ABD YPG’nin çekilmesini, diğer şekliyle YPG’lilerin imhasını önleme adına Türkiye’ye yaptırım uygulamıştır. Bu YPG’ye verilen onun arkasında olduğunun en büyük göstergesidir. Bunun yanında basın açıklamalarında YPG/SDG’yi desteklemeye devam edeceklerini söylemişlerdir. Bu YPG’nin ve onun çatı ve siyasi kolları SDG ve PYD’nin meşruiyetini artırmaktadır. Hem ABD hem de Rusya’nın YPG’nin arkasında duruşunun uluslararası arenaya kuvvetli bir mesajıdır. Bu Türkiye açısından yeni sorunların başlangıcı olacaktır.
*****
Aşağıdaki haber-yorum 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü sayfasından alınmıştır
ABD ve Türk yetkililerin açıklamalarında anlaşmaya varılmıştır denilse de kamuoyuna sunulan metnin başlığı ortak açıklama olarak geçmektedir. Bu haliyle metni bir anlaşmadan ziyade mutabakat metni olarak görmek gerekir.
Mutabakatın başlığında ve metin içinde “Kuzeydoğu Suriye” ifadesinin geçmesiyle Türkiye’nin literatürüne de “özel bir bölgeyi” simgeleyen bir ifade girmiş oldu. Çünkü Suriye’nin kuzey doğusu demekle Kuzeydoğu Suriye denilmesi farklı o bölgenin ayrıcalıklı bir alan olduğuna yönelik bir algı oluşturuyor.
Suriye’nin kuzey doğusu derken coğrafi bir bölge tanımlanıyor ancak Kuzeydoğu Suriye denildiğinde siyasi bir bölge tanımlanıyor. Bunun bir örneğini Irak kuzeyinde gördük ve Irak’ın nasıl bir federal/özerk yapı dönüşmesinde etkili oldu.
Mutabakatın birinci maddesi aslında mutabakata konu olan sorunu tanımlıyor. Buna göre sorun Türkiye’nin güney sınırlarının güvenliği. Bu da Suriye kuzeyindeki sorunun tanımlanmasında Türkiye’nin ABD’nin dediğine geldiğine işaret ediyor. Çünkü Türkiye haklı ve doğru olarak ısrarla Suriye kuzeyindeki terör yapılanmasının tamamen ortadan kaldırılması gerektiğini söylemişti. Ama gelinen nokta itibariyle terör örgütünün sınırdan belli bir km uzaklaştırılmasına razı olmuş durumda. Teröristlerin, silah ve teçhizatlarının ortadan kaldırılamadığı bir uygulama Türkiye’ye yönelik terör tehdidini ortadan kaldırmayacak, aksine biraz daha uzak bir noktada büyümeye devam edecektir.
Mutabakat metnine bakılırsa, maddelerde yer aldığı şekliyle, IŞİD’in daha öncelikli ve ortak hedef olduğu ifade edilmiş oluyor. Çünkü ilk maddelerde IŞİD’ten ve IŞİD’le mücadeleden bahsedilmiş.
Metinde sadece YPG adı geçiyor. Daha önceki açıklamalarında sürekli SDG ifadesini kullanan Amerikalılar biliyor ki bu bizi memnun eder, önceki kızgınlıklarımızı unutturur metne YPG yazılmasında sorun görmemişler.
Ama YPG ile terör veya terör örgütü ifadesi hiç yan yana gelmemiş yani “YPG terör örgütü” ifadesi yok.
Mutabakata göre YPG elindeki ağır silahlar toplanacak. Ağır silahtan kastın ne olduğu belli değil. Daha yakın zamanda ABD SDG/YPG’ye ağır silah vermediğini yine açıklamıştı. Dolayısıyla bu hususun gerçek anlamda yerine getirilmesi şüpheli gözüküyor.
Türkiye’nin bütün açıklamalarında, resmen dokümanlarında PYD/YPG/SDG’nin PKK’nın uzantısı olduğu ve terör örgütü olduğu söyleniyordu.
Metinde SDG adı hiç yazılmamış. Bu büyük bir eksiklik. Çünkü Suriye kuzeyinde YPG Arap aşiretlerin silahlı güçleriyle birlikte SDG çatısı altında toplanmış, armaları üniformaları ona göre değişmişti. YPG’nin kıyafetlerin üstüne taktıkları Apo armaları kaldırılmıştı. Arazide yakalan şüpheli kişiler biz YPG değil SDG’yiz derlerse ne olacak? Onların YPG’li olup olmadığına kim karar verecek?
Yine metinde YPG/SDG’nin sözde kontörlü devrettikleri yerel yönetimler nezdinde kurulan askeri meclislerin silahlı gücünden de hiç bahsedilmiyor. Halbuki ABD ile 06 Ağustos’ta başlayan güvenli bölge mutabakatı kapsamında YPG sınıra yakın tampon bölgeden ve şehirlerden çekilirken yerlerini farklı bir arma ve flama kullanan askeri meclislere devretmişti. Bunlar çekilecek mi yoksa elinde silah görev yapmaya devam edecek mi? Olmayan yerlere bunlar mı getirilecek?
Metinde terörle mücadele nelerin hedef alınacağı, nelere dikkat edileceği söylenmiş ama hangi terör örgütünün hedef alınacağı söylenmemiş. Yani YPG terör örgütünün iması bile yok. Zaten Pence görüşmeler sonrasında yaptığı açıklamasında bu güçler IŞİD’e karşı mücadelede çok iyi görev yaptılar, desteklemeye devam edeceğiz diyerek terör örgütü olarak görmediklerini yine teyit etmiş oldu.
Mutabakat metninde PYD adı da hiç geçmiyor. YPG’nin siyasi kolu olan PYD’nin böylece siyasi parti olduğu da zımnen kabullenilmiş olunmuyor mu? Metne bu yazdırılabilseydi önümüzdeki dönemde siyasi süreç görüşmelerine onların katılmasının engellenmesi için önemli bir fırsat yakalanmış olmaz mıydı?
Bütün bunların yanında mutabakat metninde PKK terör örgütüne hiç atıf olmaması en dikkat çekici hususlardandır. PKK ile YPG arasında bağ kurmaktan kaçınıldığı izlenimi vardır.
Anlaşma metninde yok ama Pence basın toplantısında “Türkiye Kobani’ye yönelik herhangi bir askeri operasyon yapmama konusunda taahhütte bulundu” dedi. Böyle başka taahhütler var mı acaba? Kobani’de malum şimdi Rusya da var. Böylece YPG Suriye’de çifte koruma almış olmuyor mu?
Bunun peşinden gelen soru ise “metinde yer almayan böyle başka taahhütler var mı” sorusudur.
Pençe basın açıklamasında “YPG çekilme güvencesi verdi” dedi. Bu açıklama mutabakatın dolaylı da olsa YPG ile imzalandığını ve ABD’nin hakem/arabulucu rolünde olduğun gösterir.
Pence’in basın açıklamasında harekâtın durmasının bölgede şiddetin sona ermesini sağlayacağını söylemesi Türkiye’yi şiddet uygulayan ülke olarak göstermesi açısından kabul edilemez.
Metinde birçok kez güvenli bölge (safezone) ifadesi kullanılıyor. ABD 06 Ağustos’ta güvenli bölge mutabakat metninden sonra ısrarla ve bilinçli şekilde güvenli bölge ifadesi kullanmamış, güvenlik mekanizması ismini kullanmıştı. Şimdi bu mutabakatta güvenli bölge ifadesini kullanmıştır. Ancak bu bölgenin boyutları belirsizliğini korumaktadır. Bu konuda bir mutabakat yoktur. Nitekim mutabakatta bunun genişliği ve derinliğine ilişkin rakamsal bir ifade yoktur. Sadece YPG güvenli bölgeden çıkacaktır denilmektedir. Her iki tarafın basın açıklamalarında ise 20 mil dışına çıkacağı söyleniyor. İmza altına alınmayan bu hususun pratikte nasıl olacağı dikkatle izlenmesi gereken muhtemel sorun alanlarından biridir.
Mutabakatın yedinci maddesindeki “Türk tarafı Türk kuvvetleri tarafından kontrol edilen güvenli bölgedeki” ifadesi ve harekâta mutabakatın yayımlanmasıyla birlikte ara verildiği dikkate alındığında Türkiye’nin fiilen kontrol ettiği alan mı güvenli bölge olarak kalacaktır sorusu yanıt beklemektedir. Mutabakat öncesi Türkiye’nin fiilen kontrol ettiği alan 1220 km karedir. YPG’nin çekilmesi sorunsuz tamamlanırsa harekât tamamen durdurulup TSK yeni operasyonlarla yeni alanları kontrol altına alınmayacağı düşünülebilir. Hatta harekât tamamen durduktan sonra TSK’nın çekilmesi gündeme getirilebilir en azından ABD ve YPG bunu deneyecektir, çünkü bu husus mutabakatta netleştirilmemiştir. En azından ABD’lilerin bu yönde düşünmesi şaşırtıcı olmaz.
Hâlbuki Türkiye tarafından istenilen veya ima edilen ise 120 x 30 km yani 3600 km karedir. Bu konuda ABD’nin uygulamada nasıl bir yaklaşım sergileyeceği merak konusudur. Acaba ABD’nin aklındaki güvenli bölge boyutu 06 Ekim’de Trump-Erdoğan telefon görüşmesinden sonra Beyaz Saray’dan yapılan açıklamada belirtilen “immediatearea” mı? ImmediateArea’dan kasıt ABD ile ortak hava ve kara devriyelerinin yürütüldüğü 120 x 10 km derinliğindeki alan mı?
Ancak ABD Suriye özel temsilcisi Jeffrey’nin mutabakat sonrası yaptığı açıklamada 120 x 30 km boyutunda bir alanı Türklerin kontrol ettiği güvenli bölge olarak tanımladığı görülüyor. Bu da Türk tezinin kabul edildiği anlamına geliyor. Ama teoride böyle konuşan ABD’nin uygulamada nasıl davranacağı izlenmesi gereken bir konu.
Derinlik konusu tartışmalı olsa da ABD ile yapıldığı belirtilen bu mutabakatla birlikte Türkiye’nin orijinal güvenli bölgenin genişliği 480 km.den 120 km. ye düştüğü görülüyor. Bu alanının batısında (Kobani) ve doğusundaki (Kamışlı, Cizire, Haseke) yerlerde sınır hatları SDG-Şam anlaşmasıyla Suriye ordusunun kontrolüne geçtiğine göre Türk harekâtının buralara genişlemesi neredeyse imkânsız hale gelmiştir.
Ayrıca güvenli bölgeden kimin sorumlu olacağı diğer bir tartışmadır. Mutabakatta esas olarak veya öncelikli olarak TSK’nın güvenli bölgenin kontrolünden sorumlu olacağı söylense de ABD’nin de bu bölgedeki uygulamalara müdahil olmasının orada bulunmasının önünü açan bir şekilde kaleme alınmıştır. Bu haliyle aslında yeni mutabakat 06 Ağustos’ta açıklanan güvenli bölge mutabakatının yeni bir versiyonudur. Ve tam Suriye’yi terk ediyorum diyen ABD’nin Suriye kuzeydoğusunda kalmasının, SDG/YPG’nin arkasında fiilen durmasının önünü açmıştır. Bu haliyle Türkiye açısından büyük kayıp ABD için büyük avantajdır.
Rusya himayesindeki Suriye’nin egemenliği altındaki toprağı üzerine işgalci ABD ile haklı terör operasyonu yapan Türkiye anlaşma yaptı. Bu durum Türkiye’yi de ABD’nin pozisyonuna sürüklediği gibi, ABD’nin pozisyonuna meşruiyet kazandırma sonucu getirebilir.
Bu durum Türkiye aleyhine bir durum yaratıyor. Çünkü bu mutabakat Rusya ve Suriye tarafından meşru görülmeyecektir. Önümüzdeki dönemde İdlib, Kobani, Kamışlı, Menbic’i Rusya ile görüşmeye hazırlanan Türkiye’ye karşı masada bu mutabakat aleyhte bir belge olarak önüne konacaktır.
Barış Pınarı harekâtının başlamasından sonra ve ABD-Türkiye’nin yeniden anlaşacağını görmesinden sonra Rusya’dan gelen açıklamalar Rusya’nın Türkiye’nin harekâtlarına sıcak bakmadığını gösteriyor. Öyle ki İdlib’te yeni operasyonlara başlama hazırlığındaki Putin’in 22 Ekim’de Türkiye’ye Suriye’yi İdlib, Afrin, Fırat kalkanı bölgesi ve Fırat doğusundan terk et güvenlik sorununu Adana Mutabakatı çerçevesinde Şam’la hallet demeye hazırlandığı büyük olasılık olarak görülüyor.
Mutabakatın 12. Maddesi Türkiye’ye yönelik yaptırımların kaldırılmasıyla ilgilidir. Trump imzasıyla konulan yaptırımların kaldırılması sağlanabilir ancak Kongre’deki yaptırım tasarıların geçmesinin engellenmesi garantisi yoktur. Nitekim metinde kongre ile istişare edilecektir deniyor. Yani Türkiye harekâtını tamamen durdurduğunda Kongre yaptırım kararları gelirse ne olacağı Türkiye aleyhine bir durum olarak ortadır. Diğer taraftan yaptırımların kaldırılması karşılığında harekâtın durdurulması dengesi önümüzdeki dönemde her seferinde Türkiye’ye karşı koz olarak kullanılmaya devam edileceğinin de göstergesidir. Başka alan ve konularda politikasını dikte etmek isteyecek ABD yaptırım kartını yine masaya koyacaktır. Bu haliyle mutabakatın bu maddesi çok tehlikeli bir algı ve denge yaratmıştır.
Mutabakat ABD Türkiye arasında imzalanmış gibi sunulsa da ABD’nin YPG adına hareket ettiği, arabulucu olduğu ortadadır. Türkiye ile dolaylı muhatap yapılmıştır, dolaylı tanıma zımnen sağlanmıştır. Trump’ın mektup ekinde SDG elebaşısının mektubunu göndermesi bunun tuzu biberi olmuştur.
ABD YPG’nin çekilmesini, diğer şekliyle YPG’lilerin imhasını önleme adına Türkiye’ye yaptırım uygulamıştır. Bu YPG’ye verilen onun arkasında olduğunun en büyük göstergesidir. Bunun yanında basın açıklamalarında YPG/SDG’yi desteklemeye devam edeceklerini söylemişlerdir. Bu YPG’nin ve onun çatı ve siyasi kolları SDG ve PYD’nin meşruiyetini artırmaktadır. Hem ABD hem de Rusya’nın YPG’nin arkasında duruşunun uluslararası arenaya kuvvetli bir mesajıdır. Bu Türkiye açısından yeni sorunların başlangıcı olacaktır.
Güvenli bölgeden YPG’nin çekilmesine göz yumulmasıyla birlikte çekilen YPG’nin Kobani ve Kamışlı gibi alanlarda yeniden konuşlanması yeni direniş noktaları oluşturması beklenmelidir.
Bu haliyle Türkiye açısından PKK ve terör tehdidi bitmediği gibi yeni güvenli sığınaklarda daha da güçlenmesinin önü açılır. Menbic ve Kobani’de yeni Tel Rıfat’lar oluşturulmasının önü açılır.
SDG/YPG eğer basına yansıyan haberler doğruysa Suriye ordusuna 5. Kolordu adı altında entegre edilirse bu durum hem Suriye’nin bölünmesi hem de Türkiye’ye yönelik tehdidi daha da artıracaktır.
Türkiye’nin orijinal güvenli bölge proje alanın iyice daralmasıyla ve birlikte Türkiye’deki Suriyeli sığınmacıların dönüşü de neredeyse imkânsız hale gelmiştir. Bu durum Türkiye’nin Şam’la ilişki ve işbirliği kurmasını iyice zorunlu hale getirmiştir.
Bu mutabakatla imhadan teçhizat ve silahlarını kaybetmekten kurtulan YPG/PKK üzerinde bazı olumsuzluklar yaratması da mümkün olacaktır. Örneğin harekatın başlamasıyla birlikte Şam ve Rusya ile anlaşan, onlara yanaşan YPG’nin bu mutabakatla yeniden ABD ile yanyana gelmesi Rusya’yı kızdıracak, şüpheleri artıracaktır.
Fırat doğusunda orta bölgede kısmen Türkiye kontrolünde bir bölge oluşturulmasıyla birlikte YPG kontrolündeki alanın coğrafi bütünlüğü kısmen engellenmiştir ama tamamen ortadan kaldırılamamıştır.
Mutabakat imza altına alınmıştır ancak şüpheler devam etmektedir:
-ABD sözünde duracak mıdır?
– PKK’nın silahlı toplanabilecek midir? YPG’liler gerçekten çekilecek midir? Çekilse bile ABD-Rusya mutabakatıyla Türkiye’nin çekilmesi sağlandığında yeniden geri dönüş yapacak mıdır?
Sonuç olarak; Bütün bu gelişmelerin ve imzalanan ABD-Türkiye mutabakatının arkasında gizli/özel ABD-Rusya mutabakatı olduğu izlenimi güçlü şekilde hissedilmektedir.
Harekâtın başlamasıyla birlikte Suriye’de genel kontrolü Rusya’ya devreder algısı yaratan ABD son durumda Suriye’de kalmaya devam edeceğini ortaya koyduğu gibi;
1) PKK/YPG’nin genel himayesini Rusya’ya devretmiş, geriden kendisinin de desteğinin devamını sağlamış, PKK/YPG’nin Türkiye’ye karşı ortak koz kullanılması ortamı yaratmış,
2) Türkiye ile ilişkilerinin kopmasını engellerken Rusya’ya Türkiye’yi Suriye içinde sınırlama ve Türk sınırlarının içine çektirme ortamı yaratmış,
3) Rusya ile Suriye’deki İran varlığını bertaraf etme işbirliği ortamı yaratmıştır.
Mutabakatla birlikte PKK/YPG’nin askeri olarak imhası olasılığı ortadan kalkmış. SDG/YPG’nin yeni Suriye’de harekât öncesi kadar olmasa da önemli kozlarla masada yer almasının önü açılmıştır.
Harekât ve mutabakatla birlikte Türkiye sınırlarının önemli bölümünde Suriye yönetimini yeniden kontrolü ele alması Ankara ile Şam işbirliğini iyice zorunlu hale getirmiştir. Bu durum Türkiye tarafından acil ve olumlu şekilde özellikle anayasa yazım komitesi sürecinde harekete geçirilebilirse SDG/YPG’nin etkinliğinin kırılması söz konusu olabilir. Bu da anayasa yapım sürecinde Ankara-Şam ortak hareket etmesini gerektiriyor.
——————————————–
Kaynak: