Bir Ramazan Günü İdi

Tam boy görmek için tıklayın.
Hani postacı haftalık izne çıkmış da “şöyle rahat rahat bir mahalleyi gezeyim” demiş ya, benimki de öyle.
Baktım akşama epey var, köye gideyim dedim, ablamı aradım. Köy deyince ablamın da canına minnet zaten. “Ben de geleyim” dedi.
Ablamı aldım, elinde bir poşet. “Gızlıcıkdan, erikden, üzümden hoşaf yaptım. Mantı va. Tomatis, biber, soğanda godum. Annem sana yımırta gaynatırdı ya, bi de yımırta gaynattım. İste evde yi, iste dağda bi ağeç altında.”
İçine biraz pide koymuş. Tuz var. Bir de plastik kaşık. Bir de elma.
“İftara benim başka planım var” demedim tabi.
Köye giderken köyde, yolda tanıdıklara uğrarız, hâl hatır sorarız diye biraz pide aldık fırından.
Yolumuzun üzerindeki köyde tanıdıklar var.
1975 yılında Sanat Enstitüsü’nü bitirdim, iş arıyorum. Gölcük Tersanesi’ne imtihana gittim. Evinde kaldığım bir ağabey vardı. Emekli olduktan sonra köyüne dönmüştü. Şehirde de evi vardı gerçi. Onu aradım, köyde değilmiş.
Yine yetmişli yıllarda, okul tatillerinde Şeker Fabrikası Tohum Üretme Çiftliği’nde çalışıyordum. Oradaki büyüklerimden birisi de o köydendi. Kendisi uzun yıllar önce vefat etmişti ama kızı ile damadı köyde duruyorlardı. Ablam “Evleni ben bilyom, pembe boyalıydı” dedi. Ara babam ara pembe boyalı ev yok. “Belki de başga boyadıla” dedi ama yine bulamadık. Köyde soracak insan yok. Dolaşırken iki kişi gördük, o köylü değillermiş. Bir vatandaş odun kesiyor, ona sorduk, o da oralı değilmiş. Ablam sordu “nerelisin?” diye. Bir başka ilçedenmiş. “Neden kendi yerinde durmayon da bullâra gelyon?” dedi. Adam da “Gelemez miyim? Bura da vatan” dedi. Ablam da cevap verdi “Madem geldin, köylüleri tanıcan, bilcen.”
Neyse bir şekilde bulduk o aileyi. “Hani pembe boya?” deyince “aha” dedi ablam. Pembe boyalı falan değil ev. Bir yerinde pembeye benzeyen boya var ama büyük bir büyüteçle ancak görürsün. Kendimizi tanıttık, sohbet ettik. “Babanız çok iyi bir insandı. Ben küçüktüm ama beraber aynı yerde çalışmıştık” dedim. İzin istedik. Biraz beklememizi söyledi, akşama gözleme yapıyormuş, bize ondan getireceğini söyledi. Ablama biz gidelim dediysem de “Verenden alınır, hem yörük gözlemesini nerden bulcaz bi ta?” deyince bekledim mecburen.
Yola çıktık. Şoförler Çeşmesi yanında annemin çiğdemleri ve nevruzları olur. Baktım çiğdemler çıkmış. Saadettin Yıldız Ağabey’in dediği gibi “topraktan bir mum gibi baş vermişler.”
Gözlemelerin fotoğrafını çektim bir kaç çiğdemle beraber.
Sonra mezarlığa uğradık. Annemle babamın baş ucuna ağaç dikilmiş. Ahmet dikmiştir. Dalda da bir su kabının yarımı asılı. Alt kısmına su kurt kuş içsin diye su konulmuş. Kalanı da dalda. Ahmet yol üzerindeki diktiği, aşıladığı, budadığı ağaçları bilinsin diye böyle su kaplarını dala bağlar, işaret bırakır.
Köye vardık.
Birini aradık evde değilmiş, başka bir köyde cenaze varmış, oraya gitmiş. Dün, bizim köyde de cenaze vardı. Ablam “Burda da cenaze va, urdaki cenaze başga mı olyo?” dedi ama başkadır tabi.
Akşama daha vakit var, tarlaya da gitmek istedim, ablam ben şimdi inemem dedi. Dolaştım geldim, dağlara, ağaçlara baktım. Bahçıvan yaprakları olmadan ağacı tanıyan kişiymiş. Ben ağaçların yapraklı halini bildiğim için tanıyorum. Yaprakları ayak altlarında ağaçların. Baktım bir yaprak soğuğa, rüzgâra rağmen dalına sımsıkı yapışmış. Demek ki bırakmak istemiyor. Ya da ağaç o yaprağı çok seviyor, bırakmamış. Gitmek isteyenlere yol vermek lâzımmış gerçi kendisi zorlanmasın diye. Demek ki yaprak da ağaç da birbirinden memnun.
Ablama “tarla yerinde duruyor” diye tekmil verdim. “Babam kimler geldi, kimler geçti buralardan der di hep.” Kimlerin olduğunu sordum, aklımda kalanı kadarı ile şunlar. Gocüsen, Akgabak Mısdava, Uzun İbram, Değirmenci Sadık, Ufacık Emne, Garacagızlan Ali, Emmim… Bunların hanımları, bir kısmının çocukları, gelinleri damatları öte dünyaya göçenlerden.
Hani Aşık Veysel diyor ya” iki kapılı bir han” diye.
“Uzun ince bir yoldayım,
Gidiyorum gündüz gece.
Bilmiyorum ne haldeyim,
Gidiyorum gündüz gece.
Dünyaya geldiğim anda,
Yürüdüm aynı zamanda,
İki kapılı bir handa,
Gidiyorum gündüz gece.
Uykuda dahi yürüyom,
Kalmaya sebep arıyom,
Gidenleri hep görüyom,
Gidiyorum gündüz gece.
Kırk dokuz yıl bu yollarda,
Ovada dağda çöllerde,
Düşmüşem gurbet ellerde,
Gidiyorum gündüz gece.
Düşünülürse derince,
Irak görünür görünce,
Yol bir dakka miktarınca,
Gidiyorum gündüz gece.
Şaşar Veysel işbu hale,
Gah ağlaya gahi güle,
Yetişmek için menzile,
Gidiyorum gündüz gece.”
Lütfü Efendi de demişti;
“Acep bir karuban hane bu dünya,
Gelen gider konan göçer bu elden.
Vefası yok sefası yok fani hülya,
Gelen gider konan göçer bu elden.
Civanları cefa ile eder Pîr,
Ne gedeler güler bunda ne emir,
Misafir hanedir ol pak-ı zemir,
Gelen gider konan göçer bu elden.
Görülmemiş vefasızın vefası,
Bu dar-ı mihnetin yoktur sefası,
Ecel şerbetinin olmaz şifası,
Gelen gider konan göçer bu elden.
Aman Lütfi gibi gafil bulunma,
Ölümdür akibet ferah salınma,
Sonunda sen de ölürsün alınma,
Gelen gider konan göçer bu elden.”
Yazar
Mehmet Ali KALKAN

Eskişehir'de doğdu. Eskişehir Gazi İlkokulunu, Tunalı Ortaokulunu, Motor Sanat Enstitüsünü ve Çukurova Üniversitesi Mühendislik Bilimleri Fakültesi İnşaat Mühendisliği Bölümünü bitirdi (1980). Bir müddet Eskişehir Belediyesinde ... devamı

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2025

medyagen