Ümit İNATÇI
Günümüzde aptallık sadece bir zaaf değil, bilinçli ya da yarı-bilinçli bir direniş biçimidir. Ama bu, hakikate, bilgiye veya insani gelişime karşı bir direniştir. Burada “aptallık” artık pasif bir durum değil, aktif bir benlik kurgusudur: “Ben değişmeyeceğim, çünkü kim olduğumu biliyorum.”
“Aptallar hallerinden memnundurlar, fakat saldırıya da hazırdırlar, saldırıya geçtiklerinde, en kötü insanlardan çok daha tehlikelidirler…” Nazi Almanyası’nda yaşamış teolog Dietrich Bonhoeffer’in sözleridir bunlar. Aptallıkla mücadele edebilmek için önce onun doğasını anlamaya çalışmanın gerekli olduğunu savunuyordu. Ona göre aptallık, bir zekâ problemi değil, ahlaki bir problemdi.
Aptallık “bir zekâ eksikliği değil, ahlaki bir zafiyet” olarak tanımlandığında, onu sıradan bir “cehalet” ya da “bilgisizlik” halinden ayırmış oluruz. Toplumsal etkileriyle birlikte düşündüğümüzde ise, aptallık artık sadece bireysel bir sorun değil, organize bir tehlike halini alabilir.
Bozhoeffer, Nazi rejimi altında yaşadığı dönem boyunca, halkın büyük kısmının neden bu kadar kolayca yönlendirildiğini, neden zulme ses çıkarmadığını anlamaya çalışmıştı. Ona göre: “Aptallık, eleştirel düşünme yetisinin felce uğramasıdır. Aptal insan, rasyonel argümanlarla ikna edilemez çünkü o, gerçeğe değil duyduğu slogana, “otorite”den gelen bilgiye göre hareket eder”. En tehlikelisi ise, aptal insanın kendi durumunun farkında olmaması ve bu durumda olmaktan memnuniyet duymasıdır.
Aptallık bireysel bir eylem olmaktan çıkarak kitlesel hale geldiğinde, kaçınılmaz olarak ortaya çıkacak olan refleks şudur: Toplumsal İtaatkârlıkla insanlar sorgulamadan, otoritenin buyruğuna boyun eğmeye başlarlar. Bu, faşizmin ve totaliter rejimlerin yükselişinde belirleyicidir. Düşünen, sorgulayan insanlar hedef alınır. Akademisyenler, gazeteciler, sanatçılar, hatta bilim bile “şüpheli” hale gelir. Saldırganlık ve Linç Kültürü etkinleşir. Aptal yığınlar, fikirlerle tartışmak yerine onları ifade eden kişilere saldırmayı tercih eder. Çünkü fikri kavrayamaz, sadece tehdit olarak algılar. Gerçek bilgi yerine, duygusal tatmin sağlayan uydurma hikâyelere sarılırlar. “Her şeyi bilen ama hiçbir şey anlamayan” kitleler oluşur.
Bonhoeffer’in vurgu yaptığı yer burası: “Aptallık ahlaki bir tercihtir.” Çünkü insan, düşünme özgürlüğünü başkasına teslim ettiğinde, kendi aklını ipotek ettirmiş olur. “Ben bilmem, büyüklerim bilir” demek; sadece akılsızlık değil, aynı zamanda sorumluluktan kaçıştır. Ahlakî olgunluk, gerçeği aramak ve bunun risklerini üstlenmekle mümkündür. Aptallık ise konforlu ve pasiftir.
Günümüzde aptallığın yansımalarına baktığımızda özellikle de sosyal medya çağında, aptallık daha da hızlı yayılıyor; çünkü bilgi, doğruluğu sorgulanmadan dolaşıma giriyor. Herkesin fikri eşitmiş gibi davranılıyor ama bu, gerçeğe değil, “kime inanmak istersin?” sorusuna indirgeniyor. Aptallık algoritmalarla destekleniyor: Ne kadar öfkelendirirse, o kadar yayılıyor.
“Ne yapmalı?” sorusu bu aşamada ontolojik kaygı açısından yaşamsal bir alana dikkat çekiyor. Elbette ki her zaman dile getirildiği gibi eleştirel düşünmeyi teşvik etmek gerekir. Bu eğitimle başlar ama sadece okulda değil, evde, sokakta, sanatta da devam eder. Aptallığın teşhir edilmesi, küçümseyici değil ama yapıcı şekilde yapılmalıdır. Sessiz kalmak ona alan açmak olur. Ahlakî cesaret geliştirilmelidir. Çünkü çoğu zaman insanlar bildiklerinin tersine davranır; çünkü korkarlar.
Gerçekten de “aptallık” — ya da daha felsefi bir dille söyleyecek olursak: “aklın gönüllü inkârı” insanlık tarihinin en eski ve en derin yaralarından biridir. Kadim filozoflardan modern düşünürlere kadar birçok isim bu meseleye farklı açılardan dokundu. Aptallığın ontolojisi ve “ne’lik meselesi” açısından bakacak olursak “Aptallık nedir?” sorusu, sadece bir hakaretin değil, insan doğasının ve aklın sınırlarının da sorgusudur.
Sonuçta sözünü ettiğimiz ve anlamaya çalıştığımız aptallık, insan özgürlüğüne karşı bir insan karakteriyle örtüşür. Felsefi açıdan baktığımızda aptallık bilgi eksikliği değil, “bilgiyi kullanma isteksizliği”dir. Doğuştan değil, tercih edilen bir varoluş halidir. Sadece bireyi değil, toplumu da çürütür, çünkü düşünmeyen bireyden sorumlu yurttaş çıkmaz.
Aptallığın günümüzde yalnızca bir zihin tembelliği değil, bir varoluş biçimi, bir kimlik zırhı haline geldiğini söylemek mümkün. Üstelik bu zırh, teknolojik ilerleme ve bilgi çağının tam ortasında “ideolojik bir sığınak” işlevi görüyor. Aptallık bir direnç formu haline geldi. Günümüzde aptallık sadece bir zaaf değil, bilinçli ya da yarı-bilinçli bir direniş biçimidir. Ama bu, hakikate, bilgiye veya insani gelişime karşı bir direniştir. Burada “aptallık” artık pasif bir durum değil, aktif bir benlik kurgusudur: “Ben değişmeyeceğim, çünkü kim olduğumu biliyorum.” Ama bu bilgi, kendi cehaletine duyduğu güvene dayanır.
Şu dijital çağda bilginin değil de hala seçici algının bir gerçeklik olarak kabul gördüğü doğrulanabiliyorsa dijital çağın aptallığından bahsetsek tuhaf olmaz. Teknolojiyle birlikte bilgiye erişim kolaylaştı, evet. Ama bu, anlama kapasitesini artırmadı. Çünkü bilgiye erişmek demek anlamak, analiz etmek, sorgulamak demektir. Öyle olmadığı ortada…
—————————————-
Kaynak:
https://t24.com.tr/yazarlar/umit-inatci/ahlaki-bir-tercih-olarak-aptallik,50972