Prof.Dr. Mehmet ÖZ[i]
Türkler, “Türk” adıyla MS 6. yüzyılda kurulan Ötüken merkezli Türk/Türük Kağanlığı, yaygın adıyla Göktürkler ile tarih sahnesine çıkmış bir millet değildir. Çin kaynaklarında, Tü-cüeh/Tukyuların yani Türük/Türk/Göktürklerin atalarının Hiung-nu/Hunlara ve onların da atalarına uzandığı bilgisi vardır. Türk kelimesine benzer kelimelerin Herodot Tarihi dâhil, antik kaynaklarda geçmesi de Türklerin tarihinin MÖ bin yılına kadar uzandığı, arkeolojik kazılar ve benzeri kaynaklardan elde edilen verilerle beş bin yıla uzanan bir ön-Türk tarihinin olduğu da söylenebilir.
Saltanatın kaldırılması üzerine yaptığı konuşmada (1 Kasım 1922), dönemin siyasi konjonktürü hesaba katıldığında, Mustafa Kemal Paşa’nın Türklük âlemi hakkında sarf ettiği şu sözleri son derecede dikkat çekicidir.
“Efendiler! Bu dünya-yı beşeriyette [insanlık âleminde] asgari yüz milyonu mütecaviz [aşkın] nüfustan mürekkep bir Türk millet-i azîmesi [büyük bir Türk milleti] vardır ve bu milletin saha-i arzdaki vüsati [yeryüzündeki genişliği] nisbetinde saha-i tarihte de bir derinliği vardır.”
Türk tarihinin derinliği kadar Türklerin yeryüzünde çok geniş bir alana yayıldıkları gerçeği, günümüz dünyasında yaşanan küresel egemenlik savaşında büyük bir imkânı ama aynı zamanda, dağınıklık ve bu toplulukların bulundukları bölgelerin özellikleri, yayılmacı güçlerin bu bölgeler üzerindeki emelleri vb. sebepler dolayısıyla riskler ve sorunları da barındırıyor.
Rus Çarlığı’nın bilhassa 16. yüzyıldan itibaren hanlıklara yönelik ilhak siyasetinden başlayarak 18. yüzyılın son çeyreğinde Kırım’ın ilhakının ve daha sonra, Rusya’nın yanında Batılı güçler ve Çin’in de devrede olduğu 19. yüzyıldan 20. yüzyıla uzanan sömürgecilik hareketlerinin Türk toplulukları üzerindeki etkileri malumdur. Bunun yanında dört asır, üç kıtada hüküm süren Osmanlı Devleti’nin, özellikle 1774’te Kırım’ın kaybıyla başlayan ve Birinci Dünya Savaşı sonucunda dağılma ile sonuçlanan sürecinde, Balkanlar ve Irak’tan Mısır’a uzanan hattaki toprak kayıpları, bu yörelerde yaşayan Türklerin katliamlardan sağ kalan bir kısmının topraklarını terk etmesine sebebiyet verirken kalanlar da azınlık olarak yaşamlarını sürdürmeye çalışmışlardır.
Bugün, bağımsız devlet olan Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Özbekistan, Türkiye ve Türkmenistan’da çoğunluğu olmak üzere 250-300 milyon civarında Türk yaşamaktadır. Bunun 9-10 milyonu, çoğu Almanya’da olmak üzere diasporada bulunmaktadır. Diasporada Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları dışında Doğu Türkistan Türkleri, Ahıska Türkleri, Kırım Tatar Türkleri gibi çeşitli topluluklardan da soydaşlarımız bulunmaktadır.
Biz bu yazıda, sözde özerk veya federe cumhuriyetlerdeki soydaşlarımızla çeşitli ülkelerde, oranın yerleşik halkı olmakla birlikte azınlık muamelesi görerek yaşayan kardeşlerimizin manzarasına genel olarak bakacağız. Türk Yurdu’nun bu sayısında farklı topluluklar hakkında uzmanların katkıları yer almaktadır.
Özerk cumhuriyet veya bölgelerde yaşayan Türk topluluklarına baktığımızda, şu topluluklar Rusya Federasyonu içinde özerk cumhuriyet statüsünde bulunmaktadır: Altay Türkleri (Altay Cumhuriyeti), Başkurt Türkleri (Başkurdistan), Çuvaş Türkleri (Çuvaşistan Cumhuriyeti), Kafkas, Dağıstan Türkleri (Dağıstan Cumhuriyeti), Hakas Türkleri (Hakasya Cumhuriyeti), Balkar Türkleri (Kabardino-Balkarya Cumhuriyeti), Karaçay Türkleri (Karaçay-Çerkes Cumhuriyeti’ndeki nüfusun yaklaşık yüzde 40’ını oluşturan Karaçaylar, köken itibarıyla Kuman Türklerindendir), Kazan Tatar Türkleri (Tataristan Cumhuriyeti), Tuva Türkleri (Tuva Cumhuriyeti), Yakut/Saha Türkleri (Yakutistan Cumhuriyeti). Bu cumhuriyetlerin bazılarında Rus nüfus epeyce yüksek olsa da genel olarak nüfusun çoğunluğu Türk’tür.
Aslında Ukrayna’ya bağlı olmakla birlikte Rusya’nın 2014’te bir oldubitti ile işgal ve ilhak ettiği Kırım’da yaşayan Tatar Türklerinin ise 1774-1783 arasında başlayan, 1944’te Stalin’in acımasız soykırımı ile devam eden çileli yolculukları, ayrı bir hikâyedir ve bu konu da dergimizin bu sayısında ele alınmıştır.
Bu cumhuriyetler dâhil, Rusya Federasyonu içinde yaşayan diğer Türk topluluklarına baktığımızda Kumuklar, Dolganlar, Sibirler, Şorlar, Terekemeler ile Musevi inancına bağlı Karaylar ve Kırımçaklarla karşılaşırız.
Türkistan coğrafyasının doğu kesiminde ise çoğunluğu Uygurlar olmak üzere 30 milyonun üzerinde Türk nüfusu Çin hâkimiyeti altındadır. Çin Halk Cumhuriyeti’nin baskı rejimi altında Doğu Türkistan’da (“Sinkiang” Uygur Özerk Bölgesi) 30 milyon Türk vardır. Doğu Türkistan dışında, Çin’in değişik bölgelerinde Uygurlar, Sarı Uygurlar, Salarlar, Yugurlar gibi Türk toplulukları mevcuttur.
Bir başka özerk bölge de Moldovya’da Gagavuz Yeri Özerk Bölgesi olup burada Ortodoks Hristiyan inancına sahip 200 bin civarında Türk, varlığını sürdürmeye çalışmaktadır.
Federal devletler içinde özerk bölgelerde yaşayanlar dışındaki Türk topluluklarına baktığımızda, nüfusça en kalabalık ve etkili unsur olarak karşımıza İran Türkleri çıkar. Selçuklular, hatta daha önceki Samanîlerden 20. yüzyıla kadar Türk kökenli hanedanların yönettiği İran’da, Türk unsuru Farslar ile birlikte ülkenin iki ana etnik-millî unsurundan biridir. O bakımdan İran’da yaşayan Azerbaycan Türkleri, Türkçe üzerindeki bir takım kısıtlama girişimlerine rağmen aslında ülkenin sahibi durumundadır. Nitekim Traktör futbol takımının Türklük vurgusu zaten malum, yine son seçilen Cumhurbaşkanı, Türk kimliğini açıkça ifade etmekte; Şehriyar’ın “Heyder Baba’ya Selam” şiirini toplantılarda okumaktadır. İran’da ayrıca Şahsevenler, Kaşkay Türkleri ile Türkmen Sahra ve Kaçar Türkleri de önemli Türk topluluklarıdır. Yine İran ve Afganistan’da yaşayan Halaçlar da zikredilmelidir.
Tarihinde Türk devletlerinin uzun süreli egemenliğine sahne olan Afganistan’da ise çeşitli Türk toplulukları yaşamaktadır. Afganistan’ın kuzeyinde, Afganistan Türkistan’ı denilen bölgede Türk boylarından Özbekler, Türkmenler, Halaçlar, Kırgızlar, Kazaklar, Karakalpaklar, Afşarlar ve Uygurlar bulunmaktadır.
Göktürk Yazıtları’nın da bulunduğu Moğolistan’da bugün sayıları 200 bine yaklaşan bir Türk nüfusun barındığı tahmin edilmektedir. Moğolistan’da yaşayan Türk grupları başta Kazaklar olmak üzere Tuvalılar (Uryanhaylar), Hotonlar, Özbek ve Uygurlardan oluşmaktadır.
Türk tarihinin en önemli coğrafyalarından biri de hiç şüphesiz Balkanlar ve Orta Avrupa’dır. Osmanlı Devleti’nin çekilmesiyle buralarda Türk nüfusta düşüş yaşanmış, 20. yüzyılda çeşitli baskılara maruz kalanlar Türkiye’ye sığınmışsa da hâlâ Yunanistan, Bulgaristan ve eski Yugoslav devletlerinde (Makedonya, Kosova vb.) bir milyonun üzerinde Türk yaşamaktadır.
Birinci Cihan Harbi sonrasında çizilen “Orta Doğu” haritasının en başta gelen mağdurları, bin yılı aşkın bir süre bu coğrafyada hâkim unsur içinde bulunan Türkmenler olmuştur. Irak’ta, Musul ve Kerkük başta olmak üzere Erbil, Telafer, Diyala gibi bölgelerde yaşayan Türkmenlerin bir kısmı (özellikle bütünüyle bir Türk şehri olan Telafer Türkmenleri) IŞİD’in bölgedeki faaliyetleri yüzünden yerlerinden olmuştur. Maalesef tıpkı Suriye, Lübnan ve Filistin’de olduğu gibi Irak’ta da Türkmenlerin bir kısmı dillerini kaybetmiş ve Araplaşmıştır. Suriye’deki Türkmenlerin Bayır Bucak, Halep Türkmenleri vb. bazı unsurları dillerini korumuştur. Suriye’deki kargaşa dolayısıyla buradaki Türkmenlerin bir kısmı da Türkiye’ye gelmiştir.
Sovyetler Birliği döneminde bazı topluluklar, Stalin devrindeki sürgünler başta olmak üzere bazı sebeplerden dolayı farklı ülkelere dağılmıştır. Mesela Rusya Federasyonu, Türkiye, Romanya ve Türk Cumhuriyetleri’nde yüzbinlerce Nogay yaşamaktadır. Türkiye dışında, Rusya, Türk cumhuriyetleri, Avrupa ve ABD’de yüz bin civarında Ahıska Türkü yaşamaktadır. Bunların dışında nüfusları fazla olmasa da kendi gelenek ve göreneklerini sürdüren ve çoğunlukla Rusya Federasyonu’nda yaşayan birçok Türk topluluğu vardır.
Özerk Cumhuriyet hâlinde yaşayanların bir kısmı, Rusların nüfus ve kültür baskısı sonucu, orta vadede ciddi kimlik ve hak sorunlarıyla karşılaşabilir. Nitekim Doğu Türkistan’da yaklaşık on yıldır âdeta sessiz bir soykırımla ülkenin asli sahipleri, eriterek yok etme ve baskıyla başkalaştırma operasyonuna tabi tutulmaktadır. Özerk Türk cumhuriyetleri dışında yaşayan Türk topluluklarının çoğu için daha da vahim bir gelecek söz konusu olabilir. Hacettepe Üniversitesinde düzenlenen bir bilimsel toplantıda[1], UNESCO Tehlikedeki Dünya Dilleri Atlası esas alınarak aşağıdaki Türk topluluklarının lehçeleri, “tehlikedeki diller” kategorisinde değerlendirilmiştir.
Afşarlar, Baraba Tatarları, Çalkandular, Çulım Türkleri, Dolganlar, Duhalar, Fu-Yü Kırgızları, Hakaslar, Halaçlar, Horasaniler, Hotanlar, İli Salarları, İli Uygurları (Tarançi), Karagaslar (Tofalar), Karaylar, Kırım Tatarları, Kırımçaklar, Kumandı, Litvanya Tatarları, Lopnor Uygurları, Nogaylar, Pamir Kırgızları, Polonya Tatarları, Salarlar (Salırlar), Sarı Uygurlar, Sibirya Tatarları, Soyotlar, Songorlar, Şorlar, Telengitler, Teleütler, Truhmenler, Tubalar, Urumlar, Yurt Tatarları.
Sempozyum sonuç bildirisinde belirtildiği üzere Balkanlar’da, Doğu Avrupa’da, İran, Afganistan ve Çin’de yazı dillerinin ve resmî dillerin baskısı altında yok olma tehlikesine maruz pek çok Türk dilinin bulunduğu da bilinmektedir.
Tabii, mesele, sadece bu toplulukların egemenliği altında yaşadıkları devletlerin politikaları yüzünden maruz kaldıkları kimliklerini kaybetmelerinden ibaret değildir. Küreselleşme sürecinin ve 21. yüzyılın ilk çeyreğinde ise bilhassa sosyal medya ve diğer internet kaynaklı mecraların etkileri, sadece onlar için değil bütün insanlık için çok köklü değişimlerin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Önümüzdeki yıllarda bu değişimin hızı ve boyutları çok daha yüksek, sonuçları daha sarsıcı olacaktır. Teknolojik gelişmelerin ve dijital mecraların kimlik ve kültürler üzerindeki etkilerine, bunları üreten ve kontrol eden odakların büyük ölçüde yön verdiği ortadadır. Devletsiz veya bir büyük devlete bağlı sözde özerk toplulukların bu yönlendirme ve bilgi değiştirmelerinden çok daha fazla nasiplerini alması kuvvetle muhtemeldir.
Bu durum karşısında Türk Devletleri Teşkilatı ve 1993 yılında, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan ve Türkiye Cumhuriyeti kültür bakanları tarafından imzalanan anlaşmayla Türk Dünyasının UNESCO’su olarak kurulan TÜRKSOY başta olmak üzere, çeşitli kurum ve kuruluşlara önemli görevler düşmektedir. Devletler arası ilişkilerdeki kurallara uyarak Dijital Çağ’ın imkânlarını seferber etmek ve bu Türk topluluklarının kimlik ve kültürlerini gelecek kuşaklara taşımalarına yardım etmek durumundayız.
[1] 23-26 Mayıs 2012’de Hacettepe Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü tarafından düzenlenen 4. Uluslararası Türkiyat Araştırmaları Sempozyumu: “Dilleri ve Kültürleri Yok Olma Tehlikesine Maruz Türk Toplulukları: Son Sesler Duyulmadan.”
[i] Türk Ocakları Genel Başkanı, Hacettepe Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü Öğretim Üyesi