Ülkücü Bir İşadamı ‘Mehmet Nuri Demirağ’ -Birinci Bölüm-

Tam boy görmek için tıklayın.

Maliye şubeleri müfettişi olan Mühürdar-zade Mehmet Nuri Demirağ memuriyet hayatını bırakıp da serbest çalışma hayatına atıldığında cebinde sadece 56 sarı lira birikim bulunmaktaydı. Bu sarı liraları kâğıt paraya çevirerek sigara kâğıdı işine giriyor. Musevi ve Rum kâğıtçılarına rakip oluyor. Mehmet Nuri Bey sigara yakmıyor, kumar oynamıyor, alkol kullanmıyor; gazinolardan, tiyatrolardan ve sinemalardan uzak durarak parasını savurmuyor; boş zamanlarında kırlarda at gezintilerine çıkıyor; maddi ve manevi varlığını memleket işlerine adama kararı alıyor. Tapu-kadastro mühendisi olan tek kardeşi Abdurrahman Naci Bey’le kafa kafaya vererek müteahhitliğe soyunuyor. Kazandığı serveti eğlenceye ve zevke saklamıyor. Mengücek Beyliği’nin başkenti Divriği’nin Süleymanağa Mahallesi’nde 1886 yılının Mayıs ayının yedinci gününde gürbüz bir bebek olarak dünyaya geliyor. Divriği’nin bir adı da Divrik’tir. Rivayet odur ki Mengücek Han kendine başkent seçtiği Divrik’e gelirken yanında dört Türkmen sülalesini getirmiştir. Bu sülalelerden biri daha sonra Mühürdar-zadeler lakabını alacaktır. Mehmet Nuri Demirağ işte bu Türkmen sülalesinin soyundandır. Babası Ömer Bey, annesi Ayşe Hanım’dır. Üç yaşındayken toprağa verdiği babası Ömer Bey’in mezar taşında şöyle yazmaktadır:

Girip zir-i türâba güncü vahdet ihtiyar ettim

Kapandım bârigâh-ı izzete cismim gubar ettim

Tahammül etmeyip hicrânına geçtim hayatımdan

Visâl-i yâr için ben böylece terk-i diyâr ettim

Divriği’de babası Ömer Bey’in yaptırdığı sıbyan mektebine beş yaşındayken başlıyor. Henüz küçük bir çocukken sanat eserlerine merak salıyor. Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası’nı hayranlıkla seyrederken, “Bu taşları nasıl oymuşlar, bu kocaman kayaları düzgün bir şekilde üst üste nasıl koymuşlar?” diyerek hayranlığını dile getiriyor. Divrik Rüşdiye Mektebini bütün derslerden tam numara alarak tamamlıyor ve aynı mektepte öğretmen yardımcısı olarak göreve başlıyor. Rüşdiyeyi bitirdikten sonra Ziraat Bankası’nın açtığı sınavı kazanarak 400 kuruş maaşla Kangal ilçesi şubesinin müdürlüğüne getiriliyor. Koçgiri şubesine atanıyor. 1909 senesinde Koçgiri ve havalisinde baş gösteren şiddetli bir kuraklık ve kuraklığın yarattığı açlık felaketinde hantal bürokrasiye ayak direyerek tahıl ambarlarındaki Ziraat Bankası’nın payını aç köylüye dağıttırmak maksadıyla piyasaya sürüyor, yolsuzlukla suçlanıp soruşturma geçiriyor, açlıktan kırılan halk tabii ki Nuri Bey’in tarafını tutuyor, aklanıyor. Köy yollarında tipiye tutulunca yarı donmuş vaziyette köylülerce bulunup kurtarılıyor, ölümden dönüyor. Bu yarı donma vakası nedeniyle bir dizinde iz kalıyor. Nasıl bir maraz kalmış olabileceğini Tarihte Garip Olaylar Dergisinin uzman hekimi Emre Beye danışıyorum. Eklem içi sıvı akışkanlığını kaybedebilirmiş. Bu durumda sertleşir ve katılaşırmış. Oraya bağlı tendonlar, yani kasları tutan bağların yapısı bozulurmuş. Haliyle bütün bunlar da hareket kısıtlılığı oluşturabiliyormuş. Bu itibarla da eklem hazretleri işlevselliğini yitirirmiş.

Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte Nuri Bey denklerini sırtlanıp İstanbul’a yerleşiyor. Payitahttaki kokuşmuşluğu, iltimascılığı, dalkavukluğu ve riyakârlığı havsalasına sığdıramıyor. İstanbul onu ilk nazarda ürkütüyor. Tanrı’dan başka hiçbir güce boyun bükmeyen Nuri Bey adam kayırmacılıktan, el etek öpmekten tiksiniyor. Hasköy mal müdürlüğü refikliğine tayin ediliyor. Osmanlı Devleti’nin hantallaşmış maliyesinin ıslahında sorumluluk yükleniyor. Memuriyet hayatındaki çalışkanlığı nedeniyle terfi alıyor. Önce tahsilat tetkik memurluğuna, sonra da Beyoğlu varidat kalemi muamelat müdürlüğüne tayin ediliyor. Burada karşısına çıkan büyük bir yolsuzluğa direnerek Maliye Nezaretiyle ve Beyoğlu Maliye Şubesiyle ters düşüyor.

Memuriyet hayatını sürdürürken aynı zamanda Maliye Mektebi’ne devam ediyor, tarih edebiyat ve felsefe konferanslarını kaçırmıyor, bilhassa yüksek seviyede kitap okuma zevkini genişletiyor. Fuzuli’nin handiyse bütün şiirlerini ezberinde tutuyor, hususi bir muallimden Fransızca dersleri alıyor. Darülfünun Edebiyat ve Lisan Şubesine devam ediyor. Sekiz yıl içerisinde tahsilat ve muhasebe başkâtiplikleri, Beşiktaş tahakkuk şubesi amirliği, bandrol başmemurluğu, maliye şubeleri müfettişliği gibi muhtelif sahalarda memuriyet görevini üstün başarıyla yürütüyor. Vicdanından başka otorite tanımıyor, dürüstlükten ödün vermiyor, hem övgüleri topluyor hem de kıskançlıkları ve hasetlikleri üstüne çekiyor. On yedi yaşında bankacı olan ve maliye memuriyetlerinde pişen Nuri Beyimiz işgal altındaki İstanbul’da kendi cephesini açarak ‘Türk Zaferi Sigara Kâğıdı’ üretimine geçiyor.

Mütareke senelerinde Nuri Bey işgal altındaki Kurtuluş semtinde yürürken birkaç Rum serserisi onu durdurarak başındaki fesi yere çalıp hınçla çiğniyorlar. Nuri Beyimize çok dokunuyor. ‘Millî haysiyet ve şerefi üç buçuk palikaryanın ayakları altında çiğnenen bir hükümete çalışamam’ diyerek memuriyetten ayrılıyor. Takriben on yıl kadar yüksek memuriyetlerde bulunduğundan ötürü bir miktar para biriktirebilmiştir. Ufak servetini kendine sermaye ediniyor. Cesur karakteriyle ticarete atılıp o senelerde azınlıkların tekelinde bulunan sigara kâğıdı işine kalkışıyor. İşgal kuvvetlerine rağmen ‘Türk Zaferi Sigara Kâğıdı’ markasıyla sigara kâğıdı üretiyor. Azınlıklardan yılmış bulunan Türkler bu markaya rağbet gösterince Nuri Bey epeyce para kazanıyor. Asıl servetinin başlangıcı budur.

Tahtakale’de açtığı ufarak dükkânda sigara kâğıtlarını kendisi kesiyor, kesilmiş kâğıtları desteleyip piyasaya sürüyor. Bu işi uhdesinde tutan azınlıkların tekerine çomak sokuyor. İstanbul halkı ‘Türk Zaferi’ kâğıtlarını tercih etmeye yönelince Nuri Bey işini daha da büyütüyor ve İstanbul’dan Anadolu piyasasına açılıyor. Sigara kâğıtçılığı ona hatırı sayılır ölçüde büyük para kazandırıyor ve gerçek anlamda sermaye edinmiş oluyor. Haliyle işini daha da genişleterek Tütün Gümrüğü Liman İskelesi Caddesi 14 numaralı mağazada kantariye ithalat ve ihracat ticaretine atılıyor. Burada da başarılı olunca “Ben bu parayı milletimden kazandım, milletime faydalı işlerde kullanacağım,” diyerek kırkıncı yaşına bastığında Mühürdar-zade Nuri unvanıyla vakıf kuruyor. Vakıfnamesi şöyledir:

“Mevcut ve ömrümün sonuna kadar mesaimden hasıl olacak servet-i şahsiyemden aile ve evlatlarımın orta halde maişetlerine kifayet edecek ve yavrularımın yüksek tahsil masraflarını temin eyliyecek mikdar çıkarıldıktan sonra, hal-i hayatımda yapmağa muvaffak olamıyacağım hayırlı müesseseler vücude getirilmek ve idame ettirilmek şartiyle, servet-i zatiyemi vakfettim. – İstanbul 7 Mayıs 1925.”

Nuri Demirağ biyografisini yazmış olan Ziya Şakir onun hakkında şöyle diyor: “Nuri Bey esasen milleti ve cemiyeti için yalnız servetini değil, kıymetli gençliğini, aziz hayatını da vakfetmiştir.” Nuri Bey ticaretle uğraşıp çok paralar kazanırken bir taraftan da Millî Mücadele hesabına çalışarak Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin Maçka mıntıkasına nezaret ediyor ve kendi adresini bu gizli cemiyetin şubesi olarak kullanıyor. Gündüzleri ticaretle boğuşuyor görünürken akşamları veya geceleri saklı cemiyetin mensuplarıyla buluşuyor. Cumhuriyet kurulunca Samsun-Sivas demiryolu hattının inşaatı ‘Reji Jeneral’ adında bir Fransız şirketine veriliyor fakat daha sonra ihalenin feshedilerek Türk müteahhitlere verilmesi uygun görülüyor. Nuri Bey mühendis kardeşi Abdurrahman Naci Bey’le ihaleye girerek Samsun-Sivas demiryolu hattının ilk yedi kilometrelik kısmını inşa etme hakkını alıyor. Çünkü devleti zarara uğratmaktan kaçınarak düşük fiyatla ihaleye girmiştir. Nuri Bey böylece ilk Türk demiryolu müteahhidi oluyor. Peşi sıra diğer ihaleleri de kazanarak Samsun’dan Erzurum’a yaklaşık bin kilometre demiryolu hattı döşüyor.

Taahhüt işlerini bırakmıyor. Bin kilometreden fazla demiryolu hattı döşerken bir yandan da Bursa’da Sümerbank Merinos Tekstil Fabrikasını, Karabük’te Demir ve Çelik Fabrikasını, İzmit’te selüloz ve Sivas’ta çimento fabrikalarını, İstanbul’daki hal binasını, Eceabad-Havza şosesini inşa ediyor. Bu sıralarda Türk Hava Kuvvetleri’ne yabancı ülkelerin fabrikalarından uçak satın alabilmek maksadıyla Türk iş adamlarından ve sade vatandaşlardan bağış toplama kampanyaları açılıyor. Bir uçak satın alınabilecek miktarda bağışta bulunduysanız satın alınan uçağa sizin adınız veriliyor. Muhtelif iş adamları sermayelerinin güçleri ölçüsünde bağışta bulunurken Nuri Bey değişik bir tutum takınarak bağışta bulunmak yerine uçak fabrikası kurmayı tercih ediyor. 1936 senesinde İstanbul Beşiktaş’ta uçak fabrikasının temelini atıyor. Bu uçak atölyesi 10 Şubat 1937’de faaliyete geçiyor. Nuri Bey Beşiktaş’taki fabrikasını etüt atölyesi olarak tasarlıyor; burada prototip tayyareler üretecek, asıl büyük fabrikasını doğduğu yer olan Divriği’de kurmayı vaat edecektir. Divriği’deki fabrikada mühendis, teknisyen, usta ve işçi 14.000 kişiye istihdam sağlamayı düşlemiş, üreteceği tayyarelerin motorundan en ufak vidasına kadar her parçasını imal etmeyi aklına koymuştur. Uçak fabrikasının yanı sıra Divriği’ye kamyon ve tank fabrikaları da kurmayı hayal ediyor. Onun büyük hedefi Divriği’yi gerçek bir endüstri merkezine dönüştürmektir. Divrik kasabası dağlarla çevrili bulunduğundan patlak verebilecek bir savaş durumunda korunaklıdır ve düşman uçaklarının buradaki sanayi tesislerini bombalaması zor olacaktır. Divrik’te ayrıca kömür ve demir madenleri de bulunduğundan ötürü kuracağı fabrikaların hammaddeye erişmekte nakliye masrafı gözetilmeyecektir. Nuri Bey inceden inceye bütün hesaplamalarını yaparak mühendisleri ve teknisyenleri yanına alıp bir Avrupa yolculuğuna çıkıyor, yabancı ülkelerde yüzden fazla motor, uçak fabrikalarını ve kimya laboratuvarlarını ziyaret ederek hassas incelemelerde bulunuyor. Almanya Berlin’deki teknik yüksek mektebinin aerodinamik ders programları tetkik ediliyor. Söz konusu incelemelerin ardından şöyle bir yargıya varıyor:

“Avrupa’dan, Amerika’dan lisanslar alıp tayyare yapmak bir kopyacılıktan ibarettir. Çünkü demode tipler için lisans verilmektedir. Yeni icat edilenler ise, bir sır halinde, büyük kıskançlıkla muhafaza edilmektedir. Bundan ötürü kopyacılıkta devam edilirse, demode şeylerle beyhude yere vakit geçirilecektir. Şu halde, Avrupa ve Amerika’nın son sistem tayyarelerine karşılık, yeni bir Türk tipi vücuda getirilmelidir.”

Nuri Bey kolları sıvayarak Türk tipi uçak projesini de gerçekleştiriyor ve bütün dünya kategorisinde A sınıfına dâhil edilen meşhur altı kişilik, çift motorlu Nu.D-38 uçağı böylece kanatlanıyor. “Zafer artık süngülerin ucunda değil, uçakların kanatlarındadır” parolasıyla yola çıkan Nuri Bey uçak filolarını çağdaş akıncılara benzetiyor. Anadolu Demiryolları Şirketi Umum Müdürü Mösyö Edouard Huguenin bütün bu çabaları küçümseyerek “Pöh.. bu ilkel ahali daha iki yüz sene o ihtiyaçları hissedemez, istifade kabiliyetine erişemez,” diyor. Mösyö Edouard Huguenin böyle düşüne koysun, Nuri Beyimizin Yeşilköy’de kurduğu hangar ve tamir atölyesinde Türkiye’de bir ilk olan devasa otomatik demir kapı, resim salonu, mükellef yemek salonu, pilot, makinist, hekim, mühendis ve teknisyen odaları, amatör hevesliler için dershaneler bulunuyor. Nuri Bey pilotlara uçucu ve mühendislere yapıcı adlarını veriyor. İstanbul Yüksek Mühendis Mektebi’nde tayyarecilik şubesi açılması için hazırlıklar başlıyor. Mühendis adayı öğrencilerin Beşiktaş Tayyare Fabrikasında staj görebilmeleri konusunda uzlaşmaya varılıyor. Beşiktaş’taki fabrikada torna, kaynak, tav, polisaj ve madeni imalat kısımları yer alıyor. Bir uçak kolay üretilmiyor; telinden kaplamasına, motorundan en ufak vidasına ve kuyruğundan kanadına varıncaya kadar aşağı yukarı 36.000 parçadan meydana geliyor. Nuri Bey kendi fabrikasındaki mühendislere “Benim küçük Edison’larım” diyor.

-Devam Edecek-

Yazar
Metin SAVAŞ

Metin Savaş, 1965 yılında Balıkesir’de, kalabalık ve nispeten varlıklı, klasik bir taşra ailesinin içinde doğdu. Lise eğitimini Vefa Lisesindeyken yarıda bırakarak çalışma hayatına atılmak zorunda kaldı. Babasının iş dünyas�... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2025

medyagen