Yurt…

Sözlükler, “bakıma ve barınmaya muhtaç kimsesizlerin kaldığı veya yetiştirildiği yer, ev, yuva, konut, mekân” olarak tanımlıyor.

Aynı kelimenin “bir halkın sahip olduğu ve üzerinde yaşadığı vatan, el/il, ülke, diyar, memleket” şeklindeki “eş sesli” biçimi veya geniş anlamı ise bu yazı özelinde bahsi diğerdir.

Anadolu’da bizim çadır dediğimiz göçer evlere büyük Türkistan bozkırlarında Kazaklar “kiyiz üy”, Kırgızlar “boz üy” diyorlar. Bu “üy”lerin kurulduğu Anadolu ağızlarında “yaylak” “kışlak” denilen dar alanı da  “jurt/curt/yurt” olarak adlandırıyorlar.

Göktürk Yazıtlarındaki “eb”, Türkistan bozkırlarındaki yurtları süsleyen “üy”, Oğuzlar arasında “iv/ev” öteden beri varlığını sürdürmektedir. Yirmi dört Oğuz boyu arasında Bozoklardan Günhan’ın dört oğlundan ikisi “Alkarevli” ve “Karaevli” adlarıyla destana göre Oğuz Kağan’ın altı oğlu ve yirmi dört torunu arasında kendilerine verilen yurtlarda evlenip barklanıp çoğalmışlar.

“Yurt”, Kazakistan ve Kırgızistan’ın ortak başvurusuyla 2014 yılında “Türk halklarının göçebe yaşam alanı” adıyla UNESCO İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirası Temsilî Listesine kaydedildi. Türkülerimizi yeni bir tarzda yorumlayan Minor Empire, “Yurtsuz” adlı şarkılarının klip çekimlerini böyle bir “yurt”ta yapmış, bizleri başka bir üslup ve yorumla ataların kadim yurtlarına götürmüştür.

Banı Çiçek’le evlenme hazırlığındaki Bamsı Beyrek’in kurduğu gerdek çadırını Dedem Korkut “iv/ev” olarak adlandırıyor. Oğuz’un töresi gereğince evlenen her genç, baba evinden ayrılıp gerdek evini, gücüne ve kuvvetine mütenasip olarak kendine verilen “yurt” üstünde kuruyor, orada çoluk çocuğa karışıp çoğalıyordu. Türkçede “evlenmek” fiilinin “eşlenmek” anlamında kullanılmasının kökü ve izahı budur.

Bamsı Beyrek’in meşhur bezirganların İstanbul’dan getirdiği özel yayını baba ocağından bütün gücüyle gererek okunun düştüğü yere çadırını kurmasının sembolik anlamı ise; gençlerin yetenekleri ve becerileri oranında baba ocağından ayrılıp kendi başlarına ocak tüttürebilme gücüdür ki Türkçede eşlenmenin evlenme olarak adlandırılmasına buradan da bakmak gerekir.

Azerbaycan mahnılarındaki “yurdum, yuvam, meskenimsen Azerbaycanım” veya “yurdum yuvam ey gözel kendimiz” ile Celali Baba’nın kaybettiği eşine yaktığı ağıttaki “yurt yuva kıldığın tenli mereği/düzüp kotardığın tepir eleği/şu kavdan yaptığın tecir tereği/Divan-ı Bari’ye yadigâr götür” mısralarındaki “yurt, yuva” ikilemesi, vatan kadar geniş ve ev kadar dar anlamıyla bir yuvanın varlığını ve sıcaklığını anlatır.

Yurt, farklı telaffuzlarıyla Türk dili konuşan halklar arasında çadır, ev, evin konduğu yer anlamında kullanıldığı kadar, “yurdun otlusu, kutlusundan iyidir” atasözünde olduğu gibi Anadolu göçerliğinde bölünmüş ve pay edilmiş küçük otlaklar, mekânlar, yaylaklar için de kullanılır. “Yükseğinde yurdun mu var/engininde kurdun mu var/benim gibi derdin mi var/gene mi ıssız kaldın dağlar” mısralarındaki yurt böyle bir yurttur.

Yaylada “yurt tutmak”, “yurt edinmek” veya “bir yurtluk” yeri olmak, esasında daha büyük toprakları vatan tutmanın ilk aşaması, bir çeşit talimi, provasıdır. Aksi hâlde “yersiz yurtsuz kalmak” işten bile değildir. Onun içindir ki atalar biraz da dobra ve kaba bir ifadeyle -beni mazur görünüz- “değirmi yurt tutmak değirmi g.t ister” diyerek yiğitliğe ve kahramanlığa gönderme yapıyor.

Belki de bu nedenle “yeri yurdu belli olmak” ile “yeri yurdu belirsiz olmak” arasındaki fark, olumlusu veya olumsuzu kullanılan bir ekten çok daha fazladır. Özellikle 93 Harbinden başlayarak peş peşe evlerini, yurtlarını, vatanlarını yitirip yersiz yurtsuz kalanlara barınabilecekleri bir yer arayışı, bugünkü Türkçeye “bakım yurdu” veya “düşkünler evi” olarak çevrilen “Darülaceze” kurumunu ortaya çıkarmıştır.

Aslında “Darülaceze” adıyla 1895 yılında kurumlaşan bu tip yerler, Reha Oğulları tarafından 11. Yüzyıldan “Darülreha” adıyla Sivas’ta, 13. Yüzyılda Erbil Atabeyliği tarafından “Gökbörü” adıyla da Mısır’da açılmış ve diğer düşkünlerle birlikte dul kadınlara da hizmet vermiş. Dünyanın pek çok şehrinde 21. yüzyılda sayısız evsizin sokaklarda olduğu gerçeği ve kadın sığınma evleri konusuna bir de bu tarihten bakmak gerekir.

Darülreha’dan bugüne “huzurevi”, “güçsüzler yurdu”, “kimsesizler yurdu”, “yetimler yurdu”, “yetiştirme yurdu” gibi adlar altında faaliyet gösteren bu kurumların kökeninde, Göktürk Yazıtlarındaki “aç milleti tok etmek, çıplak milleti giydirmek” sorumluluğu ile İslam Peygamberinin “komşusu açken tok yatan bizden değildir” hadisinin bir terkibi olan “vakıf medeniyeti” vardır.

Bir imparatorluk dili olarak zenginleşen ve çağdaş terkiplere ulaşan Türkçe, konu özelinde zaman içinde “ev” ile “yurt” arasında bir nüans yaratmış olmalı ki, yaşlılar, düşkünler, bir yerlerde geçici olarak kalanlar, şiddete maruz kalan kadınlar veya suçlular için inşa edilen yapılar “huzurevi”, “gündüz bakımevi”, “kadın sığınma evi”, “çocuk ıslahevi” veya “cezaevi” olarak adlandırılırken, çocuklar ve gençlerin uzun süreli barınma yerlerine ve yaşam alanlarına “yetiştirme yurdu” “yatılı okul yurdu” veya “öğrenci yurdu” denmiştir.

Bu tercihle öğrenciler için açılan yurtların, çocuklar ve gençler için vatan kadar geniş ve kapsayıcı, ev kadar sıcak ve güvenli olması düşünülmüş olmalıdır. Buralara “yurt” adını verenler muhtemelen zihinlerinde ve işlerinde “devlet baba”, “öz baba” ve “aile” rollerini bütünleştirmişlerdir.

Beyrek’in baba evinden ana kucağından ayrılarak yerleştiği kendi yurdunda ve gerdek çadırında uğradığı saldırının uzun yıllara yayılan ve Oğuzları sarsan travmalarını unutmamak lazımdır. Beyrek gibi özgüvenli destan kahramanları bile baba ocağından ve ana kucağından ayrılıp gittiği yeni mekânlarda bu sarsıntıları yaşıyorsa, günümüz gençlerinin başka şehirlerdeki ve başka ülkelerdeki barınma sorunlarına daha fazla eğilmek gerekir.

Bu nedenle devlet baba öncelikle kendi güvenliği ve geleceği daha sonra da sosyal devlet anlayışı gereği, gençlerin “yurtta kalma” veya “eve çıkma” tercih ve arzularını her şehirde ve her şartta karşılamalı, eşlenenin ev sahibi olmasının “evlenme” olarak adlandırılması gibi, okul kazananın da talep ediyorsa “yurtlanması” sağlanmalıdır. “Şu dağların ne karanlık ardı var/lale sümbül boynun bükmüş derdi var/el âlemin vatanı var yurdu var/benim yurtsuz kalışıma ne deyim” türküsünü, aile ocağından ayrılan ve başka şehirlere giden gençler söylememelidir.

Ancak geleceğin dünyasını bekleyen asıl tehlike, Dedem Korkut’un “eski dutun biti, öksüz oğlanın dili acı olur” dediği gibi boşanmalar, ayrılmalar, aile içi şiddet ve cinayetler gibi pek çok sosyal, kültürel veya ekonomik nedenlerle ilgisiz sevgisiz, anasız babasız, evsiz barksız, yurtsuz yuvasız kalan ve sayıları günden güne artan çocuklardan gelecekmiş gibi görünüyor.

Bu nedenle Türkiye’de eski “darületyam” yani “yetimler evi”, “yetimhane” veya “yetimler yurdu”nun devamı olan ve şimdilerde görece daha insani çözümler sunan “sevgi evleri”ne dönüşen “çocuk yetiştirme yurtları”, yapacakları uygulamalarla ya insan kazanan başarıları ya da nefret üreten hatalarıyla geleceğe damgasını vuracak olan önemli kurumlar olacaktır.

Buralarda yaratılan veya çözülemeyen her sorun, sokakları daha güvensiz, tekinsiz ve tehlikeli hâle getirecek, psikolojisi bozuk, çevreye düşman, travmatik kişilikli suç makinaları ve çeteler ortaya çıkaracaktır.

Bunun aksine olarak “yetiştirme yurtlarında”, “öğrenci yurtlarında” sevgiyle, ilgiyle çözülen sorunlar, büyütülen sevgiler de gençlerin gelecekte düzenli bir hayata, ev bark, yurt yuva sahibi olmalarına zemin hazırlayacaktır.

Genelde insanlığın, özelde milletimizin güvenliği ve geleceği için diğer tedbirler yanında BM’nin on yedi Sürdürülebilir Kalkınma 2030 Amaçlarından dördüncüsü “Nitelikli Eğitim”, onuncusu “Eşitsizliklerin Azaltılması” yaklaşımlarına “aile yılı” vesilesiyle bir de bu açıdan bakmak gerekir diye düşünüyorum.

[i] Prof.Dr., Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Halk Bilimi Bölümü Öğretim Üyesi, UNESCO Türkiye Millî Komisyonu Başkanı.

Yazar
Oğuz ÖCAL

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2025

medyagen