Ah Tuna Vah Tuna

Tam boy görmek için tıklayın.

Yazar: Sâmiha Ayverdi
ISBN: 978-975-7663-24-9
Yayınevi: Kubbealtı Yayınları
Basım Bilgisi: 6. Basım
Sayfa Sayısı: 400

Hazırlayan: Mehmet MEMİŞ, (E) Öğretmen

Ah Tuna Vah Tuna, Sâmiha Ayverdi’nin, her birinin Türk yaşantısından bir olayı bir tabloyu anlattığı altmış dokuz makalesinin bir araya getirildiği bir kültür demeti. Kitapta özellikle İstanbul’un on dokuzuncu yüzyıl yaşantısı, canlılığı, çeşitliliği gözler önüne seriliyor. İstanbul tarihinde eski devirlere  gidiliyor, coğrafî olarak payitahtın Rumeli ve serhatle bütünlüğü ortaya konuyor. Bu, yazar tarafından şöyle ifade ediliyor: “işte Boğaziçi ile yek vücut olan Tuna, gene de Karadeniz’i aşıp Boğaz’ın sularında Tunalaşarak, o tarihî dostluğu ihya etmekte ve o kadim aşinalığı, eski muhabbeti ve meşvereti, Rumeli’de gözü de gönlü de takılıp kalmış olanlara gizli gizli râz söylemekten geri kalmamaktadır.”

Makaleler zevkle ve merakla okunuyor. Bunun sebebi Sâmiha Ayverdi’nin güzel ve duru  İstanbul  Türkçesidir. Onun zengin ve zevkli Türkçesi, Yahya Kemâl’in ifadesiyle “Anamızın ak sütü gibi helâl ve güzel bir Türkçe” dir.

Ah Tuna Vah Tuna Türkçe zevkiyle, tarih şuuruyla yazılmış hatıralar, değerlendirmeler, sahneler demeti. Türk aydınlarının okuması gereken bir eser.

Bu kitap aynı zamanda bir İstanbul kitabı. Bâki, Nedim,  Yahya kemâl, Abdülhak Şinasi Hisar gibi İstanbul’u sevdiren yazarlar arasındadır Sâmiha Ayverdi de vardır. O “İstanbul  bizim tarihimizin ve medeniyetimizin muhassalasıdır.” der. Makalelerin çoğu, İstanbul’un mahalle hayatını, konak ve yalılarını, sebillerini, camilerini, anlatır. Bu makaleleri içimiz sızlayarak ve artık bir nostalji olan eski İstanbul’a özlem duyarak okuyoruz.

KİTAPTAN:

AH TUNA VAH TUNA

Boğaziçi’nin   kısıkları, koltukları, girinti ve çıkışlar arasında âv3re âvâre akıp giden sularından, eğilip bir avuç su alacak olsak, bunun ne kadarının Tuna’dan kaçıp, Karadeniz’i aşarak, Boğaziçi’nin vuslatına erişmiş olduğu, acaba kaç kişinin mâlûmudur?

Adına Osmanlı dediğimiz aslan yapılı cihangir Rumeli’nin ana damarlarından olan Tuna ile tam beş asır evvel kıyılmış nikâh ile haşır neşir olarak yaşadı. Ammâ bu tarihî nikah arasına kara çalı gibi girenler: “Tuna artık benimdir. Bundan sonra yalnız benim için akacak. Orada benim gemilerim, benim kalyonlarım boy gösterecek..” demişse de, birbirine aşkla kenetli Tuna ile Türk bu müdahaleye rağmen o âşıkane muhabbeti, hiç değilse kaçamak da olsa, devam ettirmeyi başarmıştır.

Öyle ki Boğaziçi ile Tuna’nı yekvücut olan sularının esrârı çok kimseye kapalıdır. Böylece bir araya gelerek el ele aktıklarını el alem bilmese dahi bilenin basar-ı basiretini nasıl görmezden geliriz.

İşte Boğaziçi ile yekvücut olan Tuna gene de Karadeniz’i aşıp Boğaz’ın sularında Tunalaşarak, o tarihî dostluğu ihya eylemekte ve o kadim aşinalığı ve o eski muhabbet ve meşvereti, Rumeli’de gözü de, gönlü de takılıp kalmış olanlara gizli gizli râz söylemekten geri kalmamaktadır.

……

Hal dili ile yalvara yakara konuşup birbiri içinde yokluk örtüsü altında gizlenmiş Boğaziçi ile Tuna, aralarına girmiş ağyârı görmezlikten gelip bir çeşit  teselli arıyordu.

Uzaktan tâ buralara kadar âşinâlık destanları okuyan Tuna: “Ben Tuna, Türk’ün  civarıma ilk ayak bastığı yıllarda, Sava denen dostumla gönül birliği edip, baş başa vererek akıp dururken keyfimize keder çökerek o kâdim âşinâmız Osmanlı buralardan uzaklaştı .Beş yüz seneden sonra elini eteğini bizden çekerek daracık sınırlarına doğru büzülüp gidiverdi. Ammâ bu, eğreti ve inanılmaz bir oyuna benziyordu. Ezelde verilmiş bir ahdi, gökkubbe içinde bozmak kimin haddi?” diyordu.

Türk’ün o muhteşem efendiliği devrinde kışlar bastırıp, Tuna’nı yumuşak sırtı donup gemilere kalyonlara yo vermez oldu mu, kimse kasâvet etmez, yorgun düşmüş gibi donarak inzivâya çekilir olmuş Tuna’nın kıyılarındaki beylerin, paşaların, ağaların evlerinde, köklerinde, konaklarında zevk ü sefâ, cümbüş ve tarab devirleri yakasını açarak günlerini gün ederdi.

 Tuna’nın komşuları diyebileceğimiz Niş, Silstre ve Vidin eyaletlerini Osmanlının bir Tuna vilayeti hamuru içinde birleştirmiş olduğunu unutmamak gerek. Tuna hiç beş asırlık dostunu unutur mu? Öyle ki o kadim dostuna, o benzersiz aşinasına işte hırçin tanıdığımız Karadeniz’i aşarak, gönderdiği sular ile nâmeler yollayarak, gene birbirinin kollarında beraber coşup akmakla ezeli ünsiyetini bir tecdid-i iman ile imzalayarak, o Dârücihat’tan gizli nikâh şahitlerini göndermekten geri kalmamış bulunuyor. Ne denir?

İşte aşk, âşıktan koparılamıyor vesselâm…

Yazar
Kirmızılar Kitap

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen