Alparslan Türkeş’e dair

“Albay Türkeş bana, ihtilâlin gayesinden nasıl uzaklaştığını, daha doğ­rusu uzaklaştırıldığını kısaca anlattı. Yassıada’da hükümler verilmeden önce Devlet Başkanı Cemâl Gürsel’e idamlara mani olması için yazdığı mek­tubu okuyup okumadığımı sordu. ‘Okudum, de­dim, bir nüshasını Gümüşpala’ya da göndermiş­tiniz. Fayda etmedi…'”

*****

Alparslan Türkeş’e dair[i]

arslan tekin

Arslan TEKİN

I

Bugün, Milliyetçi Hareket’in lideri Alparslan Türkeş‘in (1917-4 Nisan 1997) vefatının 20. yıldönümü.

Türkeş‘in cenaze törenini dün gibi hatırlıyorum. Karlı bir günde, Türkiye’nin dört bir yanından, insanlar, buldukları her vasıtayla koşup gelmişlerdi. Kimi bir milyon, kimi 2 milyon insan kalabalığından bahsediyordu.

Turgut Özal‘ın (1927-17 Nisan 1993) İstanbul Fatih Camisi’ndeki cenaze törenini en kalabalık tören bilirdik. Halkın inadına bu törene geldiğini söylemeliyim. Daha bir süre önce, katledilen Uğur Mumcu‘nun (1942-24 Ocak 1993) Ankara’da cenaze töreni çok kalabalıktı. Kimileri iki cenaze törenini karşı karşıya bir “gövde gösterisi”ne dönüştürmüşler, kalabalık toplanmasını hedef edinmişlerdi.

Sanırım, Cumhuriyet döneminin en kalabalık cenaze töreni Alparslan Türkeş‘in cenaze töreniydi. Nüfus kesafetine ve ulaşım imkânlarına göre, dönemi için, elbette M. Kemal Atatürk‘ünküyle kıyas edilemez.

Bahsettiğim cenaze törenleri anlamlı… Büyük mücadelenin yürütüldüğü, PKK ile çatışmaların kızıştığı, 28 Şubat örtülü darbesinin ağırlığı halkta henüz hissedilmeye başlandığı bir zamanda, Alparslan Türkeş‘in vefatı, insanları düşünmeye sevk etmişti. Türkeş, vefatından kısa bir zaman önce TRT muhabirinin bir sorusu üzerine, 30 yıllık plan yaptığını söylemişti. Korkusuzdu. Darbeye girişmiş, emperyal güçlerin iç maşalarına karşı açık açık savaş başlatmış, Milliyetçi Hareketçileri bir doktrin etrafında toplamış liderden bahsediyoruz.

Milliyetçi Hareket’in merhum lideri yattığı yerden Balgat’ı görebilseydi, o kalın tok sesiyle, oradakilerin hepsini kovardı, eminim. Utanmadan, sıkılmadan Türkeş‘in 1973’te idealize ettiği, “Olabilir mi acaba?” dediği, sonra parlamenter sistemde kesin karar kıldığı, “Başkanlık”ın, bütün gücün, Saddam iktidarı gibi, tek elde toplandığı, kuvvetler ayrılığından, denetimden, kontrolden, TBMM’den eser kalmadığı rejim değişikliğine, kendi koltuğuna oturmuş birinin önayak olduğunu görse, eleminden bir daha ölürdü!

Balgat’takiler bugün mezarı başına gidecekler, yüzleri kızarmadan kabrine su döküp Fatiha okuyacaklar. Riyanın bu kadarı fazla!

Türkeş kitabını yazmıştık. Zaman geçtikçe birçok kaynak ortaya çıkıyor. Epey biriktirdim. Yeni baskıda bunları işleyeceğim. Son bulduğum bir kaynaktan bahsedeceğim.

Geçen gün İstanbul Beyazıt Kütüphanesi’ne uğradım. Durum dergisini karıştırırken Cevdet Perin‘in “Alparslan Türkeş’le Paris’te neler konuştum?..” başlıklı yazısına rastladım.

Durum dergisini Mithat Perin (1917-2001) çıkarıyordu. Cevdet Perin‘in (1914-1994) kardeşi. Cevdet Perin eski Adalet Partisi milletvekiliydi. Öncesinde Fransız Dili ve Edebiyatı sahasında bir akademisyendi. 27 Mayıs 1960 Darbesi’nin ardından üniversiteden ihraç edildi. 147 kişilik o meşhur liste; Demokrat Partili bilinen hocaların tasfiyesi.

Darbenin darbesini yemiş bir kişi 27 Mayıs Darbesi’nin “Kudretli Albay”ı Alparslan Türkeş‘le ne konuşabilirdi?

Durum‘un, 13 Şubat 1969 tarihli 227. sayısında yer alan makaleyi merakla okudum. Bir başka göz, hatta “düşman” olması gereken göz Türkeş’ten takdirle bahsediyordu ve bilmediklerimizi anlatıyordu.  

─ II ─

Alparslan Türkeş konusuna devam edeceğiz. Ama Türkeş‘in ifrit olacağını adım gibi bildiğim bir “cambazlık” üzerinde duracağım:

R. T. Erdoğan 1 Nisan 2017 günü Diyarbakır’da “Dikkat ediniz. Türk demiyoruz, Kürt demiyoruz. Çerkez, Laz, Boşnak, Roman demiyoruz. Hepsini birden içine alan bir ifade kullanıyoruz. Tek millet, diyoruz. 80 milyonuyla tek millet” dedi. Ertesi gün (2 Nisan 2017) Ankara’da “16 Nisan geliyor, Türk milleti, 80 milyon, inşallah bütün Batı’nın liderlerine en büyük dersi verecek.” dedi. (İnşallah 80 milyon Türk milleti, 80 milyon kere “hayır!” der ve tipik bir Orta Doğu, tipik bir Orta Asya ülkesi olmamızın önüne geçer!)

Türkiye’de milleti 36 dilime ayıran kendileri… İnsanları “tek” gösterirken bile sıralamaktan geri durmuyor. Artık karar vermeli. Tek millet=Türk milleti, tek devlet=Türk devleti,  tek bayrak=Türk bayrağı, tek vatan=Türk vatanı. Kaçış yok. Temrin etmeli, dilini alıştırmalı!)

Eski Adalet Partisi milletvekili Cevdet Perin‘in 1969’da haftalık siyasî dergi Durum‘da çıkan Alparslan Türkeş’le Paris’te neler konuştum?..” başlıklı yazısından bahsediyordum.

Türkeş, 27 Mayıs darbesini yapanlar arasında çıkan anlaşmazlık yüzünden 13 Kasım 1960’ta, 14’ler olarak yurt dışına sürülenlerden. Hindistan’a elçiliğe müşavir olarak göndermişlerdi. Türkeş darılıp bir kenara çekilmiyor. Fırsat kolluyor. Bir ara Paris’e geçiyor, “kader” arkadaşlarıyla bir araya geliyor. O sıra milletvekili Cevdet Perin de Paris’tedir.

Biliyorsunuz, CKMP, Adana’da 8-9 Şubat 1969’da yapılan kongrede Milliyetçi Hareket Partisi adını almıştır. (Ayrıntılı hikâyesi bizim Türkeş’le ilgili kitabımızda.)

Cevdet Perin, ad değişikliğine bağlı olarak Türkeş konusuna giriyor:

“Bu kongre hakkında düşündüklerimi bu sü­tunda -gerekirse- ayrıca belirtmeğe çalışacağım. Bugün sadece, ihtilâlden sonraki bazı olay­lara ışık tutar maksadıyla, bu yeni hareketin önderiyle, sekiz yıl önce, gurbette yaptığımız konuşmayı anlatacağım. Aradan uzun zaman geç­tiği ve köprülerin altından bir hayli su aktığı için, intibalarımı anlatır ve yorumda bulunurken, ob­jektif ve tarafsız kalabileceğimi sanıyorum:

1961 yılı, Kasım ayının ortasındaydı. Seçim­lerden yeni çıkmıştık. Birinci A.P. – C.H.P. koa­lisyonu henüz kurulmamıştı. 27 Mayıs’tan sonra NATO toplantısına katılmak üzere seçilen ilk Türk Parlâmento heyetine ben de dahildim.

Paris’e vardığımız akşamın sabahı, erkenden odamın telefonu çaldı. Birkaç saniye sonra kula­ğımda şu kelimeler aksetti: ‘Günaydın, Cevdet Perin Bey. Ben Albay Türkeş.’

Bu tok, gür sesi daha önce, bir gece yarısın­dan sonra, radyodan ihtilâl beyannamesini okur­ken dinlemiştim. Benim için beklenmeyen bir te­lefondu bu! Zira, ben eski bir 147’li, şimdi A.P.’li bir milletvekiliydim. O ise, beni kürsümden ve talebelerimden ayırarak haksız ve adaletsiz ta­sarruflarına bir tanesini daha ekleyen M.B.K.’nin eski üyesi, ihtilâlin ‘Kudretli Albayı’, şimdi sa­dece gurbette, daha doğrusu sürgünde bir emek­li subaydan başka bir şey değildi.”

İkisinin aralarındaki konuşma şaşırtıcı.

─ III ─

Alparslan Türkeş’in meşhur sözüdür:  En kötü hukuk nizamı, en iyi ihtilâlden iyidir.”

Türkeş‘in, şimdi, bu sözü niçin söylediğini açmayacağım. Şu anda hapsedilmiş bir gazeteciye 1975’te söylediğini belirteyim. Bu sözün evveliyatı var. 1966’da bir derginin kapağında şöyle yazar: “En kötü hukuk düzeni, en iyi ihtilâl düzeninden güzeldir. Alparslan Türkeş”. (Darbeden istifade, diktatörlük kurmak isteyenlere tavsiye için ayrıntısını sonra vereceğim.)

Cevdet Perin‘in, Durum dergisinde 1969’da yayınladığı “Alparslan Türkeş’le Paris’te neler konuştum?..” başlıklı yazısına devam edeceğim.

Cevdet Perin 1961’de yapılan seçimlerde Adalet Partisi’nden milletvekili seçilmiştir. Paris’e bir NATO toplantısı için gitmiştir. Türkeş de sürgün yeri Yeni Delhi’den Paris’e gelmiş ve Cevdet Perin‘i kaldığı otelde bulmuştur. Cevdet Perin‘den okuyalım: 

O akşam, NATO’daki ilk toplantıdan çıkınca, arkadaşlar beni ‘Wagram’ caddesindeki (Ceramic’ oteli önünde bıraktılar. Buraya lüks bir otel denemezdi. Holün loş aydınlığında, Albay Alpaslan Türkeş’le iki saate yakın konuştuk. Mem­lekette olan biteni öğrenmek istiyordu. Ona kı­saca bilgi verdim. Fakat, konuşmamız ilerledikçe baktım ki kendisi bazı hususlarda benden daha bilgili! Yurtta ve bilhassa ordu içindeki akımları, fikirleri gayet iyi ve emin kaynaklara dayanarak haber alıyordu. Hattâ, lâf arasında, Avrupa ül­kelerinden birinde bulunan 14’lerden birinin el­çiliğin teleksinden faydalanarak muntazaman ha­ber aldığını ve diğer kader arkadaşlarına bir şif­re ile ulaştırdığını söyledi. 14’lerin Brüksel’de yaptıkları mahut toplantıdan dönüyordu. Hindis­tan’a gitmeden önce Paris’e uğramıştı. Vatan’a dönebilirlerdi, ama Genelkurmay Başkanı Or­general Cevdet Sunay özel olarak bir albay gön­dermiş ve daha bir süre beklemelerinin millî menfaatler için gerekli olduğunu bildirmişti

Albay Türkeş konuştukça açılıyor, açıldıkça konuşuyordu. Sanki bir daha karşılaşmayacağımı­zı sezdiği için, bu kısa zaman içine pek çok şey sığdırmak isteyen sabırsız bir hali vardı: Bana, ihtilâlin gayesinden nasıl uzaklaştığını, daha doğ­rusu uzaklaştırıldığını kısaca anlattı. Yassıada’da hükümler verilmeden önce Devlet Başkanı Cemâl Gürsel’e idamlara mani olması için yazdığı mek­tubu okuyup okumadığımı sordu. ‘Okudum, de­dim, bir nüshasını Gümüşpala’ya da göndermiş­tiniz. Fayda etmedi…’

Dalgın bir tavırla: ‘Evet, dedi, fayda ede­mezdi. İş işten geçmişti. Zira, artık ipin ucu Gürsel’in de, bizim arkadaşların da elinden gitmiş­ti…’ Oysa, 27 Mayıs’tan bir müddet sonra, Gürsel’in emriyle Yassıada’ya gitmiş, Menderes’le görüşmüş ve otuz beş kişi kadar eski Demokrat Parti ileri geleninin İsviçre’ye gönderilmeleri için muvafakatini almıştı.’

Albay Türkeş’in benimle neden görüşmek istediğini konuşmamızın bu noktasına gelince an­ladım: Türkiye’den kendisine gelen haberlere gö­re, yeni bir askerî cunta ihtilâl hazırlamaktay­dı. Merkezleri Polatlı’daydı. Hattâ sivil bazı ihti­lâl heveslisi politikacı ve ilim adamlarının yar­dımıyla yirmi beş yıllık bir plân hazırlamış bu­lunuyorlardı.

Bu plân tamamiyle solcu fikirlere dayanıyordu.  Plânlar kasalarda kilitliydi.

─ IV

Sürgün Alparslan Türkeş, 1961’de, Paris’te Adalet Partisi milletvekili Cevdet Perin‘le görüşüyor ve yakında bir sol darbe planlandığı haberini veriyor. Cevdet Perin yazıyor:

Türkiye’nin sola kaydırılmasına ne yapıp yapıp mâni olmalıydı…

Albay Türkeş bana bu cuntanın, üç dört ay önce, Menderes’in idamına takaddüm eden gün­lerde de baskı yaparak meş’um bir rol oynadığı­nı anlattı. İsimler verdi. Bunların arasında Talât Aydemir ve arkadaşları da vardı. Yurda döner dönmez Genel Başkanım Gümüşpala vasıtasıyle mesajını Devlet Başkanına ve gerekli makamla­ra ulaştırmamı rica etti. Bunu bir görev saydığımı söyledim, ve Ankara’ya dönünce duruma rahmet­li Gümüşpala’ya naklettim. 22 Şubat askerî isya­nında eğer hükümet gafil avlanmadı ise bunun faydası olduğunu sanıyorum. Esasen, hatırlanaca­ğı üzere, 21 Mayıs isyanını da, o sırada yurda dönmüş bulunan Albay Türkeş, harekât başlama­dan birkaç saat önce, C.K.M.P. Genel Başkan Ve­kili Hasan Dinçer’e telefonla bildirmişti…

Bunlar, Albay Türkeş’in lehine kaydedilme­si gereken davranışlardır elbet. Ancak, 8 yıl sonra bugün vardığımız noktada bu hareketleri tarih önünde değerlendirirken, bir iki hususa da­ha temas etmek isterim:

Albay Türkeş Paris’te benimle milliyetçi ol­duğumu bildiği için görüşmek istemişti Ancak, derhal ilâve edeyim ki, konuşmamız esnasında, birleştiğimiz noktalar olduğu gibi, tartıştığımız, ayrıldığımız noktalar da olmuştu. Onun demok­rasi anlayışı benimkine pek uymuyordu! ‘Ordu-Millet’ fikrini savunuyor, Türkiye’nin kısa za­manda kalkınabilmesi için, demokratik rejimle bağdaşmasına imkân olmayan usuller ileri sürüyordu. Çok okuduğu, gelmiş geçmiş ihtilâlleri, çeşitli ülkelerdeki ideolojik hareketleri inceledi­ği belliydi. Halk Partisi’ne ve İsmet Paşa’ya kar­şı oluşu, sol akımlara ve kamufle edilmiş komü­nistlere öteden beri ‘yataklık’ edişinden ileri ge­liyordu. Brüksel’deki 14’ler toplantısında bu yüz­den ikiye bölünmüşlerdi. 14’lerin partilere dağılışına bakılırsa, bu bölünmenin, hattâ M.B.K’nde bölünmenin nedenleri daha iyi anlaşılır.

Albay Türkeş’le o günden sonra bir daha gö­rüşmedim. C.K.M.P.’yi içeriden fethetmeden önce, A.P.’yi eline geçirmek umudu ile bir teşebbüste bulundu. Daha doğrusu, bugün hâlâ A.P.’nin aşırı sağ kanadında bulunan bazı senatör, milletve­kili, hattâ Bakanlık makamına kadar yükselmiş kimseler, bir genel kurul toplantısında Türkeş’in partiye alınmasını açıkça teklif etmişler, bu tek­lif oylanmış ve çoğunluk sağlayamamıştı. Bu te­şebbüsten sonradır ki Türkeş ve arkadaşları da­ha kolay bir lokma olan C.K.M.P.’yi ellerine ge­çirdiler. Sistemli ve kademeli çalışan Albay Tür­keş’in nereye kadar gideceğini bundan sonraki olaylar gösterecektir. Türk gençliğine yeni bir ülkü vermek istiyor, ‘Dokuz Işık’ adı altında yeni bir ideal, bir yeni hayat felsefesi aşılamak istiyor. Milliyetçilikle sosyal adaleti birlikte ger­çekleştirmek istiyor. Bunu Hitler’in ‘Nasyonal Sosyalizm’i olarak yorumlayanlar var. Ben, bu hususta kesin bir yargıda bulunmak istemiyorum. Beklemek lâzım. Albay Türkeş’in ve arkadaşla­rının ‘Millî İrade’ ve ‘Demokrasi’ hakkındaki düşüncelerini bundan sonraki davranışları bize gösterecektir.” (Cevdet Perin, “Alparslan Türkeş’le Paris’te neler konuştum?..”, Durum, S. 227, 13 Şubat 1969).

——————————————-


[i] Bu yazı Yeniçağ Gazetesi’nin 4, 5, 6 ve 7 Nisan 2017 târihli nüshalarında “4” bölüm hâlinde yayımlanmıştır.

http://www.yenicaggazetesi.com.tr/alparslan-turkese-dair-1-42280yy.htm

http://www.yenicaggazetesi.com.tr/alparslan-turkese-dair-2-42295yy.htm

http://www.yenicaggazetesi.com.tr/alparslan-turkese-dair-3-42307yy.htm

http://www.yenicaggazetesi.com.tr/alparslan-turkese-dair-4-42318yy.htm

 

 

 

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen