Popülizm: Bildiğimiz siyasetin sonu mu?

Demokrasiler içeriden bir meydan okuma ile karşı karşıya ve bu yeni popülizm trendine nasıl yanıt vereceği bir muamma. Bugün yaşanan kriz ise, aslında merkez sağın veya solun değil, yaklaşık 300 yıldır muhtelif mekanizmalarla popülizmi bastırmaya veya dengelemeye çalışan temsili demokrasinin krizidir.

*****

Bu yazı El Cezire Türk (Al Jazeera Turk) yayınağından alınmıştır.

Dr. Edip Asaf BEKÂROĞLU

İnsanlık tarihinde 20. yüzyılın ikinci yarısındaki demokrasi tecrübesi bu anlamda bir sapmadır. Bunda popülizm ile faşizm arasında kurulan ilişki kadar Soğuk Savaş’ın güvenliği öne çıkaran dünyasında siyasetin alanının daralmasının da etkisi vardır. Popülizmin bastırıldıkça ve siyasetin alanı daraldıkça, demokratik ülkelerde siyaset merkez sağ ve merkez sol ile şekillenmiştir. Ancak “siyaseten doğrucu” ve teknokrat bir dilin hâkim olduğu merkez siyaset 1990’lardan itibaren yeni toplumsal hareketlerin, kimlik taleplerinin ve küreselleşme krizlerinin şekillendirdiği yeni duruma adapte olamadığı ölçüde krize girmiştir.Tüm dünyada popülist siyasetin yükselmesi sebebiyle, bir süredir bildiğimiz siyasetin sonuna şahitlik etmekteyiz. “Bir süredir” ifadesinin altını çizmek gerekir. Çünkü popülizm aslında siyasetin en bildik formu.

Bugün bu krizin sonucu olarak Batı demokrasilerinde yükselen aşırı sağ popülizmi tartışıyoruz. Hollanda gibi kozmopolitan bir ülkede aşırı sağcı Geert Wilders’ın Özgürlük Partisi’nin (PVV) nasıl ikinci büyük parti haline geldiğini, Fransa gibi köklü geleneklere sahip merkez sol ve sağ partilerin Ulusal Cephe’nin lideri sağcı Marine Le Pen karşısında nasıl çaresiz duruma düştüğünü, İngiltere’de aşırı sağcı ve göçmen karşıtı Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi’nin (UKIP) kurucusu Nigel Farage’ın muhafazakârları nasıl sağ popülizme ikna ettiğini anlamaya çalışıyoruz.

Bir süredir bildiğimiz siyasetin sona ermesi ve popülizmin tahmin edilemezliği bazılarımızı ürkütüyor. Oysa 20. yüzyılın ikinci yarısındaki istisnai dönem haricinde siyasetin, özellikle de demokratik siyasetin kaidesi hep popülizm olmuştur.

Temsili demokrasinin krizi

Temsili demokrasi dediğimiz sistem ise aslında kontrolsüz bir güç haline dönüşme potansiyeli yüksek olan popülizmi dizginleme uğraşıdır. Yani kriz aslında merkez sağın veya solun değil, yaklaşık 300 yıldır muhtelif mekanizmalarla popülizmi bastırmaya veya dengelemeye çalışan temsili demokrasinin krizidir.

*****

Öyle görünüyor ki “tarihin sonu” gelmemiş. Temsili demokrasi bu sefer komünizm gibi bir dış tehdit ile değil, içeriden gelen popülist siyasetin meydan okuması ile yüzleşmek durumunda. Batılı demokrasiler ya bu meydan okumayı dizginleyecek yeni mekanizmalar üretecek ya da dünya bir süredir unuttuğu gerçek siyasetin ürkütücü yüzüyle tekrar karşılaşacak.

*****

Öyle görünüyor ki “tarihin sonu” gelmemiş. Temsili demokrasi bu sefer komünizm gibi bir dış tehdit ile değil, içeriden gelen popülist siyasetin meydan okuması ile yüzleşmek durumunda. Batılı demokrasiler ya bu meydan okumayı dizginleyecek yeni mekanizmalar üretecek ya da dünya bir süredir unuttuğu gerçek siyasetin ürkütücü yüzüyle tekrar karşılaşacak.

Popülizm tehlikesi, bir doğrudan demokrasi deneyimi olan Antik Yunan’da filozofların dikkat çektiği bir konudur. Platon, Devlet adlı eserinin Altıncı kitabındaki meşhur gemi metaforu ile, geminin sahibi ve denizciler arasındaki ilişkinin çoğunluk dinamiğine bırakıldığında neye dönüştüğünü anlatarak demokrasi hakkındaki menfi fikirlerini aktarır. Kaptanlığın ne olduğunu bilmeyen denizciler ya gemi sahibini ayartarak ya da çoğunluğun gücünü kullanarak gemi yönetimini doğrudan veya dolaylı olarak ele geçirir, bol bol yer, kafayı çeker, gemiyi de böyle yürütürler. Platon’a göre gerçek bir kaptan varsa bile bu sistemde gemiyi yürütme şansına sahip olmayacaktır.

Yaklaşık 2000 yıl sonra gelişen temsili demokrasi üzerine düşünen teorisyenler de demagogların çoğunluğu manipüle etme tehlikesine değinmişler, çoğunluk iradesinin sınırlandırılması gerektiğini dile getirmişler ve halk iradesini meşruiyet kaynağı olarak görseler bile buna aristokrat elementler enjekte etmeye çalışmışlardır.

ABD anayasasının yazımına büyük katkı yapan Thomas Jefferson’dan modern demokrasinin en önemli düşünürlerinden biri olan Alexis de Tocqueville’e ve kişisel özgürlüklerin kutsal kitabını kaleme alan John Stuart Mill’e kadar birçok Batılı teorisyende bunun izlerini görmek mümkündür. O dönemlerin en dinamik toplumsal sınıfı olan burjuvazi de daha geniş toplumsal kesimlerin siyasete katılımını sınırlayan mekanizmaların anayasalara dâhil edilmesine severek destek vermiştir.

Müesses nizama başkaldırı

Baştan beri elit, eğitimli ve sermaye sahibi sınıfların kontrolünde gelişen temsili demokrasinin nihai formuna ulaşmasında iki önemli gelişme belirleyici olmuştur. Fransız Devrimi sonrasında Jakobenlerin öncülüğünde kurulan Terör Rejimi özgürlüğün kontrolsüz bırakılmaması gerektiğini; Nazizm ve Faşizm tecrübeleri ise sınırlanmamış popülizmin demokrasinin sonu olabileceğini öğretmiştir. Tüm bunlar Soğuk Savaş’ın güvenlikçi dünyasında kurulan siyasi düzenlerin en merkezi öğretileri olmuştur. 1980’lerin yükselen trendi olan neoliberalizm de siyasetin alanını daraltan bu öğretilerden memnuniyet duymuştur.

1990’ların sonundan itibaren kendinden söz ettirmeye başlayan popülizm, temsili demokrasinin müesses nizamına bir başkaldırıdır aslında. Bugün biz aşırı sağ popülizmi konuşuyoruz ama sol popülizm de bu başkaldırının önemli bir parçasıdır. Venezuela’da Hugo Chavez, Filipinler’de Rodrigo Duterte, İspanya’da Podemos hareketi veya Yunanistan’da Syriza Partisi sol popülizmin önemli temsilcileridir.

Sağ ve sol popülizmin özellikle 2000’lerin başında yükselişe geçmesi rastlantı değil. Her ikisinin temsilcileri de halkların merkez siyasete karşı kızgınlıklarından faydalanmış, ana akım siyasi partilerin dışından gelip bu kızgınlıkları dillendirerek etkileyici siyasi kariyerler inşa etmişleridir.

*****

Sol popülizm Venezuela veya Filipinler gibi ülkelerde tek başına iktidar oldu. Sağ popülizmin en büyük başarıları ise ABD’de Donald Trump’ın başkan olması ve Britanya’da Brexit’in referandum zaferi. “İmkânsızı mümkün kılanlar” diyen Marine Le Pen de Fransa’da başkanlık seçimlerinin ikinci turuna kalarak sağ popülizmin başarılarına bir yenisini ekledi.

*****

Sol popülizm Venezuela veya Filipinler gibi ülkelerde tek başına iktidar oldu. Sağ popülizmin en büyük başarıları ise ABD’de Donald Trump’ın başkan olması ve Britanya’da Brexit’in referandum zaferi. “İmkânsızı mümkün kılanlar” diyen Marine Le Pen de Fransa’da başkanlık seçimlerinin ikinci turuna kalarak sağ popülizmin başarılarına bir yenisini ekledi. Le Pen 7 Mayıs’taki ikinci tur seçimlerde babası Jean-Marie Le Pen’in 2002’de başaramadığını başarabilir ve Fransa başkanı seçilebilir. Seçilemezse rakibi sol popülist Emmanuel Macron başkan olacak. Yani her halükarda popülizm kazanacak.

Yeni popülizmin radikal siyasetten farkları

Peki bu yeni sağ ve sol popülizmin eski aşırı sağ ve soldan farkları neler? Bu farkları tespit etmek önemli, çünkü başarıların sırrı burada.

Öncelikle halka bir ideoloji çerçevesinde yol göstermek gibi bir amaçları yok. Tam tersine halkın rahatsızlıklarını gerçekçi bir şekilde dillendirdiklerini iddia ediyorlar. Bunun en tipik örneklerinden biri, “Ben sadece Kent şehrinden orta sınıf bir gencim. Müesses nizamın başarısızlıklarıyla ilgili acı gerçekleri cesaretle dile getiriyorum o kadar” diyen İngiliz politikacı Nigel Farage’dır. Yani, yeni popülizm aslında bir tür yeni gerçekçilik. Toplumsal gerçeklikleri ana akım aktörlere has siyaseten doğrucu bir dille değil, halkın diliyle siyasete taşımak sağ ve sol popülizmin en önemli özelliği olarak göze çarpıyor. Ekonomi, göçmenler, kültürel yozlaşma, suç oranları, küreselleşme gibi konulardaki rahatsızlıklar arttıkça, bunları çarpıcı bir dille siyasetin gündemine taşıyan popülist liderlerin yükselişi de hızlanıyor. İkinci önemli fark ise, özellikle aşırı sağ popülizm için söz konusudur. Yeni aşırı sağcılar kendilerini biyolojik ırkçılıktan özenle uzak tutarak seleflerinden ayrılıyorlar. Bu farkın en çarpıcı örneği, Marine Le Pen ile babasıdır. Holokost ve Yahudiler hakkında baba Le Pen doğrudan Nazizmi çağrıştıran ifadeler kullanırken, Marine Le Pen bu konuda son derece dikkatli davranıyor. Hatta baba Le Pen 2015’te “Nazi gaz odaları sadece tarihte bir detay” dedikten sonra partiden bizzat kızı tarafından ihraç edilmişti. Biyolojik ırkçılık yerine ülkelerinin toplumsal değerleri ve Avrupa’nın aydınlanma değerlerini öne çıkaran, göçmenlere de ırklarından dolayı değil, bu değerlere adapte olamadıkları için karşı çıkan bir siyasi dil kullanıyorlar. Bu farklar popülist siyasetin başarısının anahtarı.

Nasıl yöneteceklerine dair somut projeleri olmadan iktidara talip olan bu yeni siyasetçilerin demokrasiler için ne anlama geleceğini kısa vadede hep beraber göreceğiz. Trump’ın şu ana kadarki başkanlık deneyimi popülizmin, temsili demokrasilerdeki güçler ayrılığı ve hukuk devleti gibi prensiplerini zorlayacağını bizlere gösterdi. Sonuç olarak demokrasiler içeriden bir meydan okuma ile karşı karşıya ve bu yeni popülizm trendine nasıl yanıt vereceğini izlemek ilginç olacak.

——————————————–

Yrd. Doç. Dr. Edip Asaf Bekaroğlu, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi. Doktorasını Bilkent Üniversitesi’nde Hollanda’daki çokkültürcülük tartışmaları üzerine yapan Bekaroğlu’nun çokkültürcülük, göç, sekülarizm ve İslamcılık alanlarında çalışmaları bulunuyor.

Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir.

—————————————————————-

http://www.aljazeera.com.tr/gorus/populizm-bildigimiz-siyasetin-sonu-mu

02.05.2017

 

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen