Evet, Amerika Birleşik Vilâyetlerinin başkanı Trump, Cennet’e gitmek istiyormuş, medya bunu yaydı. USA’yı, akıllının biri, dilimize, “Amerika Birleşik Devletleri” diye -yanlış olarak- aktarmış, şimdi, doğrusunu yazdığımızı yadırgayan düşünce özürlüler çıkacaktır. Başında governor (vâli) olan “state”in; “devlet” olmadığını, devlet başkanına İngiliz gâvurcasında “president” denildiğini düşünmezler, “uydum kalabalığa” diye devam ederler.
Düşünme özürlüler, “İngiliz gâvurcası” denilmesini de yadırgayacak, hattâ, böyle diyeni, kafalarındaki birtakım mevhûm (vehim ürünü) kavramlardan birine oturtacaklardır. “Gâvur”; “kâfir” kelimesinin, halk ağzındaki şeklidir. Kâfir, “örten, yâni, apaçık İslâm gerçeğini örten, tanımayan, inkâr eden” demektir. “Keffâret” de aynı kökten gelir ve “çok örten” demektir, bir günah işlendiğinde, onu örtmesi, silmesi, o günahın affedilmesi için yapılan işe denir.
Mason Mustafa Reşid Paşa’nın, hayranı olduğu emperyalistlerin dikte ettiği hususları, 16 yaşındaki Abdülmecid’e gizli oturumlarla benimsetmesi sonucu ilân edilen Tanzîmât (1839) depreminin artçısı olan İslâhât (1856) Fermânıyla, “gâvura, ‘gâvur’ demek”, YASAK edildi. O zamandan kalma bir karikatür vardır: Bir gayrımüslim, kendisine gâvur diyen bir müslümandan şikâyetçidir.
Karakol görevlisi: “-hâlâ anlatamadık mı, artık gâvura gâvur demek yasak!” demektedir.
O fermanın hükmünün kalkması üzerinden 170 yıla yakın zaman geçtiği hâlde, zihinlerdeki hükmü devâm etmektedir. Duruş sâhibi Müslüman, hakaret kasdı olmaksızın, kâfirler (İslâmı tanımayanlar, inkâr edenler) için, pek âlâ, kâfir veya halk ağzındaki söylenişiyle gâvur kelimesini kullanır. Bu pür taksîr abd-i âciz de, duruş sâhibi bir Türk olarak, hakaret kasdı olmaksızın, bir niteliklerini, vasıflarını hatırlatmak üzere, küfürde kalmış olanlara gâvur, dillerine de gâvurca diyorum, öyle de yazıyorum, bütün dostlara da tavsiye ediyorum: ‘duruş’ kazanırlar, kimliklerinin farkına, bilincine varırlar.
***
Donald Trump’ın dileğine gelince:
Gerçi Hayrettin Karaman gibi bâzı modern ilâhiyatçılar, mensûh (nesh edilmiş, hükmü kaldırılmış) olan {Bakara (2) Sûresi 62.} ve {Mâide (5) Sûresi 69.} âyetlerine bakarak Ehl-i Kitâbın (Yahûdî ve Hristiyanların) Cennet’e girecekleri görüşünde iseler de, bu âyetler, {Âlu ‘İmrân, (3) Sûresi 85.} “Kim İslâmdan başka bir dîn ararsa, ondan asla kabûl edilmeyecek ve o, Âhirette hüsrana (büyük zarâra) uğrayanlardan olacaktır” âyeti ile nesh edilmiş, bu âyetlerin hükümleri kaldırılmıştır.
Hazreti Muhammed Aleyhis Selâm’a, Veda Haccı arefesinde, Arafat’ta vahyedilen Bugün dîninizi (hükümleriyle) kemâle erdirdim, size nimetimi tamamladım, sizin için dîn olarak (hayat tarzı olan) İslâmı seçtim) (Mâide {3} Sûresi 3.) âyeti ile durum, hüküm mühürlenmiştir.
İnsanların En Doğru Sözlüsü, Son Peygamber Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyurmuştur ki: “Muhammedin ruhu (mânevî) elinde olana (Allaha) yemin olsun ki, Yahûdî ve Hristiyanlardan, kim benim hakkımda işitmiş (haberi) olup da benimle gönderilen Mesaja (İslâma) inanmaksızın ölürse Cehennemliktir” (Muslim, Sahîh, Kitâbul îmân, c. I, Nu. 240.)
İlgili âyetlerden bâzılarını hatırlamak, işin ciddiyetini anlatır:
“Allah, ‘üçün üçüncüsüdür’ (üç ilâhtan biridir) diyenler, kesin olarak kâfir olmuşlardır” (Mâide {3} Sûresi 73. âyet).
(Günümüz Hristiyanlığında, teslîs {üçleme/üçlü Tanrıya inanma} esastır. İslâmda tevhîd{birleme: Lâ ilâhe illallah: {Allahtan başka ilâh yoktur} esastır.
“O küfre sapanlara gelince: onların malları da, evlâtları da, Allah’ın azâbına karşı kendilerine asla fayda vermeyecektir. Onlar, ateş ehli (cehennemlik)dirler; onlar, hep orada kalacaklardır. (Âlu ‘İmrân {3} Sûresi, 116. âyet).
***
Cennet sözünün, kavramının kaynağı, çıkış noktası: dîn.
Peki, HANGİ DÎN GERÇEK?
İnsanlar, hangisine uymalı?
Yahûdîlik mi? Hristiyanlık mı? Budizm mi? Hinduizm mi? Mecûsîlik mi, Şinto dînî mi? (dîn görevlisi olmadığı için, onları, Yaratıcı ile insan arasında engel gören mânevî şaşı, bulanık zihinli bâzı çağdaşlara göre, bu, japonların dîni, en iyisi!) yoksa İslâm mı?
Üzerinde yaşadığımız Yerküre, Dünya, 24 saatte bir, kendi çevresinde DÖNDÜRÜLÜYOR. Okulda yanlış olarak öğretildiği gibi, “dönmüyor”; döndürülüyor. Bu, dağlar, kayalar, topraktaki ağır mâdenler, kendi kendine karar verip de NASIL dönecek?
DÖNDÜREN var:
“Şüphesiz, göklerin ve Yerin yaratılışında, GECE ile GÜNDÜZÜN birbiri ardınca gelişinde, insanların yararı için denizde giden gemilerde (suya kaldırma gücünü veren KİM? İnsanın düşünmesi gerek!) Allah’ın, gökten indirip onunla, öldükten (kuruduktan) sonra toprağı dirilttiği suda … düşünen kavim için (Allah’ın varlığına ve birliğine) nice deliller vardır” (Bakara {2} Sûresi, 164. âyet).
İnsanın üzerinde yaşadığı toprak, kışın ölü durumunda. Baharda (Dünyanın ekseni dik olsaydı, mevsimler olmayacaktı) toprağa hayat veriliyor, gökten su indirilince toprak canlanıyor, ürün veriyor, insan ve hayvanlar besleniyor.
“İnsan, kendisinin kemiklerini bir araya toplayamayacağımızı mı sanıyor?
Evet, onun parmak uçlarını bile (en ince ayrıntısına kadar) düzenlemeğe Kaadiriz” (Kıyâmet {75} Sûresi, 3 ve 4. âyetler).
Bilindiği gibi, hiç kimsenin parmak izi, başka birininki gibi değil.
İnsanı meydana getiren, yâni YARADAN var; insanın, üzerinde yaşadığı Yerküreyi kendi çevresinde 24 saatte bir defa, güneş çevresinde yılda bir defa döndüren de O.
İnsanın bu Yerküre üzerinde hayat sürmesi için, her şeyi hazırlayan, düzenleyen de O.
Peki, insanı Yaratmış Olan, onu, başıboş, kendi hâline mi bırakmış?
Asla! İnsanlara, her kavme, her zaman Peygamber göndermiş. Gönderdiği Peygamberler vasıtasıyla, insanın nasıl yaşaması gerektiğini, kutlu kanunlarını bildirmiş. “Semâvî dinler” deyimi yanlıştır; semâvî bir tek dîn vardır, o da: Allahın kutlu buyruklarına uyma, teslîm olma demek olan İslâmdır.
Peygamberlerin HEPSİ, İslâm Peygamberidir. İnsanlar, sonradan, Son Peygamberlerden Musa Aleyhis Selâm’ın tebliğ ettiği İslâm’ın o çağdaki safhasına Mûsevîlik demişler, İsâ Peygamberin tebliğ ettiği dînin, yâni İslâmın o çağdaki safhasına Îsevîlik/Hristiyanlık adını vermişler. Önceki Peygamberler, belli bir kavme gönderilmiş, son Peygamber Muhammed S.A.V. ise, bütün insanlara ve cinlere gönderilmiştir. (Cinlerin de Müslüman olanı, kâfir olanı vardır.)
Bir önceki Peygambere bakalım:
Hz. İsâ Aleyhis Selâm, Âramca konuşurdu, elde Âramca İncil YOK. Yâni, O’nun tebliğ ettiği İncîl yok.
İncîl olduğu iddia edilen en eski kitaplar, Hz. İsâ’dan 80 sene, 100 sene sonra; İbranca, Eski Yunanca, Latince olarak yazılmış. 325 yılında İznik’te toplanan Konsey’de, İncîl olduğu ileri sürülen 72 aded kitaptan 4 tanesi kabûl edilmiş:
Marko’ya göre,
Matta’ya göre,
Luka’ya göre,
Yuhanna’ya göre olmak üzere, 4 aded İncîl olarak kabûl edilen kitap var!
***
Ârâmîlerin başkenti, Urfa’nın BİRECİK ilçesi idi. Şam civârında, hâlâ Âramca konuşan bir topluluğun varlığından söz edilir. Âramîlerde de namâz vardır.
Süryânî dili, Âramî’nin bir lehçesidir. Süryânca, Âramcanın bir lehçesi olduğuna göre, kiliselerinde Süryânî dille ibâdet eden Süryânî vatandaşlarımız, deyim yerinde ise, Avrupadaki, Amerikadaki dindaşlarından “daha Hristiyan”dırlar.
***
Durum böyle olduğuna göre, Donald Trump’ın Cennet’e girebilmesi, vize alabilmesi için, Cennet Sâhibi’nin, Cenneti Yaratıcının SON ELÇİ ile gönderdiği Mesajı, İslâmı kabûl etmesi, benimseyip, içtenlikle kelime-i şehâdet getirerek Müslüman olması gerektiği meydandadır, ortadadır, görmezden, bilmezden gelmek, duruma çözüm değildir. Tabiî, müslüman olunca da, bu dînin gereklerini yerine getirmesi söz konusudur.
Bu arada, biz Müslümanların da sorumluluğu kendini gösteriyor: Müslüman olmayan insanlara İslâmı tanıtmak, anlatmak görevi var. Bu tebliğ işi, yapılageldiği gibi sözle, yazıyla anlatmaktan çok, davranışla, iyi, örnek hareketle olursa daha etkili, verimli olur. Bunun için de, önce, biz müslümanların, kendimize çeki düzen vermemiz gerekmektedir, kendimizi hesaba çekerek daha iyi insan, daha güzel müslüman olmağa çalışma sorumluluğumuz kendini göstermektedir.
Bâzı modern ilâhiyatçıların; Kitap Ehlinin (Yahûdîlerin ve Hristiyanların) de Cennete gireceği yolundaki görüşleri, onlar için iyilik değil, tam aksine, yanlışta, küfürde kalmalarına, İslâma girmeğe gerek olmadığı yanlış görüşüne kapılıp Ebedî Hayatta hüsrâna uğramalarına sebep olacaktır.
Böylece, bâzı modern ilâhiyatçıların zarârı, sâdece kafalarını bulandırdıkları Müslümanlarla sınırlı kalmayıp, arama ihtiyacı duyacak olan gâvurlara da uzanmaktadır.
Hak, Hakîkat (Mutlak Gerçek) hakkında konuşmak, hele medyada kitlelere hitâben konuşmak, yazı yazmak, büyük SORUMLULUKTUR, ateşten gömlektir, bâzıları farkına varmasa da.
*** *** ***
22 Alparslan 2025