Şu düştüğümüz, düşürüldüğümüz hale bakar mısınız? Taciz, tecavüz, uyuşturucu, vurgun, soygun, dezenformasyon ve kaçınılmaz son: Ahlaki Çöküntü, Katledilen Ahlak!
Haliyle sonunda bu da oldu; staj için Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne giden lise çağındaki kızlarımız tacize uğramışlar. TBMM, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Türkiye’de “Demokrasinin kalbi”, her türlü memleket meselesinin görüşülüp çözüm üretilmesi gereken ve en güvenli, en güvenlikli olması gereken yer.
Yine o yer…
Orada yaşanan şu sahne unutulabilir mi?
– Yakınlarınızın çocuklarını sınavsız işe alıyorsunuz; utanmıyor musunuz?
– Utanmıyoruz, yaptıklarımızla gurur duyuyoruz!
Aslında söz bitmiştir. Bunun üzerine söz söylemeye gerek yok ama neylersiniz ki dert çok.
Açıkçası, dert bir olaydı, ağlamak kolaydı. Daha neler var neler!…
“Futbolda Bahis Skandalı” diye de bir şey patladı. Aslında yeni bir durum değilmiş de ortaya yeni çıktı, çıkarıldı diyelim. “Yasal bahis, yasal olmayan bahis” lafları geçiyor. “Yasal kumar, yasal olmayan kumar” gibi bir şey; ne demekse!
Kumar kötü ise yasalı olmayacağı gibi bahis kötü ise onun da yasalı olmaz, olmamalı. Bunlar hayatlarını spora, futbola adayan, geleceklerini orada gören kişiler. Hadi çocuk yaştakiler, gençlikleri başlarında duman olanlar hata işliyorlar da profesyonel olanlara, hakemlere ne demeli? Demek ki baştan gelen hatalar, yanlışlar zinciri ile karşı karşıyayız. Bu yola giren çocuklara işin en başında Atatürk’ün, “Ben sporcunun zeki, çevik ve aynı zamanda ahlaklısını severim” cümlesi ezberletilmeli ve açıklanmalı değil mi?
“Bahis” denen şeyin “yasal” olanı da olmayanı da varsa sporculara gittikleri futbol okullarında, girdikleri amatör ya da profesyonel kulüplerde bu konular bütün ayrıntıları ile anlatılıyor mu anlatılmıyor mu? Gençlik ve Spor Bakanlığı adında bir Bakanlığımız, Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü diye bir teşkilatımız var değil mi? Bu konuda eğitim vermek, ilgili kurs, okul ve sporcuları aydınlatmak onların görevi değil mi? Bu görev gerektiği gibi yapılmış olsaydı yüzlerce sporcu, hakem bu tuzağa düşüp hayatlarını karartırlar mı idi?
Milli Eğitim, Çalışma, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı gibi üç bakanlığı da ilgilendiren bir Meslek Edindirme Merkezleri (MESEM) uygulaması var. Çok güzel ve faydalı değil mi? Ancak her güzel işi bozmada üstümüze yok. O merkezlerin denetim ve gözetiminde olması gereken iş yerlerine gidip çalıştırılan çocukların başına gelmeyen kalmıyor. Yaralanmalar, düşüp sakat kalmalar, yanmalar… Demek ki denetim ve gözetimler gerektiği gibi yapılmıyor, çocuklar işverenin insafına terk ediliyor. Olanları “İş kazası” diye geçiştirmek en azından o çocukların ahını almaktır.
Dedik ya; dert bir olaydı ağlamak kolaydı…
Tarikat ve cemaat yurtlarında, hatta bazı devlet okullarında, yazmaya elim varmıyor, gönlüm razı olmuyor ama zaman zaman camilerde, Kur’an kurslarında olan taciz, tecavüz, dayak olaylarının üstü genellikle kapatılıyor olsa da açığa çıkanlar yıllarca midemizi bulandırdı. Bu memlekette “Bir defadan bir şey olmaz”, “Küçüğün rızası vardı” diyen sorumlu sorumsuzlar ve hatta Bakan sıfatını taşıyanlar bile oldu.
Sanat aleminde, sinema ve dizi sektöründe “Kim kiminle nerede” haberleri yapıp fotoğraflarını çeken paparazzilere malzeme vermek için ortam hazırlayanları çok görüyor, duyuyorduk da en son bir haber kanalının muhafazakâr görünümlü Genel Yayın Yönetmeni’nin ilişkiler ağı ile şaşkına döndük. Uyuşturucu, taciz, tecavüz, tehdit, pek çok şey konuşuluyor. İşten çıkardıkları arasında “Başörtülü bacımız” olduğu gibi “ekran yüzü” yapılıp parlatılan ve adeta vücudunun bütün hatlarını sergileyen “İmam Hatipli bacımız” da var.
Daha bitmedi, beterin de beteri var. Aynı ilişkiler ağında adı geçen birinin görevi ne imiş biliyor musunuz?
Hani bir İletişim Başkanlığımız var ya… O Başkanlıkta bir de iktidarın “hık deyicisi” durumunda olup muhalefetin diline, basının sayfalarına düşen bazı haberleri yalanlayan, “Öyle değil de böyle” diye anlatmaya çalışan “Dezenformasyonla Mücadele” birimi faaliyet gösteriyor. İşte o “Dezenformasyonla Mücadele” biriminin koordinatörü olan kişi istifa etmek zorunda kaldı. Yani ki adam hem “Dezenformasyonla Mücadele Koordinatörü” hem de dezenformasyonun göbeğinde oturuyormuş. Kediye ciğer emanet etmek gibi bir iş!
Biz bilmeyiz, görmeyiz, tanımayız ama iktidar yanlısı çok bilmişlerden Cem Küçük, iş ortaya çıktıktan sonra ona, “Bizi rezil ettin. Otuz milyonluk evde oturuyor, bilmem kaç milyonluk arabaya biniyorsun, bunları nerede buldun” diye sitem etti. Yine iktidar kanadından olup uçan kuştan bile haberi olan Şamil Tayyar, bu soruşturma ile ilgili olarak, “Tanınan, bilinen bir isim daha var ama hakkında işlem yapılmadı” diye açıklama yaptı. Bir de katıldığı programlarda üst perdeden konuşan bir avukattan söz ediliyor. Şu ana kadar o da soruşturma kapsamına alınmadı galiba.
Yani ne demek oluyor? Korunanlar mı var? Böyle bir şey olabilir mi? Oluyorsa neden, niçin, nasıl oluyor?
Hani, “Burası Türkiye, her şey olabilir” ya da “Şimdiye kadar artık bu da olmaz dediğimiz ne varsa oldu” gibi tekerlemeler söyleniyor ya, İnşaallah, “Ucu nereye kadar gidecekse gitsin” denip de yarıya bile gelmeden kapatılan işler, soruşturmalar, suçlar gibi olmaz.
“Dindar nesil yetiştireceğiz” diye eğitim sisteminin yaz boz tahtasına çevrilmesinin, devlet işlerinde liyakat yerine senden benden, partiden, cemaatten, dergâhtan anlayışına göre hareket edilmesinin getirdiği nokta bu.
Millet olarak artık şu şarkıyı söylesek teselli bulur muyuz bilmiyorum:
“Yıllar yorgun ben yorgun
Boşa geçmiş seneler
Bende hicran yarası
Bende bitmez çileler”
Şaka bir yana, bütün bu yazdıklarımızın, yaşadıklarımızın, verdiğimiz örneklerin özeti şu: Büyük bir ahlaki çöküntü içindeyiz. Buna ahlaki çöküntü de değil, ahlakın katledilmesi diyebiliriz. Çöken ahlak toparlanıp düzeltilebilir de katledilen ahlak için ne yapılır bilemiyorum.
