erasov, M. L. Titarenko, E. A. Bagramov.

Moskova Devlet Üniversitesi Felsefe Bölümü eski öğretim üyesi Pro­fesör Aleksandr Panarin (ö. 2003), gerçekten diğerlerinden farklı rafine bir dil ve üslup kullanmış, teorik boyutunun derin olduğu metinler kale­me almıştır. Medeniyeüerin geçirdiği süreçleri tahlil eden Panarin, At- lantikçiliğin ve Avrasyacılığın birer medeniyetsel seçenek olduğunu, bi­rincinin modernist, ikincisininse post-modemist karakter ihtiva ettiği­ni;38 Avrasyacı proje için yeni bir muazzam fedakârlık örneğinin gösteril­mesi gerektiğini ifade etmektedir. Dahası, Rus devletçiliğinin belkemiği­ni oluşturan ve onun medeniyetsel mihverinin temelinde bulunan Slav- Türk birliğinin yıkılması halinde Rusya mekanı, bir ‘vakum’a dönüşecek ve bu coğrafyayla alakası olmayanlar onu doldurmaya çalışacaklardır.39 Panarin’e göre, Avrasyacı kimlik Rusya’yı gerek Baü gerekse de Müslü­man âlemi ile aynı anda çatışmaya sokabilecek olan teokratik Pansla- vizm’in aşırılıklarına karşı itibarlı bir alternatiftir.40

Rusya İlimler Akademisi Şarkiyat Enstitüsü eski mensubu Profesör Boris Erasov (ö. 2002) da Panarin ile teşrikimesai içinde bulunmuş, mu­kayeseli medeniyetler alanında yapüğı araşürmalann yanı sıra 1994- 1996 arası dönemde Kul’tury i Tsivilizatsii (Kültürler ve Medeniyetler) isimli ilmi almanağın editörlüğünü yapmışür. Şarkiyat Enstitüsü yayını olan bu almanak, Avrasya gibi büyük ölçekli bir mekanda asırlarca teşek­kül eden ve halkların kaderlerini etkileyen kültürel-medeniyetsel süreç­lerin muhtelif yönlerini incelemeye çalışan nitelikli bir disiplinlerarası kültüroloji çalışması idi. Medeniyetsel yaklaşım alanında söylenenleri sistemleştirmeye çalışan Eıasov’a göre, örneğin Çin, Hindistan, İslam ül­kelerinin siyasi eliüerinin ve iş çevrelerinin söylem ve davranışları karşı­laştırıldığında bunların medeniyetsel faktörlerle belirlendiği açıkça görü­lebilecektir. Mesela yurtdışındaki Çinlilerin ülkelerine akıttıkları milyar­larca dolar, onlann ‘pragmatik’ ve ‘akıllı’ olmalarının yanı sıra kendi me­deniyetlerine bağlılıklarının da bir göstergesidir.41 Erasov, Rusya ile Do­ğu arasındaki medeniyetsel ilişkilerin tetkik edilmesinin doğal olarak meselelere Avrasyacı yaklaşımla bakmayı gerektiğini ifade etmektedir.42 Ona göre, Avrasyacılık çerçevesinde Rusya-Avrasya’nın meta-kültürel bir bütünlük şeklinde muhtelif unsurlarını içine alan sosyokültürel bir inşa konusunda perspektifli bir modeli formüle edilmiştir. Erasov, küreselleş­menin getirdiği sert ve yapı çözücü meydan okumalara karşı Rusya’nın kendi medeniyetsel temellerini oluşturmasına; teknolojik değil, entelek­tüel ve manevi bir hamle gerçekleştirmesi gerektiğine inanmaktaydı.43

Rusya İlimler Akademisi’nin Sosyal ve Siyasi Araştırmalar Enstitüsü müdürü felsefeci Ordinaryüs Profesör Eduard Bagramov, enstitü yayını olarak 1993 yılından itibaren Evraziia: Narody, Kultury i Religii (Avrasya: Halklar, Kültürler ve Dinler) adlı yıllık bir dergi neşrettirmektedir. Daha ziyade Bağımsız Devletler Topluluğu’na yönelik entegrasyon süreçleriy­le ilgili epey düzeyli bir yayın yapan söz konusu dergi, akademik kulvar­larda Avrasyacılık ilgisinin bariz örneğidir. Bagramov’a göre, BDT ülkele­ri kendi başlarına mevcut kriz durumundan çıkamazlar, özellikle ekono­mik bağlar ve ulaşım yolları açısından birbirlerine bağımlı olmaları ortak hareket etmelerini gerektirir. Ama bunun ötesinde kültür, dil ve güvenlik gibi alanlarda da ortak unsurlar bulunmaktadır. Bundan dolayı, Rus­ya’nın Avrupa kurumlarından ziyade bu çevresiyle kenetlenmesi gerekir. Bu bağlamda, Avrasyacılık Bagramov’un fikrince İslam ve Hıristiyan dünyaları arasında bir köprü rolünü oynayabilir, hatta Huntington’un çaüşmacı tezinin anti-tezi olabilir.44 Avrasyacılık, Rus, Slav, Türk, Moğol, Kafkas vs. halkların Rusya Devleti’ndeki birliğini temin edecek, Rusya Fe- derasyonu’nu sistem krizinden çıkaracak niteliktedir.45

Rusya İlimler Akademisi’nin diğer bir kuruntunda, Uzak Doğu Ensti- tüsü’nde müdürlük yapan şarkiyatçı Ordinaryüs Profesör Mihail L. Tita- renko ise, genellikle Uzak Doğu ve Doğu Asya araştırmalarıyla bilinmek­tedir. Yaptığı yayınlarda Avrasyacılığın dış politika boyutuna vurgu yap­
makta, burada da ikinci kuşağa, yani Çin, Asya-Pasifık ülkeleriyle iktisadi ve kültürel ilişkilere önem atfetmekte, bu alanlarda muazzam gelişme potansiyeli bulunduğuna dikkat çekmektedir.46 Ona göre Avrasyacılık, sadece Rusya’nın yenileşme ideolojisi değil, endüstri sonrası bilgi top- lumlarında medeniyetler arası ilişkilere de bir örnek olabilir.47

Bu arada, kendisini ‘solcu Avrasyacı’ olarak tanımlayan Ufa Üniversi- tesi’nden felsefe doktoru Rüstem Vahitov’a da kısaca değinmek yerinde olacaktır. 2003 yılında kurduğu Krasnaia Evrazia (Kızıl/Kırmızı Avrasya) adlı bir Internet sitesinde yayınlarını sürdüren Vahitov48 Rusya Komünist Partisi’ne yakınlığım saklamamakta ve bu bağlamda Rus komünizmi ve dindar sosyalizm ile Avrasyacı görüşleri kaynaştırmaya çalışmaktadır. Fa­kat söz konusu durumun, Bolşevizme ve Komünizme karşıt olan klasik Avrasyacılıkla açıkça tezat teşkil ettiğini kaydetmek gerekir. Bu bağlamda, Panarin, dogmatik veya nostaljik komünizm taraftarlarının Rusya’nın medeniyetsel özgünlük düşüncesini istismar ettiklerini yazmaktadır.49

Siyasi partilere gelince, iki partiden bahsedilebilir. Avrasya Partisi- Rusya Vatanseverler Birliği, 2001 yılında Müslüman Refah Partisi’nin (daha önce sivil toplum hareketi idi) lideri milletvekili Abdulvahit Niya- zov50 öncülüğünde bir kısım Ortodoks ve Budist grupların katılımı ve bazı etkili şahısların51 desteği ile kurulmuş, daha sonra Duma’daki Rus­ya Vatanseverler Birliği grubu ile birleşme karan almıştır. Partinin kuru­cu liderleri arasında, 1993-2000 yıllarında devlet başkanlığı genel sekre­terliğinin idari işler müdürlüğünü yapan, 2000’den itibaren ise Rusya- Belarus Birliği genel sekreterliği görevini sürdüren Pavel Borodin de bu­lunmaktadır.52 2003 seçimlerinden önceki parti programı, genel itibariy­le Rusya halklarının ortak yaşamına, BDT mekanında işbirliğine vurgu yapmaktadır.53 Niyazov’a göre, Avrasyacılık Sovyet sonrası coğrafyada vuku bulan entegrasyon süreçleri nedeniyle Rusya’da aktüel olup ülke­deki geleneksel dinlerin (İslam, Ortodoks ve Budizm) değerlerini orga­nik olarak uyumlaştıran bir ideolojidir. O, partisinin Kremlin tarafından kurdurulduğu iddialarının da asılsız olduğunu belirtmektedir.54 Ayrıca, Niyazov devleti güçlendirmek suretiyle küreselleşmeye karşı konulabile­ceğini düşünmekte ve güçlü Rusya’nın çok kutuplu dünya ve insanlığın sivü gelişmesi demek olduğunu vurgulamaktadır. “Rusya, ancak süper güç olarak mevcut olabilir.”55 O, BDT ülkelerinin katıldığı bir Avrasya Birliği projesinin yanı sıra ekonominin planlanması gerektiğini de ileri sürmektedir.

İkinci parti ise, Avrasya Siyasi Partisi’dir. Bu parti, A. Dugin liderliğin­de kurulan Avrasya Partisi’nin Petr Suslov ve yandaşlan tarafından varlı­ğı devam ettirilen halidir. Daha önce Dugin’in yardımcılığını yapan ve sonra onunla ihtilafa düşen Suslov, eş-başkanlık sisteminin uygulandığı partideki başkanlardan biridir. İdeolojik meselelerinin Moskova Devlet Üniversitesi Felsefe Bölümü’nden Profesör Vitali Pashenko’nun yürüttü­ğü bu partide Ortodoks milliyetçi vurgu56 daha fazla hissedilmekte, Müs- lümanlara karşı mesafeli bir duruş sezilmektedir.57 Duma’daki merkez- sol milliyetçi Rodina Partisi ile seçim ittifakı ve işbirliği yapan Avrasya Partisi’nin 2004’teki Olağanüstü Kongresi’ndeki kararlardan ilki, Putin’in devlet başkanlığı adaylığının desteklenmesi idi.

Avrasya ismini ve düşüncesini kullanan siyasi partilerin mevcut ör­neklerine bakıldığında, bunların Kremlin tarafından kurdurulduğu izleni­mi doğmaktadır. Şöyle ki, programlarında devlet başkanının yetkilerinin artırılması, 2004 seçimleri için epey önceden Putin’i aday olarak göster­meleri, kuruluş teşebbüsçülerinin ve yönetimlerinde Kremlin bağlantılı kişilerin olması bu kanaati kuvvetlendirmektedir. Aynca, seçim süreçleri öncesindeki kuruluş hikâyelerine göz atıldığında bunlardan birincisinin (A. Niyazov), Müslüman kesim oylarına, İkincisinin de Rus ‘vatansever’le- rine yönelik olduğu müşahede edilebilir. Kiüesel olarak büyük başarı gös­teremeyen söz konusu partilerle ilgili yukarıdaki hususlar, Kremlin ve çevresinde kümelenen yönetici elitin Avrasyacı düşüncelere hem ilgisini hem de ondan pratik anlamda yararlanma çabalarım göstermektedir.

Bu arada, Sovyet sonrası ülkelerde Avrasyacı fikirlere karşı en çok (res­mî) ilginin Kazakistan’da görüldüğü söylenebilir. Ülkenin coğrafi konu­mu (Avrasya’nın nerdeyse merkezi) ve nüfus yapısı (Kazaklar ve etnik Ruslar ülkenin temel unsuru) itibariyle bu anlaşılabilir bir durumdur. Bu çerçevede, Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev de, Avrasyacıiık düşün­cesine ilgi duyan ve somut bir proje ile öne çıkan devlet adamlarından bi­ridir. Üst düzey devlet adamlığı, onu diğer düşünürlerden farklı kılmakta­dır. 1994 yılında Nazarbayev, esasında Avrupa Birliği’ne benzeyen ayrın­tılı bir “Avrasya Birliği” projesi teklif etmiştir.58 Bu proje, birliğe dahil olan devletlerin bağımsızlığının korunması şartıyla siyasi, iktisadi, askeri ve kültürel üst-yapılarda konsolide olmasını öngörmektedir. Avrasyacı poli­tikada onu destekleyenler arasında, Kazak şair Oljas Süleymenov ve Kır­gız yazar Cengiz Aytmatov da bulunmaktadır. Nazarbayev’in politikası doğrultusunda, Kazakistan, Rusya’nın başat rol oynadığı pek çok bölgesel örgüte üye olup aktif bir dış politika yürütmeye çalışmaktadır.59


3.    Yeni Rusya ve Avrasyacılık

1990’lı yıllarda Rusya’da yayınlanan ciddi dergi ve gazeteler üstünkö­rü bir üslupla dahi gözden geçirilirse, aydınlar ve yönetici elitleri içinde şu üç fikir akımının temsilcilerinin gündemi önemli ölçüde meşgul ettiği fark edilebilir: Batıcılar, milliyetçiler ve Avrasyacılar.60 içinde muhtelif farklılıkları da barındıran bu akımlara özet olarak değinilirse, birinciler, perestroyka dönemindeki Batıya açılma politikalarını devam ettirmekte, M. S. Gorbaçov’un halefi ve 1991-1996 yıllarında Rusya Federasyo­numun dışişleri bakanlığını yapan A. V. Kozyrev’in61 bir nevi liderliğin­deki liberaller idi. Bunlar, Batıyla ilişkilerin ve liberal ekonomi/demokra- si gibi Batılı değerlerin ilk sırada yer almasını istemekteydiler. Milliyetçi­ler, gerek Baü gerekse ‘yakın çevre’ ve Doğu ülkelerine karşı mesafeli bir bakış sergilerken, bunlardan bir kısmı, bir tür izolasyonculuğu savunarak Rusya’nın mümkün olduğunca kendi kabuğuna, yani ‘Rus memleket­leri çekilmesini savunmakta, diğer bazıları da Slav dünyası ile işbirliği­ne üstünlük verilmesini istemekteydiler.62 Yukarıda kaydedildiği gibi, Avrasyacılık bağlamında düşünenler ise bu iki görüşün ötesinde, tecritçi- lik karşıtı, ‘yakın çevre’ye olumlu bakan ve çok boyutlu ilişkilere yönelik bir bakış açısı ortaya koymaya çalışmaktaydılar. Batıcıların 1990’lı yılla­rın ilk yansında gerek liberal reformlar ve gerekse dış politika çerçevesin­de etkin oldukları bilinmektedir. Milliyetçilerin projeleri ise, mevcut ger­çeklikler çerçevesinde uygulanamaz bulunmuştur. Buna karşın 1990’la- rın ikinci yarısından itibaren Rus yönetici eliti, Avrasyacılık düşüncesin­den pek çok unsuru benimsemiş ve pratiğe aktarmıştır. Bu bağlamda, Avrasyacılık konusunda yukarıda verilen arka planı göz önünde tutarak 2000’lerin başındaki Rusya’nın durumuna kısaca bakmakta fayda vardır.

Rusya’nın Putinli yıllan herhalde ülkenin her alanda toparlandığı dö­nem olarak tarihe geçecektir. İktidan devraldığında ekonomik ve sosyal açıdan acınacak durumda olan Rusya Federasyonu, Başkan Putin’in aktif politikalan ile gücünü içte ve dışta konsolide etmeye koyuldu. Devlet ör­gütünün daha etkin hale getirilmesi, Putin iktidarının ilk yapmaya girişti­ği işlerdendi. Federal merkezle federal unsurlar arasında kaybolan disip­lin ve bağlantıyı tekrar temin etmek için bir dizi önlem alındı. Bu çerçe­vede Putin’in başkan olur olmaz uygulamaya koyduğu önlemlerden biri, A. Dugin’in de daha 1997’de jeopolitikle ilgili yazdığı kitabında net olarak dile getirdiği, merkezin kontrolünü tesis etmek için federasyonun federal üst bölgelere bölünmesi ve bu bölgelerin başına devlet başkanı tarafın­dan valilerin atanması idi. Böylece, ülke yedi süper valiliğe ayrıldı, fede­ral merkezle ilişkiler sıkılaştırıldı, bir nevi merkezle çevre yakınlaştırıldı.

Putin, 1990’lardaki çöküşün ardından gelen özelleştirmelerle aşırı de­recede zenginleşen ve ekonomi yönetiminde söz sahibi olan oligarklan kontrol altına almayı da başardı. 1998’de dibe vuran ekonomide liberal piyasa politikaları furyası durduruldu, daha ziyade Avrasyacılığa da uy­gun düşen devlet pragmatizmi uygulanmaya başlandı. Liberal piyasaya devamla beraber ülkenin kendine özgü (samobytnost) karakterine vurgu yapıldı. Stratejik alanlarda örneğin, enerji, doğal gaz ve petrolde devlet kontrolü genişledi. Devletin stratejik noktalarındaki kadroların siyasi eği­limleri hakkında fikir sahibi olmak için ise, iktidar partisi Birleşik Rus­ya’nın durumuna ve ilgili dokümanlara bakılmalıdır.

Birleşik Rusya Partisi

Putin, koltuğu devralmasından sonra ilk olarak toplumda kuvveüi bir tabana sahip olacak bir partinin kurulmasına öncülük etmiştir. Bu sürece Duma’daki bazı merkeziyetçi eğilimli fraksiyonlar da katıldı. Teşkilatlan­ma çalışmalarını Putin’in de bir konuşma yaptığı 1 Aralık 2001 tarihinde­ki kuruluş kongresinde tamamlamış olan Birleşik Rusya Partisi, bünyesin­de üst düzey memurlar, öğretim üyeleri, öğretmenler, çiftçiler, işadamla­rı ve bölgesel elitlerden oluşan geniş bir kesimi barındırmaktadır. 7 Aralık 2003’te yapılan Duma seçimlerinde ezici çoğunluğu elde eden parti, fede­ratif unsurların her birinde teşkilatı bulunan yegâne siyasi partidir.63 Bu anlamıyla, parti, aynı zamanda çevre elitlerin merkeze yükselmesi ve ge­nel olarak Kremlin’deki yönetim için de bir ‘insan kaynakları merkezi’ ro- lündedir. Bu arada, partinin bir nevi gençlik kolları denilebilecek Idushiie Vmeste (Beraber yürüyenler) teşkilatı da iktidardaki Putin’e sivil destek sağlamıştır. Şimdilerde bunu Nashi (Bizimkiler) adlı başka bir gençlik ör­gütü üstlenmiş bulunmaktadır.

Partinin programında, ilgili manifestolarda ve diğer dokümanlarında ifade ederken kullanılan retorik, üslup ve kelimelerde Avrasyacı literatür­deki metinlere benzerlikler bulunabilir. 2002 yılındaki parti programında “Güçlü devlet”, “Adil toplum”, “Gelişen ülke”, “Çağdaş federasyon”, “Yü­ce kültür ve bilim ülkesi” gibi alt başlıkların yanında “Değişen dünyada büyük Rusya” başlıklı kısımda “Çağdaş dünyada Rusya’nm yeri, ülkenin büyük devlet payesine yakışan yükselen nüfuz ile belirlenmelidir”, “Ülke­nin dış siyaset rotası (…) yeni dünya düzenin oluşmasına katiyetle etki edebilir” gibi ifadeler göze çarpmaktadır.64 2003’teki ikinci kongre aka­binde yayınlanan “Milli Başarının Yolu” isimli parti manifestosu ise, Rus­ya’nın üst düzey yönetim kademesinde bulunanların nasıl bir halet-i ru- hiyeye sahip olduklarının, onların medeniyet tasavvurunun ve dünya al­gılamasının en yetkin dile getirilişi olmasıyla birlikte, gelişen olaylar kar­şısında yönetici elitin sorumluluklarına da değinmekteydi:

Bugün ülkemiz ve her bir vatandaşımız bilinçli bir seçim yapmakla yüz yüzedir: Ya çağdaş dünyada Rusya’nın başarısını sağlamak için irade ve kararlılık sahibi olacağız ya da bize burada aşağılayıcı bir ko­num hazırlanmıştır. Söz konusu olan, ülkenin kaderi, onun bekasının korunması ve hangi şekilde muhafaza edilmesi gerektiğidir… Rus­ya’nın bu yüzyılda kaçınılmaz olarak karşılaşacağı meydan okumala­ra cevap vermeyi, tarihî misyonumuz addediyoruz. Dahası, gerek Va­tanımızın muarızlarına, gerekse de onun liyakatli geleceğine inanma­yanlara da hodri meydan diyoruz.65

Söz konusu manifesto, parti kurucularını ve taraftarlarını Rusya’nın “tüm badireleri bertaraf etme kabiliyeti konusunda tarihi hafızasını ko­ruyan ve onun yükselmesi ve dünyada yeniden layık olduğu yeri tutması gerektiğine inananlar” olarak tarif ediyordu. Bunun yanında, parti taba­nının geniş sosyal tabakalara dayandığı ve Rusya’daki çoğunluğu temsil ettiği, her türlü aşırılıktan uzak siyasi merkeziyetçi, geçmişe saygılı, gele­neğin yeniden üretilmesine dayalı muhafazakâr bir platformda siyaset yaptığı da ifade edilmekteydi. Ayrıca, Rusya’nın birlik ve bütünlüğü için devleti yöneten ekibin vatana hizmet geleneğine sadık ve bir tesanüt içinde olması gerektiği, partinin de zaten böyle bir ekibin partisi olduğu kaydedilmekteydi. Belgeye göre, Rusya’nın 21. yüzyıldaki başarısı, bir ta­raftan dünyanın siyasi ve ekonomik, diğer taraftan kültürel ve manevi et­kinlik ve cazibe merkezlerinden birine dönüşmesini hayata geçirmesi olacaktır. Aynca manifestoya, Avrasyacı jeopolitiğin anlatım ruhunun hâkim olduğu da gözlemlenebilir:

Bu küresel dünya, son derece huzursuz olup artık burada güvenli böl­geler kalmamıştır. Gelişmiş ülkeler ve bağımlı periferiler arasındaki uçurum gittikçe daha keskin hale gelmektedir. Küresel sorunların çö­zümünde uluslararası camiaya, bir tek devletin -bu, dünyanın en güç­lü devleti olsa da- menfaaderine uyan kurallar dayatılmaya çalışıl­maktadır. Rusya, bu jeopolitik hareketlenmelerin dışında kalamaz. Ülkenin önünde, sadece bu tehditlerin üstesinden gelmekle değil, bunlardan doğan imkanlardan da yararlanarak yaşamayı öğrenmek görevi durmaktadır. Rusya, acımasız bir alternatif karşısmdadır: ya çağdaş dünyanın önemli ve nüfuzlu bir parçası olacağız, ya da bizi bu dünyaya, oluşumunda bizim katılımımızın temin edilmediği şartlarda ve isteğimiz hilafına entegre ettirecekler.66

Son olarak, Birleşik Rusya Partisi’nin Aralık 2003 Duma seçimleri ari­fesinde kabul ettiği seçim programı da yukarıdaki söylem ve üslubu sür­dürmekteydi. Programda, piyasa romantizminden, devlet pragmatizmi­ne geçilmesi gerektiği teklif edilmekteydi, çünkü bu İkincisinde asıl so­nuçlar alınmaktaydı. Ayrıca, parti programından iktibas edilen aşağıdaki parça Avrasyacı söyleme tam uygun bir tarzda yazılmıştır:

Bizim Vatanımız, kadimden beri muhtelif İktisadî düzenlerin mevcut olduğu, pek çok halkın kendi kültürel ve dinî özellikleriyle yan yana yaşadığı bir bütün kıta, bağımsız bir medeniyettir. Devletin politikası, bu çok çeşitliliği bir bütün olarak korumaya ve geliştirmeye yönelik ol­malıdır. 67

Rus Dış Politikasında ‘Doğuya Hareket

Vladimir Putin’in devlet başkanlığına gelişi ile izlenen aktif dış politi­ka neticesinde, Rusya’nın gerek BDT coğrafyası gerekse de Asya ve Orta­doğu ülkeleri ile ilişkilerinin yeni bir boyut kazandığı görülmektedir. Da­ha ziyade Doğu yarımküresine yönelik olan bu yoğunluk, hem Rusya ön­cülüğünde kurulan yeni bölgesel örgütler hem de ikili münasebetler çer­çevesinde ilerletilmiştir. 28 Haziran 2000 tarihinde Putin tarafından tas­dik edilmiş olan Dış Politika Konsepti’nde güney ve doğu istikametinde­ki ülkelerle işbirliğine epey yer ayrılmıştı.68 Rus dış politikasındaki bu eğilim -ki bunu diğer bir ifade ile “Doğuya hareket’ olarak da adlandıra­biliriz- bir anlamda Avrasyacılık akımının ileri sürdüğü görüşlerin haya­ta geçirilmeye başlandığına işaret etmektedir.69 İktidara gelişinden itiba­ren Putin dış politikadaki öncelikli bölgenin, eski Sovyet ülkeleri olduğu­nu ilan etmiş ve bu bölgeyle entergrasyonu artıracak projelere girişmiş­tir. Mevcut BDT yapısını yeterli görmeyen Putin, Avrasya coğrafyasını bölgesel örgütler ağıyla donatmaya çaba göstermiştir, özellikle 11 Eylül sonrası bu örgütlenme çalışmalarına hız verilmiştir. Bu örgütler şunlar­dır: 1) Avrasya Ekonomik Topluluğu (EurAzES), 2) Ortak Ekonomik Me­kan (Edinoe Ekonomicheskoe Prostranstvo), 3) Kolektif Güvenlik Antlaş­ması Örgütü (Organizatsiia Dogovora Kollektivnoi Bezopasnosti-ODKB), 4) Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ).

Kısaca bu örgütlerden bahsedilirse, Avrasya Ekonomik Topluluğu, Rusya’nın BDT ülkeleri ile iktisadi entergrasyonunu artıran iktisadi dış politika araçlarından biridir. 2002’de tesis edilen ve Rusya, Belarus, Ka­zakistan, Kırgızistan, Tacikistan’dan oluşan Avrasya Ekonomi Toplulu- ğu’nun faaliyet alanını, üyeler arasındaki gümrük duvarlarının indirilme­si, çeşitli ihraç mallarına ruhsatlar verilmesi hususunda ortak kuralların tespit edilmesi, ödemelerde Rus rublesinin ortak para birimi olarak ka­bul edilmesi, Dünya Bankası benzeri bir bölgesel bir kalkınma bankası­nın da kurulması gibi konuları ihtiva etmektedir. Son olarak Özbekistan 2005 yılında topluluğa üye olmuştur.70

Ortak Ekonomik Mekan örgütü, Rusya, Belarus, Ukrayna ve Kazakis­tan arasında 2003’te yapılan bir anlaşma ile tesis edilmiştir. Aslında bu teşkilat, Ukrayna’nın iktisadi entegrasyon süreçleri dışında kalmaması için kurulmuştur. Teşkilat, doğal gaz ve petrol dahil karşılıklı ticari alışve­rişlerde çifte KDV uygulamasının kaldırılması, serbest ticaret bölgeleri­nin teşkili gibi hususları müzakere konusu yapmıştır. Ukrayna’daki ‘Ka­dife Devrim’ sonrasında ülkenin AB ile entegrasyona öncelik vermeye başlaması, örgütün faaliyetini devam ettirmesi konusunda tereddütler doğurmuştur.71

Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü, 1992’de yapılan kolektif güven­lik antlaşmasına imza atmış olan Rusya, Belarus, Ermenistan, Kazakis­tan, Kırgızistan ve Tacikistan tarafından Mayıs 2002’de teşkil edilmiştir. NATO’nun genişlemesine karşı kumlan bu güvenlik paktı aracılığıyla son yıllarda ortak tatbikatlar gerçekleştiren Rusya’nın çevredeki askeri varlı­ğı da pekişmektedir.72 Şöyle ki, Ekim 2004’te Tacikistan’daki Rus askeri birlikleri hukuki statü kazanmış ve Putin’in katılımıyla 5000 askerin bu­lunduğu üssün açılışı yapılmıştır. ABD ile arası açılan Özbekistan’la Ka­sım 2005’te yapılan stratejik ortaklık antlaşması, burada üslerin açılma­sına yeşil ışık yakmaktadır. Yeri gelmişken, Kafkasya’da Gümrü Üssü (Er­menistan), Orta Asya’da Nurek uzay gözlem istasyonu (Tacikistan), Kant Hava Üssü (Kırgızistan), Baykonur Uzay Üssü, Sarı Şagan poligonu, Bal- kaş izleme istasyonu (Kazakistan) gibi stratejik noktalarda da Rus askerlerinin uzun dönemli antlaşmalarla konuşlandığı bilinmektedir. Bunun dışında yapılan eğitim antlaşmaları çerçevesinde, 2005 itibariyle Rusya kendi askeri okullarında ODKB ülkelerinden gelen 2500’den fazla öğren­ci ve subayı eğitmektedir.73

Kaydedilmelidir ki, Rusya 2000’li yılların başında örgütlenmesini ta­mamlayan Şanghay İşbirliği Örgütü vasıtasıyla da BDT’nin Doğulu üye­leri dışındaki ülkelerle, yani Çin ve Moğolistan gibi ülkeler ile işbirliğini derinleştirmektedir.74 Avrasya coğrafyasında işbirliği ve güvenlik alanın­da etkin faaliyet göstermeye başlayan, Rusya ve Çin’in başını çektiği bu yapılanma, terörle mücadele, güvenlik, ticaret, enerji ve ulaşım konula­ra eğilmekte ve yeni bir çekim merkezi oluşturmaya aday gösterilmekte­dir.75 Netice olarak, tüm bu örgütsel faaliyetlere bir nevi denemeler deni­lebilir; burada başarısız olanlar terk edilecek, yola sağlıklı gelişme göste­renlerle devam edilecektir; belki de ileride tek bir ortak çatı altında da toplanacaktır.

Rusya’nın İslam dünyası ile temasları, Putin tarafından yapılan dü­zenli ziyareder76 ile bir hayli ilerlemiştir ve yeni bir boyut kazanmıştır. Türkiye,77 İran, Malezya, Cezayir gibi Müslüman ülkelerle enerji, silah ti­careti ve iktisadi alışveriş üst düzeye çıkarılırken, Rusya İslam Konferan­sı Örgütü’ne gözlemci ülke statüsü kazanmıştır. Rusya’nın Filistin’deki son parlamento seçimlerinden galip çıkan Hamas’a görüşme teklif etme­si, İslam dünyası ile ittifak ilişkilerinin sürdürülmesinde istekli olduğuna bir işarettir. Son olarak, Rusya’nın son dönemdeki Doğu politikasına mührünü vuran girişim, Güneydoğu Asya kaplanlarıyla beraber 10 ülke­yi birleştiren ASEAN’la yapılan zirveydi. Malezya’nın başkenti Kuala Lumpur’da 2005 yılının Aralık ortalarında ilk kez gerçekleştirilen ve Putin’in katıldığı ASEAN-Rusya zirve toplantısında stratejik işbirliği belgesi ve 20 L5’e dek çok yönlü faaliyet programı imzalanmıştır.

Sonuç

Rusya’da 2000’li yılların başında meydana gelen siyasi, ekonomik ve kültürel gelişmelerin, ülkenin medeniyet kimliğini yeniden yorumlayan Avrasyacılık düşüncesinden önemli ölçüde nasibini aldığı görülmektedir ve bu süreç devam etmektedir. Klasik Avrasyacı Trubetskoy’un Avrupalı­laşmakta olan halkların entelektüellerinde oluşması gerektiğini söylediği zihniyet dönüşümünün işaretlerinin Rus yönetici elitinde görüldüğü gözlemlenebilir. Gerek son dönemdeki önemli devlet belgeleri, güvenlikve dış politika konseptlerinde kullanılan dil, gerekse Rusya Devlet Başka­nı Vladimir Putin’in izlediği iç ve dış politika açılımları söz konusu deği­şimin örnekleri olarak kabul edilebilir. Avrasyacı fikriyattaki birçok öne­rinin Rus iç ve dış politikasında dikkate alındığı müşahede edilebilir. Bu çerçevede Rusya, içeride konsolide olmaya devam etmekte, kendine öz­gü sistemini kurmayı sürdürmekte; dışarıda ise ‘yakın çevre’ ülkelerini ile entegrasyonu sıklaştırmaktadır. Ayrıca Asya, İslam dünyası ve diğer Batı-dışı güç merkezlerine doğru açılımlarını sürdürmekte ve Amerikan küreselciliğine karşı çok kutuplu dünya tezini savunmaktadır. Bu faaliyetle­riyle, Rusya’nın çok kutuplu bir dünya düzeni modeline doğru adımlar attığı görülmektedir.

Notlar

1    Rus muhacir teşkilatlannın geniş bir dökümü için bk. A. V. Okorokov, Russ- kaia Emigratsiia: Politicheskie, Voenno-politicheskie i Voinskie organizatsii, 1920-1990 gg. [Rus Muhacereti: Siyasi, Askeri-Siyasi ve Askeri Örgütler, 1920- 1990 Yılları], Moskova: Avuar Konsalting, 2003.

2    Bu parti ve gruplann yayınlanan orijinal dokümanlarının bir kısmı için bk. Politicheskaia Istoriia Russkoi Emigratsii: 1920-1940 gg. Dokumenty i Materi- aly [Rus Muhaceretinin Siyasi Tarihi: 1920-1940’lı Yıllar, Dokümanlar ve Ma­teryaller], A. F. Kiselev (ed.J, Moskova: Vlados, 1999.

3    Eserin yeniden yapılan baskıları için bk. N. S. Trubetskoy. Istoriia, Kul’tura, Iazyk: Sbomik statei (Trubetskoy: Tarih, Kültür ve Dil: Makaleler Derlemesi], V. M. Jivov (ed.), Moskova: Progress, 1995, s. 55-105 ve N. S. Trubetskoy, Nas- ledie Chingiskhana [Cengiz Han’ın Mirası], A. Dugin ve D. Taratorin (haz.), Moskova: Agraf, 1999, s. 27-90. Eserin tarafımızdan Türkçeye yapılmış olan tercümesi yakın zamanda yayınlanacaktır.

4    Iskhod k Vostoku: Predchuvstviia i Sversheniia: Utverzhdenie Evraziitsev [Do­ğuya Hareket: Sezgiler ve Ameller: Avrasyacılann Tezleri], Sofya: Rossiisko- Bolgarskoe Knigoizdatel’stvo, 1921.

5    Yeri gelmişken, Savitski, Rusya-Avrasya’nın ekonomik ilişkilerini mevzubahis ettiği bir makalesinde de “Kıta-Okyanus” başlığını kullanmıştı: P. N. Savitski, “Kontinent-Okean”, Iskhod k Vostoku, s. 104-125.

6    P. N. Savitski, Geografîcheskie Osobennosti Rossii [Rusya’nın Coğrafi Özellik­leri], Prag: Evraziiskoe Knigoizdatel’stvo, 1927.

7    A.g.e., s. 5.

8    Ag.e., s. 29-30.

9    G. V. Vemadski, Zven’ia Russkoi Kul’tury: Drevrıiaia Rus’ [Rus Kültürünün Esasları: Kadim Rus Ülkesi], y.y., Izdanie Evraziitsev, 1938, s. 5.

10  P. N. Savitski, ‘‘Step’ i Osedlost’” [Step ve yerleşiklik], Na Putiakh: Utverzhde­nie Evraziitsev, Kniga Vtoraia [Ufuklarda: Avrasyacılann Tezleri, ikinci kitap], Moskova, Berlin: Gelikon’, 1922, s. 345-346.

11  Avrasyacı tarih yazımının felsefi ve genel tablosunu, Rus tarihine Batıdan de­ğil Doğudan bakışı deneyen Trubetskoy çizmeye çalışırken, G. V. Vemadski de bunu detaylandırmakla meşgul idi. I. R. (N. S. Trubetskoy), Nasledie Chin- giskhana: Vzgliad na Russkkuiu Istoriiu ne s Zapada, a s Vostoka [Cengiz Han’ın Mirası: Rus Tarihine Batıdan Değil, Doğudan Bir Bakış], Berlin: Evra- ziiskoe Knigoizdatel’stvo, 1925; G. V. Vemadski, Nachertanie Russkoi Istorii (Rus Tarihinin Yazgısı], Berlin: Evraziiskoe Knigoizdatel’stvo, 1927.

12  N. S. Trubetskoy, ‘‘0 Turanskom Elemente v Russkoi Kul’ture” |Rus Kültürün­deki Turanı Unsura Dair], Evraziiskii Vremennik, no. 4, Berlin: Evraziiskoe Knigoizdatel’stvo, 1925, s. 351-377. Trubetskoy, bu makalesinde Turanı psişi­ğin, müziğin, halk şiiri kalıplarının Doğu Slavlannda, özellikle Ruslarda han­gi tür etkileşimler ve kaynaşmalar getirdiğine dikkat çekmekteydi.

13  N. S. Trubetskoy, KProbleme Russkogo Samopoznaniia [Rus Ben-idraki Me­selesine Dair], Berlin: Evraziiskoe Knigoizatel’stvo, 1927, s. 6.

14  N. S. Trubetskoy, “Obsheevraziiskii Natsionalizm” [Ortak Avrasyacı Milliyetçi­lik], Evraziiskaia Khronika, no. 9, Paris 1927, s. 29-30.

15  N. S. Tmbetskoy, “O Gosudarstvennom Stroe i Forme Pravleniia’’ [Devlet Dü­zeni ve Yönetim Şekline Dair], Evraziiskaia Khronika, no. 8, Paris 1927, s. 6-7. Tmbetskoy, faşizm ve komünizmin de yalancı ideokrasi olduğunu özellikle be­lirtmekte idi (a.g.m.).

16  N. N. Alekseyev, Russkii Narod i Gosudarstvo [Rus Halkı ve Devlet], A. Dugin ve D. Taratorin (haz.), Agraf, Moskova 1998, s. 488-489. İleride kurulacak olan Av- rasyacı devletin yönetim felsefesi, şekli ve hukuki yapısı konusunda Tmbets­koy ve Alekseyev’in metinleri önem arz etmektedir.

17  Tmbetskoy, a.g.m., s. 8. Trubetskoy’un fikrince, çok partililiğin olmadığı ideok- ratik düzen hiç de farklı fikirlerin zorla bastırılması demek değildi. Bu yapıda, öyle bir sistem geliştirilebilir ki birbiriyle mücadele edecek partilere ihtiyaç kalmayacakür. Halkın temsili tamamen teknik bir konu olduğundan çözümle­ri mevcuttur, örneğin, bunlardan birisi ‘mesleki temsil’ olabilir (a.g.y., Dip­not*)-

18  N. N. Alekseyev, “Evraziitsy i Gosudarstvo’’ [Avrasyacılar ve Devlet], Evraziis­kaia Khronika, no. 9, Paris 1927, s. 36.

19  N. N. Alekseyev, “Sovetskii Federalizm’’ [Sovyet Federalizmi], Evraziiskii Vre­mennik, no. 5, Paris 1927, s. 240-261.

20  Avrasyacı neşriyaUn ‘repertuar’mda dinle ilgili, özellikle iman konusuna dair kitaplar da yer almaktaydı. Bu çerçevede, filozof S. Frank’m 1925 yılında Ber­lin’de Avrasyacı neşriyattan çıkan Din ve Bilim broşürü, bilim ve dinin birbiri­ni tamamlayıcısı olduğunu, bu anlamda bilimsel bilgi ile dinsel bilginin de bir­biriyle çatışmadığı, aksine bunların açıklama alanlarının farklı olduğunu ifade etmekteydi: S. Frank, Religiia i Nauka [Din ve Bilim], Berlin: Evraziiskoe Kni- goizdatel’stvo, 1925. Aynı sene içinde diğer bir filozof, bir süre Avrasyacı hare­kete katılmış olan Lev Karsavin’in Şüphe, Bilim ve İnanç adlı bir broşürü neş­redilmişti. Müellif, burada Bolşeviklerin kontrolündeki bir hapishanede tutuk­lu bulunan bir genç komünist, bir eski ‘öğretmen’ ve ‘baba/peder’ takma isim­li üç şahsı konuşturmakta ve Platonvari bir diyalog ortaya çıkmaktadır. Bu di­yalogda, felsefeden bir miktar nasibini almış eski toprak sahibi ‘baba/peder’, aklın imanı reddetmediği, şüphelerin inançları ‘test etme’ yararına birer araç mahiyetinde algılanması gerektiği gibi konulara değinmekte, mantıki yollarla Tanrı’nın var olduğunu ispata muvaffak olmaktadır; ona göre, Hıristiyanlık, özgür arayışı ve şüphelerin inkâr edilmesini körü körüne bir itikadı istemi­yordu. En sonunda ‘öğretmen’, bu konularda derinleşmesi gerektiğine ikna ol­maktadır. L P. Karsavin, OSomrıenii, Nauke i Vere [Şüphe, Bilim ve İnanca Da­iri, Berlin: Evraziiskoe Knigoizdatel’stvo, 1925.

21  Klasik Avrasyacı düşünürlerde Katolikliğe karşı katı bir duruş vardı. Avrupa’da bulunmalanna rağmen bu duruşlarını ayrı bir toplu eserle ifade etmekten ge­ri durmamışlardı; bk. Rossiia iLatinstvo: SbomikStatei (Rusya ve Latinlik: Ma­kaleler Derlemesi], Berlin: Evraziiskoe Knigoizdatel’stvo, 1923. Burada ‘Latin- lik’in, Bizans ve klasik Rus kaynaklarında Katolikliğe verilen bir isim olduğu belirtilmelidir. Söz konusu derlemede, Savitski, Bolşeviklikle Latinliğin birçok anlamda ittifak halinde olduğunu bulmakta, çünkü her ikisinin Ortodoks inancına saldırdığını ifade etmekte; Trubetskoy ise,’ [Katolik ve Ortodoks] kili­selerin birleşmesi’ meselesinin tam bir “birleşme cazibesPnden kaynaklandı­ğını ve bu olayın fani girişimlerle gerçekleşmesinin mümkün olmadığını kay­detmekteydi.

22  “Evraziistvo (Formulirovka 1927 g.)” [Avrasyacılık: 1927 yılı programı], Eurazi- iskaia Khronika, P. N. Savitskii (ed.), no. 9, Paris, s. 7-8.

23  N. N. Alekseyev, Sobstvenost’ i Sotsializm: Opyt Obosnovaniia Sotsial’no-eko- nomicheskoi Programmy Evraziistva (Mülkiyet ve Sosyalizm: Avrasyacılıgın Sosyo-ekonomik Programını Temellendirme Denemesi], Paris: Evraziiskoe Knigoizdatel’stvo, 1928, s. 5-6.

24  A.g.e., s. 71-71.

25  N. S. Trubetskoy’dan P. N. Savitski’ye, mektup, ts., Rusya Merkezi Devlet Arşi­vi (GARF- Moskova), F. 5783, Op. 1, D. 486, L. 154.

26  P. N. Savitski, ”Khoziain’ i Khoziaistvo” [Müteşebbis ve Ekonomi], Evraziiskii Vremennik, no. 4, Berlin: Evraziiskoe Knigoizdatel’stvo, 1925, s. 406-445.

27  N. N. Alekseyev, V. N. U’in, P. N. Savitski, O Gazete “Evrazia” (Gazeta ‘Evrazia’ ne est’ evraziiskii organ) [Evrazia Gazetesi Hakkında: Evrazia, Avrasyacı gaze­te değildir], Paris 1929. Avrasyacı hareketteki bu bölünmenin arka planıyla il­gili, Rusya Merkezi Devlet Arşivi’nde (GARF) Savitski’nin ve diğer bir Avrasya- cı K. A. Çkheidze’nin Prag’dan getirilen koleksiyonlarında (F. 5783 ve 5911) epey detaylı kayıtlar bulunmaktadır.

28  Bu mektupların yayınlanan küçük bir kısmı için bk. L. N. Gumİlev, RitmyEvra- zii: Epokhi i Tsivilizatsii [Avrasya’nın ritimleri: Çağlar ve Medeniyetler], St. Pe- tersburg: Kristali, 2003, s. 212-242. Söz konusu mektuplarda genellikle bozkır- lılann kültürü ve tarihi, Rus halkıyla ilişkileri, Moğolların tarihi gibi Avrasyacı- lık akımının tarih tezlerini oluşturan meselelerden akademik anlamda söz edilmekte, her zaman cana yakın hitaplar kullanılmaktaydı. Gumilev’in boz- kırlıların sosyal tarihlerine yönelik yaptığı analizlerinden etkilenen Savitski, bir mektubunda bu konuda epey literatür okusa da, onunki kadar derin analizle­re rastlamadığını yazmakta, “Tanrı yardımcınız olsun!” sözleriyle de coşkusu­nu ifade etmekteydi (P. N. Savitski’den L. N. Gumilev’e, 1 Ocak 1957 tarihli mektup, a.g.e., s, 212.). Savitski, 1966’da Prag’da yapılan Arkeoloji Kongresi’ne gelen Gumilev’i tren istasyonunda karşılamıştı.

29   L. N. Gumilev, “Istoriko-Filosofksie Sochineniia Kniazia N. S. Tnıbetskogo (Za- metki Poslednego Evraziitsa)’’ [Prens Trubetskoy’un tarihi-felsefi eserleri (Son Avrasyacınm Notları)! N. S. Trubetskoy Istoriia, Kul’tura, Iazyk: Sbornik statei [Trubetskoy: Tarih, Kültür ve Dil: Makaleler Derlemesi], V. M. Jivov (ed.), Mos­kova: Progress, 1995, s. 31-54.

30   Gumilev’le ilgili buradaki bilgilerin daha detaylı dökümü için bk. Vügar İma- nov, “Geçmişle Hâl Arasında ‘Son Avrasyacı’: Lev Nikolayeviç Gumilev (1912- 1992)”, Akademik Araştırmalar Dergisi/Journal of Academic Studies, no. 23 (Kasım 2004-Ocak 2005), s. 143-164.

31   İmanov, a.g.m., s. 157.

32   Gumilev, bu görüşlerini 1970’lerde hazırladığı ve 1989’dan beri farklı tarihler­de çeşitli yayınevlerince basılan ve yabancı dillere de çevrilen Etnogenez i Bi­osfera Zemli, LGU, Leningrad 1989 isimli eserinde dile getirmiştir. Bu eserin İngilizceden Türkçeye yapılan tercümesi için bk. Etnogenez: Halkların Şekil- lenişi, Yükseliş ve Düşüşleri, İng. çev. D. Ahsen Batur, Selenge Yay., İstanbul 2003.

33   L. N. Gumilev, Ot Rusi do Rossii: Ocherki Etnicheskoi Istorii [Eski Rus Diyarın­dan Rusya’ya: EtnikTarih Yazıları], St. Petersburg: Kristali, 2002, s. 310.

34   Dugin’in güncel yorumları ve yazıları, Uluslararası Avrasya Hareketi’nin Inter­net sayfasında bulunabilir: www.evrazia.info

35   Dugin, aynı zamanda çağdaş Rus jeopolitiği literatüründeki önemli isimlerden biridir. Jeopolitikle ilgili yazdığı yaklaşık bin sayfalık bir eseri için bk. Aleksandr Dugin, Osnovy Geopolitiki: Geopoliticbeskoe Budııshee Rossii [Jeopolitiğin Te­melleri: Rusya’nın Jeopolitik Geleceği], 4. bs., Moskova: Arktogeia, 2000. Bu ki­tabın temel tezleri, 1990’h yılların ilk yarısında formüle edilmiştir. Eserin esas kısmının Türkçeye çevrilmiş versyonu için bk. Aleksandr Dugin, Rus Jeopoliti­ği: Avrasyacı Yaklaşım, çev. Vügar tmanov, Küre Yay., İstanbul 2003.

36   Aleksandr Dugin, Evraziiskaia Missiia Nursultana Nazarbaeva |N. Nazarba- yev’in Avrasyacı Misyonul, Moskova: ROF Evraziia, 2004.

37   Dugin’in Avrasyacılıkla ilgili seçilmiş makaleleri için bk. Osnovy Evraziistva [Avrasyacılığm Temelleri], Arktogeia, Moskova 2002.

38   Aleksandr S. Panarin, Rossiia v Tsvilizatsionnom Protsesse [Rusya medeniyet- sel süreçte], Moskova: Felsefe Enstitüsü, 1995.

39   Aleksandr S. Panarin, ‘Vtoroia Europa’ ili ‘Tretii Rim’? [‘İkinci Avrupa’ mı, ‘Üçüncü Roma’ mı?|, Felsefe Enstitüsü, Moskova 1996, s. 120.

40   A.g.e., s. 146.

41   Boris Erasov, “O Statüse i SoderzhaniiTeoriiTsivilizatsii” [Medeniyetler Teori­sinin Statüsü ve Muhtevasına Dair], Istoriia Rossii: Teoreticheskie Problemy [Rusya Tarihi: Teorik Meseleleri, A. S. Seniavskii (ed.), Nauka, Moskova 2002, s. 12.

42   Boris Erasov, “Tsivilizatsionnaia Teoriia i Evraziiskie Issledovaniia” [Medeni- yetsel teori ve Avrasya araştırmalarıl, Tsivilizatsii i Kul’tuıy, no. 3 (1996), s. 18.

43  “Rossiiskaia Modemizatsiia v Kontekste Globalizatsii: Prognoz i Perspektivy” (Küreselleşme Bağlamında Rusya Modernleşmesi: Tahminler ve Perspektifleri, Yuvarlak masa toplantısı, 13 Aralık 2000, http://www.netda.ru/slovo/mo- dem.htm (Erişim 16 Eylül 2006).

44  Eduard Bagramov, “Postsovetskaia Integratsiia: Realnost’ ili Mirazh?” [Post- Sovyet Entegrasyon: Gerçeklik mi, Hayal mi?], Evraziia: Narody, Kultury i Reli- gii, no. 1-2 (2002-2003), s. 47-57. İnternet baskısı için Sosyal ve Siyasi Araştır­malar Enstitüsü’nün sitesine bakınız: http://www.ispr.ru

45  Eduard Bagramov, “Ot Evraziiskoi Idei k Evraziiskomu Soobshestvu” [Avrasya Düşüncesinden Avrasya Topluluğuna], 1Evraziia: Narody, Kultury i Religii, no. 1-2 (2001), 12 Mayıs 2004, www.ispr.ru

46  M. L. Titarenko, Rossiia Litsom kAzii [Asya’ya Yönelmiş Rusya], Moskova: Res- publika, 1998.

47  A.g.e., s. 26.

48  Sitenin adresi: www.redeurasia.narod.ru

49  Panarin, Rossiia v Tsvilizatsionnom Protsesse, s. 55.

50  Bir Rus araştırmacı Niyazov’un 1991’de Müslümanlığı kabul eden Yahudi kö­kenli Vadim Medvedev olduğunu kaydetmekteyse de (Elena Chiniaeva, “Ev- raziiskie Paradoksy” [Avrasyacı Tezatlar], Korıtinent, 26 Eylül-9 Ekim 2001, http://www.continent.kz/2001/18/19.html), o kendisini SibiryalI bir Tatar olarak takdim etmektedir.

51  Inguşetya eski Cumhurbaşkanı Ruslan Auşev, ünlü sanatçı İosifKobzon, şair Oljas Süleymenov, yazar Cengiz Aytmatov vd.

52  Borodin’in biyografisi için bk. “Pavel Borodin Ostanetsia v Minkse” [P. Boro- din, Minsk’te kalacaktır], 17 Ekim 2003, http://2003.newsru.ru

53  15 Mart 2004, www.eurasya.ru (Partinin resmî Internet sitesi).

54  Anna Zakatanova, “Evraziistvo, ne Proekt Kremlia” [Avrasyacılık, Kremlin projesi değildir], Nezavisimaia Gazeta, 31 Temmuz 2001, http://www.ng.ru

55  Niyazov’la gerçekleştirilen bir mülakat için bk. “Rossiia Mojet Byt’ Tol’ko Ve- likoi Derjavoi” [Rusya ancak büyük devlet halinde mevcut olabilir], Evraziia (Aralık 2003), www.eurasia.ru

56  Bu bağlamda hatta parti sitesinde “Avrasyacı Manevi Prensipler ve Yönetim Kurallannın Mecmuu” başlıklı on maddeli metnin kutsal On Emir tarzında düzenlendiğine giriş kısmında değinilmiştir. 7 Nisan 2004, www.evrazia- rus.ru

57  Partinin Evraziiskaia Panorama adlı dergisinin daha ilk sayısında (2004) “Rusya Federasyonu’nda Kaç Muhammedi Var?” başlıklı yorumda ülkedeki Müslüman nüfus sayısı söz konusu edilmekte ve toplam 3 milyon rakamı (ge­nel bilinen ise yaklaşık 20 milyon) verilmektedir. Burada Rusya’da genel ka­bul görmüş “Müslümanlar” ifadesi yerine “Muhammedîler” kelimesinin kul­lanılması da ilginçtir. 7 Nisan 2004, www.evraziarus.ru

58  Nursultan Nazarbayev, Evraziiskii Soiuz: Idei, Praktika, Perspektiva 1994-1997 [Avrasya Birliği: Düşünceler, Uygulamalar, Perspektifler], Mosko­va: Sosyal ve Siyasi İlimleri Destekleme Vakfı, 1997, s. 44- 50.

69   Bu politikanın bazı hususlarının yanı sıra uluslararası terörizm, dinî kökten- dicilik, narkotik madde ticareti gibi giderek belirginleşen tehditlerin Kazakis­tan tarafından nasıl algılandığının genel bir tasviri için bk. N. Nazarbayev, Kriticheskoe Desiatiletie [Kritik bir on yıl], Almatı: Atamura, 2003.

60   Bu bağlamda, daha 1992 Şubatında Rusya Dışişleri Bakanlığınca yapılan “Ye­ni Dünyada Yeniden Şekillenmiş Rusya” isimli konferansa katılan üst düzey yetkililerin söz konusu akımlan çağrıştıracak konuşmalan manidardır. Ko­nuşma metinleri için bk. Mezhdunarodnaia Zhizn’, no. 3-4 (Mart-Nisan, 1992), s. 86-113. Bundan başka, adı geçen her üç akımın da kendi görüşlerini jeopolitik terimler ve taşanlarla hemen formüle etmeye koyuldukjan müşa­hede edilmekledir. 1990 sonrası Rus jeopolitik düşüncesindeki bu yaklaşım­ların kısa bir özeti için bk. Geopoliticheskoe Polojenie Rossii: Predstavleniia i Realnost’ [Rusya’nın Jeopolitik Konumu: Telakkiler ve Gerçeklik], V. A. Kolo- sov (ed.), Moskova: Art-Kur’er, 2000, s. 7-40.

61   Kozyrev’in tipik bir metni için bk. A. Kozyrev, “Strategiia Partnerstva” [İşbir­liği Stratejisi], Mezhdunarodnaia Zhizn’, no. 5, Mayıs 1994, s. 5-15.

62   Meşhur milliyetçi Rus yazar Aleksandr Soljenitsın, Kafkaslar ve Orta Asya gibi bölgelere ilgiden hayır gelmeyeceğini söylemekte ve oralardaki etnik Rusların bir an önce Rusya’ya göç ettirilmesini önermekteyken; genç jeopolitikçi A. A. Romanov neo-panslavist bir proje tasarlamakta; diğer bir jeopolitikçi V. Tsymburski, Rusya’yı, çevresinde jeopolitik istikrarsızlık ‘boğazlar’mm çevre­lediği bir ‘ada’ olarak tanımlayarak kendi içinde (esasen Ural ötesi toprakların işlenmesiyle) gelişmesini teklif etmekteydi. Bk. A. Soljenitsın, ‘“Russkii Vopros’ k Kontsu XX veka” [XX. Yüzyılın Sonuna Doğru ‘Rus Meselesi’l, Novyi Mir, no. 7, Temmuz 1994, s. 135-176; A. A. Romanov, Geostrategiia: Rossiia i Mir v XXI veke [Jeostrateji: XXI. yüzyılda Rusya ve Dünya], Moskova: Trivola, 2000; V. L. Tsymburski, Rossiia-Zemlia za Velikim Limitrofom: Tsvilizitsiia i ee Geopoliti- ka [Rusya-Büyük Limitrof Ötesindeki Dünya: Medeniyet ve Onun Jeopolitiği], Moskova: Edutorial URSS, 2000. Son başlıktaki limitrof, imparatorluklar ara­sındaki mekan anlamına gelmektedir.

63   Kayıt sırasında 19.579 üyesi bulunan parti, 2003 sonbahannda bu sayıyı 600.000’e çıkarmış. “Istoriia Edinoi Rossii” [Birleşik Rusya Partisi’nin Tarihi], 20 Ekim 2003, www.edinros.ro. En son verilerde ise bir milyon gibi rekor üye­ye ulaşıldığı kaydedilmektedir. Natal’ia Kostenko ve Aleksandra Samarina, “Edinaia Rossiia Poshla na Rekord” [‘Birleşik Rusya’ Rekor Kaydettil, Nezavisi- maia Gazeta, 6 Mart 2006, www.ng.ro. Partinin resmî web sayfasına yerleştiri­len bir sayaçtan üyelerin her geçen gün arttığını gözlemlemek mümkündür.

64   29 Nisan 2002, www.edinros.ru

65   “Put’ Natsional’nogo Uspekha: Manifest Partii ‘Edinaia Rossiia’” [Milli Başarı­nın Yolu: Birleşik Rusya Partisi Manifestosu], 23 Nisan 2003, www.edinros.ru

66   A.g.y.

67   “Predvybomaia Programma Politicheskoi Partii ‘Edinaia Rossiia’” (Birleşik Rusya Partisi’nin Seçim Programı], 23 Eylül 2003, www.edinros.ru. Bu prog­ram, partinin 20 Eylül 2003 tarihinde yapılan üçüncü kongresinde kabul edil­miştir.

68   Konsept için Rusya Milli Güvenlik Kurulu’nun Internet sayfasına da bakılabi­lir: www.scrf.gov.ru

69   Gerçi resmî Rus analizciler ülkenin son beş yıldaki dış politikasını çok yönlü olarak tanımlasalar da burada Doğu yönü ağırlıktadır. Hele Ukrayna ve Gürcis­tan’daki vuku bulan ‘kadife devrimler’in, Rusya’yı Batıdan daha da uzaklaştır­dığı tahmin edilebilir.

 


[1] Dünya Savaşı sürdüğü sırada Petersburg’da peş peşe gelen 1917 (Şubat ve Ekim) devrimleri, Rus aydınları arasında yeni arayışlara yol aç­mıştı. Bolşeviklerin iktidara gelişiyle uyguladıkları şiddet ve baskılardan



[i] Yrd. Doç. Dr., İstanbul Şehir Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası ilişkiler Bölümü

ÖNEMLİDİR

Bu makalenin yayınağımızda yayımlanmış olması, Sayın Yazar tarafından ileri sürülen görüşlere tamamiyle iştirak ettiğimiz şeklinde anlaşılmamalıdır. Kırmızılar Hareketi olarak, ülkemiz gündeminde uzun zamandan bu yana yer almakta olan ve giderek de etkisini artırma eğilimi gösteren Avrasyacılık Hareketi’nin Türk Kamuoyu tarafından ─gündelik siyasi mülâhazaların dışında kalarak─ sâlim akıl ile tartışılmasına imkân sağlamak amacıyla, konuya ilişkin önemli çalışmaları yayımlamaktayız. Bu makalenin yayınağımızda yayımlanmış olması da bu çerçevede değerlendirilmelidir.

 


Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen