Ülkücülerin dekültürasyonu: Cumhur ittifakı tabanının sosyokültürel değişimi (2018-2025)

Hatırat yazımı, demokratik katılım ve sivil denetim mekanizmalarının güçlendirilmesi açısından da kritik bir öneme sahiptir. Ancak Türkiye’de devlet adamlarının ve kamu görevlilerinin anı yazma geleneği yeterince yaygınlaşmamıştır. Bu durum, maşerî belleğin oluşmasında önemli eksikliklere yol açmaktadır.

Hatırat türü, tarih boyunca hem edebiyat tarihinin hem de tarih biliminin önemli kesişme noktalarındandır. Bu yönüyle hatıratlar, tarih metodolojisinde ikincil kaynaklar olarak değerlendirilir. Kişisel deneyimlerin objektif tarihsel olaylarla iç içe geçtiği hatıratlarda, yazarın yaşadığı dönemin politik, sosyokültürel atmosferi, yazanın perspektifinden yansıtılır. Özellikle devlet adamlarının ve kamuda önemli görevler üstlenmiş kişilerin anıları, sadece kişisel hikâyeler değil, aynı zamanda bir dönemin siyasi tarihine ışık tutan belge niteliği taşır. Hatırat yazımı, demokratik katılım ve sivil denetim mekanizmalarının güçlendirilmesi açısından da kritik bir öneme sahiptir.

Ancak Türkiye’de devlet adamlarının ve kamu görevlilerinin anı yazma geleneği yeterince yaygınlaşmamıştır. Bu durum, maşerî belleğin oluşmasında önemli eksikliklere yol açmaktadır. Toplumu etkileyen karar alma süreçlerinin arkaplanının bilinmemesi, gelecek nesillerin geçmiş deneyimlerden yeterince yararlanamaması ve demokratik kültürün gelişiminde aksamaya yol açabilir. Dünya ölçeğinde önemli isimlerden Churchill’in “İkinci Dünya Savaşı” serisi, C. de Gaulle’ün “Anılar” eseri veya Henry Kissinger’in “Beyaz Saray Yılları” kitabı gibi örnekler, devlet adamlarının anılarının hem tarihî belge hem de edebi eser olarak nasıl değerli katkılar sunabileceğini göstermektedir.

RTÜK GÜNLÜĞÜ

Kamuoyunun ilgi alanındaki Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’nda 6 yılı Başkanlık makamında olmak üzere 10 yıl görev yapan Prof. Dr. Davut Dursun’un “RTÜK Günlüğü” adı ile İlke Yayınları arasında yayınlanan eseri, önemli bir kamu kurumunda sorumluluk alan bir ismin anılarını içermesi ile hatırat türü ile ilgili yukarıdaki tüm değerlendirmelere uygun veriler sunmaktadır. Dursun’un yaklaşık 600 sayfalık eseri RTÜK’ün kamuya yansıyan faaliyetleri yanında, kurumiçi ilişkiler yönünden ancak ilgililerinin ilgilenebileceği ayrıntılar ile dolu bir Günlük olarak tasarlanmıştır. Eserin vücud bulmasında Dursun’un RTÜK görevine başladığı 2005 yılından itibaren kayda aldığı notları etkili olmuştur. Prof. Dr. Davut Dursun’un anı kitabında ismim üç yerde anılmıştır. Bunların bir tanesi kamudaki ilaç yolsuzluklarının yansıması nedeniyle kurumda ortaya çıkan bir soruşturma süreci nedeniyle bütün kamuoyunu ilgilendirmekle beraber ben bu yazımda bambaşka bir konudan söz edeceğim. 23 yıl süre ile görev yaptığım kurumdaki hekimlik görevim dışında, Prof. Dr. Davut Dursun ile bir sohbetimizden hareketle 10 yılı aşkın süredir organik hal alan AK Parti-MHP ilişkisinin bugüne yansıyan -ve hatta yarınlara uzanması muhtemel- etkilerini ele alacağım.

MİLLİYETÇİ-MUHAFAZAKÂR SOSYOLOJİ

Bir sosyal bir bilimler akademisyeni olması yanında Kanal7 televizyonu, Yeni Şafak gazetesi başta olmak üzere basın-yayın organlarında yazı ve mülakatları ile ülke hakkında kafa yoran bir aydın olan Prof. Dr. Davut Dursun’u RTÜK’teki görevine başlamasından önce de ismen tanıyordum. Bazı köşe yazılarını önemli bulmam nedeniyle arşivleyerek özel dosyalarıma aldığım da olmuştu. RTÜK’deki görevinin ilk günlerinde yaptığım ilk protokol ziyareti görüşmemizde kendisine “Kafkasya’dan Anadolu’ya Göçler” adlı ilk kitabımı da imzalamıştım. İlk döneminde sadece üye sıfatı ile görev aldığı RTÜK’deki mesaisinde bu şekilde bir ilişkimizin başlaması benim için değerli olmuştu. Zaman zaman bir çay sohbeti kıvamında devam eden görüşmelerimizde bir gün Davut Dursun, bir kamuoyu araştırması dosyasını çıkardı ve araştırmanın bir sayfasını uzatarak “Doktor bey, şu grafikteki bir konuyu özellikle yorumlamanı istiyorum” dedi. Uzattığı sayfaya bakınca Metropoll Araştırma Şirketi’nin AK Parti için yaptığı bir araştırma raporundan bir sayfa olduğunu anladım. Grafiğin içeriğini açıklayan başlık şu ibareyi içeriyordu: “AK Parti Seçmen Kitlesinin Eğilimleri”. İlk bakışta anladığım kadarı ile grafik 2003 seçimlerinde AK Parti için oy kullanmış kitlenin siyasi eğilimlerini göstermek üzere hazırlanmıştı. Prof. Dr. Davut Dursun, “Özellikle ülkücü kitlenin AK Partiye yönelme nedenlerini yorumlamanı rica ediyorum” deyince bu konuda ciddi bir yorum yapabilmek için birkaç gün izin istedim.

Rapor istatistiği sütunlar halinde tertip edilmişti ve AK Parti seçmen kitlesini siyasi eğilimlerine göre tasnif ediyordu: Milli Görüşçüler, Atatürkçü-Milliyetçiler, Ülkücüler, Sol Görüşlüler, Diğerleri. Davut Dursun’un benden özellikle ülkücülerin AK Parti seçmeni içerisinde % 8 oranında bir karşılığı olduğunu yorumlamamı istemesi, benim iyi bildiği ‘ülkücü aydın’ olma niteliğim ile ilgiliydi. İlginç bir nokta kendilerini Atatürk Milliyetçisi olarak tanımlayanların AK Parti seçmenleri arasında yaklaşık % 25’lik önemli bir oranla Milli Görüş kökenlilerin hemen ardında yer alması idi.

İ’LÂ-YI KELİMETULLAH İÇİN CUMHUR İTTİFAKI

Son on yıldır neredeyse organik hale gelen AK Parti-MHP ilişkisinin seçmen bazında çok eskilere uzandığını göstermek için bu anımı paylaşmak istedim. 20 Şubat 2018 tarihinde kamuoyuna açıklanan ve AK Parti ile MHP arasında kurulan seçim ittifakı olarak şekillenen Cumhur İttifakı ile bu durum resmen tescil edilmişti. MHP Lideri Devlet Bahçeli, 30 Kasım 2017 günü katıldığı bir TV yayınında ittifakı önündeki bir peçeteye çizerek anlatmış ve “Adına ‘Cumhur İttifakı’ diyelim” sözleriyle adını koymuştu. İttifak Manifestosu olan kuruluş açıklamasındaki şu satırlar ittifakın ideolojik temelini tarif ediyordu: “Cumhur İttifakı, Türkiye’yi hedef alan saldırılar karşısında parti çıkarları ve günlük siyaset hesapları yapmaksızın ortak bir duruş ortaya koymaya ve Türkiye’yi zayıflatarak uluslararası operasyonlara açık hale getirmeye yönelik her türlü faaliyetin karşısında yer almaya kararlıdır. Bu kararlılık ve işbirliği ile ittifakımız Türkiye’yi bölgesel güç ve lider ülke yapacak 2023 hedeflerini gerçekleştirmenin yanı sıra, İ’la-yı Kelimetullah uğruna asırlarca dünya barışının ve adaletinin teminatı, İslam âleminin ve bütün mazlum milletlerin yegâne ümidi olan Türkiye’yi küresel bir güç haline getirecek, 2053 ve 2071 vizyonun alt yapısını adım adım inşa edecektir.”

DEKÜLTÜRASYON

Resmen ilanı üzerinde yaklaşık 8 yıl geçen Cumhur İttifakının özellikle milliyetçi-muhafazakâr duyarlılığı ile tanınan Türkiye coğrafyasında iki partinin tabanlarını etkilemesi kaçınılmazdı. Bu durum çeşitli kamuoyu araştırmalarıyla ortaya konduğu gibi iki parti kitlesinin tabanda yakınlaşması ile sonuçlanmıştı. Bu sürecin halen de sürdüğü söylenebilir. Milliyetçiliğin egemen olduğu MHP kitlesinde muhafazakârlaşma eğilimi yükselirken, Türklük konularından ısrarla uzak durma geleneğinin varisi AK Parti etkinliklerinde “elleri ile kurt işareti yapan sarkık bıyıklı gençler” kamera kadrajlarına sıklıkla girer olmuştu. Bu gençlerin teşkil ettiği kitle Türk milliyetçiliği bilinci açısından milliyetçi-ülkücü tabanının en cahil kesimidir. (Burada rahmetli Ecevit’in 1970’lerin milliyetçi/ülkücü gençliğini kastederek sarf ettiği, o yıllarda hiç ama hiç hoşlanmadığımız ‘lumpen proleterler’ yaftalamasını şimdi gülümseyerek hatırlıyorum.) Çoğunun Ziya Gökalp’in Türkçülüğün Esasları’ndan da, S. Ahmed Arvasi’nin Türk-İslam Ülküsü külliyatından da -ve hatta Atsız’ın Bozkurtlar’ından da- haberleri yoktur. Sosyoloji bilimi bu durumu dekültürasyon (kültürsüzleşme) olarak tanımlamaktadır. Prof. Dr. Kemal Üçüncü’nün literatüre kattığı terimle “dürümcü” ve “sert tokalaşmacı” olarak nitelendirdiği bu kitlenin çoğunluğunun, AK Parti’nin doğal tabanı olan Millî Görüş geleneğinden ağzı dualı dedelerin ‘asi torunlar’ı, namazında/niyazında babaların ‘maço oğullar’ı olduğunu anlamak için çok derin sosyolojik okumalara gerek yoktur. Bu taban akışı nedeniyle MHP içerisinden 2015’den bu yana ayrılan nitelikli siyasi ekiplere rağmen MHP’nin hatırı sayılır bir oy kaybı yaşamamasını kamuoyu araştırmaları AKP tabanından hatırı sayılır bir gençliğin MHP’ye yönelişi ile açıklamaktadırlar. Ülkü Ocakları Genel Başkanı Doç. Dr. Sinan Ateş’in 30 Aralık 2023 günü bir Cuma namazı çıkışında ihale kendilerinde kalan bir kriminal organizasyon tarafından pusu kurularak öldürtülmesi toplumdaki “delikanlı ülkücü” imajını derinden sarsmıştır. İçlerine sinmeyen pek çok olguya rağmen ülkücü hareket içerisinde kalmaya devam eden son aydınlar da bu cinayet sonrasında yollarını ayırmak mecburiyeti hissetmişlerdir. Ülkücü kitlenin dekültürasyonu, ‘gelmiş geçmiş en kültürlü Ülkü Ocakları Başkanı’nın Ankara’nın ortasında katledilmesini kabullenemeyen az çok kültürel edinimi olan isimlerin de yollarını ayırmaları ile yavaşlatılmaz bir hız kazanmıştır.

Ülkücülerdeki bu kültürel deformasyona karşılık, iktidarın dünya konjonktürünün de zorlaması ile Azerbaycan ve Türkistan Cumhuriyetleri ile daha yakından ilişkiler geliştirmek zorunda kalması sonucunda “Pseudo-Turanist” (=sahte Turancı) bir eğilim, AK Parti tabanında belirginleşmeye başladı. Bu sızmanın doruk noktası Azerbaycan’da yapılan bir Türk Devlet Başkanları zirvesinde Erdoğan dâhil salondaki AK Parti önde gelenlerinin değerli Türkistan sanatçısı M. Sabir Karger’in gerçek Turancı çevrelerin popülerleştirdiği “Anayurt Marşı” olarak bilinen parçaya Azerbaycan’ın görkemli sanatçısı Azerin seslendirirken tuttukları tempo idi:
“Özbek Türkmen Uygur Tatar Azer … bir boydur.

Karakalpak Kırgız Kazak … bunlar bir soydur”

CUMHUR İTTİFAKININ GÜNCEL SINAVI

22 Ekim 2025 tarihinde MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin grup toplantısında prompter ekranına yansıtılan satırları okurken zorlanarak -ve normalin ötesinde bir ses tonu ile adeta haykırarak- terör örgütü PKK elebaşı A. Öcalan’a yaptığı çağrı ile başlayan süreç, bugüne kadar aksasa da, yalpalamalara uğrasa da bugüne kadar ağır aksak gelen Cumhur İttifakı’nın önündeki son sınavdır. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın iki kez Cumhurbaşkanı seçilmesi gibi kritik süreçleri hasarsız atlatan Cumhur İttifakı’nın tabanındaki Türk milliyetçilerinin ortaya çıkan manzaralardan rahatsızlıklarının sosyal medyadaki yansımalarını dikkatle izliyorum.

2000’lerin ilk on yılındaki ideolojik formasyonu güçlü MHP tabanındaki Türk milliyetçisi aydınların son 10 yıldır İyi Parti, Zafer Partisi ve -son olarak kurulan- Anahtar Partisi yönünde seyreden aidiyet değişiminin bu defa çok daha şiddetli olarak gerçekleşmekte olduğu görülmektedir. Başta Milli Egemenlik Platformu olmak üzere sosyal medyada bir araya gelen Türk milliyetçisi aydınların açıklamaları da bu kapsamda değerlendirilmelidir. TBMM’de teşkil edilen Komisyonun kelimesi kelimesine yayınlanacağı Numan Kurtulmuş tarafından ilan tutanaklarına yansıyacak bölücü talepler ve bu talepler karşısında MHP’li dört komisyon üyesinin sergileyeceği tavır, verilmesi gereken yanıtlar milliyetçi-ülkücü seçmen kitlesinin tercihini netleştirmesinde etkili olacaktır. 2005 yılında Prof. Dr. Davut Dursun’un “Nasıl izah edebiliriz?” sorusu ile gündemime giren ve bir daha çıkmayan AK Parti-MHP seçmen kitlesi arasındaki yer değiştirmelerin Türk siyasetinin yakın geleceğinde depremlere yol açacak fay hatlarının kırılma habercisi sarsıntılarını şimdiden hissediyorum. Bakalım işin sonu nereye varacak?

https://www.karar.com/gorusler/ulkuculerin-dekulturasyonu-cumhur-ittifaki-tabaninin-sosyokulturel-degisimi-1984064?fbclid=IwY2xjawMPEtBleHRuA2FlbQIxMABicmlkETFUSHY5RmdnS3pzWVREaUN0AR64d6bul6WijR1RrWEY1YVrDwRE2b50sCr09OKCBboIT6JlHEw88UUfeStoPA_aem_1L7Y114dbI9JljEn_P5jHA sayfasından alınmıştır.

Yazar
Hayati BİCE

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2025

medyagen