Yirmi askerimizin içinde bulunduğu kargo uçağının Gürcistan sınırında düşmesiyle şehîd olmaları olayı, içinde bulunduğumuz durumu çok çarpıcı bir şekilde gözler önüne sermektedir.
İktidar adayı olduğu iddiasındaki bir partinin genel başkanı da içlerinde olmak üzere, kimi gazeteciler, televizyonlarda Türk milletini, kamuoyunu “görüşleriyle”, “yorumlarıyla”, yönlendirenler, 20 şehîdimiz için YAS İLÂN EDİLMEMİŞ OLMASINI eleştirdiler.
Kimsenin inancını, dünyâ görüşünü tartışma, değerlendirme konusu yapmıyorum; o, kendini ilgilendirir. Durumun fotoğrafını sunuyorum:
İslâm inancına göre, insan, ergen olduğu (bulûğa erdiği) dakîkadan başlayarak sınav hâlindedir. Hayât; yakındaki (el Hayâtud Dünyâ=Yakın Hayât) ve ötedeki (Âhiret Hayatı, sonu olmayan, Sonsuz Hayât) olmak üzere, iki merhaleden meydana gelir, yâni, ölümle sona ermez. İnsanın Dünyâ Hayâtında sınavda olduğu, Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle bildirilmektedir:
“O, ölümü ve hayâtı,
davranış bakımından hanginizin daha güzel olacağını imtihân etmek için yarattı” (Mulk Sûresi 67-2).
Sonsuz Hayât’ın iyice anlaşılması için de, âlimler şu misâli vermişler:
“Yeryüzünün HER YERİ, ovalar, denizlerin, okyanusların bulunduğu alanlar, buğday yığını ile dolu olsa; bir kuş gelip 1 tane alıp gitse, aradan 1000 yıl geçtikten sonra, yine bir kuş gelip 1 tane alıp gitse… bütün o yığınların tükenmesi, bitmesi için çoooook uzun bir zamânın geçmesi gerekir. Ama, ne kadar uzun zaman geçmesi gerekse de, o tâneler belli sayıda, mahdûd (sayıyla sınırlı) olduğu için, bir ân gelir, tükenir. Ebedî, Sonsuz Hayât, öyle değildir, sona ermez.”
Şehîdlik, çok yüce bir mertebedir. İnsanların En Doğru Sözlüsü, Hazret-i Muhammed Aleyhis Selâm buyuruyor ki:
“Cennet’e giren hiç kimse, oradan çıkmak istemez, şehîd müstesnâ: şehîd, Cennet’te kendisine yapılan ikrâmı, ağırlamayı görünce, 10 defa daha dünyaya gelip şehîd olmak ister.”
“Şehîd, Kıyâmet Günü diriltildiğinde, yarasının kanı gül rengindedir, kokusu, misk kokusudur.”
Bin yıldır İslâm mayasıyla yoğrulmuş, İslâmın sancaktarlığını yapmış olan Türk Milleti’nin Piyâde Marşı’nda, bu inanç, bu gerçek şöyle ifâde edilir:
“Yurduma bahar yaparım, göğsüme taktığım gülleri”.
Allah C.C. şefâat izni verdiğinde mahşerde, şehîd, pek çok kişiye şefâat edecek, onların kurtuluşuna vesîle olacaktır. (Bakmayın siz, modern {mi diyelim?} Tefsîr profesörünün “Cehennem’e giren, bir daha oradan çıkmaz” demesine; oradan çıkmayış, kâfirler (apaçık İslâm gerçeğini örten, inkâr edenler) içindir, îmân sâhibi, mutlaka Cennet’e gider, mesele günaha dalıp Cehennem’e uğramadan gitmektir.)
İslâm inancına, Müslümanlığa göre, böyledir. (Kalbinde hardal tânesi kadar îmân olanın Cennet’e gireceğini, İnsanların En Doğru Sözlüsü bildiriyor.)
Böyle olduğuna göre, “şehidler için yas tutulsun” diyenler, bu konudaki bilgisizliklerini ortaya koymuyorlar mı?
Peki, bu vatandaşlar, NASIL böyle bilgisiz, bu kadar câhil (üniversite mezunu olsalar da) kalmışlar?
***
Devâmı olduğumuz Osmanlı Devleti’de donukluk, gerileme alâmetleri belirince, eskiden adam yerine koymadığı, “insanın hayvana baktığı gibi baktığı” Avrupa’lıdan geri kalmış olduğu görülünce, 1789 yılında tahta çıkmış olan Üçüncü Selîm, çâre aramağa girişti, 19u yerli, 2si yabancıdan olmak üzere 21 lâyiha (rapor) hazırlattı. Görüşler 3 noktada toplanıyordu:
1.Biz iyiyiz, çalışırsak Avrupa’lıya yetişiriz.
Sosyal yapı, doku sağlamdı, hemen her konuda vakıf vardı, bu görüş sâhipleri böyle düşünüyorlardı.
2.Biz iyiyiz, yapımız sağlamdır, teknikte Avrupa bizi geçmiş; Avrupa’nın teknolojisini almalıyız.
3.Mâdem ki, yenileneceğiz, “Avrupalı’nın her şeyini” almalıyız, “Avrupa’lı gibi” olmalıyız.
Allah rahmet eylesin, Üçüncü Selîm, bu üçüncü görüşü benimsedi ve uygun gördüğü yola koyuldu. Bu yolun devâmı olarak Abdülmecîd tarafından 1839 yılında Tanzîmât, 1856 yılında İslâhât köklü değiştirmeleri yapıldı. Zâten döşenmiş olan bu yolda, 1839 yılında (sömürge topraklarında güneş batmayan) İngiltere hayranı, mason Mustafa Reşîd Paşa’nın, 16 yaşındaki çocuk Abdülmecîd’i gizli oturumlarla yönlendirişi, 1856 yılındaki değiştirmede ise emperyalist Avrupa’nın tesiri, ayrıca incelenmesi gereken çok mühim konulardır. Bu “Avrupalılar gibi olmak”, “muâsırlaşma” (çağdaşlaşma) akımı, 1876 Birinci Meşrûtiyet, 1908 İkinci Meşrûtiyet, 1925 şapka kanunu, (aslında kıyâfetimiz, daha İkinci Mahmûd (1808-1839) devrinde “Avrupalı’nınki gibi” olmuştu, sâdece başta fes vardı) 1928 alfabe değişikliği, 1960 darbesi, 1980 müdâhalesi, 1997 yılındaki 28 Şubat Balans Ayârı ile devâm etti, günümüze kadar resmî tutum olarak geldi. Entelektüel statüko böyle biçimlendi. Bu statükonun ürünü diploma hâmilleri, İslâmla ilgili birçok konuda olduğu gibi, şehîdliğin mânâsı öğretilmeden yetiştirildi.
***
Üçüncü Selîm devrinde, o zamânın şartlarında, panik havası içinde, sükûnetle düşünüp isâbetli, doğru karar vermek, hiç kolay değildi. Aradan 234 yıl geçtikten sonra, günümüzde, Üçüncü Selîm’in tercîhi, karârı isâbetli mi idi? diye baktığımızda, görülen şudur:
234 yıl önce, Japonlar da bizim durumumuzda idiler; yenilenmeğe ihtiyâçları vardı, İngiltere’ye öğrenciler gönderdiler. Öğrencilerin başındaki sorumlu, akşamları onları topladı, Japon usulü oturup yapılanları konuştular. Anlatıldığına göre, İngiltere’ye ısmarlanan bir gemi yapılırken, japonlar, değişik heyetler hâlinde yapım safhalarını tâkip ettiler, her grup, gördüğünü Japonya’ya gidip, orada yapılmakta olan gemilerin sorumlularına aktardı. Böylece, İngiltere’deki sipariş gemi bitirilirken, aynı gemiden Japonya’da 7 gemi yapılmış olduğu anlatılır.
Bu, bir abartılı nakil olabilir.
Olaya, olmuş olana, vâkıa’ya bakarsak, meydanda olan şudur:
Japonlar, Avrupa’dan sâdece teknoloji aldılar. Günümüzde, Japonya sanâyide, mâlî bakımdan birçok Batılı ülkeyle boy ölçüşecek durumdadır. Japon arabaları Amerika’yı işgal etmesin diye, orada gümrük duvarları yükseltilmektedir.
Demek ki; 21 lâyihadaki İkinci Görüş, yâni, “sâdece teknolojiyi almak” görüşü isâbetli imiş.
Rahmetli Hüseyin Nihâl Atsız Beğ de, bu akımın ürünü, körükörüne Avrupa taklitçisi çağdaşları uyarmak için: “İspanya Avrupa’da, Japonya ise Asya’da” diyordu.
Şimdi, günümüzde, geriye, yanlış tutulan yola bakıp Üçüncü Selîm’i suçlamanın gereği de, faydası da yok. Mühim olan; bu, tutulan yolun isâbetli olmadığının anlaşılması.
Bu konuda bir anlayışta birleşirsek, pek çok konunun kolayca çözülmüş olacağı görülecektir.
*** *** ***
16 Kasım 2025
