15 Temmuz’dan doğru sonuçlar çıkardık mı?

“Her vatandaşımızın üzerinde pay ve hak sahibi olduğu devlet, milletin ortak ve örgütlü varlığıdır. Onun saygınlığı ve gücü, istikbal ve istiklalimizin garantisidir. Bu temel gerçeğin unutulmaması gerekir.”

*****

Prof. Dr. Mehmet EVKURAN

15 Temmuz 2016 tarihinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu sürede OHAL ilan edildi ve kamuya dönük soruşturma ve tasfiyeler başladı. Yakın tarihte türlü saldırıların hedefi olmuş ve en son da açık bir darbe ile yüz yüze kalmış bir toplumda yapılması gereken işlemler ve alınması gereken önlemler icra edilmektedir. Yetkililer OHAL’in topluma değil devletin kendisine karşı ilan edildiğini açıkladı. Yaşanan ihanetin büyüklüğü, örgüt liderinin yurtdışında rahatça ihanetlerine devam ediyor olmaları sert tedbirlerin alınmasını gerektirmektedir. Darbe girişiminin savuşturulması ve büyük belanın def edilmesi, iftihar ettiğimiz bir destan olarak tarihe geçmiştir. Ancak hesap kapanmamıştır. Ülkenin normalleşmesi için teyakkuz halinin devam etmesi gerekmektedir. Devletin ve toplumun kılcallarına kadar sirayet etmiş olan, ulusal sınırları aşıp küresel ölçekte de örgütlenen, millî-manevî ve hatta seküler değerleri istismar eden esnek bir yapılanmayla mücadelenin hiç de kolay olmadığı açıktır. Ancak köklü devlet geleneği ve toplumsal basiret bu mücadelede en büyük sermayemiz.

Önceki darbelerden önemli bir farkı var 15 Temmuz’un… Darbeler tarihine bakıldığında daha öncekilerde, yüzeyde millî hislere ve bozulan düzeni sağlama gerekçesine dayansa da derinde seküler hassasiyetlerin etkili olduğu görülmektedir. Ancak 15 Temmuz dinî değerleri ve simgeleri yoğun biçimde kullanan bir örgütün kalkışmasıdır. Bu nedenle darbe savuşturulduktan sonra hararetli şekilde din eksenli tartışmalar başladı. 15 Temmuz’u izleyen Kurban Bayramı’nda halkımızın bağış davranışı önemli bir göstergedir. Mehmetçik Vakfı, THK Vakfı, Diyanet Vakfı gibi devlet kurumlarına yapılan yardımlarda büyük bir artış gözlenirken, sivil dinî dernek ve vakıflara yapılan yardımlar azalmıştır. Halk devletine güveniyor ve geçmişte yaptığı hatalara rağmen yeniden sahip çıkıyor. Bu güvenin ardında devletin devlet gibi davranması gerektiğine dair güçlü bir mesaj da vermiştir.

ÜRETTİĞİ İNSAN TİPİ

FETÖ’yü anlamak için onun ürettiği insan tipinin temel özelliklerini fark etmek gerekir. Örgüt “dinî bir cemaatmiş gibi” davranırken toplumda oluşan izlenim onların çekingen, duygusal, kırılgan kimseler olduğu, çevreye zarar verme niyet ve güçlerinin olmadığı yolundaydı. Ancak 15 Temmuz’da sahaya çıkan canavar, FETÖ kişisinin, uzun yıllar özenle imal edilen, suskunluğu ve uysallığının ardında dehşet verici bir kini besleyen bir kişilik yapısıyla karşı karşıya olduğumuzu gösterdi. FETÖ’nün yetiştirdiği insan tipinin kendine ait bir hayatı yoktur. Evliliği, işi, kazancı, kararları kendisine ait değildir. Karşınızda konuştuğunuz kişinin tuhaf gramatiği ve yapmacık davranışları, aslında orada olmayan bir insana hitap ettiğinizi hissetmenize neden olur. Evet ya da hayır demez, kesin konuşamaz. Çünkü o, kendi cüzî iradesini örgütün, daha doğrusu FETÖ liderinin küllî (acaba küresel irade mi demelidir?) iradesi içinde huşuyla eritmiştir. FETÖ ise tıpkı Hasan Sabbah’ın ya da Şah İsmail’in hedef ülkelerde gezen ve sahiplerine biat toplayan, her türlü yerel değer ve zaafları kullanan dâîleri/propogandacıları gibi çalışmıştır.

Kendi nokta-i nazarımdan 15 Temmuz’dan çıkardığım sonuçlar şunlardır:

1- Vatan kavramı yeniden keşfedilmiş/kesbedilmiştir. Milliyetçi ve muhafazakâr söylemlerde dile getirilen ve sanki tarih öncesinden haber veren kadim bir mevzu gibi gelmeye başlayan kavram, toplumsal bir refleksle yeniden kesbedilmiştir. İslamcılık ve vatan ilişkisi uzun uzun konuşulması gereken bir konudur. Şimdilik şunu söyleyebilirim: Vatanı ancak bir ideoloji sayesinde sevenler, hesabî ve marazî tiplerdir. Yaşadığı ülkeyi sevmek için bir ideolojiye ihtiyaç duymayan, ideolojik açıdan “tasnif dışı” bireylerin varlığını mahcubiyet içinde kabul ettik. Hangi ideolojiye inanmış olursa olsun insanlar, inançlarını ve kültürlerini yaşayabilmek için özgür bir ülkeye ihtiyaç duyarlar. Vatan ve ülke, her türlü ideolojinin üzerinde, değeri ve önemi “apaçık” kavramlardır. Halihazırdaki ideolojilerin kifayetsizliği ifşâ oldu. Sekülerler çağdaşlığı, milliyetçiler millî değerleri, dinciler de ahlâk ve maneviyatı tüketti. Bunun nedeni hepsinin de bir ideolojinin büyüsüne kapılmış olmalarıdır. Hepsine hükmeden daha büyük bir büyü çıktı, küresel hipnoz hareketi olarak da nitelenen FETÖ, masum görünen diğer hipnoz türlerinin de deşifre olmasını sağladı.

2- Dinin doğru anlaşılması sadece dinî ve uhrevî bir mesele değil, dünyevî bir problemdir ve bu anlaşılmıştır. Coğrafyamızda din politikaları, toplum teorilerinin ve siyaset kültürünün ayrılmaz bir parçasıdır. Bu, her iş ve eylemin dinî referanslara dayandırılması demek değildir. Her dindarın en temel arzusu, inandığı dini, kaynaklarına uygun biçimde doğru anlamak ve yaşamaktır. Liberal yaklaşıma göre, bu talebin devletin kontrolü dışındaki sivil alanda karşılanması gerekir. Ancak 15 Temmuz olayı, konunun bu tarzda ele alınmasının toplum ve devlet içinde çok yönlü yıkıcı sonuçlar doğurduğunu göstermiştir. Gerçi FETÖ örneği, sivil oluşumun topluma galebe çalması ve rehin alması olayı gibi okunamaz. Aksine sivil toplumda devşirilen gücün zamanla devlet otoritesine şerik olmasıdır. Devlet teorisindeki sorunlar ekseninde okunması gereken bir probleme dönüşmüştür. Kökü dışarıda olan bu hareketin nasıl olup da toplumu ve devleti sarsacak düzeyde onlara sirayet ettiğinin “üst akıl” ya da “dış mihrak” teorileriyle açıklanıvermesi kolaycılıktır. Dindar kesimlerin, kendilerini ülkelerine yabancılaştıracak ve onları vatansız bırakacak, özünde siyasî olan din anlayışlarına karşı da bir duyarlılık geliştirmeleri zorunludur.

3- Dinin doğru anlaşılması dindar olmayan kesimlerin de problemidir. Zira toplumsal bir kurum olan dinin doğru anlaşılması, onların hayatlarını da etkileyecektir. Din, çarpık yorumların yönlendirmesiyle her an siyasal bir güce ulaşarak tüm bir topluma tahakküm etme potansiyeli taşımaktadır. Dinî bir inanç taşımasa bile insanların aynı ülkede yaşadıkları dindarların dünyasını tanıması toplumsal uzlaşı için vazgeçilmezdir.

4- FETÖ ile mücadelede atlanan temel soru/sorun şudur: İhanet, kendine alan bulabildiği için bu denli büyük ve derin olmuştur. Toplumun ve devletin samimi bir özeleştiri yapmasını gerektirmiştir. Rahatsız edici ancak bir o kadar da zorunlu bu sorgulama, gereği gibi yapılmamıştır. Bu noktada “devletin savcısı orada, kim ne biliyorsa şimdi söylesin!” noktasından öte bir soruna işaret ediyorum. “FETÖ’cüler elleri kollarını sallayarak geziyor” da demiyorum. Hukukun ulaşamadığı bir yerde herkesin kendine karşı dürüst davranmasını ve özeleştiri yapmasını öneriyorum. Bu konu, FETÖ ile sıcak mücadele kadar önemli ve stratejiktir.

5- Tabakat-ı FETÖ tam olarak anlaşılmalıdır. “FETÖ’cü tam olarak kimdir?” sorusunu zihinsel ve hukuksal anlamda netleştirmeye şiddetle ihtiyaç vardır. Savcıların hazırladığı iddianamedeki tanım ve açıklamaların medyada hakim olan söylemden daha hakkaniyetli olduğu görülmektedir. Kişisel ya da ideolojik hesaplarını görmek için FETÖ ile mücadeleyi rakiplerini tasfiye etmek olarak anlayanları saymıyorum bile… Hukuksal olmayan bir tasnif denemesi bağlamında dört sınıftan söz edebilirim.

  • Mutlak FETÖ, Absolute FETÖ, mahza FETÖ:Bu örgütün çekirdeğidir. Uluslararası düzeyde örgütü koruyup-kollayan, yönlendiren, kullanan görünmez yapıdır. Öyle ki Fetullah Gülen bu çekirdeğin dışa bakan ve kontaktı sağlayan bir oyuncusu niteliğindedir.
  • FETÖ ya da kurmay tabakası: FETÖ lideri ile yakın teması olan, sivil alandaki ve kamudaki inançlı devşirmelerdir. Takiyye, tedbir ve kumpasın her türlüsü onların uzmanlık alanıdır. Kendileri için sorun oluşturan herkesi acımasızca tasfiye etmeye hazırdırlar. Bunlar örgütün hedefini ve derin teolojisini anlamış, içselleştirmiş ileri düzeyde “adanmış beden”lerdir. Ne yazık ki bunların çoğu darbeden hemen önce ya da sonra göz göre göre yurtdışına kaçmışlardır.
  • Muhibbân-ı FETÖ:Örgütün insan yetiştirme stratejisi kabaca şöyle çalışmaktadır. Önce masum görünümlü hizmetlerle aday etki altına alınır. Sohbet, himmet, dernek üyeliği gibi işlerde aktif görev alması sağlanır. Bunlara abilik, ablalık gibi onurlandırıcı (!) görevler ve payeler verilir. Adam kazandırma yeteneği sınanır. Bu arada ölçülü biçimde FETÖ ideolojisi verilmeye başlanır ve kişiliksizleştirilir ve ailesinden soyutlanır. Hızlı ve sorunsuz biçimde ilerleyenler daha özel paylaşımların yapıldığı bir üst mertebeye/tabakaya alınırlar. FETÖ liderinin “seçilmiş salih bir zât” ya da en azından özel bir lider olduğu inancını taşımaktadırlar. Örgütün ülke aleyhine faaliyetler içinde olduğunun açıkça anlaşıldığı 17-25 Aralık süreci bunlar gerçek bir kırılma noktası teşkil etmekteydi. Çünkü dinî ve millî olmayan davranışları sorgulayacak bir sağduyuları hala bulunmaktaydı. Ancak bu sorgulamayı yapmayıp Haşhaşî kimliğine yakınlaşanlar, 17-25 Aralık süreciyle birlikte masumiyetlerini yitirmişlerdir.
  • Oltaya takılanlar: FETÖ’nün devlet ve sivil toplum gücünü kullanarak oluşturduğu parıltıdan gözleri kamaşan; millî, dinî ya da seküler hassasiyetlerin yanında dünyevî kaygılarla da bu gücün yakınında olmanın yararlı olacağı hesabını yapanlardır. Bunlar FETÖ’nün Batınî ideolojisinden habersiz olanlardır. Ancak C tabakasındakilerin propagandalarının etkisiyle FETÖ liderinin “bilge, alim” falan olduğunu düşünmektedirler.

6- Din politikasında hala belirsizlikler vardır. Bizim önerimiz kağıt üzerinde net ve açıktır. Dinî gruplar ve dindar bireyler ise bu politikalar hakkında farklı düşünmektedirler. Bu doğaldır. Ancak tuhaflık şuradadır: 15 Temmuz gibi keskin bir tarihsel olay karşısında oluşan vatan, millet ve devlet paradigması herkesi biraz samimi olmaya davet ederken, herkes eski konumunu korumaya hatta güçlendirmeye çalışmaktadır. Bu hayra alamet değildir.

Diğer bir kaygım da şudur: Dinî gruplara sağlanan imkân ve fırsatlardan şımaran sorumsuz ve basiretsiz dinî gruplar yüzünden, devlet tekrar din konusunda eski sert politikalarına dönmek zorunda kalacaktır. Keçecizâde İzzet Molla’nın devleti oyuncağa çeviren ve çoktan yozlaşmış Yeniçeri Ocağı’nın lağvedilmesi üzerine yazdığı şiiri hatırlayalım:

Tecemmu eyledi Meydân-ı Lâhme,

Edüb küfrân-ı ni’met bunca bâgi

Koyup kaldırmadan iki de bir de

Kazan devrildi söndürdü ocağı

Bu milletin, manevî hayatını zenginleştiren ve küçük de olsa bir yarar ve hayır sağlayan dinî grupların ocağının tütmesini isteyen biri olarak, buradaki hikmetin anlaşılmasını arzu ediyorum. Her vatandaşımızın üzerinde pay ve hak sahibi olduğu devlet, milletin ortak ve örgütlü varlığıdır. Onun saygınlığı ve gücü, istikbal ve istiklalimizin garantisidir. Bu temel gerçeğin unutulmaması gerekir.

——————————————————

Kaynak:

http://www.karar.com/gorusler/prof-dr-mehmet-evkuran-yazdi-15-temmuzdan-dogru-sonuclar-cikardik-mi-546414

19.07.2017

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen