1970’li Yıllarının Seyyah-ı Fakir’i Dilaver Cebeci

 1970 yılının mart ayı (20-21) idi. Genç Ülkücüler Teşkilatı Genel Merkezi’nin Ankara’da Atatürk Kapalı Spor salonunda düzenlediği “Bozkurtlar Gecesi” nde; Arif Nihat Asya, Refet Körüklü, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu ve Göktürk Mehmet Uytun gibi milliyetçi camianın tanıdığı şairlerin yanında genç bir şair Dilaver Cebeci de şiirlerini okudu. İlahiyat Fakültesi son sınıf öğrencisi bu ağabeyin okuduğu şiirler o gürültü ve diğer ünlü şairlerin arasında kaynadı ve kayboldu.

Yine aynı zaman dilimi içinde Osmanlıca bir üslup ile bir arkadaşına yazmış olduğu bir mektuba el koyan İbrahim Metin, Devlet Gazetesinin 53. Sayısında “Ya Devlet Başa” sütununda “Seyyah-ı Fakir Evliya Çelebi” imzası ile yayınlar. Yazı okuyucu tarafından ilgi görür. Takip eden haftalarda Dilaver Cebeci’nin yazıları Devlet Gazetesinde bu başlık altında yayınlamaya başlar. 12 Ekim 1970 tarihli 80. Sayıdan itibaren “Seyyah-ı FAKİR Evliya ÇELEBİ Bab-ı DEVLET’de” başlığı altında müstakil bir sütuna kavuşur.

Dilaver Cebeci İlâhiyat Fakültesini bitirdiğinde Erzurum Atatürk Üniversitesi’nin açmış olduğu asistanlık imtihanına girmek ister. Cebinde Erzurum’a gidip- gelmeye otobüs parası bile yoktur. Devlet Gazetesi sahibi İbrahim Metin bunu son dakikada öğrenir ve O’nu uçak ile Erzurum’a gitmesi için biletini alır. Fakat hava muhalefetinden dolayı uçak gidemez ve böylece Dilaver Cebeci’nin üniversitedeki asistanlık hevesi yarım kalır. Öğretmenliğe döner ve Aydın iline tayin olur.

Dilaver Cebeci; Seyyahı Fakir yazılarını gazeteye Aydın’dan PTT vasıtasıyla göndermeye başlar. Bu yazılarında günümüzün siyasi ve sosyal olaylarını 16.yüzyıl üslubu ile mizahi bir şekilde okuyucuya ulaştırır ve Türk edebiyatına yeni bir üslup kazandırır.

Devlet Gazetenin 16 Kasım 1970 tarihli 85. Sayısında “Tezkere-i Seyyah-ı Fakir” başlığı altında yazmış olduğu makalesinde kendisini şöyle anlatır:

Mevlid ü menşeim Vilâyet-i Gümüşhane’ye muttasıl Kelkit nam kadılık olup sene 1362 dur. İki yaşında bir sübyan iken pederim dâr-ı fenadan dâr-ı bekaya irtihal ettü. Andan ba’de gelüp, pay-ı tahtın karibinde Kırıkkale nam şehre post serdük. Anda mekteb-i evveli tahsil idüp ahırından, acemi oğlanlar kışlasına mukayyet oldum. Ol yerde dahi dört sâl tâlim-i askeriye görüp muradım aldım. Bu fakir, askerliği ziyade severdi. Hayra kim kader bizi andan dahi munfasıl kıldı. Bundan sonra bir müddet kârha-yı matbua (1) ile İştigal idüp, mürettiplik ilmeyledim. Parmaklarım, kâğıt pıçağı ile doğradıktan sonra ol hirfeti dahi terk eyledim.

Üç senelik idadiyi beş senede temam ile Erzincan idadisinden aliyyül âlâ derece ile icazet ahzeyledim. Bilahare pay-ı tahta gelüp Medrese-İ llâhiyeye kayd oldum. Ol yerde, zemânın en meşhur müderrîsanından cümle ilimleri tahsil idüp bir yâneden dahi şiir ketbederdim. El’an bir divanım vardur, Ism-i Hakikim Cebeci oğludur. Çün ecdadımın kaffesi Cebeci ocağından yetme, gayetle, hünerli kimesnelerdür. Fakir dahi çelik-çomak oyununda yekdürür.  Andan başka, çiğdem kazmak vü kerpiç kesmek vü çene çalmak vü tütün içmekte kimesne bizimle iddialaşamaz.

Bu kemter ü bende seyyah-ı fakir ismin kanden almıştur, imdi anı naklidelim: Bir kice rüya da, destimde asâ vü pâyımda çaruk ile bir istikamet-i meçhule revan idim. Yolum üzre gaayetle büyük bir kârbân (2) zuhur ettü.  Kürbân başı bize «Hande gidersün ey garib yolcu» deyû sual ettükte, seyahata çıktım ki kande gittiğüm ben dahi bilmezem deyû cevap dâdem (3) «Gel seni Evliya Çelebi’ye götüreyim» deyüp, bizi 50—60 yaşlarında güler yüzlü vü hoş sohbet âdemin yanına götürdü.

«İşte Evliya Çelebi Mehmet Zılli İbni Derviş budur» deyûp çekildi. Evliya bize; «Berû gel yâ refik ne deyû seyahate piyade gidersün, senin deve at vü sair hayvanatın yok mudur?» dedi. Biz dahi yoktur pirim, ne atım ne avretim ne de akçem yok dürür. Biz imdi Sandukoğlu Süleyman devrin yaşarız kim şol sayduklarım kimesnede yoktur. Ger bizim 5—10 akçemiz var idi, lâkin anları dahi civar-ı Bitlis’te eşkiya kisem ile beraber gasbeylediler.

Bunlan gûş idende Evliya bize bir kîse akçe ihsan idüp «Var git aziz refik var git, Allah taâlâdan senin çün nusret dilerim Lâkin duyduk kim ahfadımız, ismimiz dahi ferâmuş ıdiptür. Anın çün ismim sana yadigâr virdim. Aynı ziyade neşredesün» deyüp sırtımı mesh ile, üç defa «Uğur ola Seyyah-ı Fakir” deyup, dideden nihan oldu. Uyandukta, hayırdır inşallah deyû bu râyâyı hayra yorup yola rivân oldum vü ol günden berû yoldayım.

Medrese-i llâhiyede Molla İsmail Cerrahîden tefsir vü Lisan-ı Arabi tâlim idüp, hâcelikte hayli maharet kesbeyledim. Molla Halûk Karamağara vi den dahî asâr-ı atike üzerine dersler aldım. Ahırımda ser müneccim Receb Doksatî’den İlm-i nücum vü ilm-i kıyafet tahsil ile zor-belâ icazet ahzeyledim. El’an yıldızlara bakup akıbetimizin tahminin yaparım.

Asârım Seyahate, Edebiyata vü ilm-i Sima ya ait olup, anlardan bazıları :

1-Ruhiyat-ı Borufesür: Bazı Borufesür nam müderrisanın kulûbundan mürur iden düşünceler neler dür vü Borufesürlüğü nasıl kesbeylemislerdür anı naklider.

2-Seyâhat-ı Koridor-u Meclis : Bu eser dahi. Meclis koridorunda, riya imâli, kûyde âdem kandurma vü vadinden dönme gibi işlerin esâsın vü bina-yı meclisin rahatlığın beyân ider.

3-Tefsir-ül güftâr-ı Süleyman Bin Sanduk: Süleyman Bin Sanduk nam bir vezir-i azâmin vü ana benzer bazı eşhasın fehmi zor olan belâgâtlı cümlelerin tefsiridür.  «Hareket-i Tullâb olmuşta ne olmuş» vü «Failindir turâb vü isti’mâl idenin âb» cümleleri gibi.

—–

(1) Karhayı Matbaa : Matbaa işleri

(2)Kârbân: Kervan

(3) Cevap dâdem : Cevap verdim

***

Günümüz bilgisayar ve yazılım teknolojisinin getirdiği kolaylıklarla bu yazıları yayınlanır hale getirmek çok kolaylaşmış. Bu makaleyi ben bile bir saat içinde Word sayfasına aktarıp, tashih ve düzenlemesini yapabildim. Oysa bu yazılanları önce daktilo etmek, dizgi operatörleri tarafından dizmek, sonra bunların tashihlerinin tashihini yapmak o günün (54) sene öncesinin matbaa dizgi, tertip, baskı düzeni içinde çok zordu. Bu sebeple matbaalarda en çok meşgalemiz Dilaver Cebeci’nin “Seyyah-ı Fakir Evliya Çelebi” yazılarıydı.

Dilaver Cebeci’nin el yazısı çok güzeldi. Bizi bu el yazılarının daktilo edilerek matbaaya verilmesi zahmetinden kurtarmak için Devlet Gazetesinin 16 Nisan 1973 tarihli 180. sayısında bize hitaben yazdığı -Maruzatımdır- başlıklı yazısında şöyle anlatır.

Seyyâh-ı Fakîr Evliya Çelebi’den, DEVLETLÜ, BÖRTE-ÇİNELÛ, TÖRELÜ yoldaşlarıma…

Ey yoldaşlarım! Bu abd ü hakîr, yedi yaşından berû,  ilm-i kelâm,  ilm-i kıyafet, ilm-i seyahat vü ilm-i gırgîrî ile iştigâl itmektedür. Aslında beşik ulemâsındanuzdur amma, yedi yaşına dek istirahat ile vakit geçirdük.  Her ne kadar takdir-i ilâhi bizim muîd (1) olmamıza rıza göstermediyse de, hamdülillah hayli düzmece müderrislerden âlim ü ârifizdür. Zâten şâir-i âzam Fuzulî hazretleri, «İlim bir kıyl ü kâl imiş» buyurmaktadur.

İşte, mezkûr ilimler üzre tetebbülar yapıp, tahrîrat’a geçtükten bugüne dek, elimizde, iki yüz yigirmi dört kere bin adet divit kırılmış, dokuz bin dokuz yüz doksan dokuz adet defter dolmuş, beş yüz yetmiş sekiz kere bin okka mürekkeb bitmiştür. Kiceleri yaktığımız şem’aların sayısın dahi, alîm ü habîr Allah bilür.

Bu kadar kütüp yazmaktan mütevellit, parmaklarımız nasır tutmuş, çektiğimüz müşkülât sebebiyle dahi hattımız (2) ağarmıştur. Bu yeni icâd idülen kalemler dahi marazlı olup, bazan mürekkeb ishaline tutulmakta, bazan kabız olmaktadur. İşitmişüz kim, DİKKATİLO nam bir âlet icâd olmuştur. Kangı harfi yazmak murâd idersen, parmak ile ana dokunmak kâfi imiş. Bu âletin hattı dahî Hafız Osman’ın hattından yeğ imiş. İstihbaratımıza göre, KIRIMLIOĞLU(*) birâderimüzde, bu âletten bir aded olup, her kimesne anınla yazmak murâd iderse, lisâne gelûben, «Men Evliyadan gayrısına yâr olmam» diyerek yazmaz imiş.

Ger ânı fakîre irsal idersenüz, evvel allah, cümle marazların tedavî idüp, kıyamete dek yazmasın temin iderüz. Böylece fakirin bîtâlih parmakları mesrur ü şadmân olmakla beraber, DEVLETLÜ yoldaşlarum dahî zahmetten halâs olurlar. Aksi takdirde, cümlenizi, NE MÂNÂ dâr-üşşifâ (3) sında, PÎR-ÜSTÂD illetinden yatmakta olan, âşık ABDÂLÎ amucama şekva eylerüm ki, bir dahî sizi ol dâr-üşşifâya almaya.

Malûmunuzdur kim, ol yerin babında, kelbaşlı, Deli Dumrul sîretli bir âdem vardur. Alimallah, cümlenizi taşra atup, dahî akçalarınızu elinizden ahzeyler. Ol mezkûr âletin bir tabîbi olmak iktizâ ider. Eğer yoğ ise, gam çekmeyüz. Biz ana bir nüsha tahrîr idüp, biiznillah, suhuletle faaliyete geçirürüz.

İmdilik maruzatım bundan ibârettür. Didelerinizden bilhasret bûs ider, ol âlet içün imdiden, kabültü (4) derim. Vesselam…

Hamîs : (5) DİKKATİLO elimize geçtükte, biz dahi, bel ağrısı illetinden muzdarip, sahib-i DEVLET İbrahim Ağaya yedi deve yükü Alabalık hediyye ideceğüz.

——-

(1) Muîd: Asistan, (2) Hatt: Sakal, (3) NE MÂNÂ dâr-üşşifâ: Numune Hastanesi, (4) Kabültü : Kabul ettim

(*)Yazıda adı geçen “Kırımlıoğlu”, Cezmi Kırımlıoğlu imzası ile haftalık yazı yazan Cezmi Bayram’dır.

1974 yılında kurulan ve yokluk ve karaborsacılığın zirveye çıktığı “Hacivat ile Körbakan” koalisyon iktidarı dönemini Devlet’in 260.cı sayısında şöyle anlatır:

Ramazan ayı içre bir mübarek günde hanemizin taam ihtiyâcını telâfi içün zenbilimi ele alup, çarşu bâzer dolaşmaya başladım. Evvelden bir miktar et almak mûrâd idüp, kurbümdeki kasaba teveccüh eyledüm. Ol esnada kasap dükkânı bâbında elli-altmış nefer âdemler, mevlevî tesbihi gibi arka arkaya dizilmiş dururlardı. Yanlarından mürur iderken bunların bu ahvâl-i acâiblerine hayret idüp, aceb bu zavallılara böyle yeniçeri ta’limi yapturan kimdür deyû tefekkür iderdim.

Kasap dükkânına duhûl idüp, sahibine, kasap efendi bize bir okka kıyma didükten sonra intizâra başladum. Lâkin kasap efendi bizim bu sözümüzü hiç kaale almaduğu gibi arka arkaya dizili duran âdemler dahi bed bed suretime bakarlardı. Âhırı arelerinden biri «Kuyruğa geç Çelebi, bunca âdemin hakkını yiyemezsin» deyû bizi ikaz eyledükte, gaayetle gazaplanup, baka arkadaş biz kimesnenin hakkın yimezüz. Allah’­ tan korkumuz vardur, et kasaptan akça bizden deyû cevap virdüm. Amma kim anda ne kadar âdem var ise öfke ile bu hakire bağırub çağırmaya başladular. Meğer, bunların cümlesi et alacaklarmış. İzdiham olmasın deyû böyle sıra olmuşlar. Her yeni gelen sıranın âhırına geçermiş. Bizim dahi böyle itmemüz gerekli imiş. Buna dahi «Kuyruk» dirlermiş. Çâr nâçâr kuyruğa geçüb, takriben iki saatte, bir okka et almaya kaadir oldum. Andan sonra kangı dükkânın pîşîne gitsek, anda dahi böyle bir kuyruğa tesadüf iderdük…

***

Seyyah-Fakir’in Benzetmelerinden bazı örnekler:

Dilaver Cebeci Seyyah-ı Fakir imzası ile yazdığı bu yazılarda kendine göre bazı benzetmeler yaparak onları o kelimelerle veya isimlerle hicvetmiştir. Bunlardan bazıları:

Kapat alist –kapitalist, Sosyal it—sosyalist, mâsûn—mason, gör illa—gerilla, demür karası—demokrasi, Çe Gavura yevmiyesi—Che Guevara’nın günlüğü, borufesör—profesör, emmi paryalist—emperyalist, dek dur—rektör, devrimbaz—devrimci, fetvağraf—fotoğraf, sebutaj—sabotaj,

Mekkârefon—mikrofon, tembelizyon—televizyon, sapıkör—spiker, oluyum bat—olimpiyat, para dostu—protesto, rapor tıraş—röportaj,  dikkatilo—daktilo, mirisedes—mersedes, işburdacı—işportacı, usansür—asansör,  öte bas—otobüs, öte bas yavrusu—minibüs, dere duvar—tretuvar, raziyo—radyo, apar tuman—apartman, fevari—favori, öküz pres—expres, beter ol—petrol,

Kavatlı dere—Kavaklıdere, Efe sus—Efes, Ve it nam—Viyetnam, Ne var yok—Newyork, Vasak don—Washington, Lain dura—Londra, Vay ana—Viyana, Lâin–Lenin, Nik sûn—Nikson, Kispet paşa—İsmet paşa, İridal—Erdal, Bir zani—Barzani, Zeyreki Süren—Zeki Müren, Nadimettin—Necmettin, Makara deyyus—Makarios, Salomon Saduki—Süleyman Demirel, Amudumuz Acaib—Umudumuz Ecevit, Şeyh Necmettin Anahtaranî- Necmettin Erbakan, Şah-ı tembelizyon Cem Sultan—Cem İpekçi’nin televizyonu, Buğuz Beyli—Bozbeyli,

Ne yapalım bombası—Napalm bombası, bera şod—paraşüt, hös tos—hostes, kör dola—kudale, kovalisiyon—koalisyon, baküs—box, kuru eşe—kroşe, ne gavat—nakavt, sentravur—santra, karımbol—karambol, istidatyom—stadyum, be illet—bilet, kara bursa—kara borsa, hafta-yevm—haftayım, cinnilastik—jimnastik, …. gibi yüzlerce kelime.

Dikkat edilecek olursa mizahlaştırılanlar daha çok dilimize sonradan girmiş olan yabancı kelimelerden meydana gelmektedir. Siyasiler için yapılan benzetmeler de suç unsurunun oluşmaması için uydurulmuş kelimelerdir. Bazen bir kişi için birden fazla benzetmeye de rastlanmaktadır.

 ***

Dilaver Cebeci; Devlet Gazetesindeki Seyyah-ı Fakir Evliya Çelebi yazılarını 1970-1976 yılları arasında yazmıştır. Bu tarihler arasında neşredilen 275 nüshanın 165 sayısında yazısı vardır. Kendi adıyla yazdığı “Dündar Taşer Sagusu” şiiri de Devlet’te yayınlanan tek şiiridir.

1972 Ekim ayında yayınlanmaya başlayan aylık BOZKURT dergisinin birinci sayısında “Dede Yağmur” imzası daha sonraki sayılarında da İbrahim Metin ağabeyin ısrarı ile kendi adıyla yazılarını yazmıştır. 78 sayı neşredilen Bozkurt Dergisinde Dilaver Cebeci’nin 34 yazı ve şiiri yayınlanmıştır. Bozkurt dergisindeki bu yazılarını da “Dede Korkut” üslubu ile yazmıştır. Yayınlandığı yıllarda Devlet Gazetesinin haftalık on-on iki bin, on beş günlük olarak yayınlandığı dönemde Bozkurt Dergisinin yirmi beş bin baskı ve satışı vardı.

İlk şiirleri 1973 yılında Töre-Devlet Yayınları arasında “HUN AŞKI” adı altında kitaplaştırılmış ve beş bin adet basılmıştı. Bozkurt dergisinde yayınlanan yazıları 1983 yılında “Mavi Türkü”, Devlet gazetesindeki Seyyah-ı Fakir yazıları ise 1984 yılında “Devranname” adı altında kitap olarak yayınlanmıştır.

Dilaver Cebeci; 1993 yılında türkücü Mustafa Yıldızdoğan’ın bestelediği “Türkiyem” türküsü ile milyonların tanıdığı bir şair haline gelmiş ve adeta destanlaşmıştır. Tıpkı Abdürrahim Karakoç’un “Mihriban” şiirinin Musa Eroğlu tarafından dillendirildiği gibi.

[i] Söğüt Dergisi, 27. Sayı, (Mayıs-Haziran 2024)

Yazar
Osman ÇAKIR

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2025

medyagen