Türk Devletleri Teşkilâtı’nın kurulmuş olması, Türk Birliği yolunda atılmış çok mühim bir adımdır. Bu güzel, hayırlı, zarûrî adımın arkasından, vakit geçirilmeden yapılması gerekenler vardır. Türklüğe gönül veren aydınlarımızın, yıllar öncesinden dile getirdiği, “Türk illeri arasında posta ve gümrük birliği” sağlanması, bu işlerin başında olmalıdır. Türk devletlerinden birinde yaşayanımız, rahatça, diğer Türk illerindeki kardeşleriyle haberleşebilmeli, Türk Devletleri arasında gidiş-gelişler kolaylaştırılmalı, bir Türk, diğer devletlere, bir ilden diğerine gider gibi gidebilmelidir.
1.Kültür alt yapısının hazırlanması için Türkbilimcilere (Türkologlara) büyük görev düşmektedir; Türk lehçelerinin hangi esaslara göre birbirine yaklaştırılacağı, telâffuz yakınlığının nasıl sağlanacağı, ortak bir dil meydana getirilecekse, hangi lehçelerden hangi kelimelerin alınacağı … gibi konular âcilen karara bağlanıp harekete geçilmelidir.
Türk Devletlerinin hepsinde, kendi lehçelerinin yanında, Türkçenin diğer bir lehçesi okullarda ders olarak ve televizyonlarda belli programlarla öğretilmelidir. Öyle görünüyor ki, diğer Türk illerinde, Türkiye Türkçesine büyük rağbet vardır, öğretilen lehçe, bizim kullandığımız Anadolu lehçesi, Batı Oğuz lehçesi olacaktır. Bu arada, dilimize bilinçsizce girmiş, aşağılık duygusu ürünü olan -sel, -sal ekinden diğer kardeşlerimizi sakındırmalıyız; bunun yanında, diğer, kaideye uymaksızın türetilmiş gayrı meşru kelimelerden de ayıklanmış bir lehçe sunmalıyız. Peki, bunları KİM yapacak? KİM yapmalıdır? Gönüllü Türkbilimciler ferdî olarak mı yapar, komisyon mu kurulur, her nasıl olacaksa, harekete geçilmelidir. Ha, -sel, -sal’a itirazı olabilecek olanlara hatırlatalım: Millî kelimesi dururken (‘Millî Mücâdele’ gibi bir tarihî geçmişi de var) ‘ulusal’ diye bir ucube dolaşıma sokuldu. ‘Ulus’, Türk kökenli değil, Mongolcadan alınma âhenk yoksulu bir kelimedir, bu kelimenin sonuna, dilleri, bizim dilimizden, Türkçeden çooook sonra yazıya kavuşmuş, dilimizden çooook sonra sözlüğe sâhip olmuş Avrupalı kavimlarin dilinden -sel, -sal alınıp, Mongolca ‘ulus’a ekleyip ‘ulusal’ demek şaşkınlığı yaşamışız, bu tuhaf kelimeyi, HİÇ DÜŞÜNMEDEN kullananlarımız var; uyanmamız, KENDİMİZE GELMEMİZ gerekmez Mİ? Rahmetli Prof. İbrahim Kafesoğlu’nun öfkeyle söylediği cümleyi hatırlıyorum: “Biz, bütün milletleri yenmişiz, yalnız Moğollar karşısında kedi önünde fare gibi olmuşuz” derdi. Bu söz bile, ulus ve ondan türetilen kelimelere karşı dikkatli olmamız için bir uyarı olmalı değil midir?
Ülkemizde de, diğer Türk lehçelerinden biri ve bunun yanında ikincisi, DERS programlarına İNGİLİZCE, FRANSIZCA; ALMANCA YERİNE alınmalıdır. Türkiye, Avrupa’lının sömürgesi değildir; ilk okula, hattâ, bazı şaşkınlık şampiyonlarının elinde Ana okuluna kadar İngilizcenin inmiş olması, fecaat ötesi bir durumdur. Kişi, hayata atılınca, yabancı dil öğrenme İHTİYACI duyunca, yabancı dil ÖĞRENİR; devlet, hükümet, bunu KOLAYLAŞTIRMALIDIR. İngilizce, Fransızca, Almanca öğretmenleri, belli merkezlerde toplanır, görevlendirilir, bu dili öğrenmek isteyen, 1 yılda o merkezlerden birinde öğrenebilir.
2.Türkiye’den orta öğretim ve yüksek öğrenimdeki öğrenciler, gruplar hâlinde, tatillerde diğer Türk illerine götürülmeliler, onlara uçak ücretlerinde indirim yapılmalıdır. Yüksek Öğrenimde yapılmakta olan öğrenci değişimi devam etmelidir.
3.Diğer Türk illeriyle ticâret yapmak isteyen iş adamlarına, vergi, gümrük kolaylıkları sağlanmalı, sermaye konusunda destek olunmalıdır. Turizm şirketleri, Yunanistan’a, Avrupa’ya düzenledikleri turlar yanında, Türk illerine de geziler tertiplemelidirler. Devlet, bu konuda turizm şirketlerine kolaylıklar sağlamalıdır.
***
Burada, ‘Merkez Türkiye’ (Akıl Fikir Yayınları, 0212 514 77 77) kitabımızdan bir kısmı iktibas edelim: (s.13)
“Türkler medeniyetin beşiğidir ve kökenleri Sümerlere kadar dayanır. Türkler, Milâttan Önce 4000yıllarında Orta Asya’da yaşanan büyük felâketten sonra yaşadıkları yerleri bırakıp Mezopotamya’ya ve Rusya üzerinden Avrupa’ya gelen Aryan, yâni, dünyanın en medenî ırkı olarak kabul edilen Ari ırktandırlar ve Avrupa’daki Finliler, Macarlar gibi bâzı uluslar Türk kökenlidir. Ayrıca, Anadolu’da büyük uygarlıklar kurmuş olan Hititler ve Asurluların da Türk kökenli olma ihtimâli yüksektir. Milâttan önce 3500 yıllarında Mezopotamya’da yaşamış olan Sümerler İLK defa YAZIYI BULAN, toplumda adâleti sağlamak için, İLK defa yasaları çıkaran ve MAHKEMELERİ KURAN, PARAYI İLK KULLANAN ve VERGİ TOPLAYAN, ilk olarak OKUL açan ve TEKERLEĞİ BULAN kavimdir: yâni Sümerler, DÜNYÂ MEDENİYETİNİN başlangıç noktasıdır ve soyları, târihçilerimizin araştırmalarına göre, TÜRK KÖKENLİ insanlardır.”
Böyle diyen KİM? Bir Türk mü?… Hayır! ABD’li Yahûdî bankacı iş adamı DAVID ROCKEFELLER. (s.14)
***
Türk Çocukları, okul kitaplarında ne okuyor?
Sümerlerin Türk olduklarını KISACA okuyorlar, fakat, çeşitli sebeplerden dolayı, buna, şöyle-böyle inanıp geçiyorlar. Sonra da Târih derslerinde, genellikle savaşları okuyorlar, diğer derslerde, Avrupalıların yaptıkları keşifleri, îcâdları öğreniyorlar. Kendilerinde bir güvensizlik duygusu oluşmağa başlıyor. Halbuki:15. yüzyıl sonlarında başlayan keşiflerdeki kahramanlar (!) başta Cristoph Colomb olmak üzere, hepsi, gittikleri yerlerde, yerli halka MÜTHİŞ zulümler işlediler, buna tepkilerden biri olarak, Güney Amerika’daki yerliler, Colomb’u davâ ettiler. Kolonyalizme tepki gösterilmeğe başlandı.
Keşifler, Avrupa için kazançlı ve kârlı; insanlık için hiç değil!
***
Avrupalı’ların îcâdları ballandıra ballandıra anlatılır, ama Avrupadaki, bu, bilimde ilerleme hareketine ALTYAPI, ZEMÎN meydana getiren İslâm Medeniyetinden BAHSEDİLMEZ. Mîlâdî 8. Yüzyıldan 16. Yüzyıla kadar, Yeryüzünde Medeniyeti Müslümanlar temsîl ediyordu ve Medeniyet Avrupa’ya, Palermo-İtalya ve Endülüs (İspanya) yoluyla girdi. Kolejlerden, üniversitelerden mezun olanların üstü düz kepleri üzerinde, bilimi aldıkları Müslümanlar, Kur’ân-ı Kerîm taşırlardı. Avrupa için ortaçağ (1395-1453) gerçekten karanlık idi. Tanzîmât depremi (1839) ve tamamlayıcısı İslâhât (1856) felâketlerinin meydana getirdiği zemînde yetiş(tiril)en aydınlarımız ve bazı târihçilerimiz, -Kıble İslâm’dan Avrupa’ya döndüğü için- Avrupa’lının târihe bakışını aynen benimseyip, ‘ortaçağ karanlığı’ deyimini kullanırlar; bu, ‘sömürge aydını’ anlayışıdır. Türk çocuğu, meridyenin Müslümanlar tarafından, Avrupalı’lardan yüzyıllarca önce ölçüldüğünü, kan dolaşımının, Harvey’den yüzyıllarca önce, Müslümanlar tarafından bulunduğunu da ders kitaplarında okumaz. Okul kitapları dışında, kitap okuyan çok az sayıdaki diplomalımız, İbn-i Sinâ’nın, el Kanun fit Tıb kitabının, Avrupa üniversitelerinde 17. yüzyıla kadar okutulduğunu öğrenmiştir.
Alman yazar Dr. Sigrid Hunke, Avrupa’ın üzerine doğan İSLÂM GÜNEŞİ” (trc. Servet Sezgin, İst. 1972) adlı eserinde, Avrupalı’ların, İslâm Medeniyetinden hiç söz etmeyerek, onu YOK SAYARAKtârih yazdıklarını anlatır.
Bizdeki, DURUŞunu yitirmiş diplomalılar da, Avrupalı’ların yazdıklarını, hiçbir eleştiriye girişmeksizin, olduğu gibi benimserler. (M.M.)
***
Türk kökenli Sümerler ne yapmışlar? (s.15)
Neler yapmamışlar ki:
- İlk defa YAZI kullanmışlar; Târih, yazı ile başlar. Yazı kullanılmadan önceki olaylar, yaşananlar, kesin olarak bilinmez.
- İlk defa YASA çıkarıp MAHKEME kurmuşlar.
- İlk olarak PARA kullanmışlar. Avrupa merkezli târih yazıcılığına göre, sözde Venedikliler ilk olarak para kullanmışlardı, bu balonu, yine bir Batı’lı patlatıyor.
Sümerler’in, ilk olarak VERGİ toplamış olan kavim oldukları belirtiliyor ki, Dünyânın bilinen târihi bakımından, “devlet” müessesesinin kurulup hayâta geçirilmiş olması bakımından, son derece mühim bir iştir.
- İlk olarak Sümerler OKUL açmış! Öğretim-Eğitimin, insan gelişimi için ne denli değerli, olmazsa-olmaz bir iş olduğu, insan şahsiyetinin teşekkülünde nasıl bir merkez konumunda olduğu, tartışılamaz bir gerçektir.
- Sümerler, tekerleği bulmuşlar; tekerleğin îcâdı, teknolojide çok değerli bir olaydır. Düşünün: tekerleksiz arabalar, trenler, otobüsler, metrolar nasıl yol alabilir, nasıl gidebilirdi?
Bütün bu buluşları yapan, hayâta geçiren Sümerler, pek tabiî olarak, dünyâ medeniyetinin başlangıç noktasıdır.
Bu gerçekleri dile getiren David Rockefeller, Sümerlerin soylarının, Yahûdî târihçilerin araştırmalarına göre, TÜRK KÖKENLİ olduğunu şöyle belirtiyor:
Çünkü Sümerler o bölgenin yerli halkı değildirler; yâni göçebedirler ve târihçilerimizin araştırmalarına göre “kız” manasına gelen “kır” kelimesi, “öküz” manasına gelen “ökür” kelimesi gibi bugüne kadar çözülebilen 1000 civârında Sümerce kelime ve “ayağını yere sıkı bas”, “tatlı söz yılanı deliğinden çıkarır”, “sel gibi süpürmek, yağ gibi erimek” gibi yüzlerce atasözü bugün Türkçe’de kullanılmaktadır. Sümerlerin Ay Tanrısı’nın simgesi olan “Yarımay” (Hilâl), günümüzde Türk bayrağında kullanılmaktadır. Roma ve Yunan medeniyetleri Sümerlerden oldukça fazla faydalanmışlardır; meselâ yapılarındaki süslemeleri ve Tanrıları, Sümer tapınaklarından gelir.
Fakat, biz bunu örtbas etmek için, Milâttan Önce 2000 yıllarında, yâni Sümerlerden 1500 yıl SONRA başlamış olmasına rağmen, Yunan Medeniyetini ilk medeniyet olarak dünyaya tanıttık. Daha da ilgi çekici olanı, Yunanlılardan önce Mısır Medeniyeti başlamıştır; ama onlar da ancak Sümerlerden 1000 sene sonra piramitlerini yapabilecek uygarlık seviyesine gelebilmişlerdir. Mayalar ve İnka’lar, Sümerlerden 2000 sene sonra ziguratlarını aynı biçimde yapmışlardır.
MEDENİYETİN BEŞİĞİ OLARAK TÜRKLERİ KABÛL EDEMEZDİK, BU MîRÂSA EL KOYMALIYDIK
Medeniyetin beşiği olarak Türkleri kabûl edemezdik; tam aksine, bin bir entrika ile bu kültür mîrâslarına el koyarak biz onları bütün dünyâya barbar, hak hukûk tanımayan bir toplum olarak tanıttık ve bunda da oldukça başarılı olduk. Günümüzde Türkiye’de bizim çalışmalarımız sonucu, fuhuş, rüşvet, hırsızlık, haksız kazanç ve gelir dağılımı çarpıklığı aşırı düzeylerdedir. Niçin böyle yaptıklarını, Rockefeller şöyle açıklıyor:
Türkiye hakkında biraz daha durmak istiyorum; çünkü dünyâdaki EN STRATEJİK konumdaki ülkedir ve bizim için çok mühimdir. Sebeplerine gelince:
*Bir kere, Büyük İsrâil Devleti topraklarının su kaynaklarının büyük büyük bir kısmı şu anda Türkiye’nindir.
*İkincisi, Müslüman ve demokratik bir ülke olarak bu konuda ÖNCÜ bir ülkedir. İslâmiyeti yıkmak istiyorsak önce Türkiye’den başlamalıyız. (Şöhret, para, mevki vb düşkünü yeni yetme ilâhiyatçıları ve heveslileri ekranlara çıkararak, yüzyıllar önce tartışılmış ve yanıtı verilmiş konuları, gündemde tutarak Müslüman halkın kafalarını karıştırmak, bu iş için tutulacak yolların başında geliyor olmalı. M.M.)
***
Şimdi, buraya DİKKAT: Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan’ın, Avrupa Birliği’nden 40 ar milyon dolar yardım almaları karşılığında Güney Kıbrıs yönetimine Büyük Elçi atamaları olayını hatırlayalım. (M.M.)
*Üçüncüsü, Türkiye, Avrupa ile Asya arasında bir köprü durumundadır. Maden, petrol, doğalgaz gibi zengin yeraltı kaynaklarına sahip Ortadoğu ve Kafkasya’ya hâkim olmak istiyorsak bu ülke elimizin içinde olmalıdır. Ortadoğu hemen hemen elimizde sayılır. Kafkasya ve Orta Asya’daki diğer Türk devletleri de yakında darbelerle kargaşaya boğulacaklar ve avucumuzun içine düşecekler. Bu Türkler aslında birleşip bir araya gelseler karşılarında hiçbir güç duramaz. Bu yüzden, böyle bir olasılığa karşı, AJANLARIMIZ her an tetikte bekliyorlar. Türk devletlerindeki kilit mevkilerdeki adamlarımız, aralarında en ufak bir yakınlaşma sezdiklerinde hemen istikrarı bozacak olaylar ve darbelerle bunu ÖNLÜYORLAR.
(Darbe şart değil tabiî, çeşitli başka usûller de var. Meselâ masonluk, gibi. Her mason locasının başkanı Yahudi olduğuna göre, bu hayırsever, insanlığın mutluluğu için uğraştıklarını belirten kişilerini, öncelikle İsrail’in çıkarı için iş görmeleri, son derece doğaldır.
Bu üç Türk ülkesinin, Türkiye’nin dış politikasını olumsuz etkileyecek böyle bir davranışta bulunmaları, nasıl oluyor dersiniz?
Masonlar (o ülkelerdeki) eliyle olmasın?
Bu konuda sâbıkaları da vardır:
*Emperyalist, topraklarında güneş batmayan İngiltere’nin istekleri doğrultusunda, onun elçisinin sürekli gayretleriyle Sadrâzam yapılmış olan, 16 yaşındaki, yeni Padişah olmuş toy Abdülmecid’e Tanzimat’ı ilân ettiren Mustafa Reşîd Paşa, İskoç Locasına mensup masondur.
**28 Şubat 1997 postmodern darbe havasında; kendi hava sahası, manevra eğitimine uygun olmayan İsrail’in pilotlarının, Konya ovasında manevra kabiliyeti geliştirmesine imkân sağlayan, devrin mason yetkilileri olmasın? M.M.)
Komplo teorisi düşkünlüğü mü?
28 Şubat döneminde, İsrâilli pilotlar, Türkiye’nin Konya ovasında, eğitim uçuşları yaptılar mı, yapmadılar mı?
Türk Milleti, bunu, çok mu istiyordu?
*** *** ***
11 Mayıs 2025