Ama Zertaç’da başka söylüyordu; “Ben ne ateşe giden pervane, ne kurbanlık koyunum. Ben düşünen baş, inanan gönülüm.”
Mevlevi ayinlerinin rengi önce siyah olurmuş, beyaz tennure sonradan açılırmış. Bu aşkın felsefesiymiş. İnsanı karanlıktan sadece aşk çıkarıp nura çevirirmiş.
Ayrılık, sevdiğin insanla ilgili arzuların, hayallerin kaybolmasıymış. İnsan, insanın verdiği yalnızlığı yaşarmış.
Themistokles “bana hatırlatma sanatını değil, unutma sanatını öğret. Çünkü ben hatırlamak istediklerimi hatırlıyorum ve unutmak istediklerimi unutamıyorum” demiş ama zor olsaydı şunu der mi idi Abdurrahim Karakoç;
“Unutmak mümkün mü?” deme,
Unutursun Mihribanım.
Düğün bayram gelsin hele,
Unutursun Mihribanım.”
Unutmak olmasaydı nice acıları taşımaktan halsiz kalmaz mı idik?
“Söz Kurşunu”ndan bahsetmiş ve ilave etmiş; “Ve yaradan daha çok, senin vurman acıtıyor.”
“Reyhaniyim darılmazdım,
Her ağaca sarılmazdım,
Balta değse kırılmazdım
Kendi dalım kırdı beni. “
Unutamadıklarını yazmış; “Belki ben zamanı durdurmuşum. Belki de zaman durmuş benim için” demiş. Belki de Aşık Reyhani’nin dediği gibi olmuştur, kim bilir?
“Ahım asumanı geçti,
Diyarbakır Van’ı geçti,
Akrep yelkovanı geçti,
Kim tersine kurdu beni?”
En büyük kayıp ne şöhret ne de servet imiş. En büyük kayıp muhabbetmiş.
Sadettin Ökten Ağabey şöyle söylüyordu;
“Muhabbet yaradılışın sebebidir. Kalbin en üst seviyedeki hazzıdır. Sevgi başka muhabbet başkadır. “
Bestesi Saadettin Kaynak’a ait olan bir şarkımız vardı bizim;
“Muhabbet bağına girdim bu gece,
Açılmış gülleri derdim bu gece,
Vûslatın çağına erdim bu gece,
Muhabbet doyulmaz bir pınar imiş.”
Aşkla efendim…
Kuma Yazılan Yazılar- Ganire Paşayeva (TEDEV yayınları, çeviren: İmdat Avşar)
