Bilindiği üzere Türkçülük, ilk ortaya çıktığında muhâlif bir akım olarak ortaya çıkmıştır. Bir yandan İttihâd ve Terakkî bünyesinde Ziyâ Gök Alp, bir yanda da Türk Ocakları ve Millî Meşrûtiyet Fırkası (sonrasında da Millî Türk Fırkası) bünyesinde de Yusuf Akçura çizgisi olarak ilerledi.
Ancak önce İstiklâl Savaşı, ardından da cumhûriyetin ilânından sonra Türkçü aydınlar, muhâlif tavrı yavaş yavaş terk ettiler. Öyle ki, 1. Türk Târih Kongresi’nde Zeki Velidî Togan, en ağır hakâretlere uğrarken, eski arkadaşı Yusuf Akçura izlemekle yetinmek zorunda kalıyordu.
Bu duruma karşı sesini yükselten tek kişi ise bilindiği üzere Atsız’dı… Çıkarttığı Atsız Mecmua, Orhun gibi dergilerle muhâlif ve özgür bir Türkçü anlayış sergiliyordu. Özellikle Türk Ocaklarının parti emrine girmek istememesinden ötürü kapatılmasıyla birlikte, bu mücâdele tek başına 26 yaşındaki genç Türkçü Atsız ve arkadaşlarının omuzlarına yükleniyordu.
Atsız, bu süreçte orduda askerî doktor olma hakkını kaybetti. Mücâdele etti, akademisyenliğe yöneldi. Akademisyen olma hakkını kaybetti. Mücâdele etti, öğretmen oldu. Öğretmen olma hakkını kaybetti. Ama yine mücâde etti.
Hep devlete, karşı karşıya olunan tehlikeleri gösterdi. Ama her seferinde cezâlandırıldı. Hep ezilmek istendi. Sürüldü, görevden alındı, görevden alındı. En sonunda da yalanlarla dolu suçlamalarla yargılandı. Sırf devlet içinde örgütlenen komünistleri ifşâ ettiği için bizzât cumhûrbaşkanı tarafından hedef gösterildi.
39 yaşındaki bir öğretmen olan Atsız, bizzât cumhûrbaşkanı tarafından hedef gösterilip, nefret objesi hâline getirildi. Yetmedi, çevresindeki herkes aynı şekilde hedef alındı. En ağır işkenceler yapıldı. Ama yine yetmedi. Sırf Atsız’ın kardeşi Nejdet Sançar’ın eşi diye Reşîde Sançar, açığa alınmamasına, görevine devâm etmesine rağmen haklarını kaybetti. Maâşı, açığa alınmış 1/3 oranında ödendi. Sağlık hakları elinden alındı. Hâmile bir öğretmen, sırf Nejdet Sançar’ın eşi diye bizzât Millî Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel’in emriyle sağlık haklarını kaybetti. Hastâneye gidemedi. Çocuğunu doğurdu, sağlık kontrolleri yapılamadı. Bu dönemde yaşanan sorunlar Afşın’ı öyle etkiledi ki, 16 yaşında vefât etti. Devlet, bir âileyi yok etmek için süngü hücûmuna kalktı, neredeyse.
Bunlar yaşanırken, yaklaşık bin kilometre doğuda, Tıhmıskapı’da (yanlış bir şekilde Boraltan olarak bilinen) yüzlerce Türk, Sovyet korkusundan ötürü Sovyetlere veriliyordu ve hepsi katlediliyordu. Kırım’da ve birçok Türk yurdunda yüz binlerce Türk, Stalin’in emriyle yurdundan sürülüyordu.
Şimdi, bunların hepsi birbirinden bağımsız olarak ele alınabilir mi? Hâyır…
Nazi destekçisi Yusuf Nâdi gibi isimlere dokunmayan hükûmet, Nazilerle hiçbir ilgisi olmamasına rağmen Türkçüleri ezmeyi seçmişti, sırf Sovyetleri dizginlemek için. Çünkü Sovyetlerin korkusu Tûrancılardı, Nazi destekçileri değil… Sovyetler istedi Türkçüler ezildi, Türkler teslîm edildi.
İşte, Atsız, 3 Mayıs süreci ile Türkçülüğü, bu devlet anlayışından özgürleştirdi ve Türkçülüğün fikir evrimindeki en ileri aşamayı bize sundu. Atsız anlayışı, Türkçülüğün en ileri adımıdır. Çünkü diğerlerinin tümü, devletin politikalarına göre değişir. Ama Atsız’ın anlayışı, devletten bağımsız olduğu gibi, sonuna kadar da bilimsel çizgisini sürdürmüştür.
Bir zamanlar bir Atsız varmış. Var olsun…”