Arabistan’daki dönüşümü yeni Lawrence’ler belirliyor

“Trump yönetimiyle yapılan son anlaşmalar ve transfer edilen milyarlarca dolarlar karşılığında İslam adına hareket eden bazı teröristlerin Suudi İslam anlayışı olan Vahhabilikle olan irtibatının üstü örtüldü. Sanki 11 Eylül’de İkiz Kulelere uçakları çakanların bir çoğunun Suudi vatandaşı değilmiş gibi hareket ediliyor. Afganistan, Pakistan, Somali v.b. gibi ülkelerdeki radikal gurupların Vahhabi düşüncenin uzantıları oldukları hiçbir yerde vurgulanmaz oldu.”

*****

Prof.Dr. Mahmud Erol KILIÇ

Tarih: Suudi Arabistan ve Katar’ın resmi mezhebleri olan Vahhabi mezhebinin kurucusu Abdülvahhab başlangıçta Hacc’a giden kafileleri yolda yağmalamakla geçinen Arap çetelerinden bir ordu kurdu. Sonra dönemin meşru İslam Devleti ve hilafeti olan Devlet-i Aliyye-yi Osmaniye’ye karşı isyan emri verdi. Hatta o emri verdiği gün öldüğü söylenir. Yerine geçen yeğeni ve el-Kasım mıntıkasının ağası Muhammed b. Suud bir yıl sonra devlete başkaldırıyı fiiliyata dökerek savaş ilan etti. İlk önce Kerbela şehrini talan etti (1801). Bir yıl sonra üç asırdır Mekke ve Medine’nin Hâdimu’l-Haremeyn’i olan Osmanlı’yı bu mukaddes beldelerden çıkararak buraları da kendi hakimiyetine aldı. Sonra Tosun Paşa bu isyankarları püskürterek devletin hakimiyetini tekrar tesis etti. Sonra tekrar saldırarak II. Suud devletini kurdular. Bir kere daha kaybettiler. En sonunda İngiliz Lawrence’in zekice stratejistliği altında III. Suud devletini kurma yolu kendilerine açıldı. Derler ki Lawrence olmasaydı bir araya gelemezlerdi. O gün bugündür o bölgeye hakimler. Bugün Abdülvahhab’ın soyuna âl-i Şeyh derler. Yerine geçen yeğeni Muhammed b. Suud soyuna ise âl-i Suud derler. Şimdiye kadar beraber olan bu iki aile arasında zaman zaman aşiret çatışmaları çıktığı da söylenir. Son zamanlarda âl-i Şeyh’in dışlandığı gelen haberler arasında.

İlk dönem Vahhabi literatürüne baktığımız zaman Abdülvahhab’ın dini çabasının daha çok bir Islah olduğunu söylense de zaman içerisinde kendi alternatif akaidini, fıkhını ve de siyasetini üreten müstakil bir mezhep haline gelmiş bir yapıyla karşı karşıyayız.

Dindarların zaman içerisinde bazı uygulamaları asıllardan koparak dejeneratif bir hal alabilmektedir. Yapısal olarak baktığımızda dinin asılları ile esas kendileri oynadıkları ve de meşru halifeye isyan ettikleri için Vahhabilerin yaptığı ıslahtan ziyade tahrib idi. Zaten esas ıslah ve ihya “Muhyiddin” veyahut “Müceddid” lakablı müçtehidler eliyle gerçekleşirdi.

Bu akım en başta Hanbeli mezhebi içerisinde kendilerine yer bulurlarken müteakib süreçte bu gelenekten kopan bir çizgiye geldiler. Hatta Hanbeli geleneği içerisinde yetişen İbn Receb, İbn Teymiyye ve İbn Kayyim el-Cevziyye’yi bile tenkid etmeye başladılar. Bazı bidatleri tenkid ederken sapla samanı karıştıran İbn Teymiyye bile ultra-selefiler tarafından sufilikle suçlandı. (Kendisi Şam’da Sufiler Kabristanı’nda yatmaktadır). Günümüzde ise bütün dünyayı kasıp kavuran Müslüman kaynaklı terör örgütlerinin neredeyse tamamının bu Vahhabi yorumundan beslendikleri aşikardır.

Vahhabi geleneğine bağlı eski kuşak yöneticiler her ne kadar her zaman Batı ve Amerikan menfaatleri ile paralel hareket etmişseler de dini ve milli bazı hassas konularda kendi duruşlarını da sergilemekten çekinmemişlerdi. Mesela bütün baskılara rağmen Filistin konusunu adeta milli bir konu olarak görmeye devam etmişler. Kadınların konumu konusunda da  kendi mezheplerinin katı tutumlarından taviz vermemişlerdi.

Şimdi: Bugün onların Batı’da eğitim almış torunları konulara dedelerinden daha farklı bakıyorlar. Her konuda olduğu gibi milli ve dini konularda da daha esnekler. Bu esnekliğin sınırları nereye kadar uzanacak zamanla göreceğiz.

Trump yönetimiyle yapılan son anlaşmalar ve transfer edilen milyarlarca dolarlar karşılığında İslam adına hareket eden bazı teröristlerin Suudi İslam anlayışı olan Vahhabilikle olan irtibatının üstü örtüldü. Sanki 11 Eylül’de İkiz Kulelere uçakları çakanların bir çoğunun Suudi vatandaşı değilmiş gibi hareket ediliyor. Afganistan, Pakistan, Somali v.b. gibi ülkelerdeki radikal gurupların Vahhabi düşüncenin uzantıları oldukları hiçbir yerde vurgulanmaz oldu.

1985 doğumlu veliaht prens Muhammed b. Selman b. Abdülaziz Ocak 2015’te babası kral oluncaya kadar kimsenin bilmediği, duymadığı bir isimdi. Yeğeni Muhammed b. Nayif’in yerine veliaht yapıldı. Geçenlerde ülkesi için 2030 vizyonu denilen bir gelecek projesi ilan etti. Önce petrole dayalı ekonominin yarattığı üretmeyen ama lüks içerisinde yaşayan asalak vatandaş tipine artık son verileceğini ve yerli üretimin ve sanayinin güçlendirileceğini söyledi. Sosyal alanda ise ülkede sinemalar, tiyatrolar açılacak ve kadın özgürlüğü sadece araba kullanma izniyle sınırlı kalmayıp her alana yayılacaktı.

Fakat açıklamaları içerisinde esas dikkat çekenler bunlar değildi. Şu sözleri daha fazla öne çıktı ve bununla ne demek istediği hala tartışılıyor: “Son 30 yıllık Arabistan gerçek Arabistan değil. Son 30 yıllık Orta Doğu gerçek Orta Doğu değil. Bazı ülkeler 1979 İran İslam Devrimi’ni örnek almak istedi. Bunlardan bir tanesi de Suudi Arabistan’dı (?). Ne yapacağımızı bilemiyor idik. Ama artık bundan kurtulma zamanı geldi.”

Çok güzel bir taktikle hiç Vahhabi düşüncenin terör üretme kabiliyetine temas edilmeden suç başka yerlere atıldı.

Büyük Orta Doğu projesi üretim merkezi çalışmalarına ara vermemişe benziyor. Her yeni duruma hemen adapte olarak yeni projeler ilan edilebilmektedir. Uluslararası güçler yeni senaryolar peşinde. Suriye’deki son gelişmeler ışığında Orta Doğu’daki radikal çocuklar yavaş yavaş tasfiye edilmeye başlandılar. Ya öldürürek veyahut başka bölgelere kaçmalarına izin verilerek… Fakat Afganistan ve Pakistan’da kaosun sürmesi için bir müddet daha bu çocuklar oralarda korunacak ve teşvik edilecek. Doğu komşularının da bunlara ihtiyacı var. Afrika’da da bazı ülkelerde bu çocuklar kullanılmaya devam edileceğe benziyor. Henüz oralarda son kullanma tarihleri gelmedi. Hasılı Gelenekte bazı dönüşümler ıslah, ihya ve tecdid şeklinde olur. Fakat bunun için pergelin iğne uçlu ayağının sabitesi olması gerekir. Eğer bir sabite yoksa o ıslah olmaz. Tıpkı dedelerinin yaptığı gibi bozgunculuk olur bunun adı. Esasen Selefi fıkhına göre elleri ve ayakları çaprazlama kesilmesi gereken bir suçtu yaptıkları. Zira meşru halifeye isyan etmişlerdi. Şimdi ise torunları duyuş itibarı ile munis gelen bir dönüşümden bahsetmekteler. Dedeleri de öyle diyerek binlerce saf insanı kandırmıştılar.

Tabii bu durum bize nasıl yansıyacak ona bakmak lazım. Birincisi Suudluların aradıklarını söyledikleri hoşgörülü İslam sufi düşünceyle beslenmiş Anadolu İslam’ında zaten var olan bir şeydi. Ama İngilizlerin yönlendirmesiyle onlar bu İslam’a savaş açtılar. Ve Orta Doğu’dan bu İslam’ın elini ayağını çekmesine vesile oldular. O zaman ılımlı İslam için yapılacak şey belli. Amerika’ya gitmek değil… Anadolu’ya gelmek… Tabii ki gerçek manasıyla… Yoksa el-Kaide’nin önünü kesmek için Sufiliği destekleyelim diyen politikacıların bir projesi olarak değil.

——————————————

Kaynak:

http://www.yenisafak.com/yazarlar/mahmuderolkilic/arabistandaki-donusumu-yeni-lawrenceler-belirliyor-2040827

29.10.2017

Yazar
Kırmızılar

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen