Gökhan ERELİ ve Gökhan BATU
İsrail’in “Ateş Zirvesi” (Fire Summit) şeklinde isimlendirdiği saldırı ile Hamas’ın müzakerelerde de aktif rol üstlenen üst düzey kadrosuna yönelik suikast girişimi, 7 Ekim sonrasında Tel Aviv’in müzakere ve rehine dosyasında önemli bir kırılmaya işaret etmektedir. Esasen 7 Ekim sonrasında İsrail iç istihbarat teşkilatı Şin Bet’in eski Başkanı Ronen Bar’a ait bir ses kaydı sızdırılmış, bu kayıtta İsrail’in, Hamas liderlerini dünyanın her yerinde hedef alacağı ifade edilmişti. 31 Ağustos 2025’te ise bu kez İsrail Genelkurmay Başkanı Eyal Zamir, Hamas liderlerinin birçoğunun yurt dışında olduğunu, onları da hedef alacaklarını ifade etmiştir ki Mossad tarafından gerçekleştirilen İsmail Haniye suikastinin aksine Ateş Zirvesi, doğrudan İsrail Hava Kuvvetleri tarafından düzenlenmiştir. Bu saldırı ile İsrail tarafından Katar’daki Hamaslılara dokunulmaması yönündeki itidalin sona erdiği ve bir kırılma yaşandığı anlaşılmaktadır.
Hatırlanacağı üzere 7 Ekim 2023’te, Gazze’ye 251 rehine götürülmüş; geri dönenlerin çok büyük bir kısmı ara bulucular üzerinden yürütülen pazarlıklarla Hamas tarafından bırakılmış, az bir kısmı ise İsrail ordusu ve istihbaratının harekâtıyla geri döndürülmüştür. Gazze’de hâlihazırda bulunan 48 rehineden yaklaşık 20’sinin hayatta olduğu düşünülmektedir. Doha ise rehine pazarlıklarının sürdüğü iki kritik merkezden birisi olmuştur. Diğer önemli müzakere noktası Kahire olmuş, az sayıda görüşme ise Paris’te gerçekleşmiştir. Bu bağlamda ABD, Katar ve Mısır üç ana ara bulucu olarak ön plana çıkan ülkeler olmuştur. ABD ile ilişkileri, Hamas’ın üst düzey yönetiminin Doha’da bulunması gibi etmenler, Katar’ı süreç boyunca doğal bir ara bulucu hâline getirmiştir. Dolayısıyla Katar, rehine pazarlıkları ve takas süreçlerinde aktif olarak rol oynamıştır. Bunun yanı sıra Hamas’a baskı yapılması adına da ciddi bir inisiyatif almıştır. Bu saldırıyla beraber rehine pazarlıklarının devamlılığı büyük oranda baltalanmış, Hamas’ın görüşmelere devam etmesi giderek zorlaşırken Katar’ın ara buluculuk rolü de darbe yemiştir. Burada çelişkili bir nokta olarak altını çizmekte fayda olan husus, yaklaşık üç hafta önce Mossad Başkanı David Barnea’nın müzakereler için bulunduğu Doha’nın İsrail tarafından bombalanmış olmasıdır. Saldırı ile Katar, 7 Ekim sonrasında İsrail’in hedef aldığı beşinci ülke olmuştur.
İçeride ve Dışarıda Stratejik Çıkmazlar
İsrail’in, Doha’da Hamas’ın rehine müzakerelerini yürüten üst düzey yetkililerini hedef alması, Gazze’de süren savaşın geldiği nokta ve buna yönelik uluslararası tepkiler bağlamında değerlendirilebilir. Ancak 8 Eylül 2025’te, Kudüs’te gerçekleşen saldırı ile İsrail’de hükûmetin zor duruma düşmesi ve rehine pazarlıklarının çökmesi sonrası gerçekleşen Ateş Zirvesi, İsrail’in müzakere ve rehine politikasının değiştiğini açıkça göstermiştir.
İlk olarak özellikle İngiltere, Fransa ve Avustralya gibi ülkelerin Filistin’i tanıma yönünde iradelerini belirten açıklamaları, İsrail diplomasisinin bu bağlamda çıkmaza girmesi ile Gazze’de süren savaşın sürdürülebilirliğini giderek zorlaştırmıştır. Bunu müteakiben İsrail hükûmeti, Gazze’deki savaşı kendi ajandasına uygun olarak acilen bitirme yönünde aceleci çabalara girişmiş, Gazze’nin kuzeydeki merkezinin (Gaza City) tamamen işgal etmek için yeni bir harekât başlatmıştır. Buna paralel olarak iç kamuoyunda rehineler konusunda ciddi bir eylemsellik ortaya çıkmıştır. Zira 2023’ün başından beri neredeyse hiç boşalmayan sokaklar, uzun süredir rehineler için hareketlidir. İçerideki bu tepkilerin geliştirdiği rehine hassasiyeti ise harekâtı kısıtlayan temel etmenlerden biri olmuştur. Diğer bir deyişle Gazze’de İsrail ordusunu dizginleyen temel kısıtlılık, Gazzeli sivillerden ziyade hayatta olduğu değerlendirilen 20 civarında İsrailli rehinedir. Bu bağlamda müzakereler için her zaman açık kapı bırakmak zorunda olan ancak Hamas’ın şartlarını kabul etmeyen İsrail hükûmeti bir yandan muhalefetten baskı görmüş öte yandan uluslararası alanda giderek izole olmuştur. Son harekât öncesinde ABD Başkanı Donald Trump’ın çağrısı üzerine Hamas, 2025 Ağustos ortasındaki teklifinin arkasında olduğunu ifade etmiş, Binyamin Netanyahu ise bunun karşısında yeni bir manevra ile anlaşmaktan kaçınmıştır.
Kudüs’te, 6 İsraillinin hayatını kaybettiği son saldırı ise İsrail hükûmeti tarafından rehine meselesinin neden olduğu tepkiselliğin dengelenmesi adına ustaca araçsallaştırılmaktadır. Keza Kudüs saldırısı sonrasında Hamas’ın müzakere heyetinin Doha’da hedef alınması ile müzakereler çökerken İsrail içinde buna dair güçlü bir itiraz yükselemeyecektir. Bu ise Gazze’deki olası yeni rehine kayıplarına dair hükûmetin, sorumluluğunu omuzlarından atması konusunda bir kapı aralamaktadır. Son dönemde İsrail’de Naftali Bennett, Gadi Eisenkot, Yair Lapid ve Yair Golan gibi muhalif isimlerin anketlerde giderek yükseldiği ve ciddi bir oy potansiyeli gösterdiği müşade edilmektedir. Buna karşı Netanyahu Doha saldırısını iç siyasette rehinelerin sorumluluğundan imtina ettiği stratejik bir kaldıraç olarak kullanacaktır.
Gelişmeler ışığında Gazze, Batı Şeria ve sınır ötesi angajmanlarında İsrail’in daha da agresifleşmesi olası görülmektedir. Dolayısıyla İsrail hükûmetinin Gazze’deki ajandasını daha da sert bir cepheden devam ettirmesi önündeki yegâne engel, uluslararası baskılar olacaktır.
Stratejik Akıldan Nobranlığa
Son gelişmeler sonrasında Tel Aviv’in bölgesel güvenlik politikası, 2010’lu yılların ikinci yarısından 7 Ekim’e kadar geçen süreçte değerlendirmeye çalıştığı bölgesel ittifak arayışlarından belirgin bir şekilde ayrışmaktadır. Sert gücü merkeze alan, tehdit dilini, meşruiyet ve ittifak çabalarına tercih eden bir çizgiye oturtan mevcut politika, İsrail’in stratejik caydırıcılığı bağlamında yaşadığı zafiyet karşısında kısa vadeli çözümler sunmaktadır. Ancak uzun vadeli güvenlik çıkarları düşünüldüğünde İsrail’in mevcut politikasının kendi zaaflarını kapatmak adına âdeta birer “yama” işlevi göreceği ve belirgin bir strateji yoksunluğu göstergesi olduğu ifade edilebilir. Keza bütün bölge ülkelerini tehdit eden böyle bir konjonktür, Ortadoğu’da alternatif çözüm arayışlarını beraberinde getirecektir ki önümüzdeki süreçte bölge ülkelerinin silahlanma dinamikleri de bunun en önemli göstergesi olacaktır. Öte yandan İsrail ve ABD ile sorun yaşamak istemeyen rejimlerin, Tel Aviv’in saldırganlığı karşısında ulusal güvenlik çıkarlarının muhafazası adına alanı giderek daralmaktadır. Bu durum İsrail için kısa vadeli çözümler üretme, uzun vadeli sorunlar doğurma şeklinde sonuçlanma potansiyeli taşımaktadır.
Doha’nın Çıkmazı: Ara Buluculuktan Hedefe
İsrail’in 9 Eylül 2025 tarihinde akşam saatlerinde Doha’daki Hamas yetkililerini hedef alan saldırısı ile birlikte Katar, 23 Haziran tarihinin ardından tekrar bölgedeki gelişmeler sebebiyle hedef alınan bir aktör hâline gelmiştir.
İsrail’in Doha’da Hamas heyetini hedef alan saldırısı, ülkenin bölgede temel bir saldırgan devlet hâline geldiğini bir kez daha ortaya koymuştur. Son bir ayda Gazze, Batı Şeria, Lübnan, Suriye, Yemen ve Katar’a yönelik saldırılar İsrail’in uluslararası hukuku sistematik biçimde hiçe saydığını kanıtlamaktadır. Bu tablo, İsrail’in sadece Hamas’la değil, aslında tüm bölgesel istikrar ve diplomasi ile savaş hâlinde olduğunu göstermektedir. Katar açısından bakıldığında saldırı, ülkenin yıllardır inşa ettiği ara bulucu rolünü hedef almakla kalmamış aynı zamanda Hamas ile yürütülen diyaloğun bir “suç” gibi damgalanmasına neden olmuştur. Hamas heyetinin Doha’da bulunması esasen ABD’nin ateşkes girişimleriyle paralel diplomatik adımlar atılan bir sürecin parçasıdır. İsrail’in bu süreci baltalaması, Katar’ı doğrudan çatışmanın içine çekmiştir. Bu noktada Katar-Hamas ilişkileri yalnızca “ara buluculuk” düzeyinde değil, İsrail tarafından “taraf tutma” şeklinde görülmektedir. Doha ise saldırıyı “egemenliğe açık bir ihlal” olarak tanımlamış ve kendi pozisyonunu savunmak zorunda kalmıştır.
Bu durum temelde Katar’ın diplomasi stratejisinde iki yönlü bir etki yaratabilir. İlk olarak Katar, uluslararası alanda İsrail’in saldırıları karşısında bunun hukuksuzluğunu ifade ederek saldırıyı ülke egemenliğinin doğrudan ihlali olarak açıklamaktadır. Bu çerçevede Katar, temelde BM ve bölgesel platformlarda güçlü bir hukuki meşruiyet üretecek ve İsrail’in bölgedeki saldırganlığının kendisinin daha fazla izole olması sürecine dönüştürecektir. Bunun yanında Katar’ın uzun yıllardır inşa ettiği “güvenlik diplomasisi mekânı” imajı saldırılar sonucu zedelenmiş olsa da devam ettirilecek bir imajdır. Fakat 23 Haziran’daki İran ve 9 Eylül tarihindeki İsrail saldırısı sonrası, Katar ateşkes görüşmelerini sürdürebilmek için güvenlik garantileri talep etme ve masayı daha kontrollü şartlarda yeniden kurma gibi seçenekleri zorlayabilir.
Doha-Washington Hattında Kırılma
İsrail’in söz konusu saldırısı sadece Doha’daki Hamas yetkililerine değil, diplomasiye bir saldırı olarak değerlendirilebilir. Katar, “İsrail’in ara buluculuk çabaları ve diplomasiye yönelik saldırısı” teması üzerinden hem Batı hem de Arap kamuoyu içinde birliği sağlamanın yanı sıra saldırının bölgesel istikrar için yarattığı tehlikeyi gündemde tutmak isteyecektir. Bu bağlamda Katar, Arap Birliği ve İslam İşbirliği Teşkilatında destek toplayacaktır. ABD’nin başlangıçta sessiz kalması ve büyükelçiliğinin “shelter-in-place” (yerinizde kalın, dışarı çıkmayın, bulunduğunuz yerde güvenli bir alan bulun) uyarısı yapması, Washington’un pozisyonunu muğlak bırakmış, bu da Katar için güvenlik-siyaset ikilemini derinleştirmiştir. ABD’nin, müttefiki İsrail’i açıkça kınamaması durumunda, Katar’ın Washington ile ilişkilerinde “stratejik dost ama güvenlikte kırılgan” tablosunu ortaya çıkaracaktır. Dolayısıyla Doha bundan sonraki dönemde ABD ile diyaloğunu sürdürürken kendi güvenliğinin göz ardı edilmemesi için daha güçlü baskı unsurları kullanmaya çalışacaktır. Aynı zamanda İsrail’in Katar’a yönelik güvenlik tehdidi, ülkenin ekonomik cazibesi ve diplomatik prestiji üzerinden risk yaratmaktadır.
Burada bir diğer nokta, Katar’ın İsrail ile diyaloğundaki olası kopuştur. Normalleşme sürecine resmî olarak hiçbir zaman katılmamış olan Katar, Hamas ve diğer Gazzeli gruplarla olan ilişkileri nedeniyle İsrail çevrelerinde zaten tepki çekmiştir. Ancak saldırının, Doha’nın aktif diplomasi yürüttüğü bir dönemde gerçekleştirilmesi, İsrail’in Katar’da dokunulmaz bir alan bırakmadığını göstermektedir. Katar’ın dış politikasında Hamas üzerinden gerçekleştirdiği ara buluculuk, ABD ile uyumlu ilişkiler geliştirmesini gerektirirken İsrail açısından -İsrail her ne kadar görüşmelere katılsa da- Katar ile uyumsuz ilişkilerin temel nedeni olarak değerlendirilmektedir.
Doha için temel soru artık şudur: ABD gerçekten Katar’ın güvenliğini garanti ediyor mu, yoksa İsrail’in bölgesel saldırılarını örtülü biçimde onaylıyor mu? Eğer ikinci ihtimal güçlenirse Katar ABD’ye stratejik bağımlılığını sorgulamak zorunda kalacaktır. Çünkü İsrail’in Katar’a saldırısı, diplomasiye değil, doğrudan Katar’ın egemenliğine yönelik bir meydan okuma olarak da değerlendirilebilir.
———————————————-
Kaynak:
https://orsam.org.tr/yayinlar/israilin-doha-saldirisi-diplomasinin-cokusu/