“Osmanlı’nın son döneminde Osmanlı aydınları “dinli hayat, hayatlı din” diyorlardı. Bu dört kelimeden ibarettir ama, çok önemli bir ipucu vermektedir. Dinli hayat demek, din hayatımızın bir parçasıdır, kişisel olarak din ile ilişkimiz ne olursa olsun hayatımızın en başından beri din hayatımızın bir gerçeğidir, demektir. Onun için dini hayatımızın dışına iterek, dini çok dar kalıplar içine iterek hayatı devam ettiremeyiz. İkincisi de hayatlı din; din hayata dair olmalıdır, hayatın içinden olmalı ve yaşadığımız hayata bir anlam katmalıdır.”
*****
Prof. Dr. Ali BARDAKOĞLU
Bugün Batılıların dahi konuştuğu anlattığı dev düşünürlerimiz var tarihimizde. O yüzden ortak paydalarımızdan bahsedersek söz çok uzar. Genellikle mutlu ve kutlu günlerimizde, kutlamalarda, siyâsî konuşmalarda bizim sahip olduğumuz ortak paydalar, müşterek değerlerimiz, meziyetlerimiz hep konuşulur. Ama bir de simetri var. Ve özellikle 21. yüzyılda İslam dünyası olarak ortak değerlerimizi konuşmak yerine ortak sorunlarımızı konuşmak noktasına geldik. Artık birçok meziyetlerimiz var. Tarihte altın sayfalar yazdık, bunlar bize yeter diyemez noktadayız. Artık yavaş yavaş kapımızın önü ile ilgilenmek, sorunlarımızı görmek tartışmak, ele almak, çözüm yolları aramak noktasındayız.
Biz buraya kendiliğimizden gelmedik. Bir bakıma İslam dünyası olarak, elli küsür İslam ülkesi olarak, Türk dünyası olarak kendimizi devasa sorunlar içerisinde görüyoruz. Burada birkaç şey yapılabilir. Birincisi, en kolayı; biz iyiyiz, bizim eksiğimiz yok ne olduysa dışardan gelen, denizaşırı ülkelerden gelen onların yaptıkları sonucu bu noktaya geldik diyebiliriz. Bunları kıyamete kadar söyleyebiliriz, bunlar gayet avutucudur. Ancak daha akılcı olan bu sorunları aramızda konuşmak, bunda bizim payımız, dahilimiz, sorumluluğumuz nedir? Demektir. Acaba üzerimize düşen şeyleri yapmakta kusurlarımız mı oldu sorusunu sorup cevabını arayabilmektir.
Soru sormak en önemli başlangıçtır. Soru sormak önemli bir adımdır. Biz bugün bu noktaya neden geldik sorusu önemlidir. Bizler sorular soralım ve cevap arayalı. Bu gün, yarın öbür gün değerli ilim adamlarımız bunları hem sorma, hem de cevapları konusunda fikir üretme maksadiyle buradalar. Onlara güveniyorum ve bu sempozyumun bu soruları belli ölçüde aşacağını hepsini çözmese de önemli adımlar atacağına yürekten inanıyorum. Kapımızın önü ile iigilenmek dedik. İnsan unsuru açısından İslam dünyası olarak tabi kaynaklar açısından ciddi sorun ve eksiklerimiz yok. Bugün 40 küsür cilde ulaşan Türk-İslam Ansiklopedisi var, 100’ü aşkın İlahiyat Fakültesi ve bunların yayınları var. Yani kütüphaneler dolusu dini bilgimiz var. Bilme sorunumuz yok şu anda. Bu bilgiyi nasıl kullanacağımız noktasına henüz ulaşamadık. Bilmeden ziyade bilgiyi güncelleme, o bilgiyi işe yarar hale getirme birinci sorunumuz. Kitapların çokça yazılmış olmasına bel bağlamayalım. Eski çağları anlatan kitapları yayınlamak sorunlarımızı çözmek değil. O kitaplar arttıkça bazen sorunlarımız daha katmerli hale geliyor. Çünkü bu bilgiyi biz güncellemeli ve 21.yüzyılın dünyasında kullanılabilir hale getirmeliyiz. Ben birinci sorunumuz olarak dini bilginin güncellenmesi sorununu görüyorum. İslam dünyası sahip olduğu 14 asırlık bilgi birikimini hazmetmek, özümsemek ve bugüne aktarmak zorundadır. Kuran’ın bilgisini bugüne aktarmak zorundadır. Biz bugün 21.yüzyılda yaşadığımızı kabullenmek zorundayız. Geçmiş çağlara kendimizi kilitleyerek yaşayamayız. Eğer öyle olsaydı zaten hiçbir sorun olmazdı. Güçlü Abbasi hilafeti döneminde ürettiğimiz bilgilerin bugün can yaktığını, elimizi yakar hale geldiğini görüyoruz. İslam dünyasındaki birçok şiddet ve terör örgütünün kullandığı bilgiler geçmişin satırları arasında kalmış ama, bir tarih ve toplumu perspektifi ile değerlendirilmemiş bilgilerdir. Bugün o bilgiyi güncellemezseniz elinizi bir kor gibi yakar ve bilgiyi verecek insan bulamazsınız.
Bugün İslam dünyasının öncelikli sorunlarından birisi dini bilginin güncellenip günümüzle buluşur hale gelememesidir. İlahiyat Fakültelerinden beklediğimiz budur. Bütün dini kurumların sorumluluğu görevi budur. Bizde bunun üzerine çalışmalıyız.
Osmanlı’nın son döneminde Osmanlı aydınları “dinli hayat, hayatlı din” diyorlardı. Bu dört kelimeden ibarettir ama, çok önemli bir ipucu vermektedir. Dinli hayat demek, din hayatımızın bir parçasıdır, kişisel olarak din ile ilişkimiz ne olursa olsun hayatımızın en başından beri din hayatımızın bir gerçeğidir, demektir. Onun için dini hayatımızın dışına iterek, dini çok dar kalıplar içine iterek hayatı devam ettiremeyiz. İkincisi de hayatlı din; din hayata dair olmalıdır, hayatın içinden olmalı ve yaşadığımız hayata bir anlam katmalıdır. Zaten İslamiyet hayatın içinden gelmiştir. O günkü hayatın içinden geldi, o günkü insanların sorunlarını çözdü, onlara aydınlık hedefler gösterdi. Onun için dini metinlerin ne dediği kadar ne demek istediği de önemlidir. Sadece ne dedi kısmına takılırsak kendimizi tarihe kilitleriz. Ama hangi şartlarda dedi, niçin dedi, amacı ve ortamı neydi soruları önemli. Burada dini bilgiyi tarih ve toplum perspektifinden anlama ve güncelleme konusu ortaya çıkıyor. Dini bilgilerimizi kitaplarda yazanları tarihin toplumun akışı ve dinamik hayatı içerisinde anlamamız gerekiyor. İslam dünyası bunu henüz yapabilmiş değil.
Acımasız olmak istemem haksızlık yapmak istemem. Ancak İslam dünyası eski bilgileri devşirip devşirip servis etmekle meşgul. Geçmiş dönemlerin bilgilerini aktarma da İslam dünyasının bir kusuru yok. Ama o bilgiyi günümüz insanını aydınlatır bir aydınlık bilgi hale getirmede sorun var. Hayatlı din, hayatın içinden dini bilgi üretmede İslam dünyasının sorunu var. Bu kamplaşmanın, dini bilginin belli bir kesimin elinde ve tasarrufunda olmasının bir sonucudur. Aslında din hepimizin ortak malıdır, ortak mirasıdır. İnsanların belli bir kesiminin dinî bilgi ile ilgilenir olması, dindarlığı kendi tekeline alması gibi bir sonuç üretmemelidir. Ama İslam dünyasında farkında olmadan dini bilgiyi hatta dindarlığı kendi tekelinde tutma eğilmleri başlamıştır. Hem din uleması kesiminin gidişatı hem merdiven altı dini bilgiler üreten oluşumların hepsi giderek dini bilgiyi ve dinarlığı belli sınırlar ve kalıplar içerisinde tutmak için uğraşmaktadır. Bu İslam dünyası için dinin ortak payda olduğu İslam dünyası için son derece riskli bir konudur. Din 1,5 milyarlık İslam dünyasını ortak malıdır, hepsi Allah’a ve peygambere eşit derece yakındır. Dini bilgi sahibi olmak daha dindar olmak manasına gelmemelidir. Aramızda doktorlar vardır. Bir insanın Tıp ilmi ile uğraşması daha sağlıklı olması anlamına gelmez. O doktor alanın bilgisini aktarır ve insanların sağlıklı olmasına hizmet eder. Aynı bunun gibi din bütün o dine inananların ortak malıdır ve herkes eşit derece de Allah’a ve peygambere yakındır. Bu konudaki tekelleşmeler İslam dünyasını parçalayabilir, İslam dünyasının adeta sonu olabilir.
Bugün Güneyimize baktığımız vakit, İslam dünyasının durumunu çok vahim görüyoruz. Dini bilgi bu sorunları çözmek yerine onları büyütüyor. Aktardığımız şekliyle, güncelleyemediğimiz ve bugüne getiremediğimiz kitaplardan din diye çıkardığımız dini bilgiler İslam dünyasında sorun üretmeye başladı. Burada şunu da söyleyeyim; dini bilgi ile dini bilgiye dair bilgiyi birbirinden ayırmak gerekir. Bu ayrım biraz sıkıcı anlaşılmaz gelebilir. Dini bilgi Allah’ın gönderip, peygamberin öğrettikleridir. İnsanların yaptıkları ise dini bilgiye dair yorumlardır. Çünkü bunlar bireysel inisiyatif ve yorumlardan ibarettir. Biz bu ayrımı yapmaz ve Allah ve peygamberin dedikleri ile insanların dediklerini birbirine karıştırırsak ve eşit derece dini bilgi olarak görürsek dini tekelleşme ve hegamonya oluşur. Din üzerinden tansiyon yükselir. Bu bakımdan da dini bilgi deyince Allah’ın Kuran’ında anlattığı, Peygamber efendimizin sünnetinde anlattığı bilginin hasılasını anlarız. Tarih boyunca, 14 asır boyunca bizlerin ürettiklerimiz ise dini bilgiye getirdiğimiz yorumlamalardır. Bu süreklilik ve güne göre bir dinamizm değişiklik taşır. Bu konuda iddialı olmak mümkün değildir. Hepiniz bilirsiniz: Ebu Hanife, bir görüşü ileri sürdüğünde bu benim görüşüm derdi ve yorumları ile asla Allah adına konuşmazdı. Bütün diğer büyük İslam alimleri, insanları etkileyen âlimler de kendi görüşlerine kavil, zan , rey gibi bireysel görüş gibi mutevazi isimler kullanırlardı. Bugün İslam dünyası ve ulema o mütevazi dili terketti. En mütevazi olanı bile, Allah ve peygamber adına konuşmaktan çekinmiyor. Allah ve peygamber adına konuşmak çok risklidir. Allah adına peygamber adına konuşmak isterseniz, sadece onların dediklerini aktarabilirsiniz. Siz ona kendi yorumunuzu katarsanız artık ona güvenilir din bilgisi diyemeyiz.
Bugün 21.yüzyılın İslam dünyasında birçok yeni kutsallıklar ürettik. Halbuki kutsal olan bir tek Allah ve O’nun dedikleridir. İnsanlar fanidir, peygamberler masumdur, din konusunda hata etmezler. Onlar dışındaki her insanın görüşleri yoruma açıktır. Sonuçta insan yanılabilir ve görüşleri de en fazla bir mezheptir. Ancak İslam dünyası bugün yeni kutsallıklar peşinde savrulmaya başladı. Nevzuhur yeni ortaya çıkmış, kerameti kendinden menkul, İslam’a sığmayan üretilmiş kutsallıklar İslam dünyasında oluşturulmuştur. Bu kutsallıklar etrafında örgütlerle, cemaatlerle, tarikatlarla küçük küçük girdaplar oluşmaya başladı. Tarikat aslında iyi kullanılırsa toplumun eğitimi için, toplumun Hümanist düşüncelerin; şefkat, yardımlaşma, dostluk gibi ahlaki değerlerin yerleşmesi için büyük bir fırsat olur. Ancak biz bunu kendi amacının dışına çıkarır ve bununla çeşitli oluşumlara, çeşitli ekonomik sektörlere kapı aralamaya başlarsak ve bunu dini kutsallık adına yaparsak. İnsanların iyimser dindarlık taleplerini esir alırsak bu yeni sorunlar üretir. İslam dünyası açık yüreklilik ve soğuk kanlılıkla sorunlarını konuşabilmelidir, kapısının önü ile ilgilenmelidir. Ötekini suçlayarak, hep bize başkaları kötülük yapıyor diyerek sorunları çözemeyiz. Sorunları görmek sorular sormak birinci adımdır. Bu bizi karamsar yapmaz bunları karamsar olmamız için söylemiyorum. Bunlar İslam dünyasının devasa sorunları ve İslam dünyası bunlarla yüzleşmek zorunda. İslam dünyası kendisiyle yüzleşmek zorundadır. Bir aynanın önüne geçip kendini görmek, kendi kusurlarını görmek ve nerelerde yanlış yaptığını sorgulamak zorundadır. Yoksa Allah’ın vahyi açıktır. Allah kimseye zulüm etmez, haksızlık etmez ve Allah hiçbir kimseye, topluma Müslüman oldu diye cömert davranmaz, Allah’ın dünyadaki adaleti de budur. Sırf Müslüman oldunuz diye hastalıktan korunabiliyor musunuz, kazalardan kaçabiliyor musunuz? Allah dünyada herkese eşit, adaletli davranır, herkesin rızkını verir. Böyle olunca da dünyada Allah’ın kuralları geçerli olur. Sonuçta da kim daha eşyanın tabiatına uygun sebeplere tutunursa o yürür. Hiç kimse Allah’a vebal atmamalıdır, bütün sorumluluğu kendimizde görmeliyiz. Kuran’da da sıkça belirtildiği gibi “Başınıza ne geliyorsa, sizin kendi ellerinizle yapıp ettiklerinizin sonucudur”. Bugün sorunlarımız varsa, sorunlarımızla yüzleşince biz- leri karamsar edecek sorunlarla karşı karşıyaysak bunun sebepleri biziz ve bizim ellerimizdir. Bu yüzden de kendimize sahip olmak, irademize sahip olmak kendimizle yüzleşmek ve başladığımız yere dönmek yani nerede yanlışa başladıysak oraya geri dönüp doğru yöne girmek zorundayız. Bizim bundan başka çaremiz yok.
Herhalde hocalarımız benden çok daha önemli şeyler söyleyecekler. Bu kadarla iktifa edeyim. Hepinize saygılar sunuyorum.
——————————————–
Kaynak:
Günümüz İslam Dünyası’nda Meseleler ve Çözüm Yolları Uluslararası Sempozyum Bildiri Kitabı, Yayın Nu: 15, ISBN 978-605-9443-08-1, ŞenYıldız Yayıncılık, İstanbul, 10-12 Ekim 2016, Sf. 33 – 37