Mersin’e gelmişken Tarsus’a da bir gün ayıralım diye düşünmüştük. Mersin’de düzenlenen çalıştayın sonunda, kalan vaktimizi Tarsus’a ayırdık. Kayseri tarafından gelen Alpaslan, Ömer ve Hakan Hocalarla Tarsus’a geçtik. Kısa bir yolculuktan sonra Tarsus’a vardık.
Tarsus’ta önce Ashab-ı Kehf’i ziyaret ettik. Aslında burası bir mağaradan ibaret. Dik bir merdivenle nispeten geniş bir mağaraya indik. Burası ileriye doğru da gidiyordu. Mağaranın içi oldukça serindi. Burada Yedi Uyurlar olarak da bilinen yedi kişinin üç yüz seneden fazla uyuduğu söyleniyordu.
Bu konu Türk Edebiyatında da çok önemli bir yere sahipti. Ashab-ı Kehf’in kıssasını mesnevi olarak kaleme alan şairlerimiz vardı. “Manzum İlk Ashâb-ı Kehf Kıssası” Orhan Yavuz ve Mevlüt Gülmez tarafından yayınlanmıştı. Bir Konya seyahatinde bu kitabı Orhan Yavuz Hoca, bana hediye etmişti. Bu kitaptan hareketle Ashab-ı Keft’ten biraz söz etmek istiyorum:
Tarsus’ta çok eski devirlerde Takyanus adında bir hükümdar yaşarmış. Bu hükümdar bir müddet sonra Tanrılık iddiasında bulunmaya başlar. Takyanus’un yanında onun dayısının çocukları olan Yemliha, Nevkisâ, Mekselminâ, Elyus, Martanus ve Kastaminâ vardır. Bir gece Yemliha, gökyüzünde yıldızları seyreder ve bunların İlâhî bir kudret tarafından yaratıldığını tefekkür eder. Bunun hakkında kardeşleriyle konuşur. Sonunda Takyanus’un Tanrı olamayacağına kanaat getirirler. Onların yaşadığı dönem Hz. Musa’nın dönemidir ve sonunda Peygamber’in anlattığı bir yaratıcıya inanırlar. Takyanus, bir gün onların kendisine değil, Allah’a inandığını öğrenir ve bu altı kardeşi zindana hapseder. Tarsus şehrinin o zamanlarda yedi gün süren bir bayramı varmış. Halk, kralla beraber şehrin dışına, kırlara bayırlara çıkarmış. Bir bayram günü Yemliha gördüğü bir rüya üzerine, kardeşleriyle beraber zindancıyı ikna eder ve zindandan kaçmayı başarır. Şehrin dışında bir dağa doğru yürürlerken bir çobanla karşılaşırlar. Üzerlerindeki ipekli elbiseleri verip çobandan kendi kıyafetini isterler. Çoban onların ipekli elbiselerinde gözü olmadığını söyler. O da inançlı birisidir. Sonunda Yemliha ve kardeşleri, Takyanus’tan kaçtıklarını ona anlatır. Çoban da onlarla beraber gelmek ister. Koyunları sahibine verirken çobanlık hakkı olarak elbise alır ve onlarla Yemliha ve kardeşlerinin yanına gelir. Bunlar yola çıkarlar. Çobanın Kıtmir adında bir köpeği vardır. Yemliha bu köpeğin kendileriyle gelmesini istemez. Hatta köpeğe birkaç defa taş atar. Köpeğin bir ayağını kırar. Köpek dile gelir ve feryat eder. Bu durum karşısında Yemliha çok pişman olur ve köpekten özür diler. Bunlar hep beraber yola devam ederler. Hava çok sıcaktır. Bir mağaranın önüne gelirler. Burada yemek yerler ve dinlenirler. Bir müddet sonra da uyurlar. Takyanus, Yemliha ve kardeşlerinin zindandan kaçtığını duyunca bunların peşine düşer. Mağaranın önüne gelince bunların uyuduğunu fark eder. Onları öldürmek isterler fakat başaramazlar. Sonunda mağaranın ağzını büyük bir taşla kapatıp giderler. Aradan 309 yıl geçer. Mağaradaki bu yedi kişi bir gün uyanır. Acıktıklarını fark edince Yemliha’yı şehre yiyecek almaya gönderirler. Yemliha şehre giderken etrafın çok fazla değiştiğini hayretle müşahede eder. Birkaç kişiye Takyanus’u sorar. O kişiler Takyunus’un kim olduğunu bilmezler. Yemliha bir dükkâna girer. Ekmek almak ister. Dükkânın sahibi Yemliha’nın uzattığı parayı görünce ona define bulup bulmadığını sorar. “Eğer buldunsa bunda kralın da hakkı var!” der. Yemliha durumu anlatsa da vaziyeti izah edemez. Sonunda bu durum kral Neydusis’e intikal eder. Zaman Hz. İsa’nın zamanıdır ve Kral Neydusis inançlı bir hükümdardır. Halkı ikiye bölünmüştür ve bir kısım halk ölümden sonra dirilmenim olmadığına inanmaktadır. Neydusis de halkının buna inanması için dua etmektedir. Yemliha’nın durumu onu çok şaşırtmıştır. Yemliha elindeki paraların Takyanus’a ait olduğunu söylese de dönem onun dönemi değildir. Sonunda ona şehirde yaşadığı evi gösterip gösteremeyeceği sorulur. Allah’ın yardımıyla Yemliha şehirde yaşadığı evi bulur. Bu evde 120 yaşında oldukça yaşlı bir adam oturmaktadır. Yemliha’yı tanıyıp tanımadığı sorulur. Tanımadığını söyler. Yemliha evin içindeki iki direkte dirhem ve dinarların olduğunu söyler. Gerçekten de iki direkten paralar çıkar. İhtiyar da bir sandıktan bir tomar çıkarır. Bu bir aile şeceresidir. Burada Yemliha’nın adı geçmektedir. İhtiyar, Yemliha’nın kendi atası olduğunu anlar ve ona sarılıp ağlar. Yemliha ve kardeşlerinin mağarada 309 yıl uyuduğu böylece anlaşılmıştır. Hükümdar ve Yemliha yanındakilerle beraber mağaraya doğru yola çıkarlar. Yemliha önden giderek mağaradakilere durumu anlatır ve devrin Hz. İsa zamanı olduğunu ve kendilerinin 309 yıl uyuduğunu onlara anlatır. Mağarada bulunanların hiçbiri dünyada yaşamak istemezler. Dua eden Yedi Uyurlar o an mağarada vefat eder. Hükümdar Neydusis ve yanındakiler mağaranın önüne geldiklerinde bunun Allah’ın kudretinin bir eseri olduğunu anlayıp hep beraber ağlaşırlar.[1]
Ashâb-ı Kehf’in bulunduğu yerin neresi olduğuna dâir bazı görüşler olmakla beraber araştırmacılar Yedi Uyurlar’ın yaşadığı yerin Tarsus olduğu hususunda büyük ölçüde hemfikirmiş. Az önce bahsettiğimiz eserde Tarsus adı on iki yerde geçiyor. Bu eserden birkaç beyti buraya almak istiyorum:
Böyle kıldılar müfessirler beyân
Takyanus şâh-ıdı Tarsûs’a ol zamân
*
Çıkdı ol dem gâr içinden Yemlihâ
‘Azm idüben gitdi Tarsûs’dan yana
*
Döndi yine Yemlihâ’yı gör n’ider
Kal‘a-i Tarsûs’a yil gibi gider[2]
Sonuçta Tarsus, Yedi Uyurlar’ın vatanı. Bu konunun edebiyatımıza kadar girmesi mevzunun önemini ve şöhretini de göstermektedir. Bize de bu mağaranın ziyaretinin nasip olması benim için çok önemliydi.
Mağaranın ziyaretinden sonra camiye geçtim. Burada Osmanlı Türkçesiyle kaleme alınmış bir kitabe vardı. Bu kitabeye göre cami Sultan Abdülaziz’in annesi tarafından yeniden yaptırılmıştı. Kitâbenin okunuşu şöyle:
Cenâb-ı mâder-i Abdülaziz Hân eyledi tecdîd
Bu akdes ma‘bed-i Ashâb-ı Kehf’i hasbetelillah
Safâ bulmakda rûh-ı vâlid-i şâhâne-i Mahmûd Han
Eyledikçe binâ böyle eserler sû-be-sû her gâh
Ana müftî-i şehr Ahmed Efendi dâ‘-yi hâssı
Kılup dikkat yapıldı tarz-ı nevde bu ibâdetgâh
Kulı Nüzhet dahı târîh-i tâmın eyledi takdîm
Yine Ashâb-ı Kehf’i zinde kıldı iş bu beytullâh
Hicrî 1289 yılını veren bu kitabenin bulunduğu bu cami 1872 yılında yeniden yaptırılmış. Camide namaz kıldım. Burada bol bol fotoğraf çektim. Sonra bir müddet daha orada kaldıktan sonra Taşkuyu Mağarası’na geldik.
Taşkuyu Mağarası, bir yol çalışması esnasında keşfedilmiş. İçeride çeşitli şekillerde renk renk taşlar vardı. Burası yaşlı mermerler ve kireçtaşlarının oluşturduğu bir mağaraymış. Mağara toplamda 470 metreymiş. Mağarada nem oranı oldukça yüksekti. Bu mağara içinde ülkemizde nadir rastlanan aykırı oluşumlar ve mağara incileri varmış. Burayı Ömer Hoca’yla beraber ziyaret ettik. Mersin ve civarında gördüğümüz bu kaya oluşumları çok dikkat çekiciydi. Obruk ve mağaralara buralarda çok fazla rastlanabiliyor. Bunlar eski dönemlerde yerleşim yeri, ibadet mahalli ve başka amaçlar için kullanılmış.
Buradan sonra Tarsus merkeze geldik. Arabayı uygun bir yere park ettikten sonra şehrin içinde yürümeye başladık. Hava çok sıcaktı. Fakat şehrin açık hava müzesi gibi olduğunu da bu yürüyüş sırasında anladım. Müzenin önünden geçerken bir müddet için buraya uğradık. Dönüşte bu müzeyi biraz daha gezecektik. Tarsus Müzesi şehrin kültürel değerlerini muhtevasında barındıran zengin bir içeriğe sahip. Burada önce lahitler ve bazı heykeller dikkatimizi çekti. İçeride en eski çağlardan günümüze uzanan birçok eser vardı. Özellikle hemen girişte sergilenen “Tarsus Zeytin Pazarı Mozaiği” bunların içinde en çok dikkatimi çekenler arasındaydı.
Müzeden sonra yürümeye devam ettik. Müzenin hemen yanı başında bir şehir harabesi vardı. Burada birçok tarihî kalıntılar mevcuttu. Merdivenler, sütunlar, yapı temelleri dikkat çekiyordu. Buradan anladığıma göre Tarsus tarihte birçok zaman önemli bir merkez olarak gelişme göstermişti. Zaten gezip gördüğümüz her yer bunu açık bir şekilde ifade ediyordu bize. Bir müddet de buradaki tarihî kalıntıları seyrettik.
İleride Makam Camii vardı. Burada Danyal peygamberin makamı bulunuyor. Danyal peygamberin mezarı, İslam ordularının burayı fethinden sonra Hz. Ömer zamanında keşfedilmiş. Burada mezar ortaya çıkınca Hz. Ali parmağındaki yüzükten onun Hz. Danyal olduğunu keşfetmiş. Danyal peygamber, burada yer alan bilgilere göre Kudüs’te dünyaya gelmiş ve peygamber olarak burada görevlendirilmiş. Kendisi Hz. Yakup’un teyzesinin oğluymuş. Bir zaman Babil hükümdarı Buhtunnâsır Kudüs’ü işgal edince Babil’e götürülmüş. Buhtunnasır’ın ölümünden sonra Kudüs’e geri dönmüş. Bir kuraklık döneminde dua etmesi için Tarsus’a davet edilen Danyal peygamber burada vefat etmiş. Bugün mezarının bulunduğu cami “Makam Camii” olarak biliniyor.
Danyal peygamberin makamının bulunduğu cami temeli itibariyle çok eski bir eser. Yakın zamanlarda bir çalışma esnasında temeller ortaya çıkarılmış. Sadece bu yapı bile Tarsus’un ne kadar eski bir şehir olduğunu göstermeye yetiyor. Şehrin içinde daha ne zenginlikler var, bilemiyorum. Bu caminin Osmanlı Türkçesiyle yazılmış bir kitabesi vardı. Burada uzun süre kaldık. Bazı fotoğraflar aldım.
Sonra caminin arkasındaki yapıları ziyaret etmeye başladık. Önce belediyeye ait olan Kubat Paşa Medresesi Kültür Evi’ni ziyaret ettik. Burada medreseyi etnografik bir müze hâline getirmişler. İçeride Tarsus’un tarihine ait bazı etnografik malzeme, halılar, silahlar, bazı tarihî eserler sergileniyordu. Bir de bir medrese odasında Tarsus tarihine dair bilgiler vardı.
Buradan sonra Tarsus Ulu Camii’ne doğru yürümeye başladık. Camiye geldiğimde gördüğüm manzara karşısında büyülendim desem, abartı olmaz. Caminin sağında bir minare ve solunda bir saat kulesi vardı. Büyük bir kapıdan caminin avlusuna geçerken görülen şadırvan manzaraya bir derinlik ve güzellik katıyordu. Cami dikdörtgen planlı yapılmıştı. Biz içeride bir müddet kaldık. Bazı fotoğraflar aldık. Caminin mihrabı ve minberi çok güzeldi.
Ulu Camii, Ramazanoğullarından Pîrî Paşa’nın oğlu İbrahim Bey tarafından 1579 senesinde yaptırılmış. Saat kulesi ise 1895 yılında bu yapıya eklenmiş. Hemen yakınındaki bedestenle beraber Ulu Camii’nin bir külliye olarak yapıldığı anlaşılmaktadır. Bu caminin en önemli özelliği ise yapının doğu tarafında Hz. Şit ve Hz. Lokman’ın makamlarının bulunmasıdır. Burada aynı zamanda Abbasi halifelerinden Memun’un da mezarı vardır.
Buradan sonra Kırk Kaşık Bedesteni’ni gezdik. İçeride birçok süs eşyası yanında Tarsus’a ait ürünler de satılıyordu. Burası tarihî bir çarşıydı. Ramazanoğulları Beyliği’nden yine Pîrî Paşa’nın oğlu İbrahim Bey tarafından 1579 senesinde yaptırılan bu eser, Beyaz Çarşı olarak da biliniyormuş. Bu yapının içerisinde yirmi bir oda ve yapının üstünde yedi kubbe yer alıyormuş. Buradan çıktıktan sonra arabayı bıraktığımız yere doğru yürümeye başladık. Bu arada geçtiğimiz yerlerdeki evler ve bazı tarihî yapılar da dikkatimizi çekiyordu.
Buradan sonra Nusret Mayın Gemisi’ni ziyaret ettik. Çanakkale Savaşlarına damga vuran, Çanakkale Boğazı’nın korunmasını sağlayan bu gemi uzun yıllar boyunca kuru yük gemisi olarak kullanılmış.
Jilet yapımı için fabrikaya gideceği, yani yok edileceği bir zamanda Tarsuslular tarafından alınıp bu şehre getirtilmiş. Gemiyi ziyaret ettikten sonra Kayseri yönüne gidecek olan hocalarımla vedalaştık. Ben de Mersin yönüne giden bir dolmuşa binip merkeze geldim.
Tarsus’tan çok etkilendim. Tarsus’a o yüzden “Tarihin Üzerinde Yükselen Şehir” demeyi uygun buldum.
Şahmaran efsanesinin de bu şehirde geçtiği ifade edilir. Ben bu seyahatim esnasında birkaç arkadaşımla bu konu üzerinde konuştum. Fakat 2019 senesinde Yusuf Kaça adlı bir öğrencim bu konuda bir derleme yapıp bana getirmişti. Bu derlemeye, Tarsus notlarını zenginleştirmesi adında burada yer vermek istiyorum:
“Evvel zaman içinde bir ülkede bir çocuk yaşarmış. Bu çocuk iyi kalpli ve çok zeki birisiymiş. Bir gün ormanda giderken büyük ve derin bir çukura düşmüş. Çukurda bir sürü yılan varmış. Yılanlar çocuğun üzerine doğru gelmeye başlamış. Çocuk korkuyla bağırmaya ve ağlamaya başlamış. Yılanlar bir anda durmuş. Arkalarında Şahmeran adlı yarı yılan yarı dişi insan birleşimi bir varlık çıkmış. Bu yılanların hükümdârı imiş. Şahmeran çocuğa korkmamasını söylemiş. Çocuğu yanına almış. Onu korumuş ve beslemiş. Aradan yıllar geçmiş. Çocuk yeraltından çıkıp hükümdârın hizmetçisi olmuş. Bu arada sık sık Şahmeran’ı ziyaret edermiş. Bir gün hükümdâr hastalanmış. Memleketteki bütün hekimler seferber olmuş. Fakat hükümdârı iyileştirememiş. Bu hükümdârın kötü kalpli bir veziri varmış. Vezir hükümdara Şahmeran adında bir yarı yılan yarı insan bir varlığın olduğunu, onu etini yerse iyileşeceğini söylemiş. Hükümdar da vezire Şahmeran’ı bulmayı emretti. Vezir çocuğun Şahmeran’ın yerini biliyordu. Çünkü daha önce ormanda onu takip etmiş ve Şahmeran’ın yanına gittiğini anlamıştı. Vezir bir gün askerlerle birlikte Şahmeran’ı yakalayıp hükümdarın yanına götürdü. Ama Şahmeran’ın etinden nasıl istifade edeceklerini bilmiyordu. Vezir çocuğu yanına çağırdı. Şahmeran çocukla konuşup etini hükümdara yedirmesini, suyunu da vezire içirmesini söyledi. Bundan sonra çocuğa “Benim öldüğümü hiçbir yılana söyleme. Eğer benim öldüğümü yılanlar duyarlarsa her yeri yakıp yıkarlar.” der. Çocuk Şahmeran’ın etini pişirir ve hükümdara yedirir. Suyunu da vezire içirir. Vezir hemen ölür. Çünkü Şahmeran’ın suyu zehirliymiş. Hükümdar da iyileşir. Ölen vezirin yerine hükümdar çocuğu vezir yapar. Hükümdarın iyileşmesiyle memlekette eğlence düzenlenmiş. İnsanlar kırk gün kırk gece eğlenmişler.”
Sonuçta Tarsus, çok zengin bir kültüre ve tarihe sahip. Buradaki tarihî eserlerin adını bilmekle, duymakla beraber böylesine zengin bir şehir beklemiyordum. Daha gezmediğimiz, vakitsizlikten göremediğimiz yerler de oldu. Belki bir gün bir başka ziyaret vesilesiyle oraları da görürüm. Bu şehrin kültürü ciltlerce kitabı doldurur. Şehirle ilgili yaptığım kısa bir araştırmada birçok yayına tesadüf ettim. Umarım bu şehir sahip olduğu kültürüyle bir açık hava müzesi hâline getirilir ve geçmişe yolculuğun keyifli bir merkezi hâline gelir.
[1] Orhan Yavuz-Mevlüt Gülmez, Manzum İlk Ashâb-ı Kehf Kıssası, Palet Yayınları, Konya 2015, s. 23-29.
[2] Orhan Yavuz-Mevlüt Gülmez, Manzum İlk Ashâb-ı Kehf Kıssası, Palet Yayınları, Konya 2015, s. 16.