Arif Şentürk ve Düşündürdükleri

15 Şubat’ta Arif Şentürk vefat etmişti. Onu duyunca Balkanları yazayım dedim. Yahya Kemal “Türk’ün dağ deyince aklına Balkanlar, nehir deyince Tuna gelir” deyişini yazayım dedim. Yazmaya çalıştığım bir şiirin kıtası şöyleydi;
Daim bahardı güzümde,
Dünya büyürdü dizimde,
Tuna Türküsü bizim de,
Tuna neden bizim değil?
Tiryaki Hasan Paşa vardı, Kanije Müdafii. Diğer Hasan Paşa yardımına gelmemişti hani. Şöyle demiştim;
“Hal bilmeze verme meyil,
Yalnız Hakk önünde eğil,
Her Hasan Tiryaki değil”
Cihangir yazar söyledi.
“Bizden doğan ama bize dökülmeyen Fırat’ı, Dicle’yi, Aras’ı yazayım dedim. Seyhun’u, Ceyhun’u, Tanrı Dağları’nı … Türk Dünyası otuz milyon kilometre kare idi, Ali Murat Daryal Ağabey2in tabiri ile “zekatı kadar olan ” yüz ölçümü yediyüz yetmiş bin kilometrekarelik Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşıyorduk. Gönül coğrafyamız çok genişti, onları yazayım dedim.
Arif Şentürk’ün 1941 yılında Kuman Türklerinin bulunduğu Kumanova’dan geldiğini, berber olduğunu, oralarda annesinin Saddettin Kaynak’tan “Yaralı Kuşa Benziyor”, şarkısını, “Lambada şişesiz yanmaz mı” adlı Kilis Türküsünü söylediğini biliyorduk.
Arif Şentürk’e etrafındakiler “hadi bir Eskişehir Türküsü söyle” diye Aman Bre Deryalar türküsünü isterlermiş. Türkünün Eskişehir’le alakası yok ama ha Kumanova ha Eskişehir.
Yusuf ile Feride aileleri izin vermemelerine rağmen nişanlanıyorlar. Bir sandalla Aras’ı geçecekler, müthiş bir sel geliyor, bindikleri sandalı parçalıyor. Yusuf Ferde’sini çıkarıyor ama bir sel dalgası alıp götürüyor Yusuf’u. Ardından bu türküyü yakıyor Feride.
“Aman bre deryalar
Kanlıca deryalar
Biz nişanlıyız
İkimizde bir boydayız
Biz delikanlıyız”
Arif Şentürk vefat edince sosyal medyada epey arkadaş paylaştı. Bunlardan birinin altına İrfan Cep bir yorum yazmış, özetle şöyle demiş “Biz cezaevinde bu türküyü söyler söyler ağlardık”
İrfan Cep benim üniversiteden arkadaşım, gönüldaşım. Dün aradım kendisini. Bu yazdıklarını sordum, aşağı yukarı şöyle dedi;
“Mamak’ta, Ulucanlarda, Polis Okulunun bodrumunda yattık. Hücrelerde kaldık. Çoğumuz sözlü, nişanlı zaten. Polis Okulunun bir bodrumu var, berbat mı berbat. Yağmur yağdığında altından su çıkar. Biz de elimizde eşyalarla saatlerce ayakta dikiliriz.
Beraber farklı hücrelerde kaldığımız Fatih var, öteki Fatih var, Adem var, Sezgin var. Her işkenceden gelen arkadaşa bu türküyü söylerdik “biz nişanlıyız” der ağlardık. İbrahim çok güzel türkü söylerdi. Hele bir Barak havası söylerdi ki müthiş;
Bitti m’ola Şam elinin hurması,
Gitti m’ola ala gözün sürmesi”
Gerçi biz bunu biraz değiştirdik “Kahrediyor bizi böyle yatması” diye.”
İrfan Cep bunları söyleyince aklıma Çanakkale cephesindeki Oğuz Amca geldi.
Oğuz Amca Erzincan ilinin, Kemah ilçesinin, Oğuz Köyünden. Babası nüfusa yirmi yaş küçük yazdırmış, Çanakkale Savaşında kırk dört yaşında. Üç oğlundan Akif ve Hasan Sarıkamış cephesinde. Güzel sesli Mustafa’sı on altı yaşında kız kardeşi ve annesi ile köylerinde. Bir müddet sonra evlatları Akif ve Hasan’ın şehit olduğu haberini alıyor bir köylüsünden ama hanımı üzülmesin diye mektubunda “sen onlara yaz, sizi merak ederler” diyor. Hanımı zaten biliyor çocuklarının şehit olduğunu, o da yazdırdığı mektubunda çocuklarına sen yaz, onları mektupsuz bırakma diyor.
Yaşı on yediye gelince Mustafa’yı da askere alıyorlar. Acemi birliği Keşan’dan sonra, onu da Çanakkale’ye sevk ediyorlar. Oğuz Amca çocuğunun da geldiğini biliyor ama konuşmak, görüşmek mümkün değil.
Bir gün yağmur yağmış, cephelerdekiler savaşmış, yorgun düşmüş, askerler dinleniyor.
Birden İsmailoğlu tepeden bir türkü başlıyor;
“Elâ gözlüm ben bu elden gidersem,
Zülfü perişanım kal melül melül.”
Oğuz Amca ayağa fırlıyor “Ya İlahi Alemin bu benim Mustafam. Sesini duyurdun yüzünü de göster bana.”
Bir müddet sonra Oğuz Amca yaralanıyor. Bitkin bir halde tedavi yerine gidiyor. Bir bakıyor ki duruşundan tanıdığı Mustafası da orada. Mustafa tanınacak gibi değil, bir şarapnel parçası yüzünü parçalamış, sadece iki göz kalmış. O da babam beni böyle görmesin diye arkasını dönüyor ve bir müddet sonra da ruhunu teslim ediyor.
Oğuz Amca ne mi oluyor, Mehmet Niyazi Ağabey anlatıyor;
” “Oğuz Amca sağlığına kavuştu. Yaşı 46 olduğu için askerlikten düştü, isterse memleketine gidebilirdi, gitmedi. Gönüllü olarak Kudüs’ün güneyine gidip birliğini buldu. Birliğinin komutanı Konyalı Muallim Naci Gücüyener. Onun hatıratından anlatıyorum. Diyor ki, ‘Karşıma kır saçlı, derisi kemiğine yapışmış bir adam çıktı.
Öyle perişan bir hali vardı ki, yüreğim 2 taşın arasında kalmış gibi ezildi. Onu korumak için dedim ki ‘Seni ben mutfakta değerlendirmek istiyorum.’ Bana ‘Devlet yolu Allah yoludur. Sen burada devletimizi temsil ettiğine göre, senin emrini dinlemek Allah’ın emrini dinlemek gibidir. Fakat bende yangın var kumandanım, mümkünse bana silah verin ön cepheye sevk edin’ dedi. Sonra Oğuz Amca’yı İzmir’e giren ordumuzun arasında görürüz. 1923’de terhis olup köyüne döner. Girişinde çeşmede bir hanım testisine su doldururken Oğuz amca ‘Bacım bir bardak su verebilir misin’ diyerek ondan su ister. Sonradan anlar ki bu hanım onun hanımıdır. “
Türk Milletinin Oğuz Amcaları, Mustafaları bitmez.
İrfan Cep arkadaşımın anlattıklarına bir başka gün devam edelim inşallah.
Şehitlerimize, bu topraklar vatan yapanlara, atalarımıza, Oğuz Amca’ya, Hasan’a, Akif’e, Mustafa’ya, Arif Nihat Asya’ya, Yahya Kemal’e, Arif Şentürk’e, Mehmet Niyazi Özdemir Ağabey’e, Ali Murat Daryal Ağabey’e, geçmişlerimize Allah rahmet eylesin.
Birer fatiha okuyalım efendim.
Yazar
Mehmet Ali KALKAN

Eskişehir'de doğdu. Eskişehir Gazi İlkokulunu, Tunalı Ortaokulunu, Motor Sanat Enstitüsünü ve Çukurova Üniversitesi Mühendislik Bilimleri Fakültesi İnşaat Mühendisliği Bölümünü bitirdi (1980). Bir müddet Eskişehir Belediyesinde ... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen