Vefa…

Sözlükler, vefayı sevgi ile ilişkili görmüş, sevgide bağlılık ve devamlılık olarak tanımlamış, yanına da dostluğu, dostlukta devamlılığı iliştirmiş.

Kelimenin kökeni Arapça ama dilimize ve ruhumuza öylesine sinmiş ki yaşayan ve kültüre damga vuran bir Türkçe eşanlamlısını bulamadım.

Vefadan kişi, kurum veya diğer canlılar kastedildiği zaman “vefalı” ve “vefasız”; kavramlaşınca az kullanılsa da “vefalılık” ve tabii daha çok “vefasızlık”; bir de fiil yapılınca “vefalı olmak” veya “vefasız olmak” olarak karşımıza çıkıyor.

Vefa, Arapça ve Farsça iş birliğiyle Türkçeye bir de “vefakâr” kelimesini armağan etmiştir. Bu kelimeyi her nedense biraz şehirli ve biraz da klasik şiire ve musikiye aitmiş gibi hissederim. Onun Anadolu’ya, köye ve geniş halk kitlelerine yanına “cefakâr” kelimesini alarak “vefakâr ve cefakâr” gibi kullanımlarla yaklaşabildiğini, yakışabildiğini düşünürüm. Ben bu ikili kullanımı Türk kültürünün hüzünden zevk almasına benzetirim.

Bir de “ahde vefa” deyimimiz var. Bu da daha önce söz verip de tutma/tutmama durumlarında kullanılır. Mesela, Türkçe müziği dünyanın dörk köşe sekiz bucağında yeni kuşaklara sevdiren Tarkan’ın “Ahde Vefa” adlı albümünü, yeni müzik tarzının klasik Türk müziğine karşı bir ahde vefası, müzikte devamlılığa saygısı olarak görürüm. Türk dili ahde vefayı “sözünde durmak” veya “sözünden caymak” şeklinde deyimleştirmiş; “söz namustur” şeklinde hüküm kurmuş ve bunları da verilmiş sözlerin, edilmiş yeminlerin tutulmadığı durumlarda kullanmıştır.

İronik bir biçimde yazımında bilgisayarların bile altını kırmızıyla çizerek hatalı dediği “vefalılık” veya “vefalı olmak” aslında Türk kültüründe en olağan insan davranışlarından biri olarak görülür. Bu nedenle “vefa borcu” deyimi, yerine getirilmesi gereken bir görevi, duyulması gereken minnet ve şükran duygusunu ifade ederken kullanılır.

“Vefalılık” bu denli olağan görüldüğü için olsa gerek en hüzünlü, insana en acı veren, yürek yakan vefa sözleri, şiir ve şarkıları büyük ekseriyetle “vefasızlık” üzerine söylenmiştir. Mesela, Zeki Müren’in “vefasız kullardan vefa bekleme/kıymetsiz bir pula satarlar seni” mısraları; “taverna müziği” denilen tarzın yaratıcısı Ferdi Özbeğen”in “elimde kandil, gözümde mendil vefa arıyorum” sitemi veya arabesk müziğin güçlü sesi Hakkı Bulut’un “vefasız kuluna kandım/zehir etti gençliğimi” diyen isyanı bir dönem diller pelesengi olmuştu.

Vefa kişilerden olduğu kadar, kişileştirilen şeylerden, kavramlardan ve varlıklardan da beklenmiş; görülmeyince de küsülmüş, sitem edilmiş, isyan edilmiş. Ömrün, dünyanın, âlemin, zamanın hele yılların vefasızlığı şiirlerin, türkülerin, şarkıların konusu olmuştur. Âşıklık geleneğinin zirve isimlerinden Murat Çobanoğlu’nun “neyine güvenem yalan dünyanın/Kerem’i yandırıp kül etmedi mi” isyanı dünyanın; Mahzunî Şerif’in adını “Vefasız” koyduğu türküsündeki “kırdın umudumu, yıktın gönlümü/daha söz kalmadı sözün üstüne” sitemi sistemin vefasızlığına değil midir?

Türk kültüründe “eme yaramaz”, “hayırsız”, “kadir kıymet bilmez”, “iyilik bilmez”, “nankör”, “sadakatsiz” veya “hain” gibi onlarca kelimenin yolu mutlaka bir vefasızlık hikâyesine çıkar. Bunlar üzerine bahis açsak Hz. Ali’nin “ben ona iyilik yapmadım ki neden kötülüğü dokunsun” sözünden başlayarak yüzlerce vecize, atasözü, şiir, şarkı ve türkü ile karşılaşırız.

Günümüz insanının karşılaştığı her vefasızlıkta diline dolanan ve bir dönem hafif müzik olarak adlandırılan müzik türünün önemli isimlerinden Nilüfer’in bir şarkısına da konu olan “Vefa bir semtin adı” sözleri, vefasızlığın olağanlaşmış olmasına anonimleşmiş bir sitemin ifadesi olmuştur.

Ama eskiler, vefanın kolay elde edilemez bir şey olduğunu tecrübe etmiş olmalılar ki “eski dost düşman olmaz, yenisinde vefa olmaz” diye öğüt vermişler. Bu atasözünün sanal âlemin bir gecede binleri bulan, ikinci gece yerle bir olan dostlukları için elbette söyleyeceği çok şey vardır. Belki bu ifadeyi güçlendirmek üzere “yeni dosttan vefa gelmez” veya “elden vefa, zehirden şifa olmaz” atasözünü de buraya eklemek gerek.

Rahmetli babam, çok arkadaşa veya güvenilir dosta sahip olmak üzerine konuşulduğunda baba ile oğul arasında geçen bir sohbeti ve ardından karşılıklı olarak denenen dostlukları konu alan bir hikâye anlatırdı. Hikâyeye göre babanın bir tek dostu olmasına karşılık oğul pek çok arkadaşının olmasıyla övününce, baba oğluna bir hayat dersi vermek için, dostları ve arkadaşları bir vefa ve güven sınavından geçirmek üzere anlaşırlar. Hikâye -uzundur ama-oğulun yüze gülen herkesi dost sanma yanılgısı ve vefasızlıklarını görmesi; babanın ise tek dostunun ağır vefa ve güven sınavlarını çok kolay geçmesiyle sonuçlanır.

Güzelleri ve güzellikleri seven, bunun en coşkun, en savruk ve en cesur şiirlerini söyleyen Karacaoğlan dahi günü geliyor “bir vefa görmedim kaşı karadan” diyebiliyor.

Karacaoğlan tavırlı hercai bir sevgilinin yolunu gözleyen şair ise, hüzün yüklü yorumuyla Nesrin Sipahi’den dinlediğimiz şarkıda “her mevsim içimden gelir geçersin/sen vefasız yolcu kalbim viran edersin” diye sitem ediyor.

Karacaoğlan’ın bir Alevi-Bektaşi semahında hayat bulan “Bir vefa kalmadı ok ile yayda” mısraındaki “ok ile yay” öyle anlaşılıyor ki gücü ve iktidarı temsil ediyor. Atalar her ne kadar “taç giyen baş uslanır” dese de bazen “Ali kıran baş kesen”lerin semtine “ahte vefa” veya “sözünde durma” uğramayabiliyor. Bir Ali Kızıltuğ türküsündeki “ben ağayım ben paşayım diyenler kapıları kitlediler gel hele” türküsündeki vefasızlık, “ağa-paşa” ikilemesiyle gücün vefasızlığını ifade ediyor olmalıdır. Böylesi durumları halk irfanı “dünya Sultan Süleyman’a kalmadı” diye ifade etmiyor mu?

Ömer Hayyam “dünya gelenlere vefalı olsaydı, geleceklere sıra gelir miydi? diye sorarken Dedem Korkut, biten her hikâyenin ardından “gelimli gidimli dünya son ucu ölümlü dünya” diyerek aynı fikri farklı bir dille paylaşıyor.

Yunus Emre yarım kalmış hayatlar, tamamlanmamış ömürler için “göğ ekini biçmiş gibi” diyor. Halk da daha yapacağı çok iş, göreceği güzel günler varken sırasız ölenler için “ömrü vefa etmedi” diyerek, Hayyam’ca bir teselli buluyor ve “takdir-i ilahi” sözüyle kadere teslim oluyor.

Çaresizlik içinde izahsız kalınan bir noktada ortaya çıkan bu teslimiyet ise; bir dilin ve kültürün sahiplerine bir lütfu, hayatın son dönemecindeki vefası olsa gerektir.

[i] Prof.Dr., Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Halk Bilimi Bölümü Öğretim Üyesi, UNESCO Türkiye Millî Komisyonu Başkanı,

Yazar
Oğuz ÖCAL

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2025

medyagen