114 Yıl Önce Ömer Seyfettin Ne Demişti Ey Milletim? – Dr. Cemal ŞAFAK

Tam boy görmek için tıklayın.

        

Ömer Seyfettin, düşüncelerini ve milli dil anlayışını mensup olduğu Türk Millete aktarma başarısı gösteren büyük bir şahsiyettir. Daha 1911 yılında çok ücra bir hudut karakolunda vatani görevde iken yakın arkadaşı Ali Canip’e hitaben yazdığı bir mektupta Osmanlıcanın yapma bir dil olduğunu belirterek Türkçenin milletimizin hafızasına hiç çıkmayacak bir tarzda yerleştirilmesi gerektiğini vurgulamış ve bunu o dönemde Selanik’te büyük bir fedakarlık ve cesaret örneği gösterilerek bastırılan “Genç Kalemler Dergisi” nin ilk sayısında imzasız bir yazıyla yayınlayarak dil konusunda adeta gaflet uykusunda bulunan kesimleri bir bomba tesiriyle uyandırmayı başarmıştır.

Sefa Yücel Ömer Seyfettin’i tanıtırken aşağıdaki şu cümlelerle onun edebiyat sahasındaki değerini anlatmağa çalışır:

“Osmanlı Devleti’nin parçalanma sürecinde doğan Ömer Seyfettin, İstiklâl Savaşı’nı göremeden otuz altı yaşında ölmüştür. Bu kısa ömrüne çok önemli başarılar sığdıran yazar, sadece bir edip değil, aynı zamanda bir fikir adamı olarak da tarihteki yerini almıştır. Ömer Seyfettin, bir aksiyon adamıdır. O, düşündüklerini eyleme dönüştüren bir şahsiyettir. Hayatı koşuşturma içinde geçen yazar, askerlikten arta kalan zamanda kendini sanata vermiştir.”

Bu millet sevdalısı kalemin “Yeni Lisan” başlığı taşıyan yazısında Acem şairlerini taklit etmekten kendini kurtarmış olanların bu sefer de Fransızcanın afyonlu bağımlılığına yöneldiklerini vurgulayarak yapma bir dil peşinde koştuklarını çok ağır cümlelerle tenkit etmiştir. Bu yeni akım olan “Edebiyat-ı Cedide” hakkında şu anlamlı cümleleri o yıllarda okuyucusuna ulaştırmaya çalışıyordu. “35 sene önce başlayan sadeleşmeyi öldüren onlardı. Tekellüm lisaniyle değil kilometrelerle birbirinden ayrılmışlardır. Onların öyle mısralarına, öyle cümlelerine tesadüf olunur ki, içinde hiç Türkçe yoktur. Eski lisanın fenalıklarından hiçbirisini değiştirememiş, yalnız naatları, kasideleri, terkip ve terci-i bentleri, muhammesleri, murabbaları, gazelleri, kıtaları bırakıp manasız, mesruk (çalınmış) bir salon edebiyatı vücuda getirmişlerdir.”

Bu eleştiri sonrası ise, Fecr-i Ati akımının Servet-i Fünunculara karşı olmasına rağmen dünkülerin yapma eserlerini sayfa sayfa tekrarlamaktan başka bir faaliyet yürütmediklerini vurgulamış sonra da aşağıdaki ifadeler sıralamıştır okuyucunun düşünce yapısına.      

“Milli bir edebiyat vücuda getirmek için evvela milli bir lisan ister. Eski lisan hastadır. Hastalıkları, içindeki lüzumsuz ve ecnebi kaidelerdir. Evet, şimdiki lisanımızda Arabi ve Farisi kaideleriyle yapılan cemler, terkib-i izafi, terkib-i tavsifi, vasfı terkibi yaşadıkça saf ve milli addolunamaz. Bu lisanı kimse anlamaz. Ekseriyet bigâne kalır. Kitaplar satılmaz. Vatanda mütalaa tetebbu merakı husule getirilemez. Hareket zamanı artık gelmiş hatta geçmiştir. Maziye, düne zevke, itiyada aldanarak maddi düşünmekten vazgeçmeliyiz. Düşünmeli, gene düşünmeli, tekrar düşünmeli ve kat’i kararımızı vermeliyiz. Lisanımızı böyle dağınık, meçhul, istidatsız bırakan nedir? Bize vasi bir lisan lazım. Lakin muntazam ve mazbut olmak şartıyla! Dünyanın en mükemmel, en basit, en sade ve tabii bir sarfı olduğu bütün lisan alimlerince iddia ve beyan olunan Türkçe sarfımızı tanımalı, onun üzerine ifsat edici bir leke gibi düşen ecnebi kaideleri atmalıyız. Arabi ve Farisi edatları asla kullanmamalıyız. Hele terkipleri mutlaka ve mutlaka Türkçe kaidesiyle yapmalıyız. O zaman lüzumsuz olan bazı Arabi ve Farisi kelimelerin kendi kendine savuştuklarını göreceksiniz.”

Dil ve edebiyat sahasında en doğru ilkeleri savunan Ömer Seyfettin, fikir sahasında da döneminin en ileri düşünenlerden biriydi. Tanzimat sonrasının yapmacık Osmanlıcılığına karşı ülkeyi ancak Türk milliyetçiliğinin kurtarabileceğini savunurken Türkçeyi de bu savunmada başköşeye oturtur. Batının doğru düşünce sistemini boş bir kopyacılığa düşmeden benimsememizi tavsiye ederek bu konuda Türkçü düşünce yapısının köşe taşı olan Ziya Gökalp, Hamdullah Suphi ve Mehmet Emin Yurdakul ile birlikte cumhuriyete geçiş ülküsünün öncülüğünü yapar. Bu çok anlamlı düşüncelerini “İlk Düşen Ak” adlı hikâyesinde sağlam esaslara bağlamıştır. Bu milliyetçiliğin çok önemli adımları olan ilkeleri ise şu şekilde sıraladığını görürüz.

1-Dili, dini bir olan topluluklar bir millettendir. Türkler de bir millettir. Her ne kadar ümmet anlayışında hayatlarını sürdürdülerse de özüne dönerek Arap, Acem ve Batı özentilerinden vaz geçmeleri gerek.

2-Batı özentisinden uzaklaşarak sadece ilim ve fen konusunda onları takip etme yolu seçilmelidir.

Körü körüne bir batı takipçiliğine, dil birliğine dayanmayan bir milliyetçilik anlayışına ne kadar karşıysa, ülkesinin asırlar boyunca geri kalmasına sebep olan yobazlık anlayışına da o kadar karşıydı. Katı bir muhafazakarlık ve taassubu yerden yere vuran hikayelerinin sayısı oldukça fazladır. “Yalnız Efe, Falaka, Tuhaf Bir zulüm, Yemin, Tos, Kurbağa Duası, Keramet, Beynamaz, İki Mebus, Türbe, Kesik Bıyık, Aşk Dalyası” Bu anlayışına örnek gösterilebilecek hikayeleridir.

Türk hikayeciliğinde hiciv onun eserlerinde ön plandadır. Sadece taassubu değil toplumun her türlü kötü ve yanlış zihniyetlerini de hikayelerinde alay konusu yapmıştır. “Makul Bir Dönüş, Hürriyet Gecesi, Zeytin Ekmek, Gizli Mabet, Koleksiyon, Şefkate İman, Rütbe, Lokanta Esrarı, Rüşvet, Gayet Büyük Bir Adam” gibi hikayelerinde kişi ve zümrelerin beğenmediği davranışlarını çok sivri bir tarzda tenkit eder.

Bazı hikayelerini makale halinde daha kolay savunabilecek tarzda kaleme almıştır ki buna en iyi misal “İlk Düşen Ak” tır.

Sosyal tenkitlerde gösterdiği kudretini ne yazık ki karakter yaratmada gösterememiştir. Dört ayrı hikâyenin kahramanı olan Cabi Efendi (Mermer Tezgah, Dama Taşları, Makul Bir Dönüş, Acaba Neydi) Efruz Bey gibi gücü kuvveti olmayan bir şahıstır. Onu da birtakım olayların kahramanı olarak tanırız. Aklını kaybettiğini, sonradan normale döndüğünü ve bu normale dönüşten pişmanlık duyduğunu görürüz. Bu olaylar etrafında toplumu alabildiğine tenkit eder. Yalnız Cabi Efendi de Efruz Bey gibi karşımızda tanımış olduğumuz bir tip olarak kanlı canlı bir tarzda canlanmaz. Bir kitap kişisi, yapma bir şahsiyet olarak kalır hafızamızda.

Onun içindir ki, olayını tarih sahnesinden aldığı ya da kendi hayalinden çıkardığı “Eski Kahramanlar” sahasına giren hikayeleri (Ferman, Teselli, Kızılelma Neresi, Topuz, Pembe İncili Kaftan, Başını Vermeyen Şehit, Kütük, Forsa) hem anlatış tarzı ve hem de kurgusu bakımından kuvvetli bir olay örgüsü ile karşımıza çıkan örneklerdir.

Bir de mizah gazetelerinde aceleyle fıkralardan çıkarıp ürettiği ve burada karakterleri çarpıştırdığı hikayeleri vardır ki, bunlaraYüz Akı, Çalmak, Külah, Kurumuş Ağaçlar, Yenecek Şey, Üç Nasihat örnek olarak gösterilebilir.

Ömer Seyfettin hikayelerini zamanın konuşma diliyle, pek az farkla bugünün yazı diliyle meydana getirmiştir. İlk hikayelerinin bundan 105,110 yıl kadar önce yazıldığı düşünülürse zamanının ne kadar önünde olduğunu, ne kadar isabetli bir ön görü içinde hareket ettiğini daha iyi anlarız. Hikayelerindeki dil varlığı o nedenle sağlam ve temiz bir görüntü yansıtır. Yine o yüzden olsa gerek bugün Ömer Seyfettin hikayeleri döneminde yaşayan birçok hikayeciden daha çok okunuyor ve seviliyor. Kendisinin aşağıda dilimizi vatana benzetme ifadesi bu değerlendirmemizin ne kadar doğru olduğunu yansıtmıyor mu?

“Lisân öyle bir vatandır ki, bozulursa ne millet kalır, ne devlet… Milliyetimiz nasıl Türklük, vatanımız nasıl Türkiye ise, lisânımız da Türkçedir. Türkçe bizim manevi ve mukaddes vatanımızdır. Bu manevi vatanın istiklâli, kuvveti resmi ve millî vatanımızın istiklâlinden daha mühimdir. Çünkü vatanını gaib eden bir millet eğer lisânına ve edebiyatına hâkim kalırsa mahvolmaz, yaşar ve bir gün gelir siyasi istiklâlini kazanır; düşmanlardan intikam alır. Bir millet lisânını bozar, gaib ederse, hatta siyasi hakimiyeti kalsa bile tarihten silinir.”

Ömer Seyfettin’in hikayelerinde yargılar nettir. Bunlar yine aynı nitelikte bir neticeye hizmet ederler. Bu netice Ömer Seyfettin’in savunduğu milli ideallerdir.

Onun bir düşünür kimliğine daha yakın olduğunu söyleyebiliriz. Zamanın fikir ve politika akımlarına dokunan hikayelerinde kişiler belli fikirlerin savunucusu durumundadırlar. Hatta kendisi de hikâye kişileri arasına katılır. Karşı düşüncelerle çatışırken hikâyenin yapısını zorlasa da o buna aldırmaz. Ona göre önemli olan şey doğru bulmadığı fikirlerin çürütülmesi ve karşı fikirdeki kişilerin alt edilmesidir.

Olay hikayecilik anlayışının en önemli kalemi olarak kabul edilen Ömer Seyfettin okuyucunun “Kıssadan hisse çıkarma” anlayışını amaçlar ve bu anlayış içinde hikayelerini kurgular.

Türk Edebiyatı tarihinin en öneli edebi eser tahlilcisi olarak kabul edilen Ahmet Kabaklı onun hikayeciliği hakkında aşağıdaki çok önemli tespitlerde bulunmuştur.

“Çoğu hikâye kahramanlarını kendi mizacını yansıtacak ve ülküsünü gerçekleştirecek kahramanlar halinde çizmiştir. Ona göre mefkûresizlik hayvanlıktır. Türklük için özlediği mefkûre fikir uğrunda fedakârlık doğruluk, vefa, fazilet, iyilik, sevgi ve aşktır. Türk çocukları sağlam, zeki, yapıcı, dinine bağlı olduğu sürece milletimiz yükselecektir. Batının şehveti, doğunun afyonuyla bulanmış Türk ruhu ancak böyle silkinir.” (Kabaklı, 1994: s.364)

Yine Sefa Yüce’nin aşağıdaki değerlendirmesi yukarıda izaha çalıştığımız hususlara paralellik göstermesi açısından çok önemlidir.

“Ömer Seyfettin’in dil anlayışı ile Atatürk’ün dil anlayışının örtüştüğünü görürüz. Tarihi süreç içinde Türk dilinin gelişim seyrine baktığımızda, Orhun Anıtlarından günümüze kadar dilimizle ilgili birçok uyarının yapıldığına tanık oluruz. Bütün bunlara rağmen dil bilincinden yoksun olan bazı hükümdarlar, Selçuklular döneminde olduğu gibi Farsçayı resmî dil olarak kabul ederler. Orta Doğu coğrafyasına baktığımızda dil bilincinden yoksun olan milletlerin nasıl yok olup gittiklerini tarih bize anlatır. Bu tarihi gerçeklerin farkında olan Ömer Seyfettin, gençlerin uyanık ve bilinçli olmalarını ister ve onlara önemli sorumluluklar yükler. Ona göre “Bir millet ancak lisanda yaşayabilir, buna değer vermeyenler, yeterince Türklüğünü duyamayanlardır.”

Bütün edebiyat çevreleri tarafından çağdaş Türk hikayeciliğinin ve milli edebiyat akımının kurucusu olarak kabul edilen Ömer Seyfettin’in daha 36 yaşında sonsuzluğa uğurlanması Türk yazı hayatının eksik kalmış bir sayfası olarak asırlar boyunca hatırlanacaktır.

Sonuç olarak, Ömer Seyfettin’in eserlerinden yola çıkıp özellikle gelecek nesillere dil ve edebiyat alemindeki şahsiyetlerimizin de kabullendiği aşağıdaki tespitleri yapmada geç kalınmamalı ve bu tespitler tez arada milli düşünce yapısında hareket eden gençlerimize kavratılmalıdır.

  1. Gençler, Türk milleti için çalışmalıdır,
  2. Millî dil vasıtasıyla millî edebiyat oluşturulmalıdır,
  3. Türklük bilinci esas alınmalıdır,
  4. Topluma tarih ve kültür bilinci verilmelidir,
  5. Türk dili millî olmalıdır,
  6. Gerçekçi bir bakış açısıyla hareket edilmelidir,
  7. Yenilikçi olunmalı ve değişime ayak uydurulmalıdır,
  8. Eklektik (Seçmecilik) düşünce yapısı geliştirilmelidir.

Millî Mücadele ruhunun harekete geçmesinde ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasında büyük katkısı olan bu fikir mimarının manevi huzurunda saygıyla eğiliyorum.

KAYNAKÇA:     

 1- Öksüz, Yusuf Ziya; Türkçenin Sadeleşme Tarihi, Genç Kalemler ve Yeni Lisan Hareketi, Ank.1985, s.140

 2- Ünaydın, Ruşen Eşref; Diyorlar ki, Ank.,1985, s.221. s.222.

3-Türklük Ülküsü (ilk 3 kitap bir arada ölümünden sonra, 1975), Toker yayınları.

4-Ömer Seyfettin (Hayatı, Sanatı, Eserleri), Nabi Y. Varlık Yayınları, İstanbul 1969.

 

 

 

 

 

 

Yazar
Cemal ŞAFAK

Cemal ŞAFAK 1952 yılında Ardahan ili, Çıldır ilçesi, Aşık Şenlik köyünde dünyaya geldi. İlkokul, ortaokul ve lise öğrenimini Kars’ta tamamladı. Erzurum Kazım Karabekir Eğitim Enstitüsünden mezun oldu. Eskişehir Anadolu Ünive... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2025

medyagen