Soğuk Savaş boyunca Sovyet tehdidine karşı etkin bir proje olarak ele alınan Çevreleme Stratejisi ve Yeşil Kuşak Projesi’nin en önemli aktörleri arasında İslami referansları olan yapılar yer almaktaydı. İşte bu yapılar arasında Taliban ve El-Kaide ise Sovyetler Birliğine karşı kahramanca mücadele eden “mücahitler” olarak adlandırılmaktalardı. Ama 1990’larda uluslararası sistemin yapısal değişimi aktörlerin rolleri ve konumları üzerinde önemli bir etki doğurdu. Artık Batı’nın ötekisi yoktu ama Batı bir öteki bulmak zorundaydı. İşte 11 Eylül saldırılarının ardından öteki bulunmuştu: Soğuk Savaş döneminin mücahitleri tek kutuplu dünyanın teröristleri!
*****
Kadir Ertaç ÇELİK[i]
Genişletilmiş Ortadoğu’da ABD Hamleleri: Afganistan’da Taliban’a Neden Alan Açılıyor?
Karar alıcıların, uzmanların ve kamuoyunun uluslararası politika bağlamında dikkatlerinin ağırlıklı olarak Suriye’ye yönelmesine karşın gerek bölgesel ve küresel jeopolitiği gerekse Türkiye’yi etkileme kapasitesi olan tek mesele Suriye Krizi’nden ibaret değildir. Son günlerde ulusal basında gerektiği kadar yer almasa da Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ile Taliban arasında barış görüşmelerinde ciddi mesafeler kat edildiğine dair açıklamalar ve haberler dikkatleri çekmektedir. ABD’nin uluslararası barış ve güvenlik ile özgür dünya uluslarına karşı en ciddi tehditlerin başında gördüğü uluslararası terörizmin en büyük destekleyicilerinden birisi olarak ele aldığı Taliban ile görüşmesi Genişletilmiş Ortadoğu’da kartların yeniden dağıtıldığını göstermektedir.
Malum olduğu üzere 11 Eylül saldırıları olarak adlandırılan ve modern uluslararası dönemin en büyük ve sonuçları bakımından en etkili terör saldırısına maruz kalan ABD; küresel güvenlik, kendi ulusal güvenliği ve uluslararası terörle mücadele bağlamında yeni bir güvenlik konsepti ortaya atmıştı. Modern dönemin gördüğü en travmatik saldırıların şokuyla hızlı bir şekilde karar almaya başlayan ABD’li karar alıcılar yeni güvenlik konsepti çerçevesinde tüm dünya uluslarını uluslararası teröre karşı mücadeleye tehditkâr bir şekilde davet etmişlerdi. Gerek uluslararası kamuoyu baskısı gerekse küresel konjonktürden dolayı ABD ile hasmane olarak tanımlanacak ilişkilere sahip istisnai birkaç devlet dışında tüm devletler Washington yönetiminin davetine olumlu cevap vermişlerdi. Öte yandan saldırıların failleri ve sorumlularına ilişkin süreç de ivedi bir şekilde yürütülmekteydi. Sonunda failler ve sorumlular bulunmuştu: Dini referansları kullanan uluslararası terör örgütü El-Kaide ile ona destek veren rejimler ve ülkeler. Bu noktada El-Kaide’nin vatanı olarak Afganistan ve El-Kaide’yi topraklarında barındıran Taliban rejimi ilk hedef olarak seçilmişti. Ardından ABD liderliğinde koalisyonun söz konusu ülkeye askeri müdahalesi gerçekleşmiş ve Taliban rejimi yıkılmıştı. El-Kaide ile mücadeleyse uzun bir süre hararetli olarak devam etmiştir.
Meselenin görünür boyutunda ABD’nin güvenlik kaygılarıyla geliştirdiği bir savunma konsepti yer alsa da esasında kamuoyunda “Büyük Ortadoğu Projesi” veya “Genişletilmiş Ortadoğu Projesi” olarak bilinen “Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Bölgesi ile Müşterek Bir Gelecek ve İlerleme İçin Ortaklık” adlı proje hayata geçirilmişti. Bu projenin amaçları arasında öne çıkan hususlar; petrol ve diğer enerji kaynaklarını kontrol altına almak, proje kapsamındaki ülkelerin liberal ekonomiye geçirilmesi ve böylece pazarın genişletilmesi, radikal İslami organizasyonları pasifize etmek, başta ABD olmak üzere müttefiklerin güvenliklerini sağlamaktır. Doğrudan ifade edilmese dahi projenin bir diğer boyutunda ise ABD’nin Soğuk Savaş sonrası dönem için ihtiyaç duyduğu “öteki”nin inşa edilmesi yer almaktaydı. Bilindiği üzere İkinci Dünya Savaşı sonrası tesis edilen uluslararası sistemde iki kutuplu bir yapı söz konusuydu. Bir tarafta Batılı ve liberal değerleri savunan ABD’nin liderliğindeki Batı Bloku, diğer tarafta komünist ideoloji üzerinden şekillenen Doğu Bloku yer almaktaydı. Bu sistemde her iki blok, karşı bloğu ve üyelerini öteki olarak ele almaktaydılar. ABD ve Batı açısından Sovyetler Birliği ve onun liderliğini yürüttüğü komünist ideoloji bir öteki ve tehditti. Böylece komünist dünyanın dışında kalan bütün aktörler tehdit altındaydı. Bu tehditle mücadele hem Batı Bloku içerisindeki sistemin hem de ABD hegemonyasının rızaya dayalı olarak sürdürülebilirliğini sağlamaktaydı.
Soğuk Savaş boyunca Sovyet tehdidine karşı etkin bir proje olarak ele alınan Çevreleme Stratejisi ve Yeşil Kuşak Projesi’nin en önemli aktörleri arasında İslami referansları olan yapılar yer almaktaydı. İşte bu yapılar arasında Taliban ve El-Kaide ise Sovyetler Birliğine karşı kahramanca mücadele eden “mücahitler” olarak adlandırılmaktalardı. Ama 1990’larda uluslararası sistemin yapısal değişimi aktörlerin rolleri ve konumları üzerinde önemli bir etki doğurdu. Artık Batı’nın ötekisi yoktu ama Batı bir öteki bulmak zorundaydı. İşte 11 Eylül saldırılarının ardından öteki bulunmuştu: Soğuk Savaş döneminin mücahitleri tek kutuplu dünyanın teröristleri!
Uluslararası ilişkilerin sistematiğinin oldukça hızlı bir şekilde değişim ve dönüşüm geçirdiği içerisinde bulunduğumuz son dönemde tek kutuplu yapıdan çok kutupluluğa doğru bir evrim süreciyle aktörlerin kimlik tanımlamaları yeniden değişiyor gibi görünmektedir. Bunun en somut göstergesi ise Afganistan meselesinde Washington ile Taliban arasındaki ilişkilerdir. ABD’nin müdahalesinden sonra beklenen demokrasinin gelmediği ve hatta devlet aygıtının işlevselliğini yitirdiği Afganistan’da son dönemde yapılan seçimlerde Taliban yanlıları güçlenmiş ve ülke sathında Taliban’ın silahlı unsurları ciddi anlamda saha hâkimiyeti elde etmiş ve İran, Çin ve Rusya Federasyonu bölgede alan kazanmaya başlamıştır. Bu gelişmeleri okuyan Washingtonlu karar alıcılar ise strateji değişikliği olmasa dahi aktör tercihlerini gözden geçirmeye başlamıştır. Nitekim 21 Ocak 2019 tarihinde Katar’ın başkenti Doha’da ABD ile Taliban arasında altı gün süren görüşmeler yapılmıştır. Bu görüşmeler neticesinde iki aktör arasında 25 Şubat 2019 tarihinde barış görüşmelerinin yapılmasına dair geçici bir anlaşmaya varılmıştır. Ayrıca taslak anlaşmada ABD’nin 18 ay içerisinde Afganistan’dan çekilmesine dair madde de yer almıştır. Bu gelişme üzerine İtalya söz konusu ülkedeki askerlerini 12 ay içerisinde çekme kararı almış ve Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü/North Atlantic Treaty Organization (NATO) Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’den sürece destek ve memnuniyet mesajı gelmiştir. Ancak Stoltenberg, NATO’nun çekileceğine dair bir tartışma için erken olduğunun da altını çizmiştir.
Basına ve kamuoyuna yansıyanlar üzerinden bir değerleme yapıldığında Afganistan topraklarında terörist barındırılmamasına karşılık ABD’nin söz konusu ülkeden askerini çekmesi olarak özetlenecek bir süreç işletilmeye çalışılmaktadır. Taliban açısından meşruiyet sağlama ve dünya siyasasına entegre olma gibi pozitif sonuçları olan bu girişim bir boyutuyla anlaşılabilir iken ABD’yi bu çizgiye getiren sebeplerin neler olduğuna dair bir sorgulama zaruret arz etmektedir. Bu kapsamda;
Birinci neden; İran faktörü olabilir. Irak örneğinde olduğu gibi ABD, bir ötekiyi yok ederken başka bir ötekiye bilerek veya bilmeyerek ciddi bir alan açmaktadır. Söz konusu öteki İran’dır. Her ne kadar kulakları tırmalasa da Afganistan’da Taliban ile İran arasında son yıllarda ciddi bir ilişki sistematiğinin geliştiğine dair emareler ve malumatlar söz konusudur. Washington yönetimi Irak ve Suriye’de alan kazanan İran’ı çift taraflı olarak sınırlandırma amacını gözetmiş olabilir.
İkinci neden; Çin faktörü olabilir. ABD hegemonyasına ciddi meydan okuma gerçekleştiren Çin’in Afganistan üzerinden Orta Asya’da yeniden dengelenmesi ve denetim altına alınması amaçlanmış olabilir.
Üçüncü neden; Kuşak-Yol Girişimi olabilir. Washington açısından Çin ile bağlantılı bir şekilde Kuşak-Yol Girişimi’ne dair bir ön alma gerekliliği söz konusudur. Başarıyla gerçekleştirilmesi halinde uluslararası ekonomik sistemin yapısını değiştirecek olan söz konusu projenin sabote edilmesi noktasında İslami değerleri ve hassasiyetleri olan yapılar ile işbirliği Beyaz Saray yönetimince ciddi bir seçenek olarak ele alınmaktadır.
Dördüncü neden; Rusya olabilir. Suriye başta olmak üzere Ortadoğu’da eli güçlenen ve özellikle askeri konularda ABD’ye karşı bir meydan okuma içerisinde olan Rusya’nın arka bahçesi olan Orta Asya’da bir denetleme kulesi olarak Afganistan’a ihtiyaç duyulmaktadır. Tarihsel motivasyonlar bakımından İslam Dünyası’nın kendisine çok yakın görmediği Rusya ve özellikle Doğu Türkistan meselesi gibi nedenlerden dolayı Çin’e karşı İslami yapıları kullanmak daha az maliyetli ve rasyonel bir seçenek olarak değerlendirilmiş olabilir.
Beşinci neden; iç siyasal dinamikler olabilir. Barack Obama döneminden itibaren askeri harcamaların maliyetlerini sorgulayan ABD’nin günümüzdeki Başkanı Donald Trump’ın en önemli vaatleri arasında yurtdışındaki askerlerin geri çekilmesi yer almaktadır. Hem ekonomik nedenler hem de iç siyasal dinamiklerden dolayı vaadini yerine getirmek isteyen Trump, çekilme sonrası oluşacak boşluğun Taliban tarafından doldurulacağını öngörmüş olabilir. Barış görüşmeleriyle yerine vekil aktör olarak Taliban’ı bırakması uluslararası politika açısından çok kolay görünmese dahi gerçekleşmesi halinde hiç de şaşırtıcı olmayacaktır.
ABD hegemonyasının bekası için ortaya konan en önemli projelerden birisi olan Genişletilmiş Ortadoğu Projesi’nin Afganistan ayağındaki bu hamlesinin sonuçlarının neler olacağı ise hem söz konusu ülkedeki devlet altı-içi aktörler hem de bölgesel ve küresel devletler açısından oldukça önemlidir. Öncelikle daha önce de (Sovyet işgali döneminde) Beyaz Saray’la olan ilişkisi dikkate alındığında Taliban açısından pozitif bir gelişme olarak fırsata dönüştürülmeye çalışılacak bu sürece karşı İran, Rusya ve Çin’in mesafeli duracağı aşikârdır. Ayrıca Taliban’a karşı savaşmış ülke içindeki diğer siyasi ve etnik gruplar da barış görüşmelerinden memnun değillerdir. Dolayısıyla ABD-Taliban yakınlaşmasını tehdit olarak gören yapıların İran, Rusya ve Çin ile ilişki kurması veya söz konusu devletlerin etkisine girmesi ihtimal dâhilindedir. Meselenin bir diğer boyutu ise ABD’nin 18 ay içerisinde askerlerini çekmesi yönündeki taslak metne rağmen NATO’nun ülkede varlığını devam ettirmesidir. Özetle NATO’nun varlığı ABD’nin varlığı demektir. Dolayısıyla esasında bir çekilmeden ziyade ABD’nin yeni bir manevrası söz konusudur. Bu manevra ise yukarıda sayılan nedenlerden dolayı tercih edilen “akıllı bir hamle” olarak görülmelidir.
————————————————-
Kaynak:
————————————————-
[i] Kadir Ertaç ÇELİK
2010 yılında Uludağ Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden, fakülte ikincisi olarak mezun olmuştur. Aynı yıl Nevşehir Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde araştırma görevlisi olarak akademik hayatına başlamıştır. 2011 yılında Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde görevlendirme ile çalışmıştır. 2012 yılında Rusya Federasyonu’na bağlı Tataristan/Kazan’daki TISBI Üniversitesi’nde çalışmalarda bulunmuştur. 2010-2013 yılları arasında TÜBİTAK başarı bursuna layık görülmüştür. Yüksek Lisans derecesini 2014 yılında Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde “Kimlikler Güç Dengesi ve İttifaklar: Kazakistan Örneği” başlıklı teziyle almıştır.
2015 yılında Gazi Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi’nde (GAZİSAM) görev yapmıştır. Bölgesel Çalışmalar ve Security Strategy and Political Studies isimli iki uluslararası hakemli derginin yazı işleri müdürlüğünü yürütmüştür. “ABD Ulusal Güvenlik Strateji Belgelerinde Türkiye (1990-2015)” başlıklı doktora tez çalışmasını devam ettirmekte ve halen Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde araştırma görevlisi olarak çalışmaktadır.
Türk Dış Politikası, Türk Dünyası Çalışmaları, ABD Dış Politikası, Güvenlik Çalışmaları ve Kimlik-Dış Politika İlişkisi çalışma alanları arasındadır.