Doç.Dr. Alper KOÇYİĞİT
Türkiye, binlerce yıldır hayvancılığın kalbinin attığı bir coğrafya. Geniş meralar, farklı iklim kuşakları ve güçlü bir çobanlık kültürü. Anadolu’nun hem büyükbaş hem küçükbaş hayvan yetiştiriciliğine sağladığı avantajlar saymakla bitmez. Ancak günümüzde hayvansal üretimimiz modern dünyanın baskılarıyla karşı karşıya durumda. Hem üreticinin hem de veteriner hekimin gözünden bakıldığında sektör, potansiyeli kadar zorluklarıyla da dikkat çekiyor.
Ülkemizin hâlâ hayvancılık açısından büyük avantajlara sahip olduğu su götürmez bir gerçek. Coğrafi konum, zengin bitki örtüsü ve bölgelere özgü yerli ırkların çevre koşullarına uyumlu yapısı özellikle küçükbaş hayvancılık için ciddi bir fırsat yaratıyor. Yıllardır süregelen yaylacılık ve çobanlık kültürü, üretim bilgisinin nesilden nesile aktarıldığı bir zemin oluşturuyor. Ayrıca ilgili bakanlıkların ve veteriner hekimlerin yıllardır süregelen emeği sonucunda kültür ve melez ırkların yaygınlaşmasıyla işletmelerde verimlilik artışının yolu açılmış durumda.
Bu güçlü temeller, ülkemizin hem iç tüketimi karşılaması hem de bölgesine hayvansal ürün tedarik etme potansiyelini artırıyor. Ancak bu temel, giderek daha ağırlıkla üzerinde duran sorunlar nedeniyle sarsılma riski taşıyor.
Bugün üreticilerin en büyük sorunu, şüphesiz ki girdi maliyetlerindeki hızlı yükseliştir. Yem gideri bir işletmenin toplam giderinin yarısından fazlasını oluşturuyor. Yem hammaddesinde dışa bağımlılık, dövizdeki her hareketi işletmenin omuzlarına yeni bir yük olarak bindiriyor. Akaryakıt, enerji, gübre gibi diğer girdiler de bu maliyet sarmalını daha da ağırlaştırıyor.
Diğer yandan fiyat dengesizliği de sektörü kırılganlaştırıyor. Süt yem paritesi uzun süredir süt aleyhine kalırken, besilik hayvan fiyatlarındaki artış üreticiyi ikilemde bırakıyor. Bir yanda maliyetini karşılayamayan süt üreticisi, diğer yanda girdi fiyatları sebebiyle kaygılı besici… Bu kısır döngünün sonunda süt ineklerinin kesime gönderilmesi gibi yapısal sorunlar ortaya çıkıyor.
İthalat politikalarının üretici üzerindeki baskısı ise ayrı bir konu. Canlı hayvan ve karkas et ithalatı, kısa vadede piyasa fiyatlarını düşürse de uzun vadede üreticinin yatırım şevkini kırıyor. Ürününü TL ile satıp girdisini dövizle almak zorunda kalan yetiştirici, desteklemelere rağmen sürekli risk altında kalıyor.
Bir de konunun öznesine bakalım, hayvancılıkta verimliliğin temel şartı sağlıklı hayvan varlığıdır. Ancak birçok bölgede üreticinin veteriner hizmetlerine erişimi hâlâ yetersiz görünüyor. Koruyucu hekimlik uygulamaları yaygınlaşmadığı için hastalıklar zaman zaman hâlâ ciddi kayıplara yol açıyor. Sürü yönetiminde sistematik sağlık kayıtlarının eksikliği, hem tedavi maliyetlerini artırıyor hem de üretim kayıplarının izlenmesini zorlaştırıyor.
Veteriner hekimlerin kırsalda sürdürülebilir çalışma koşullarına sahip olmaması da önemli bir sorun. Bu nedenle birçok bölgede rutin sağlık kontrolleri, aşılama, sürü takibi, seleksiyon çalışmaları ideal düzeyde yapılamıyor.
Bir dönem ülkemizin en büyük avantajlarından biri olan meralar bugün ciddi şekilde azalmış durumda. Sanayileşme, yerleşim genişlemesi ve mera tahsislerindeki düzensizlik bu alanları giderek daraltıyor. Mera kaybı kendisine en bağımlı hayvancılık tipi olan küçükbaş hayvancılık için büyük tehdit oluşturuyor. Ayrıca çoban bulma sorunu, hem küçük hem büyük işletmelerin ortak derdi hâline gelmiş durumda. Kırsaldan kente göç, genç nüfusun tarıma ilgisizliği ve düşük sosyal koşullar bu mesleği giderek daha az tercih edilir hâle getiriyor. Her ne kadar çeşitli kırsal kalkınma programları ve destekler uygulansa da köyler hızla boşalmakta.
Öte yandan hayvancılığın geleceği artık teknolojiyle şekilleniyor. Sürü yönetim yazılımları, sensör teknolojileri, otomatik yemleme ve sağım sistemleri gibi uygulamalar verimliliği artırırken genç neslin sektöre ilgisini artırma potansiyeli taşıyor.
İklim değişikliğinin etkileri ve su kaynaklarının azalması ise yeni adaptasyon stratejilerini zorunlu kılıyor. Daha verimli besleme yöntemleri, melezleme çalışmaları, alternatif yem kaynakları, çevresel etkisi düşük üretim modelleri önümüzdeki yıllarda hayati önem kazanacak.
Türkiye’nin bulunduğu coğrafya, Orta Doğu’dan Afrika’ya geniş bir pazara yakınlığıyla ihracat için büyük fırsatlar sunuyor. Ancak bu fırsatın değerlendirilebilmesi; kayıtlı üretim, sürdürülebilir politikalar ve kaliteli ürün standartlarının korunmasına doğrudan bağlı görünüyor.
Hayvancılığımız güçlü bir mirasa dayanıyor ancak geleceğe yürüyüşünü garanti altına almak için bu mirası iyi yönetmemiz gerekiyor. Üreticinin maliyet baskısından kurtulduğu, veteriner hekimlik hizmetlerinin güçlendiği, meraların korunduğu ve teknolojiyle desteklenen bir üretim modeli elbette mümkündür.
Sektörün tüm aktörleri aynı hedefte birleşebilirse ülkemizin, sadece kendi ihtiyacını karşılayan değil, bölgesine yön veren güçlü bir hayvancılık ülkesi olma potansiyeline fazlasıyla sahip olduğu açıktır.
——————————————
Kaynak:
Hayvancılığın Kalbi Anadolu’da Atıyor Ama Nabız Hızla Düşüyor!
