Alay Usta ve Çocukları

Tam boy görmek için tıklayın.

Kitabın Adı: Alay Usta ve Çocukları

Alt Başlık: Ülkücülerin Romanı

Türü: Roman

Sayfa Sayısı: 352 sayfa

Yazar: Özer Ravanoğlu

Dili: Türkçe

Yayınevi: Ötüken Yayınevi (Türk Edebiyatı Dizisi)

“Alay Usta ve Çocukları” Özer Ravanoğl’nun Ötüken Yayınları Türk Edebiyatı dişinden çıkan romanının adı. Roman her ne kadar “Alay Usta ve Çocukları” olsa da alt başlığında “Ülkücülerin Romanı” diye geçiyor.

Kitap Trabzonlu bir aile olan “Alay Usata ve Çocukları”nın başından geçenler konu ediniliyor. Her ne kadar “Alay Usta ve Çocukları”nın başından geçenler konu edinilmiş olsa da “on iki eylül” öncesi bütün ülkücülerin başından geçen bir roman olması önemli. Trabzon değil de Muş, Adana, Erzurum, Elâzığ, Diyarbakır … vs fark etmez bütün ülkücüleri anlatıyor bir bakıma.

 “Tanrı Dağları’nın Eteğinde, Tanrı Dağları’nın Gözyaşları ve Doğudan Batıdan Hikâyeler adlı eserleriyle gönül coğrafyamızın bam tellerine dokunan Özer Ravanoğlu, bu kez memleketin ateş çemberinden geçtiği yılları; sokak kavgalarını, cinayetleri ve 12 Eylül’e giden yolun taşlarının nasıl döşendiğini Alay Usta ve çocukları üzerinden anlatıyor. Alay Usta ve çocuklarının hikâyesi, sadece bu mütevazı Anadolu ailesinin değil gençlikleri ve gelecekleri çalınmış bir neslin hikâyesidir. Bu romanda Alay Usta’nın iki düşman kutba ayrılan çocukları aslında sembolik olarak memleketin o günkü vaziyetini de anlatmaktadır.”    (Kitabın arka kapak)

Roman üç bölümden oluşuyor. Birinci bölüm 16- 124 sayfalar arasında. Birinci bölümde Alay Usta’nın ne işle meşgul olduğu, oğlu Hüseyin ve Hasan’ın lise hayatı ardından Hüseyin’in Ankara’daki üniversiteye başlaması, “On iki Eylül” darbesi ve ülkücülere yapılan işkenceler ve Mamak zindanlarında çekilen çileler konu edinilmiş. Birinci Bölümde Alay USTA’NIN: “Hiç kız evlatla erkek evlat bir olur mu? (sah.17) deyişi ve ardından “ Benim adımı , namımı devam ettirecek olan erkek evlattır( sah.17),  sözlerine karşılık eşi Gülnaz Hanımın: “ Efendi böyle konuşma her şeyin hayırlısı neden demiyorsun. Allah’ın gücüne gider. Sen ne zaman böyle konuşsan benim için titriyor” der ve “Aman yarabbi, verdiğin nimetlere şükürler olsun” diye ekleyip, “eli ayağı, düzgün sağlıklı evlatlar vermişsin. Sana şükürler olsun Allah’ım” demeyi ihmal etmez, bir gün değil. Her gün hem de defalarca haline şükrederdi” (sah. 17). Bu satırlar okuyucunun garibine gidebilir ama toplumumuzda hala kırılamayan bir gerçek tablo bu.

Kardeşin kardeşle, babanın evlada düşman edildiği bir zamanda düşman kamplarına ayrıldığımız o kara günleri anlatırken, “Artık fesat evlere girmiş, aileler arasında, hatta kardeşler arasında kavgalara sebep olmaya başlamıştı. Bu belirtiler ülkenin yavaş yavaş bir iç savaşa doğru sürüklendiğini gösteriyordu” (sah.55).

Ülkenin emperyalizmin uşakları tarafından işgal edilmeye çalışıldığı günlerde ülkeyi işgal ettirmemek için canla başla mücadele eden Ülkücü Türk gençliğinin mücadelesi Hüseyin’in şahsında anlatılırken, kardeşi Hasan’ın şahsında devrimci emperyalist uşakların mücadelesi anlatılmaya çalışılıyor.  Trabzon’da bir Lisede Ben Eğitimi Öğretmeni olan Ali Haydar TÜRKOĞLU’nun kızını kullanarak Hasan’ı nasıl Tuzağa düşürdüğü (Hasan sadece bir örnek), beynini nasıl emperyalist fikirlerle işgal ettiği anlatılması(sah.33) güzel de; “ülkücü şehitlerden” bahsedilmesine rağma “İlk Ülkücü Şehit Ruhi KILIÇKIRAN”ın adı geçmemesi biraz garip bir durum bana göre.

Trabzon Lisesinde öğretmen Orhan Bey’in “İnsanı kazanmak için elbette sevginin yanında bilgili olmak gerek” (sah. 31) çok önemli ve o zaman Ülkü Ocaklarında yetişen gençlerin bu doğrultuda yetiştiğine dair emarelerin romanda yer verilmesi, Hüseyin’in seminerlerinde, Orhan Bey’in konuşmalarında yer verilmesi romanın özüne uygun bir yaklaşım.

“Ülkü Ocaklı gençler tarafından Ankara’da bu vatanın sahipsiz olmadığını göstermek arzusu ile büyük bir miting ve yürüyüş organize edildi. Kurtuluş meydanından başlayan yürüyüş Tandoğan meydanında yapılan konuşmalarla son buldu (sah. 46).” Hafızalarımıza “Büyük Miting” olarak yerleşen bu muhteşem yürüyüş ve yapılan konuşmalardan bahsedilmesi ve Hüseyin’in “SAKARYA TÜRKÜSÜ” şirini okuması hafızamızın yenilenmesine sebep oldu. Hafızamız yenilendi de Başbuğ Alpaslan TÜRKEŞ’ten bahsedilmemesi romanın güzelliğine gölge düşürüyor gibi…

Kitabın birinci bölümünün diğer kısımlarında Hüseyin’in üniversite hayatı, 12 Eylül öncesi Ülkücülerin çektiği çileler, öldürmeler, kurtarılmış bölgeler, kardeşin kardeşe silah çekmesi hafızamızda küllenen olayların külünü savurması ve yeniden korların alevlenmesine sebep olması ardından 12 Eylül darbesi…

12 Eylül darbesi ülkücü hareketin idam sehpasından yargılanması, yargılanırken bile liderin emrinde yek vücut olan gençliğin çektiği işkenceler ve idam sehpalarını kurulması kitabın ikinci bölümünde geniş geniş anlatılıyor (sah. 139,174). Ayrıca bu bölümde Hüseyin’in üniversiteyi bırakıp askere gitmesi, “Beklenmedik bir olay” diye başlıkta verilen Hüseyin’in kardeşi Hasan’ı pkk saflarında ölü olarak ele geçirilmesi hüzünlü ama gerçek olan vakalar. “Hüseyin iki arkadaşının yardımıyla hemen Hasan’a bir mezar kazdılar. Elbisesiyle birlikte gözyaşlarıyla defnettiler (sah. 151).” Daha sonra Hüseyin:” Başucuna arkadaşlarının yardımı ile bir kaya parçasını getirip koydular. ‘Hiç olmaz ise burada mezarın kaybolmaz. Ne yapalım elimizden gelen ancak bu kadar gelebiliyor’ (sah.151).” demesi acı ama gerçek olaylar…

Kitabın üçüncü bölümünde (sah. 179,352) ise Hüseyin’in askerden dönmesi, yeniden hukuk fakültesine kaydolması ve öğretmeninin kızı Selcen’le evlenmesi ve Selcen’in ağabeyi Kürşad’ın Hüseyin’in kız kardeşi Aysu ile evlenmesi romanın en güzel tarafları. Çünkü erkek bir ülkücü, ülkücü bir kıza hep “bacı” gözüyle bakmış, ona “bacım” diye hitap etmiştir. Romanda bu tabunun yıkılmış olması güzel bir olay. Bu bölümde içinde bulunduğumuz Türk Kürt ayrımına, pkk hadisesi ve ülkücü mücadeleye;“Yakından bakınca görüyorsun ki işin aslında bir ırk meselesinden ziyade bir iman mücadelesi var. Bir taraftaki [Kürt] mücadele adamı, terörle mücadeleye giderken abdest alarak yola çıkıyor. Şehitliğe iman etmiş, devletine hizmetin bir ibadet olduğunu düşünüyor. Vatan sevgisi var, bayrak sevgisi var. Öbür taraftakiler ise çeşitli vaatlerle kandırılmış bir takım zavallı çocuklarla başlarında onları kullanan satılık alçaklar var. Batı Emperyalizminin salyalı köpekleri var (sah.206).” “Batı emperyalizminin salyalı köpekleri var(sah.206)”. Tespiti gerçeği ne kadar güzel yansıtıyor.  Ya şu tespite ne demeli: “Kendini bizden gösteren Türkoğlu, Müftüoğlu, İmamoğlu gibi iddialarla, isimlerle aramızda dolaşan ne kadar Lawrence’lar var acaba? (sah.284)” tespiti de gerçeğin en güzel şekilde ifadesi değil mi? Hüseyin’in şu sözü de beyinlere kazınmalı kanaatindeyim: “Lafla ülkücülük olmaz(sah.336)”.

Roman Adana Endüstri Meslek Lisesi’nde altı arkadaşıyla (Yılmaz KIZILAY, Davut KORKMAZ, Mustafa KARACA, Müslüm TEKE, Özcan DORUK, Ahmet GÜLEÇ) le birlikte kızıl kurşunlarla şehadet şerbetini içen Ülkü Bir Adana Şubesi Başkanı Tevfik PAMPAL’a ithaf edilmiş. Kitabın Ülkücü Şehit Tavfik PAMPAL’a ithaf edilmesi kadirşinas bir davranış ve kitabı her okuyanın bir Fatiha ile şehitleri yad etmesine vesile olacağını düşünmek kitabın güzelliğini daha da güzelleştiriyor.

Kitapta sade ve akıcı bir dil kullanılmış. Hemen hemen hiçbir okuyucunun anlamayacağı bir kelime yok diyebilirim. Halkın anlayacağı sade bir dil okuyucuya ayrı bir okuma zevki verir kanaatindeyim. Romanın üç bölüme ayrılması ve her bölümün kendi içinde ara başlıklara yer verilmesi okuyucuya kolaylık sağlıyor.  Kitapta “akıcı bir dil ve yaşayan güzel Türkçe’nin” kullanıldığını belirttim de “saikayla”,” ekarte etmek”. Gibi kelimelerin de yerlerine Türkçe karşılıkları yazılsaydı daha güzel olmaz mıydı diye de düşündüm.

 Ayrıca roman düz bir anlatım tekniği ile yazılmış, sanki Özer RAVANOĞLU ağabey anlatıyor gibi.

Kitabın değişik yerlerinde geçen “HOCANIM” (büyük harflerle ben yazdım) kelimesinin”HOCA HANIM” karşılığı olduğu belirtilse daha güzel olurdu diye düşünüyorum. Çünkü “HOCANIM” dilimizde özellikle halk arasında “ HOCA HANIM” diye söylenir ve  kadınlar için söylenmiş bir hitap sözcüğü olarak biliniyor.

Kitabı okuduktan sonra internet ortamında kitap hakkında yazılanları da araştırdım ama maalesef Ülkücü Kadro’da Halim KAYA dışında uzun uzun genişçe yazan olmamış. Halim Bey,  Şöyle diyor: “Alay Usta ve Çocukları- Ülkücülerin Romanı” adlı kitabının yayınlandığını duyunca hemen aldım. Çünkü Ülkücülük ve Türk Dünyası üzerine gönülden yazıyor, anlattıklarıyla beklentisi olmadan kardeşlere yardım nasıl yapılır bizlere gösteriyor, kardeşlerin arasında nasıl bir samimiyet olması gerektiğini gören gözler önünde bizzat sergiliyordu. Özer Ravanoğlu ağabey ve onun gibi hesapsız Türk Dünyası aşıkları yüzyıllarca birbirinden ayrı düşmüş milletin çocuklarını hiç ayrılmamış bir evde yaşayan kıvanç ve tasada bir olan, sanki yüzyıllardır ayrılmadan birlikte yaşamış ortak anılarıyla birbiriyle tek parça olmuş gibi kaynaştıracak, onları hiç kırılmamış bir çini vazonun minesinin yeknesaklığında homojen bir kültüre kavuşturacak horasan harcıdırlar.” ( Halim KAYA  ÜLKÜCÜ KADRO” Halim KAYA’nın dışında uzun uzun kitabı değerlendiren olmamış .( Halim KAYA beye uzun ama güzel değerlendirmesi için teşekkür ediyorum)

 Yeniçağ Gazetesinde de Ahmet YABULOĞLU da kitap tanıtımları yaparken “Kavga günlerinin romanı” diye şunları yazmış:

“Tanrı Dağları’nın Eteğinde, Tanrı Dağları’nın Gözyaşları ve Doğudan Batıdan Hikâyeler adlı eserleriyle gönül coğrafyamızın bam tellerine dokunan Özer Ravanoğlu, bu kez 1980 öncesi Türkiye’sini mercek altına alıyor. Özer Ravanoğlu, “Alay Usta ve Çocukları / Ülkücülerin Romanı” adlı kitabında memleketin ateş çemberinden geçtiği yılları; sokak kavgalarını, cinayetleri ve 12 Eylül’e giden yolun taşlarının nasıl döşendiğini akıcı bir roman diliyle anlatıyor.

Alay Usta ve çocuklarının hikâyesi, sadece bu mütevazı Anadolu ailesinin değil gençlikleri ve gelecekleri çalınmış bir neslin hikâyesi.

Bu romanda Alay Usta’nın iki düşman kutba ayrılan çocukları aslında sembolik olarak memleketin 80 öncesi dönemdeki vaziyetini de anlatmakta.” (Yeniçağ 5 Ocak 2024)

İlk Gençlik yıllarımda Adana’da görüp tanıştığım zaman zaman bilgilerinden istifade ettiğim Özer RAVANOĞLU ağabeye bu güzel romanı için teşekkür ediyorum. Tanrım sağlık ve sıhhat içinde bizlere daha böyle güzellikleri yazdırmasını nasip eder inşallah.

Yazıyı kitabın son sayfasından: “Ülkü yolu kapanmaz. Ülkücüler tükenmez. Biz olmasak da yarın iktidar olacağız. Çünkü Cenabı Hakk’ın vaadi var. Allah nurunu tamamlayacaktır, kafirler istemeseler de(sah.352).”  Ve:

 “BİR ÖLÜRÜZ BİN DİRİLİRİZ” (sah. 352)

Musa SERİN, 12.05.2024

Emekli Öğretmen

Yazar
Musa SERİN

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2024

medyagen