Altay Akıllı İnsanı (Homa Sapıens Altaensıs)

Tam boy görmek için tıklayın.

 

Prof.Dr. Mustafa ERGÜN[1]

 

ÖZ

Evrensel uygulamada en güçlünün ayakta kaldığı yaşam formlarının doğal seçimi olarak adlandırılan biyolojik mekanizmasının Darwin’in önermesi, aynı zamanda insan türlerine de bu mekanizmanın uygulamasını sağlamıştır. Bu fikirlerde, bizim kendi türümüz olan Homo sapiens’ın doğmasının yollarını ve işlevlerini belgeleyen antropologlara ve arkeologlara davetiye çıkarmıştır. Yerküremiz son dört yüz bin yılda dört Buzul Çağına girmiştir. Sun Buzul Çağı 12-120 bin arasında olmuştur. Dünya sıcaklıkları çoğunlukla 0°C altındadır. Buzul arası çağlar çok kısadır. Son Buzul Maksimumu 20 bin yıl öncedir ve dünya nüfusu yalnızca yaklaşık olarak 5 milyon civarındadır. Günümüzden 15 bin yıl önce Kuzey Kutbunu çevreleyen buzul göllerini tutan setleri çok büyük bir meteor çarpması sonucu yıkılmış ve Hazar-Aral bölgesi (Dünyanın en büyük kapalı havzası) taşkın sorunu ile karşı karşıya kalmıştır (Hazar Taşkınları). Dünya’nın en büyük kapalı iç havzası olan Hazar-Aral havzası bu felaketle beraber Dünya’nın ilk uygarlığını yaratmış ve burada yayılan Aryanlar Uygarlığı gittikleri yerlere taşımışlardı. Tüm dini, ırksal ve milliyetçilik akımlarından soyutlanmış bir biçimde bazı bilgilerin yeniden yorumlanması ve açıklanması gerekmektedir. Biz kendi geçmişimizi başkalarından değil, Atatürk’ün yol gösterdiği gibi geçmişimize sahip çıkarak bütünleşik bir anlayışla (DİL VE TARİH COĞRAFYA) olgunları ile birlikte ele almalıyız. Değişmez olan Tarih, Coğrafyanın yazdığı tarihtir.

ANAHTAR SÖZCÜKLER: Homo sapiens, Buzul Çağları, Aryanlar, Hazar-Aral Havzası

 

Altay Intellegent Person (Homa Sapıens Altaensıs)

 

ABSTRACT

Darwin’s proposal of the biological mechanism of survival of the fittest, called natural selection, has also led to the application of this mechanism to the human species. These ideas have prompted anthropologists and archaeologists to document the processes and functions that gave rise to our own species, Homo sapiens. Our planet has undergone four Ice Ages in the last four hundred thousand years. The last Ice Age lasted between 12,000 and 120,000 years. Global temperatures have mostly been below 0°C. Interglacial periods are very short. The last Glacial Maximum occurred 20,000 years ago, and the global population was only approximately 5 million. 15,000 years ago, the dams holding back the glacial lakes surrounding the North Pole were destroyed by a massive meteor impact, and the Caspian-Aral region (the world’s largest closed basin) faced a flooding problem (the Caspian Floods). The Caspian-Aral basin, the world’s largest closed inland basin, gave birth to the world’s first civilization with this catastrophe, and the Aryans who spread there carried civilization to their destinations. Certain information needs to be reinterpreted and explained in a way that abstracts from all religious, racial, and nationalist movements. We must embrace our past, not from others, but as Atatürk led the way, and consider it with an integrated understanding (GEOGRAPHY OF LANGUAGE AND HISTORY) and its implications. The immutable History is the history written by Geography.

KEYWORDS: Homo sapiens, Ice Ages, Aryans, Caspian-Aral region

 

GİRİŞ

Araştırmacılar, ilk insanların 5-7 milyon yıl önce insansı (hominid) varlıkların ortaya çıktığı kabul gören bir varsayımdır. 2,5 milyon yıl öncesine gittiğimizde avlanma, yiyeceklerin kabuklarını kırma gibi işler için sivriltilebilen taş aletler yapan ve kullanan ilk insansıları görüyoruz. İşte ilk alet yapımlarının başladığı 2,5 milyon yıl öncesi ile MÖ 10 bin arasındaki dönemi Paleolitik Dönem olarak kabul edebiliriz. Homo-erektus aynı zamanda ilk avcı olan insansı tür olarak bilinir. Ondan önceki türler sadece toplayıcıdır. Bu nedenle hayatta kalmaları çok daha zordu. Ayrıca, ateşi ilk kullanan insansı tür olduğuna dair kesin kanıtlar olmamakla birlikte bazı izler bulunmuştur.

Düzenli olarak iki ayak üzerinde yürüyebilmeye Bipadalizm (iki ayaklı) denmektedir. Bipedalizm insanın evrimi sürecinin önemli bir aşamasıdır. İnsansıları diğer canlı türlerinden de ayıran bir özellik olmuş, Özellikle vücut ve kemik yapılarının değişimde etkili olan bir aşamadır.

Homo sapiens terimi Latince ’den türemiş olup, “Bilgili İnsan” veya “Akıllı İnsan” anlamına gelir. Homo sapiens – yaşayan Homo türüdür ve modern insanları içerir. Homo türünde bir zamanlar birçok tür vardı, ancak tüm türler artık nesli tükenmiş durumdadır. Evrensel uygulamada en güçlünün ayakta kaldığı yaşam formlarının doğal seçimi olarak adlandırılan biyolojik mekanizmasının Darwin’in önermesi, aynı zamanda insan türlerine de bu mekanizmanın uygulamasını sağlamıştır. Bu fikirlerde, bizim kendi türümüz olan Homo sapiens’ın doğmasının yollarını ve işlevlerini belgeleyen antropologlara ve arkeologlara davetiye çıkarmıştır.

İnsan yaşadığı yerdeki coğrafi şartlara bağlı olarak hayatını devam ettiren bir varlıktır. Fiziksel gereksinimleri yaşanan coğrafyanın sundukları doğrultusunda karşılanmaktadır. Yani insan doğayla uyumlu yaşamak zorundadır. Ya onun sunduğu koşullara uyum sağlayıp hayatını devam ettirecektir ya da kaybolup gidecektir. Buna göre coğrafi koşullar; sulak alanlar, kurak bölgeler, çöl ve orman dokusunun zengin olduğu bölgelerde kendine özgü yaşam biçimlerinin ortaya çıkmasına, buna sonucunda da insan eliyle yoğrulmuş uygarlıkların doğmasına neden olmaktadır.

Coğrafik koşullar; sulak alanlar, kurak bölgeler, çöl ve orman dokusunun zengin olduğu bölgelerde kendine özgü yaşam biçimlerinin ortaya çıkmasına, buna sonucunda da insan eliyle yoğrulmuş uygarlıkların doğmasına neden olmaktadır. Uygarlığın aşamalar: Toplayıcılık; Avcılık; Tarım. Bir bölgede uygarlığının gelişmesi için şu olguların beraberce bulunmasına bağlıdır: Uygun iklim kuşakları (35º-40° K enlemleri arası); Zengin su kaynakları; Tarım; Metaller. Doğadaki “Evrim Yasası” gereğince, yalnızca “Değişen Koşullara ve Çevreye Uyum Sağlama” yeteneğine sahip olanlar ayakta kalmıştır.

Yerküremiz son dört yüz bin yılda dört Buzul Çağına girmiştir. Sun Buzul Çağı 12-120 bin arasında olmuştur. Dünya sıcaklıkları çoğunlukla 0°C altındadır. Buzul arası çağlar çok kısadır. İşte bu kısa sürelerde insanlar günümüzde olduğu gibi kutup bölgelerinde bile yaşam ortamı bulmuşlardır. Batı, Ortadoğu, Güney Asya ve Doğu Asya. Hazar-Turan bölgesi türlerin hem miktarı hem de kalitesi açısından olağanüstü bir evcil bitki ve hayvan varlığına sahiptir. Bu bağlamda, “kalite” insanlar için yararlılığı ifade eder. İnsan, sadece biyolojik değil; düşünsel, teknolojik ve toplumsal olarak da sürekli evrimleşen bir türdür. Bu evrim, hem doğayla ilişkilerimizi hem de birbirimizle olan bağlarımızı yeniden tanımlar.

Homo sapiens: Modern insan, yaklaşık 300.000 yıl önce Afrika’da ortaya çıktığı varsayılmaktadır. Homo neanderthalensis: Avrupa ve Batı Asya’da yaşayan, ölü gömme gibi kültürel pratikleri olan insan türüdür. Bu insanlar son Buzul Çağı öncesi (130-140 bin yıl öncesi) ara buzul döneminde varlıklarını sürdürmüşlerdir. Fakat aynı insan türleri Altay’da Denisova (Ayı Taşı) Mağarası’nda da bulunmaktadır. Burada bu son buluntu yerinin önemi ve coğrafik koşullarının sürekliliği açısından irdelenecektir.

İKLİM DEĞİŞİMLERİ

Güneş enerjisinin tüm yönlere Güneş’ten eşit olarak aktığı düşünülür. Bu astronomik değişimler Yerkürenin güneş radyasyonunu düzenler ve Yerkürenin iklimindeki uzun-dönemli periyodik değişimler sonuçlanır. Yerkürenin dönme ve yörünge parametrelerinde iklimsel etkileri Milankoviç iklimsel değişimleri olarak bilinen 21 bin yıl, 41 bin yıl, 100 bin yıl ve 400 bin yıllık dönemsellikleri ile tanımlanmıştır. Son 400 bin yılda, Dünya dört buzul çağı geçirmiştir (Şekil 1). Son 400 bin yılda dünyamız dört defa buzul çağına girip-çıkmıştır. Buzul arası çağlar çok kısa olmuştur. Gelecek İklim Değişimi (Milankoviç Süreçleri):

  • Son Buzul Çağı yaklaşık 120.000 yıl önce başlamış ve 12.000 yıl önce sona ermiştir.
  • Doğal senaryoların çoğunluğu 10 bin yıl daha sürecek buzul arası devrini işaret etmektedir.
  • Öte yandan, gelecek iklim değişikliğinin genliği ve daha az ölçekli olarak zamanlaması, CO2 senaryolarına yani buz tabakalarının erimesine bağlıdır.

Buzulların büyüdüğü soğuk dönemlerde sıcak iklim isteyen canlılar hayatta kalabilmek için, güneye doğru Hazar-Aral denizi ile Ceyhun Irmağı bölgesine, Anadolu yarımadasına ve Güneydoğu Asya’ya doğru kaymışlardır. Biz buzul çağı döneminde (120 ila 12 bin yıl öncesi arası) iklimi ve aynı zamanda paleocoğrafik koşulları göz önüne almalıyız. Buzul çağında tüm sular kutup bölgelerinde tutulması nedeniyle, okyanuslarda su seviyeleri 120/130 m daha aşağıdaydı ve çok kurak ve yağışız dönemdi. Onun için, dünyanın büyük bölümü (35-40° enlemlerinden ekvatora kadar) yarı-tropik (çöl ve susuz) iklim koşullarına sahipti ve yaşama olanak vermiyordu. 40-45° enlemlerinden kutuplara kadar olan bölgelerde buzul ve tundra yaşamı çok kısıtlıyordu. Buzul çağında yaşama uygun bölgeler 35-40° enlemlerinden mevcuttu (Şekil 2). Güney Hazar Denizi bölgesi canlı yaşamı için en uygun iklim koşullarına sahipti (belki de çok dar ekvatoral kuşakta da belirli bir yaşam devam edegelmiştir).

Dünya’nın çöllerinin çoğunluğu Son Buzul Maksimumu zamanında Turan, Kuzey İran-Afganistan ve İç Anadolu -Konya ovası- hariç genişlemiştir. Son Buzul çağı süresince dünyadaki su genel olarak 40-45° enlemlerinin kuzeyinde tutulmasından dolayı okyanuslardaki deniz seviyesi -130 m’lerde idi. Bu devirde genel olarak 30-35° enlemlerinin güneyinden ekvatora kadar olan bölge yağış olmamasından dolayı (buzul çağları, dünyamızda kurak çağlardır) çok kurak ve çöllerle kaplıdır. Buzul çağlarında yaşama uygun bölgeler ekvator civarında dar bir alanda ve genel olarak 35-40° enlemleri arasındaki kuşakta var olabilmektedir. Buzul çağı sırasında, Güney Hazar Denizi yaşam koşullarının en uygun olduğu bir bölgede yer almaktadır (Ergün, 2016 ve 2021).

Evrenin işleyişini anlatan şu genel kuralı hatırlayalım:

(NATURA NON FACIT SALTUM)

(DOĞA SIÇRAMALAR YAPMAZ)

Ve şu temel varsayıma göre:

UYGARLIK COĞRAFYA VE İKLİM DEĞİŞİMLERİNE BAĞLIDIR
(MİLANKOVİÇ SÜREÇLERİ)

Daha önceki buzul ve buzul arası çağlarda görülmeyen ve bundan 15 bin yıl önce Hazar-Aral kapalı havzasının kuzeydeki buzul kütlesine çok büyük bir meteorun çarpması sonucu Hazar Taşkınları (Tufan) dünya uygarlığını değiştirmiştir. Yoksa daha önceki buzul çağlarında olduğu gibi hiçbir uygarlık yaratmamış olacaklardı. Nick Brooks; Uygarlık, insanlığa karmaşık ve “KENTLİ” toplumlar içinde bir yaşam için tercih yapabilmesine olanak sağlayan elverişli bir çevrenin ürünü olarak ortaya çıkmadı. Tersine, bugün “UYGARLIK” diye değerlendirdiğimiz şey, büyük ölçüde, felaket boyutlarında bir iklim değişikliğine kazara ve planlı olmayan bir biçimde uyum sağlanmasının sonucudur.

HAZAR-CEYHUN HAVZASI

Bazı yayınlarda var olduğu yazılan, bazılarında ise uydurma olduğu öne sürülen Orta Asya’daki hayat kaynağı tatlı sulu içdenizlerin varlığı ve sonradan kuruyarak çoraklaştığı, çölleştiği jeolojik bir gerçektir. Henüz yeterince bilinmeyen husus, bu ortamlarda insanoğlunun nasıl bir hayat sürdürmüş olduğudur (Gerey, 2003). Bu olgulardan hareketle “ALTAY AKILLI İNSAN” kavramı iklim ve coğrafik koşullara bağlı olarak ele alınacaktır.

Hazar Denizi ve Turan havzası dünyanın en büyük kıta içi kapalı havzasıdır ve su toplama havzasıdır. Hazar ekosistemi, dünya okyanuslarına ait deniz seviye değişimlerinden bağımsız olarak kendine has su seviyesi değişimlerine sahip dünyanın en büyük kapalı bir havzadır. Batısında Hazar Denizi, kuzeyinde Kazakistan ve Tanrı Dağları, doğusunda Pamirler ve güneyinde ise Kopet Dağları ve Hindukuş Dağları bulunmaktadır (Şekil 3).

Hazar Denizi’nin doğusunda Türkmenistan yer almaktadır. Türkmenistan topoğrafik olarak daha çukur bir arazi üzerinde bulunmaktadır. Türkmenistan topraklarının beşte dördünü Karakum Çölü kaplar. Karakum Çölü Türkmenistan‘da 350,000 km2 bir alan kaplar. Biruni, 10. yüzyılda çölün eskiden deniz olduğunu ileri sürmüştür. Günümüz bilim adamları çölün kumlarının güneyde bulunan dağlardan akarsular tarafından taşındığı ileri sürülmüştür. Bu konu Hazar Denizi su seviye değişimlerinde incelenecektir; MS 1000’li yıllarda Hazar Denizi aniden yükselmiş bu da kuzeydeki Hazar Hanlığı üzerinde çok olumsuz etkileri olmuştur. Başkentleri İtil su altında kalmıştır.

Hazar Denizi taşkınların merkezi ve ilişkili olayların (deniz-seviye yükselimi, kıyısal değişimler ve kıyısal düz alanları su basması) paleocoğrafya için çok hassas bir göstergesidir. Bu havzadaki su miktarı aşırı bir şekilde artmış ve bu arada da fazla su ise Karadeniz’e akmıştır. Taşkın sırasında, Hazar Denizi yaklaşık bir milyon km2‘ye (günümüzde 371.000 km2) ve eğer Aral-Sarıkamış havzası da eklendiğinde 1,1 milyon km2‘ye ulaşmıştır. Karadeniz-Hazar Taşkınlarını yansıtan jeolojik, litolojik, paleontolojik ve jeomorfolojik bulguları Chepalyga (2007) tartışmıştır. Bu taşkın olayları (17 ila 10 bin yıl günümüzden önce) kıyısal düzlükler (denizel yükselimler), ırmak vadilerine (aşırı arası taşkınlar), ırmak boşalım alanları (buzul gölleri; termokarst) ve yamaçlarda üzerine izlerini bırakmıştır. Bu Hazar Taşkınları (Khavalyan Yükselimi) olarak bilinmektedir (Şekil 5).

Denizel ve gölsel su kütleleri Aral’dan Marmara Denizi’ne kadar uzanan Avrasya havzalarının çağlayanlarını oluşturmuştur (Chapalyga, 2007). Taşkının doruğunda, Hazar Denizi’nde su seviyesi daha önceki seviyesinden 190-200 m kadar yükselmiştir. Taşkın, İskandinavya buzul katmanın erimesi (yalnızca başlangıç aşamasında), ırmak vadilerindeki aşırı taşkınlar, tundraların ergimesi, donmuş toprak koşullarında daha yüksek akış katsayısı, su toplama alanının Orta Asya’ya doğru uzaması ve su yüzeyinden düşük buharlaşma (kışın buz örtüsü) gibi nedenlerle birkaç kaynaktan beslenmiştir. Bu çekilme kıta üzerindeki temel su dengesi sonucu oluşmuştur. Arktik Okyanusa tatlı su akımını azaltmış, Aral, Hazar, Karadeniz ve Baltık Denizi’ne tatlı su akımını aşırı bir şekilde arttırmıştır. Bunun sonucu olarak, yön değiştiren ırmakların tortul toplanma alanı olan Aral ve Hazar Denizleri (bu arada Türkçe ’de “Aral Denizi”; “Adalar Denizi” demektir) üzerinden Doğu Sibirya’da başlayıp Akdeniz’de sona eren dünyanın en uzun ırmağı oluşmuştur (Şekil 5).  Nuh Tufanı bu ırmak üzerinde olmuştur ve insanlık tarihi üzerinde derin etkileri olmuştur. İnsanoğlu bu ırmak boyunca Buzul ve Buzularası Çağlarda hep var olmuştur. Bu bölgede Denisova insanı bulunmuştur. İnsanoğlu her devirde var olmuştur.

Neyman (2007) tüm olasılıkları tartıştıktan sonra yalnız Hazar Denizi kutsal kitaplarda bahsedilen tanımlamaların tüm koşullara en uygun yer olduğunu kanıtlamıştır. Doğudan kalkan Nuh’un Gemisi batıya doğru gelerek dağlara yaslanmıştır demiştir. Cennet Bahçesinin ise Hazar Denizinin derinliklerinde bulunduğu düşünülmektedir. 15 bin yıl önce oluşan “Hazar Taşkınları” sırasında Hazar Denizi su seviyesi -150 metrelerde idi. Buzul Çağında bu çukur alanlar (35°-40°enlemleri arası) Dünya’da en uygun yaşam alanlarıydı.

Hazar Denizi’ni çevreleyen Türk halklarının her birinde Tufan ile ilgili mitler vardır. Bunlardan en akla yatkın olanı Kazak Tufan Efsanesidir (Çığ, 2008). Turan ovasında yerleşen TÜRÜ-İLKLER (belki de TÜRK sözcüğü kökeni olabilir mi?) mutlu yaşarken insanoğlunun bazıları işledikleri günahlar yüzünden buraları su basıyor. Buna göre Nuh, Aral Denizi’nin doğusundaki Kemi-Salgan (Gemi yapım yeri) denilen yerde gemisini yaptırarak halkın arasında kendisine inanlardan ve hayvanlardan birer çift alıp Kemi Salgan’dan Turan Denizi’nin yükselmesiyle hareket ederek Aral, Hazar Denizi’nden hareket edip yüksek bir dağa yanaşmışlardır. Bu Tevrat’a göre Ağrı Dağı (Ararat) veya Kuran’a göre Cudi Dağıdır. Hazar Denizi’nin her iki yakasında da Türk dünyasında Tufanı izleri vardır. Azerbaycan Gobustan’daki (14 milyon yıl öncesi) kaya oymasında yaklaşık 20 kürekçinin bulunduğu sazlık tekne resmi ise bu bölgedeki denizciliğin varlığını işaret etmektedir. Ağrı Dağına yakın Azerbaycan’a ait Özerk Nahcivan Cumhuriyeti’nin adı olan NAHCİVAN (İLK ÇIKAN) demektir (Şekil 6).

Son Buzul Maksimumu (SBM)’na göre Taşkının o devir insanlarını daha fazla etkilediğini göstermektedir. Bu olay kültürleri yok etmemiş, öte yandan dönemsel ve tekrarlayan çevresel değişimler belki de denizciliğin başlaması gibi üretken ekonomilere neden olmuş ve aynı zamanda da atın evcilleştirilmesine yol açmıştır. Deniz seviyesindeki bu gibi ani değişimler o devrin insan toplulukları üzerinde aşırı baskılar yapmış olmalıdır ve su baskınları kültürel bellekte Büyük Taşkın (Tufan) olarak kalmıştır. Avrasya taşkın olayları belki de eski Ön-Aryanların hafızalarında tutulmuş ve eski yazıtlarında yer almıştır. Aynı zamanda eski Mezopotamya yerleşimcileri de bunlara yer vermiş ve kutsal kitaplara geçen Tufan hikâyesi doğmuştur.

Hazar ve Aral Denizleri ile Ceyhun, Seyhun ve İdil (Volga) ırmakları bölgesi Dünya’nın en büyük kapalı havzasıdır (Ergün, 2021). MÖ 15 binlerde oluşan “Hazar Taşkınları” ile Denizcilik ilk olarak bu bölgede başlamıştır (Erdemir, 2012 ve Ergün, 2024). Günümüzde 5-6 bin yıl önce yaşanan çok sıcak hava koşulları kutupları hızla eritmiştir. İşte bu süreçte deniz seviyesi, hızla yükselmiştir. Bunun sonucu olarak deltalar oluşmuştur. Bunun sonucu da insanoğlu deniz kıyılarında yaşamaya başlamıştır. Bu açılış deniz üzerinde gidebilen araçların yapılmasını, gelişmesini, teknolojiye dayanmasını gerekli kılmıştır. Kürekle başlayan, yelkenle hızlanan makine ile insan kontrolüne giren, teknoloji ile gelişen ve bu isimlerle deniz ulaşımında çağ değiştiren tarihi dönemler olarak isimlendirilmiştir.

Nick Brooks; Uygarlık, insanlığa karmaşık ve “KENTLİ” toplumlar içinde bir yaşam için tercih yapabilmesine olanak sağlayan elverişli bir çevrenin ürünü olarak ortaya çıkmadı. Tersine, bugün “UYGARLIK” diye değerlendirdiğimiz şey, büyük ölçüde, felaket boyutlarında bir iklim değişikliğine kazara ve planlı olmayan bir biçimde uyum sağlanmasının sonucudur. İşte bu felaket sağlaya konu ise günümüzden 15 bin yıl oluşan Hazar Taşkınları (Tufan) sonucunda Dünyanın ilk uygarlığını yaratmışlardır. Dünya’nın ilk uygarlığını yaratmış ve burada yayılan Aryanlar Uygarlığı gittikleri yerlere taşımışlardı. Gittikleri yerlere bu Tufan hikayelerini götürmüşlerdir. Tufan tüm dünyada olmamış yalnızca kapalı Hazar-Aral bölgesinde olmuştur (Ergün, 2024).

ALTAY AKILLI İNSANI

İnsanlığın nasıl ortaya çıktığı ve günümüze nasıl gelindiği konusu her zaman ilgi çekmiştir. İnsanlığın Afrika’dan çıktığı konusunda bir fikir birliği bulunmaktadır. Kuzey kutbuna yakın yerlerde bulunan mağaralardaki kalıntılardan bilgi dağarcığımız genişlemiştir. Doğal olarak bu tür bilgiler ilk olarak Avrupa’da yapıldığı için adlandırılmalarda bunlara göre yapılmıştır. Neandertaller, Orta Pleistosen’in ortalarında Batı Avrasya’da ortaya çıkan ve yaklaşık 45.000 yıl önce Avrupa’ya gelen ilk modern insanlarla aynı sahneyi paylaşan, ardından yaklaşık 40.000 yıl önce fosil kayıtlarından kaybolan soyu tükenmiş bir fosil insan grubudur (Şekil 7). Neandertaller, ilerleyen ve geri çekilen buz tabakalarının yabancı olmadığı bir bölgenin öngörülemeyen iklimine iyi uyum sağlamış, oldukça başarılı bir gruptu. Kısa, tıknaz yapıları onları sağlam ve güçlü yaparken, büyük beyinleri mamutlar veya yünlü gergedanlar gibi en büyük Buz Çağı yaratıklarını bile avlama yeteneklerini besliyordu.

Günümüzden 130-140 bin yıl öncesi aynı günümüzde olduğu gibi yaşam kutuplara doğru genişlemiştir. Bu bölgelere ulaşan insan toplulukları (Neandertal ve Denisova) yaşamlarını günümüzden 40-45 bin yıl önce (Buzul Çağı 120-12 bin yıl öncesi arası) ortadan kalkmışlardır. Neandertal ve Denisova yer adları olup ilki Almanya’da (Düsseldorf’ın doğusu) bir vadi adı ve ikincisi de Altaylarda bir mağara adıdır (Kazakistan’ın doğusunda). Denisova mağarasının Türkçe adı Ayı Taşı mağarasıdır. Bu iki yerde 45° K enleminin kuzeyinde bulunmaktadır. Bu enlemlerde uygun koşullarda kalıntılar korunmuştur. Daha güneydeki enlemlerde koruma olmaz. Onun için buluntu yer adlarına göre yaşayan insanları adlandırmak yanlış olmuştur.

Denisova Mağarası (Ayı Taşı Mağarası), Rusya Sibirya’daki, Altay Dağları’nda bulunan bir mağaradır.  Mağara büyük paleoakeolojik ve paleontolojik  öneme sahiptir. Denisova insanın kemik parçaları ve yaklaşık günümüzden 40.000’e tarihlenen kalıntılar mağarada bulunmuştur. Mağarada 32.000 yıllık bir tarih öncesi at türü de keşfedilmiştir. Bu önemli bir bulgudur.

Yapılan araştırmalarda bölge insanlarının henüz avcı ve toplayıcı iken atlı bir kültür sahibi oldukları görülmektedir. Bölgede neolitik çağdan kalma, Botay Uygarlığından daha önceki yaşam uygarlığı olan Atbasar Uygarlığı’nın son yıllarında atlı uygarlığına geçişin yaşandığı görülmektedir (Zaibert, 2009). Böylelikle atın evcilleştirme sürecinin tarıma dayalı olmadığı kanıtlanmış olmaktadır. Botay Uygarlığı kazıları Neolitik Çağın bilinenden daha farklı biçimde oluştuğunu da belgelemektedir. Bu bölge insanlarının çok düzenli bir biçimde toplu yaşam alanları kurdukları görülmektedir. Bölgede yaklaşık 200 – 250 evden oluşan birçok yerleşim alanının olduğu, evlerin 2,50 – 3,20 m. yükseklikte ve 70m2 civarında kullanım alanlarının bulunduğu görülmektedir. (Şekil 9). Evlerin temelleri 60 – 80 cm civarında çokgen biçimde kazılarak 120 cm kadar yükseltilmiş, temel duvarının üzerine ağaçtan yuvarlak ve çokgeni tamamlayacak biçimde inşa edilmiştir. Ahşabın içi ve dışı kille sıvanmış, evin tam ortasında tepede bir baca bırakılmıştır. Bu baca evin ortasında yanan ateşin dumanının dışarıya çıkmasını sağlamaktadır. Botay insanları bu evlerin içerisinde kapının karşısına denk gelen uzak yerde, bitki liflerinden yaptıkları hasırlar veya avladıkları hayvanların postlarının üzerinde yatmaktaydılar (Zaibert, 1992).

Atın evcilleştirilmesi son yıllarda Kazakistan (Botay)’da ortaya çıkan bulgulardan MÖ 3500’lü yıllara uzatılmıştır. “Botay” uygarlığı insanlarının büyük yerleşim birimlerinde yaşadıkları ortaya çıkmıştır. Botay halkı atı hem binek hayvanı olarak kullanmış, hem de eti ve sütü için beslemişlerdir. Bu süreç henüz iletişim, ulaşım ve savaş dönemlerinin başlamasından çok öncedir. Ancak atın evcilleştirilmesi ulaşım, haberleşme ve savaş yöntemlerini tamamen değiştirmiştir (Ergün, 2024). Yapılan araştırmalarda bölge insanlarının henüz avcı ve toplayıcı iken atlı bir kültür sahibi oldukları görülmektedir. Bölgede neolitik çağdan kalma, Botay Uygarlığından daha önceki yaşam uygarlığı olan Atbasar Uygarlığı’nın son yıllarında atlı uygarlığına geçişin yaşandığı görülmektedir. Böylelikle atın evcilleştirme sürecinin tarıma dayalı olmadığı kanıtlanmış olmaktadır.

Avrasya bozkırında Neolitik uygarlık dönemleri saptanmıştır. Bu uygarlık dönemlerinden biri de Urallardan Hakasya bozkırlarına kadar yayılmış, en çok da Kazakistan topraklarında anıtlar bırakmış olan Andronovo Uygarlığıdır. At, Bozkır Kültürü’nün en önemli etmenidir. Bu bakımdan atın ne zaman binek hayvanı olarak kullanılmaya başlanması önem teşkil etmektedir. Mezar dökümünde M.Ö IV. ve III. bin yıllarında at kemikleri elde edilmiş olsa da herhangi bir gem veya dizgin parçası bulunmadığı için atın bir binek hayvanı olarak kullanılmaya başlanması M.Ö II. bin yıllarda Srubna-Andronovo Uygarlığı döneminde gerçekleşmiştir. Baskın bir uygarlık dönemi insanları olan Andronovolular hayvancılıkta gösterdikleri ilerlemeler ve at sayesinde sürülerin kontrolünü sağlamaları ile sürülerini uzak diyarlardaki otlaklara ve su kaynaklarına götürebilmişlerdir. Böylelikle yerleşik yaşam formundan konar-göçer yaşam formuna geçmişlerdir. Bronz Çağ’da diğer uygarlık dönemlerine göre bilim dünyasında daha çok ilgi çeken dönem Andronovo Uygarlığı olmuş ve Andronovo insanının kökeni hakkında tartışmalar alıp yürümüştür. Bu bakımdan bu topluluğun Aryan kökenli, İran dilliler ve son olarak Hint-Avrupalılar olarak tanımlanmaları dikkat çekicidir. Oysaki erken dönem Türk mezarlarında yapılan antropoloji çalışmaları bu mezarlardaki insan tipinin Andronovo tipinde olduğunu ortaya çıkarmıştır. Yani diğer bir değişle Türklerin bu uygarlık dönemi insanı ile antropolojik açıdan akrabalıkları ortaya konulmuştur.

Dünyanın bazı bölgeleri tamamen tarımdan geçmiştir. Bu bölgelerde iki seçenekten geçim yönteminden biri izlenmiştir. İlk seçenek, toplayıcı-avcı yaşamına süresiz olarak devam etmekti. Bu yolu Avustralya, Sibirya’nın çoğu, Amerika’nın çoğu (uzak kuzey ve güney) ve Sahra Altı Afrika’nın bazı bölgeleri izledi. Avcı-toplayıcı toplumlar modern çağda çoğunlukla yok olmuş olsalar da, birkaç küçük nüfus hayatta kalmıştır; belki de en ünlüsü Sahra Altı Afrika’nın San halkı ve Amazon yağmur ormanlarının kabileleridir. İkinci seçenek göçebe sürü hayatıydı. Göçebe sürüleme kurak bölgeler için çok uygundur Yağışların ot için yeterli olduğu ancak verimli tarım için çok az olduğu; tipik sürü hayvanları koyun, keçi, sığır, at, deve ve ren geyiğidir (Sibirya’da). Göçebe sürü yaşamı özellikle Bozkır’da (Ukrayna’dan Moğolistan’a uzanan doğu-batı otlak şeridi) başarılı oldu. Toplayıcı-avcı yaşamı gibi, göçebe sürü yaşamı da çoğunlukla (ancak tamamen değil) modern çağ tarafından yerinden edilmiştir.

Yukarıda açıklandığı gibi, Neolitik çağ Avrasya’da başka bir yerden çok daha erken elde edildi. Neolitik yaşam kentleşmenin en önemli ön koşulu olduğundan, Avrasya dünyanın geri kalanından binlerce yıl önce şehirlerin yükselişini yaşadı. Sonuç olarak, Avrasya, mevcut dört küresel uygarlığı da kapsayacak şekilde dünya uygarlıklarının çoğuna yol açmıştır: Batı, Ortadoğu, Güney Asya ve Doğu Asya. Avrasya dışında, Neolitik çağ çeşitli nedenlerle ertelendi. Bunlardan biri, erken teknolojik ilerlemenin önde gelen bölgesi olan Güneybatı Asya’dan tamamen coğrafik olarak ayrılığıdır. Güneybatı Asya’daki gelişmeler Avrupa ve Asya’ya nispeten hızlı bir şekilde bulaşırken, Sahra Altı Afrika’ya (Sahra Çölü tarafından) ve Amerika’ya (okyanuslar tarafından) kolayca yayılması engellendi.

Doğadaki “Evrim Yasası” gereğince, yalnızca “Değişen Koşullara ve Çevreye Uyum Sağlama” yeteneğine sahip olanlar ayakta kalabilmişlerdir. Buzul arası çağlarda ekvator kuşağını terk etmiş insanlar yalnızca dar 35º-40° K enlemleri arası kuşakta var olabilmişlerdir. Ekvatorda hem buzul ve hem de buzul arası dönemlerde yaşam devam etmesine rağmen insanoğlu bu ekvatoral bölgelerde ileri bir uygarlık yaratamamıştır. Fakat Buzul/Tundra ve Çöl sınırında çok zor yaşam koşullarında uygarlık hemen Buzul Çağının sonunda uygun yerlerde gelişmeye başlamıştır.

Hazar Denizi’nin çevresinin paleocoğrafyasını, iklim değişimleri ile çevresel koşullar nedeniyle özel konumunu iyi anlamalıyız. Tetis Okyanusun kapanmasıyla onun arkasında ve üzerinde yer alan Alp-Himalayan Orojenik kuşak uygarlık tarihi için çok önemlidir. Kuzeyde Karadeniz ve Güney Hazar Denizi eski Tetis Okyanusu kalıntılarıdır. Dolayısıyla İtalya’daki Po Ovasından Pamirlere kadar bir çöküntü alanları oluştururlar. İşte bu çöküntü kuzeydeki buzul sularını toplamaktaydı. Böyle bir coğrafya tüm Dünya’da başka hiçbir yerde bulunmuyordu.

Ari ırk kuramının kurucularından Fransız aristokratı Kont Arthur de Gobineau’ya (1816–1882) göre Arilerin anavatanı Soğdanya (Özbekistan) ve Orta Asya tüm uygarlığın beşiği. Zamanla bu görüş benimsenerek Aryanların anayurdunun Orta Asya ve Bakterya (Hazar-Turan) civarında olduğu kabulü yaygınlık kazanmıştır. Lorenzo Burge’da “Pre-Glacial Man and The Aryan Race (1887) adlı eserinde Aryanların atalarının MÖ 15.000 dolayında Orta Asya’da ortaya çıktığını ve burada büyük bir uygarlık yarattıklarını iddia etmiştir (Şekil 10). Bu Uygarlığı yaratan insanlar Buzul Çağının sona ermeye başlamasıyla da Aryanlar Orta Asya’dan yeryüzüne yayılarak yeryüzüne medeniyeti yaymışlardır. Alman hukukçu Rudolp von Jhering de “The Evolution of the Aryan” adlı eserinde Aryan anavatanını Orta Asya/Baktrerya (Hazar-Turan) olarak kabul etmiştir. Aryan kuramcılarına göre Ariler bütün diğer halklardan üstün, sakin ve sağlam karakterli, sürekli çabalayan, düşünsel açıdan parlak, uzun boylu, açık tenli sarışın bir ırktılar. Orta Asya’dan dünyaya yayılan Arilerin diğer halkları kolayca yönetimleri altına almaları bu şekilde açıklanmıştır. Ari sözcüğü Türkçe ve Sümerce Ara (İyi, saf) sözcüğünden türemedir.

Gordon Childe (1926) “Aryanlar” adlı çalışmasında uygarlığı dünyaya yayanların Aryanlar olduğunu söylemektedir. Bu bağlamda arkeolojik bulguları, tarihsel bütünlüğü ve gelişimini kavrayıp yorumlamıştır. Gordon Childe, arkeolojiye ilerici bir bakış açısı getirmiştir (zamanında da komünistlikle suçlanmıştır). Neolitik ve Şehircilik Devrimi kuramlarını arkeoloji dünyasına kazandırmış, insanların avcılık ve toplayıcılıktan yerleşik düzene geçiş sürecini açıklayan bir model olan vaha kuramını savunmuştur.

Aryanların atalarının MÖ 15.000 dolayında Orta Asya’da ortaya çıkmış ve burada büyük bir uygarlık yaratmışlardır. Bu Uygarlığı yaratan insanlar Buzul Çağının sona ermeye başlamasıyla da aryanlar Orta Asya’dan yeryüzüne yayılarak yeryüzüne medeniyeti yaymışlardır. Bu bölgede Dünya’ya yayılan insanlar belleklerinde bu felaketin (TUFAN) anılarını taşımışlardır. Buzul Çağı’nın sona ermeye başlamasıyla aryanlar Orta Asya’dan Uygarlığı (BİLGİ) yaymışlardır (Şekil 12). BİLGİ insanın doğasıyla eşdeğer bir kavramdır. Bilgi yok olmaz fakat bir yerde doğanın yarattığı nedenlerle gerilerken buradan göç eden insanlar onu yeni gittikleri yerlere taşırlar. Gittikleri yerin yaşam biçimleri ve inançları ile yoğrularak yeni inanç düzenleri ve yaşam biçimleri oluştururlar.

Dünya’da Aryanları yayılımı:

  • Hindistan’da Kast Sistemi;
  • Sümerlerde Karabaşlı Halk (Asil Başlı);
  • Anadolu’da Karamanlar (Ben Asil)
  • Batı Anadolu’da (Luviler; Işık Halkı);
  • Avrupa’da Almanlar (Ben Yüce).

Son 15 bin yıl için Hazar Denizi bölgesindeki önemli olaylar: 15 bin yıl öncesi Khvalyan Yükselimi; 12 bin yıl öncesi buzul çağının sonu (Holosen Başlangıcı); 5-6 bin yıl öncesi günümüze yakın uygun değer deniz seviyesine ulaşım ve deltaların oluşmasına neden olmuştur (Şekil 13). Dünya uygarlıkları aşağıdaki şekilde özetlenebilir:

  • Buzul çağından sonra: Harran (10.000 MÖ, GD Türkiye); Anau (8-9.000 MÖ, Türkmenistan): Konya (7.000 MÖ. Orta Anadolu); Filistin (7,000 BC); Mehrgarh (7.000 MÖ; Belücistan, Pakistan)
  • Deltaların oluşmasından sonra: Mezopotamya (4.000 MÖ); Mısır (3.500 MÖ); Harappa (3.300 BC, Pakistan); Troya (4.000 MÖ, KB Türkiye); Mohenjo-daro (3.300 MÖ, Güney Pakistan)

Buzul çağının bitimiyle bu uygarlıklar (deltalar oluşuncaya kadar) başta Harran, Aran ve Turan olmak üzere Hazar çevresinde oluşmuştur. Erken uygarlıkların, Buzul Çağında Hazar Denizi bölgesi ile sıkı bir şekilde ilişkili olduğu bilinmektedir. Buzul çağında Toros Dağları buzdan bir duvar örmüş ve kuzeyinde Anadolu ve tüm Avrupa’da aşırı buzul koşulları canlı yaşamına uygun yerler olamamıştır.

TARTIŞMALAR

Son 400 bin yılda dört Buzul Çağına girip çıktık. Bu sürecin %80’inden fazlası soğuk süreçlerdir. Buzul Çağlarında su kütlesi kutuplarda tutulduğundan deniz seviyesi -125/130 metrelerde idi. Tüm canlıların yaşam ortamı 30/35° ile 40/45° enlemleri arasında sıkışmıştı. Kuzeyi buzul ve tundra ve güneyi ise kuru-yarı kurak bir iklime sahipti. Canlı yaşamına uygun kuşaklar değillerdi. Ekvator bölgesinde dar bir kuşakta her zaman yaşam vardı. Bu kuşak zorluklarla karşılaşmadıkları için günümüze kadar ilkel konumlarını korumuşlardır.

Neandertaller, Orta Pleistosen’in ortalarında Batı Avrasya’da ortaya çıkan ve yaklaşık 45.000 yıl önce Avrupa’ya gelen ilk modern insanlarla aynı sahneyi paylaşan, yaklaşık 40.000 yıl önce fosil kayıtlarından kaybolan soyu tükenmiş bir fosil insan grubudur. Neandertaller, ilerleyen ve geri çekilen buzul tabakalarının yabancı olmadığı bir bölgenin öngörülemeyen iklimine iyi uyum sağlamış, oldukça başarılı bir gruptu. Biz, modern insanlar, Neandertallerle birçok yönden bağlıyız; Afrika’da, yaklaşık 550.000-750.000 yıl önce ortak bir atayı paylaşmamızdan, Avrupa’da bir süre birlikte yaşamamıza kadar. Orada, ikisi kaynaklar için rekabet etmiş olmalı, ancak aynı zamanda birbirleriyle melezleştikleri de biliniyor ve bu da Neandertallerin bugün hala DNA’mızda görülebilen üzerimizdeki genetik etkisine neden oldu. Başka bir insan türü olan Denisovalılar, Neandertallerle biz modern insanlardan bile daha yakından bağlantılıdır: ikisi, 390.000 yıldan daha uzun bir süre önce, belki de 430.000-473.000 yıl önce ortak bir atadan ayrılmış kardeş gruplardır – modern insanlarla olan ayrışmadan daha geç bir tarih. Denisovalılar şimdiye kadar Sibirya’daki Altay Dağları’ndaki Denisova Mağarası’ndan biliniyor. Bunun nedeni bu bölgelerde araştırmaların azlığı ve eksikliğidir. Dünya’da bu tür buluntular bulundukları yerin adıyla anılırlar. Fakat burada bu işlem yapılmamıştır. Bulanın kişinin adı DENISOVA verilmiştir. Bu yerin adı AYI DAĞI MAGARASI olarak bilinmektedir. Dolayısıyla adı da AYI DAĞI olmalıdır. Biz bu insanlara “ALTAY AKILLI İNSANI” diyoruz. Bu insanlar yok olmamış ve bulundukları Hazar-Ceyhun havzası (Dünyanın en büyük kapalı havzası) bölgesinde hem Buzul ve hem de Buzul arası çağlarda da varolmuşlardır.

Thomas Young 1813’te dil ailesinin Batı Avrupa’dan Kuzeydoğu Hindistan’a uzanan coğrafi büyüklüğü nedeniyle “Hint-Avrupa” terimini Hint + Avrupa’dan türetmiştir. Hint-Avrupa dil ailesi, yüzlerce dil ve lehçe içeren dünyanın en büyük dil ailesi olarak tanımlanmaktadır. Dünyada 3,2 milyarı aşkın kişinin anadili bu aileye ait bir dil olup, bu değer dünya nüfusunun %46’sını oluşturmaktadır. Hint-Avrupa dillerinin oluşumu ile ilgili hiçbir yazılı kaynak bulunmamaktadır. Fakat Batılılar tarafında bir ön kabül şeklinde ele alınmaktadır. Avrupalı arkeologlar uzunca süre Batı Uygarlığının Doğuşunu MÖ 776’daki Olimpiyatla ve Homeros destanlarının derlenmesiyle eş zamanlı gördüler ve böyle bir algı yarattılar. Sonra üstüne Mısır ve Sümer ve birazda Hint uygarlıklarını eklemlediler. Batı Avrupa merkezli düşünceye göre, Uzun yıllar boyunca Anadolu Yarımadası, Neolitik yaşam biçiminin çekirdek bölgesinin dışında tutulmuş ve oluşum sürecinde Anadolu’nun yalnızca bu yeni yaşam biçimini Batı’ya, Avrupa’ya aktaran bir köprü rolü oynadığı öngörülmekteydi. Aynı zamanda unutulan Turan uygarlığının tam ortaya çıkarıldığı (Pumpelly, 1908; Anau) zaman sonrası Birinci Dünya Savaşı çıkmış ve kurulan Sovyet rejimi tüm bu çalışmaları durdurmuştur.

Rus araştırmacı Murat ADJİ (2019): Kadim Altay’ı incelemek yıllarca sürdü. Bugün bilindiği gibi, orada bir zamanlar özel bir insan “tipi” yaşıyordu: “Homo sapiens altaensis”¸ Altay Akıllı İnsanı! Türk kültürü oradan çıkmıştı. Bu kültürü daha yakından tanımak istedim; kim, ne, nasıl gibi sorularım vardı. Altaylıların sırları, simgeleri ve en önemlisi diğer insan uygarlıklarından farklı oluşu ilgimi çekiyordu. Bu büyük sırrı çözmek isterdim. Antropolojik bakımdan farklı kabilelerden nasıl tek bir halk oluşabilmişti, Altaylılar nasıl yenilmez bir birlik kurabilmişlerdi?

Bu coğrafyada yaşayan insanlar kendi uygarlığına, geçmişine (Turan) (Lyonnet ve Dubova, 2021) ve Anadolu’nun yalnız geçiş yolu üzerinde bir köprü olmayıp bizzat kendisi UYGARLIĞIN beşiğidir (Kabaağaçlı, 1972). 35-40° enlemleri kalan coğrafik kuşak insanoğlunun ilk uygarlığını yarattığı bölgedir. Son yıllardaki tarihi karmaşıklığı yumağında bu bölge hakkında objektif düşünceler üretilememiştir. Tüm dini, ırksal ve milliyetçilik akımlarından soyutlanmış bir biçimde bazı bilgilerin yeniden yorumlanması ve açıklanması gerekmektedir (Gerey, 2003). Biz kendi geçmişimizi başkalarından değil, Atatürk’ün yol gösterdiği gibi geçmişimize sahip çıkarak bütünleşik bir anlayışla (DİL VE TARİH COĞRAFYA) olgunları ile birlikte ele almalıyız. Değişmez olan Tarih, Coğrafyanın yazdığı tarihtir.

Kültürel miras tüm insanlığa aittir, herkes için bir servet ve herkes için zenginliktir. Kültürel mirastan geçmişin hafızasında muhafaza eder ve kültürel miras üzerinde geleceği inşa ederiz. Toplumların en büyük sorunlarından biri de kendine ait oldukları kültürü, geleneği, inançları ve etnik kökenlerini aşırı derecede yüceltme, buna karşın kendilerinden olmayan gruplara inanç sistemlerine devamlı kusur aramaya ve onları küçültmeye çalışmak olmuştur. Bundan dolayı; baskılara, savaşlara ve katliamlara varan acılı sonuçlar doğurmuştur. Rus coğrafyacı Murat Adji der ki:

Tarih tuvalinde yer ve zamanın izi her zaman mevcuttur. Onu fark etmek de mümkündür, fark etmemek de, ama o vardır. Bu dünyada hiçbir şey iz bırakmadan geçmez; çünkü gerçek ebedidir ve onu hiçbir kuvvet silemez.

On dokuzuncu yüzyıllarından itibaren bilime aykırı olan bir takım yanlış kuramlar ortaya çıkarılmıştır. Bu temelsiz kuramlar çerçevesinde Hint-Avrupa özellikle de Aryan ırkı hem fizikî hem de zihnî yetenekleri açısından, başka ırklardan daha yüksek ve başarılı gösterilmeye çalışılmaktadır. “Dünyadaki tüm uygarlıkların ve bilimin üreticisi sadece onlar olmalıdır ve olmuştur” şeklinde varsayımlar ileri sürülüyor. Nietzsche (1844 -1900 ) gibi meşhur filozoflar tarafından kurumsallaştırılmış bu yanlış düşünce, kendini devamlı olarak siyasî olaylardan uzakta tutmaya eğilimi olan bilim merkezlerine bile olumsuz tesir ediyor, bu merkezlerde de belli derecede gerçekleri değiştirerek Aryan ırkının lehine yorumlamak hastalığı ortaya çıkıyor. Bilmiyorlardı ki Aryan ırkı Turan bölgesinde Dünya’ya yayılmıştır (Ergün, 2024). Hatta Mezopotamya’da Sümerlerin yazdığı çivi yazılar bulunduğunda da büyük bir ihtimalle, bu yazıların illâ Hint-Avrupa dillerinin kuralları ile okunmalıdır şeklindeki anlamsız ısrar neticesinde epeyce zaman kaybedilmiştir. Oysa aklıselim çalışmalar neticesinde Sümer dilinin bir Hint-Avrupa ya da Sami dili değil, Ural-Altay dillerine yakın bir eklemli dil olduğu gerçeğine ulaşılmıştır. Hatta Avrupa’da 19’ncu yüzyıllarında dillerin kökeni çalışmaları yasaklanmıştır.

On dokuzuncu yüzyılda Avrupa’da kendi uygarlığını temel alarak üstünlük sağlamak amacıyla uygarlığının kökenlerini araştırmaya başlamışlardır. 19’ncu yüzyılında Sümercenin eklemli bir (Türkçe gibi) olduğunu kabul etmiştir. Aynı zamanda Turan bölgesinden çıkan Aryanların Uygarlığı Dünyaya yaydığı olgusu vardı. Fakat Atatürk’ün Anadolu başkaldırısının başarılı olması tüm bu düşüncelerin geri plana atılmasına neden olmuştur. Batı Avrupa merkezli düşünceye göre, Uzun yıllar boyunca Anadolu Yarımadası, Neolitik yaşam biçiminin çekirdek bölgesinin dışında tutulmuştur. Anadolu yalnızca bu yeni yaşam biçimini Batı’ya, Avrupa’ya aktaran bir köprü rolünü vermişlerdir. Türkleri gelişmiş batı dünyasında ayrı tutulması nedeniyle Troya ve Batı Anadolu, diğer uygarlıklardan ayrı olarak algılandı (Zangger ve Mutlu, 2016).  100 yıl önceki bu ihmal yüzünden, dünyada Batı Anadolu (tüm Anadolu) unutulmuştur. Doğal olarakta Turan Uygarlığı yok sayılmıştır. Unutulan Turan Uygarlığının tam ortaya çıkarıldığı (Pumpelly, 1910; Anau) zaman sonrası Birinci Dünya Savaşı çıkmış ve kurulan Sovyet rejimi bölgeyi kapatmış ve araştırmalar sona ermiştir.

TEŞEKKÜR

Burada bu çalışmalarda bana destek veren: Prof.Dr. Rahmi Pınar ve öğrencim Murat Alyaz’a teşekkürü bir borç bilirim.

KAYNAKLAR

Adji, M., 2019, Türklerin Saklı Tarihi (Rusça aslından çeviren: Varol Tümer), Görev Kitap ve Yayıncılık Ticaret Limited Şirketi, İstanbul.

Chepalyga, A.L., 2007). “The late glacial great flood in the Ponto-Caspian basin”. In Yanko-Hombach, V.; Gilbert, A.S.; Panin, N.; Dolukhanov, P.M. (eds.). The Black Sea Flood Question: Changes in coastline, climate, and human settlement. Dordrecht: Springer. pp. 118−148. ISBN 9781402053023.

Childe, V.G., 1936, Man Makes Himself, The New American Library.

Çığ, M.İ., 2008, Sümerlilerde Tufan-Tufanda Türkler, ; Kaynak Yayinlari (Istanbul, Turkey); pp168 (in Turkish).

Dolukhanov, P.V., Chepalyga, A.L., Lavretova, N.V., 2010, The Khvalynian transgression and the Caspian basin, Quaternary International, 225, 152-159.

Erdemir, H.P., 2012, Eski Türklerde su ve su ulaşımı, Tarih ve Arkeoloji ve Denizcilik.

Ergün, M., 2016, General tectonic/geologic framework of the Caspian Sea and its water connection with the Black Sea and Mediterranean, Proceedings of CCCS-2016, Tehran-Iran, (www.inoctr.org).

Ergün, M., 2021, Paleogeography of Caspian Sea, Water Level Fluctuations, and Consequences on the Environment and Civilization, M.Öztürk • V. Altay • R. Efe (Editors) Biodiversity, Conservation and Sustainability in Asia Volume 1: Prospects and Challenges in West Asia and Caucasus, 615-638,

Ergün, M., 2024, At ve çift hörgüçlü Bakteryan (Türk) devesinin uygarlığa katkısı, Kırmızılar.

Gerey, B., 2003, 5000 yıllık Sümer-Türkmen bağları, Berlin.

Grosswald, M.G., 1998, New Approach to the Ice Age Paleohydrology of Northern Eurasia, ‘Paleohydrological and Environmental Change’. Editors Benito.G and Baker., V.R. 199-214.

Kabaağaçlı, C.Ş.,1972, Hey Koca Yurt, Bilgi Yayınevi, Ankara.

Lyonnet, B. and Dubova, N.A.(eds.), 2021, The World of the Oxus Civilization. Taylor&Francis, London and New York.

Neyman, G., 2007, Where Was the Flood of Noah?, Old Earth Creation Science.

Outram, A., K. Natalie, A. S., R. B., Sandra, O., Alexei, K., Victor, Z., Nick, T., Richard, P., Evershed 2009). The Earliest Horse Harnessing And Milking, http://www.sciencemag.org, Science6 March 2009: Vol. 323no. 5919pp. 1332-1335DOI:10.1126/science.1168594.

Pumpelly, R., 1908, Exploration in Turkistan: Expedition 1904, Carniege Institution of Washington.

Zaibert, V. F., 1992, Atbasarskaya Kultura (Атбасарская Культура). Rossiyskaya Akademiya Nauk, Uralskoe Otdelenilye, Ekaterinburg.

Zaibert, V. F., 2009, Botayskaya Kultura (Ботайская Культура), Kaz-Akparat, Almatı.

Zangger E. ve Mutlu, S., 2016. Luviler: Bir Anadolu Uygarlığı ile İlgili Çalışmalar, idil, 24/5, basım 16, 1037-1077.

[1] Dokuz Eylül Üniversitesi Mühendislik Fakültesi, Jeofizik Mühendisliği Bölümü. Uygulamalı Jeofizik Anabilim € Öğretim Üyesi

***

 

ALTAY INTELLEGENT PERSON

(HOMA SAPIENS ALTAENSIS)

 

MUSTAFA ERGÜN

 

ABSTRACT

Darwin’s proposal of the biological mechanism of survival of the fittest, called natural selection, has also led to the application of this mechanism to the human species. These ideas have prompted anthropologists and archaeologists to document the processes and functions that gave rise to our own species, Homo sapiens. Our planet has undergone four Ice Ages in the last four hundred thousand years. The last Ice Age lasted between 12,000 and 120,000 years. Global temperatures have mostly been below 0°C. Interglacial periods are very short. The last Glacial Maximum occurred 20,000 years ago, and the global population was only approximately 5 million. 15,000 years ago, the dams holding back the glacial lakes surrounding the North Pole were destroyed by a massive meteor impact, and the Caspian-Aral region (the world’s largest closed basin) faced a flooding problem (the Caspian Floods). The Caspian-Aral basin, the world’s largest closed inland basin, gave birth to the world’s first civilization with this catastrophe, and the Aryans who spread there carried civilization to their destinations. Certain information needs to be reinterpreted and explained in a way that abstracts from all religious, racial, and nationalist movements. We must embrace our past, not from others, but as Atatürk led the way, and consider it with an integrated understanding (GEOGRAPHY OF LANGUAGE AND HISTORY) and its implications. The immutable History is the history written by Geography.

KEYWORDS: Homo sapiens; Ice Ages; Aryans; Caspian-Aral region.

INTRODUCTION

Researchers believe that the first human-like structures emerged between 5 and 7 million years ago. Going back 2.5 million years, we see the first hominids making and using sharpened stone tools for tasks such as hunting and cracking food shells. The period between 2.5 million years ago and 10,000 BC, when the first toolmaking began, can be considered the Paleolithic Period. Homo erectus is also known as the first hunting hominid species. Preceding species were solely gatherers, making survival much more difficult. Furthermore, while there is no definitive evidence that a hominid was the first to use fire, some traces have been found.

The ability to walk regularly on two legs is called bipedalism. Bipedalism (two-legged) is a key stage in human evolution. It was a characteristic that distinguished hominids from other living species and was particularly influential in the evolution of their body and bone structures. The term Homo sapiens derives from Latin and means “Known Man” or “Intelligent Man.” Homo sapiens is the living species of Homo and includes modern humans. The Homo species once included many species, but all are now extinct. Darwin’s proposal of the biological mechanism of survival of the fittest, called natural selection, also led to the application of this mechanism to the human species. These ideas prompted anthropologists and archaeologists to document the processes and functions that gave rise to our own species, Homo sapiens.

Humans are creatures that live their lives in accordance with the geographical conditions of their homeland. Their physical needs are met by what the geography offers. In other words, humans must live in harmony with nature. They must either adapt to its conditions and survive, or they will perish. Accordingly, geographical conditions lead to the emergence of unique lifestyles in regions rich in wetlands, arid regions, deserts, and forests, resulting in the emergence of civilizations shaped by human intervention.

Geographic conditions lead to the emergence of unique lifestyles in regions rich in wetlands, arid regions, deserts, and forests, resulting in the emergence of civilizations shaped by human intervention. Stages of Civilization: Gathering; Hunting; Agriculture. The development of civilization in a region depends on the coexistence of the following factors: Suitable climatic zones (between 35°-40° N latitude); Rich water resources; Agriculture; Metals. According to the “Law of Evolution” in nature, only those capable of “Adapting to Changing Conditions and Environments” have survived.

Our planet has experienced four Ice Ages in the last four hundred thousand years. The Sun’s Ice Age lasted between 12,000 and 120,000 years. Global temperatures have mostly been below 0°C. Interglacial periods are very short. During these short periods, humans found habitats even in the polar regions, as they do today: Western Asia, the Middle East, South Asia, and East Asia. The Caspian-Turanian region boasts an extraordinary diversity of domesticated plants and animals, both in quantity and quality. In this context, “quality” refers to usefulness for humans. Humans are a species that is constantly evolving, not only biologically but also intellectually, technologically, and socially. This evolution redefines both our relationship with nature and our bonds with one another.

Homo sapiens: Modern humans are thought to have emerged in Africa approximately 300,000 years ago. Homo neanderthalensis: A human species that lived in Europe and Western Asia and had cultural practices such as burial. These people survived during the interglacial period before the last Ice Age (130,000-140,000 years ago). However, the same human species is also found in the Denisova (Bear Stone) Cave in Altai. The significance of this latest find and the continuity of its geographic conditions will be examined here.

CLIMATIC VARIATIONS

Solar energy is thought to flow equally from the Sun in all directions. These astronomical variations regulate the Earth’s solar radiation, resulting in long-term periodic changes in the Earth’s climate. The climatic effects on the Earth’s rotation and orbital parameters are described by Milinkovic climatic cycles of 21,000 years, 41,000 years, 100,000 years, and 400,000 years. In the last 400,000 years, Earth has experienced four ice ages (Figure 1). In the last 400,000 years, Earth has entered and exited four ice ages. Interglacial periods have been very short. Future Climate Change (Milinkovic Processes):

  • The last Ice Age began approximately 120,000 years ago and ended 12,000 years ago.
  • Most natural scenarios indicate an interglacial period lasting another 10,000 years.
  • On the other hand, the amplitude and, to a lesser extent, the timing of future climate change depend on CO2 scenarios, i.e., the melting of ice sheets.

 

During cold periods when glaciers expanded, organisms requiring warm climates migrated southward to survive, moving towards the Caspian-Aral Sea and the Ceyhun River region, the Anatolian Peninsula, and Southeast Asia. We must consider the climate during the Ice Age (between 120 and 12,000 years ago) as well as paleogeographic conditions. Because all water was held in the polar regions during the Ice Age, ocean levels were 120 to 130 meters lower, and it was a very dry and dry period. Consequently, much of the world (from latitudes 35-40° to the equator) experienced subtropical (desert and dry) climates, making life uninhabitable. Glaciers and tundra severely restricted life in the regions from latitudes 40-45° to the poles. During the Ice Age, habitable areas existed from latitudes 35-40° (Figure 2). The Southern Caspian Sea region had the most suitable climatic conditions for life (perhaps some life continued in the very narrow equatorial zone).

Most of the world’s deserts, with the exception of Turan, Northern Iran-Afghanistan, and Central Anatolia (the Konya Plain), expanded during the Last Glacial Maximum. During the Last Glacial Maximum, because the world’s water was generally held north of latitude 40-45°, ocean sea level was at -130 meters. During this period, the region south of latitude 30-35° to the equator was very arid and covered in deserts due to the lack of precipitation (ice ages are dry periods on Earth). During ice ages, habitable areas existed within a narrow area around the equator, generally between latitudes 35-40°. During ice ages, the Southern Caspian Sea was located in a region where life was most suitable (Ergün, 2016 and 2021).

Let’s remember this general rule that describes the functioning of the universe:

(NATURA NON FACIT SALTUM)

(NATURE DOES NOT MAKE LEAPS)

And according to this basic assumption:

CIVILIZATION DEPENDS ON GEOGRAPHY AND CLIMATE CHANGES
(MILANKOVICH PROCESSES)

The Caspian Flood, a catastrophe unlike any seen in previous glacial and interglacial periods, 15,000 years ago, caused by a massive meteor impact on the northern ice sheet of the Caspian-Aral basin, transformed world civilization. Otherwise, as in previous glacial periods, no civilization would have emerged. Nick Brooks: Civilization did not emerge as a product of a favorable environment that allowed humanity to choose a life in complex, urban societies. On the contrary, what we consider “CIVILIZATION” today is largely the result of accidental and unplanned adaptation to catastrophic climate change.

CASPIAN-CEYHUN REGION

The existence of freshwater inland seas, the source of life in Central Asia, which some publications claim exists and others claim are fabricated, is a geological fact. What is not yet fully understood is how humankind managed to live in these environments (Gerey, 2003). Based on these facts, the concept of the “ALTAI INTELLIGENT PERSON” will be discussed in relation to climatic and geographical conditions.

The Caspian Sea and Turan basin are the world’s largest closed continental basin and water catchment area. The Caspian ecosystem is the world’s largest closed basin, with its unique water level fluctuations independent of the sea level fluctuations of the world’s oceans. To the west lies the Caspian Sea, to the north lies Kazakhstan and the Tian Shan Mountains, to the east lies the Pamir Mountains, and to the south lies the Kopetdag and Hindu Kush Mountains (Figure 3).

East of the Caspian Sea lies Turkmenistan. Turkmenistan is located on a more topographically flat terrain. The Karakum Desert covers four-fifths of Turkmenistan’s territory. The Karakum Desert covers an area of 350,000 km2 in Turkmenistan. Biruni proposed in the 10th century that the desert was once a sea. Modern scientists suggest that the desert’s sands were carried from the mountains to the south by rivers. This issue will be examined in the case of Caspian Sea water level changes; around 1000 AD, the Caspian Sea suddenly rose, which had severe negative effects on the Khazar Khanate in the north. Their capital, Itil, was submerged.

The Caspian Sea is a very sensitive indicator of the paleogeographic characteristics of the flood center and related events (sea-level rise, coastal changes, and coastal plain inundation). The water volume in this basin increased dramatically, and the excess water flowed into the Black Sea. During the flood, the Caspian Sea reached approximately one million km² (371,000 km² today) and 1.1 million km² if the Aral-Sarıkamış basin is included. Chepalyga (2007) discussed the geological, lithological, paleontological, and geomorphological evidence reflecting the Black Sea-Caspian Floods. These flood events (17,000 to 10,000 years ago) left their mark on coastal plains (marine uplifts), river valleys (extreme interglacial floods), river discharge areas (glacial lakes; thermokarst), and slopes. This is known as the Caspian Floods (Khavalyan Uplift) (Figure 4).

The Caspian Sea is a very sensitive indicator of the paleogeographic characteristics of the flood center and related events (sea-level rise, coastal changes, and coastal plain inundation). The water volume in this basin increased dramatically, and the excess water flowed into the Black Sea. During the flood, the Caspian Sea reached approximately one million km² (371,000 km² today) and 1.1 million km² if the Aral-Sarıkamış basin is included. Chepalyga (2007) discussed the geological, lithological, paleontological, and geomorphological evidence reflecting the Black Sea-Caspian Floods. These flood events (17,000 to 10,000 years ago) left their mark on coastal plains (marine uplifts), river valleys (extreme interglacial floods), river discharge areas (glacial lakes; thermokarst), and slopes. This is known as the Khavalyan Rise. The spread of Upper Paleolithic technology in this region became possible only after the maximum of the Upper Khavalyan Uplift (12.5-12 thousand years ago). All Stone Age archaeological sites are located on the margins of sea level 15,000 years ago: Gobustan; Belek; Mankishlyk; Manas-Ozen; and Sukhaya Mecehetka (Figure 5). Sea level in the Caspian Sea rose to +50 meters 15,000 years ago. Since then, it has fluctuated every 5-600 years, and the current sea level is -28 meters. Lifestyles are a significant factor influencing all these changes.

Marine and lacustrine water masses formed cascades in the Eurasian basins extending from the Aral Sea to the Sea of Marmara (Chapalyga, 2007). At the peak of the flood, the Caspian Sea water level rose by 190–200 m above its previous level. The flood was fed by several sources, including the melting of the Scandinavian ice sheet (only in its initial stages), excessive flooding in river valleys, melting of the tundra, higher runoff coefficients under permafrost conditions, the extension of the catchment area into Central Asia, and low evaporation from the water surface (ice cover in winter). This retreat resulted from the fundamental water balance on the continent, reducing freshwater inflow to the Arctic Ocean and dramatically increasing freshwater inflow to the Aral, Caspian, Black, and Baltic Seas. As a result, the world’s longest river, which begins in Eastern Siberia and ends in the Mediterranean, was formed through the Aral and Caspian Seas (incidentally, “Aral Sea” in Turkish means “Sea of Islands”), which are sedimentary accumulation areas for rivers that changed direction (Figure 5). Noah’s Flood occurred on this river and had a profound impact on human history.

After discussing all possibilities, Neyman (2007) proved that the Caspian Sea alone best fits all the conditions described in the scriptures. He stated that Noah’s Ark, departing from the east, came westward and rested against the mountains. The Garden of Eden is thought to lie deep within the Caspian Sea. During the “Caspian Floods” of 15,000 years ago, the Caspian Sea water level was -150 meters. During the Ice Age, these low-lying areas (between 35° and 40° latitude) were the most suitable habitats on Earth.

Each of the Turkic peoples surrounding the Caspian Sea has myths related to the Flood. The most plausible of these is the Kazakh Flood Legend (Çığ, 2008). While the TÜRKÜ-İLKLER (perhaps the origin of the word TÜRK?) settled in the Turan plain, they lived happily, but some of the humankind’s sins caused these lands to flood. According to this account, Noah built his ark at a place called Kemi-Salgan (the Shipbuilding Site) east of the Aral Sea, and, seeking the people’s belief in him, took a pair of animals each. With the rise of the Turan Sea from Kemi-Salgan, they set sail from the Aral and the Caspian Seas, approaching a high mountain. This is Mount Ararat (Ararat) according to the Torah, or Mount Cudi according to the Quran. Traces of the Flood remain throughout the Turkic world on both sides of the Caspian Sea. A rock carving in Gobustan, Azerbaijan (14 million years ago) depicting a reed boat with approximately 20 rowers indicates the existence of seafaring in this region. NAHCHIVAN (FIRST ONE) is the name of the Nakhchivan Autonomous Republic of Azerbaijan, near Mount Ararat (Figure 6).

The Last Glacial Maximum (LGM) suggests that the Flood had a greater impact on the people of that era. This event did not destroy cultures; on the other hand, periodic and recurring environmental changes likely led to productive economies, such as the advent of seafaring, and also led to the domestication of the horse. Such sudden changes in sea level must have exerted extreme pressure on the human societies of that era, and the floods remained in cultural memory as the Great Flood (Flood). The Eurasian flood events were likely preserved in the memories of the ancient Proto-Aryans and recorded in their ancient inscriptions. Ancient Mesopotamian settlers also included them, giving rise to the biblical Flood story.

The region of the Caspian and Aral Seas, along with the Ceyhun, Seyhun, and Volga rivers, is the world’s largest closed basin (Ergün, 2021). Maritime navigation first began in this region with the “Caspian Floods” that occurred around 15,000 BC (Erdemir, 2012 and Ergün, 2024). Extremely hot weather conditions experienced 5,000-6,000 years ago rapidly melted the poles. Sea levels rose rapidly during this period, resulting in the formation of deltas. Consequently, humans began living along the coasts. This expansion necessitated the construction, development, and reliance on technology for sea-going vehicles. These historical periods, which began with oars, progressed with sails, came under human control, and evolved with technology, have been named after these eras that transformed maritime transportation.

Nick Brooks: Civilization did not emerge as the product of a favorable environment that allowed humanity to choose a life in complex, “URBAN” societies. On the contrary, what we consider “CIVILIZATION” today is largely the result of an accidental and unplanned adaptation to catastrophic climate change. This catastrophic event, the Caspian Flood (Flood), which occurred 15,000 years ago, created the world’s first civilization. The Aryans, who created the world’s first civilization and spread there, carried civilization to wherever they went. They carried these Flood stories with them. The Flood did not occur globally, but only in the closed Caspian-Aral region (Ergün, 2024).

ALTAY INTELLEGENT PERSON

The question of how humanity emerged and how it has evolved to the present day has always been of interest. There is a consensus that humanity originated in Africa. Our knowledge has expanded from remains found in caves near the North Pole. Naturally, since such information was first gathered in Europe, the names were based on it. Neanderthals are an extinct fossil human group that emerged in Western Eurasia during the mid-Middle Pleistocene, shared the same stage as the first modern humans to arrive in Europe around 45,000 years ago, and then disappeared from the fossil record around 40,000 years ago (Figure 7). Neanderthals were a remarkably successful group, well-adapted to the unpredictable climate of a region where advancing and retreating ice sheets were no strangers. Their short, stocky build made them robust and powerful, while their large brains fueled their ability to hunt even the largest Ice Age creatures, such as mammoths and woolly rhinos.

130,000-140,000 years ago, just as it is today, life expanded towards the poles. The human populations that reached these regions (Neanderthals and Denisovans) disappeared 40,000-45,000 years ago (the Ice Age, between 120,000 and 12,000 years ago). Neanderthal and Denisovan are place names, the former being the name of a valley in Germany (east of Düsseldorf), and the latter being the name of a cave in the Altai Mountains (east of Kazakhstan). The Turkish name for the Denisova Cave is Ayı Taşı Cave. Both of these locations are located north of 45°N latitude. Remains have been preserved under suitable conditions at these latitudes. Preservation is lacking at more southern latitudes. Therefore, it is inaccurate to name the people living there based on place names.

Denisova Cave (Ayı Taşı “Bearstone” Cave) is a cave located in the Altai Mountains of Siberia, Russia (Figure 8). The cave is of great paleoceological and paleontological importance. Bone fragments of Denisovan humans and remains dating back to approximately 40,000 years ago have been found in the cave. A 32,000-year-old prehistoric horse species has also been discovered in the cave, a significant find.

Research indicates that the people of the region, while still hunters and gatherers, had an equestrian culture. It appears that the Atbasar Civilization, a civilization preceding the Botay Civilization dating back to the Neolithic Age, transitioned to an equestrian civilization in the final years (Zaibert, 2009). This demonstrates that the domestication of the horse was not based on agriculture. The Botay Civilization excavations also document that the Neolithic Age evolved differently than previously believed. It appears that the people of this region established very organized communal living spaces. Numerous settlements, comprising approximately 200-250 houses, are observed in the region, each with a height of 2.50-3.20 meters and a usable area of approximately 70 square meters (Figure 9). The foundations of the houses were excavated in a polygonal shape of approximately 60-80 cm and raised by 120 cm. A circular wooden foundation wall was constructed on top of the polygon, completing the polygon. The wood was plastered inside and out with clay, and a chimney was left at the top of the house. This chimney allowed the smoke from the fire burning in the center of the house to escape. The Botay people slept on mats made from plant fibers or on the hides of hunted animals, in the far corner opposite the door within these houses (Zaibert, 1992).

Recent findings in Kazakhstan (Botay) date the domestication of the horse back to 3500 BC. It has been revealed that the people of the “Botay” civilization lived in large settlements. The Botay people used horses both as mounts and raised them for meat and milk. This process predates the advent of communication, transportation, and warfare. However, the domestication of the horse completely transformed transportation, communication, and warfare (Ergün, 2024). Research indicates that the people of the region, while still hunters and gatherers, developed an equestrian culture. It appears that the transition to equestrian civilization occurred in the final years of the Atbasar Civilization, a civilization that predates the Botay Civilization and dates back to the Neolithic Age. This demonstrates that the domestication of the horse was not based on agriculture.

Neolithic civilizations have been identified in the Eurasian steppe. One of these civilizations is the Andronovo Civilization, which spread from the Urals to the Khakassia steppes and left the most monuments in Kazakhstan. The horse is a key element of Steppe Culture. Therefore, the timing of the horse’s use as a mount is crucial. Although horse bones were found in graves dating back to the 4th and 3rd millennia BC, no bit or bridle fragments were found, suggesting that the use of horses as mounts began in the 2nd millennium BC during the Srubna-Andronovo Civilization. The Andronovo people, a dominant civilization, were able to lead their herds to distant pastures and water sources thanks to advances in animal husbandry and the control of their herds thanks to horses. Thus, they transitioned from a settled lifestyle to a nomadic lifestyle. Compared to other civilizational periods during the Bronze Age, the Andronovo Civilization attracted more attention in the scientific world, and debates about the origins of the Andronovo people continued. It is noteworthy that this community was identified as Aryan, Iranian-speaking, and ultimately Indo-European. However, anthropological studies of early Turkic graves have revealed that the human type in these graves is of the Andronovo type. In other words, the anthropological kinship of the Turks with the people of this civilization period has been established. The Steppe Civilization took shape during the Andronovo era, and this civilization took shape alongside early nomads, Turks, and Mongols, and continues to this day. The lineage that began with the Andronovo Civilization continued with the Karasuk-Tagar and Tashtyk Civilizations in the Yenisei region, and their relationship with the Tinglings and Yenisei Kyrgyz, tribes mentioned in Chinese sources, has been established.

Some parts of the world have transitioned entirely to agriculture. In these regions, one of two subsistence options was pursued. The first option was to continue a gatherer-hunter lifestyle indefinitely. This path was followed by Australia, most of Siberia, most of the Americas (far north and south), and parts of sub-Saharan Africa. While hunter-gatherer societies have largely disappeared in the modern era, a few small populations have survived; perhaps most famously, the San people of sub-Saharan Africa and the tribes of the Amazon rainforest. The second option was a nomadic herding lifestyle. Nomadic herding is well-suited to arid regions where rainfall is sufficient for grass but too little for productive agriculture; typical herding animals are sheep, goats, cattle, horses, camels, and reindeer (in Siberia). Nomadic herding was particularly successful in the Steppe (the east-west strip of grassland stretching from Ukraine to Mongolia). Like the gatherer-hunter lifestyle, nomadic herding has been largely (but not entirely) superseded by the modern era.

As explained above, the Neolithic Age emerged much earlier in Eurasia than elsewhere. Because Neolithic life was the most important prerequisite for urbanization, Eurasia experienced the rise of cities thousands of years before the rest of the world. Consequently, Eurasia gave rise to most of the world’s civilizations, including the four current global civilizations: Western, Middle Eastern, and Southern. As explained above, the Neolithic Age emerged much earlier in Eurasia than elsewhere. Because Neolithic life was the most important prerequisite for urbanization, Eurasia experienced the rise of cities thousands of years before the rest of the world. Consequently, Eurasia gave rise to most of the world’s civilizations, including the four current global civilizations: Western, Middle Eastern, South Asian, and East Asian. Outside Eurasia, the Neolithic Age was delayed for several reasons. One of these is its complete geographical separation from Southwest Asia, the leading region of early technological advancement. While developments in Southwest Asia spread relatively quickly to Europe and Asia, they were prevented from spreading easily to Sub-Saharan Africa (by the Sahara Desert) and the Americas (by the oceans).

According to the “Law of Evolution” in nature, only those capable of “adapting to changing conditions and environments” survived. People who left the equatorial zone during the interglacial periods could only survive in the narrow band between 35º and 40° N latitude. Although life continued on the equator during both glacial and interglacial periods, humanity was unable to create an advanced civilization in these equatorial regions. However, in the very difficult living conditions at the border of the glaciers/tundra and deserts, civilization began to develop in suitable locations immediately after the end of the Ice Age.

We must thoroughly understand the paleogeography of the Caspian Sea’s surroundings and its unique position due to climate change and environmental conditions. The Alpine-Himalayan Orogenic Belt, which emerged behind and above the Tethyan Ocean after its closure, is crucial to the history of civilization. The Black Sea and the Southern Caspian Sea in the north are remnants of the former Tethyan Ocean. Consequently, they form a depression extending from the Po Plain in Italy to the Pamirs. This depression collected the northern glacial waters. Such a geography exists nowhere else in the world.

According to the French Aristocrat Count Arthur de Gobineau (1816–1882), one of the founders of the Aryan race theory, the Aryan homeland was Sogdania (Uzbekistan) and Central Asia, the cradle of all civilization. Over time, this view became accepted, and the acceptance of the Aryan homeland as being in Central Asia and the region around Bactria (Caspian-Turanian) became widespread. Lorenzo Burge, in his work “Pre-Glacial Man and the Aryan Race” (1887), claimed that the ancestors of the Aryans emerged in Central Asia around 15,000 BC and created a great civilization there (Figure 10). The people who created this civilization spread from Central Asia to the world with the end of the Ice Age, spreading civilization across the globe. German jurist Rudolf von Jhering, in his work “The Evolution of the Aryans,” considered the Aryan homeland to be Central Asia/Bacteria (Caspian-Turanian). According to Aryan theorists, the Aryans were a tall, fair-skinned, blond race superior to all other peoples, possessing a calm and resilient character, constantly striving, and intellectually brilliant. This explains the ease with which the Aryans, who spread from Central Asia to the world, brought other peoples under their rule. The word “Ari” derives from the Turkish and Sumerian word “Ara” (good, pure)..

In his work “The Aryans,” Gordon Childe (1926) argues that the Aryans were the ones who spread civilization across the world. In this context, he grasped and interpreted archaeological findings, their historical integrity, and their development. Gordon Childe brought a progressive perspective to archaeology (and was accused of communism at the time). He introduced the theories of the Neolithic and Urban Revolution to the world of archaeology and advocated the oasis theory, a model explaining the transition from hunting and gathering to settled life.

The ancestors of the Aryans emerged in Central Asia around 15,000 BC and created a great civilization there. With the end of the Ice Age, the people who created this civilization spread from Central Asia, spreading civilization across the globe. The people who spread throughout the world in this region carried the memory of this catastrophe (the FLOOD). With the end of the Ice Age, the Aryans spread Civilization (KNOWLEDGE) from Central Asia (Figure 11). KNOWLEDGE is a concept synonymous with human nature. Knowledge does not disappear, but as it declines in one place due to natural causes, migrating people carry it to new places. Integrating with the lifestyles and beliefs of the places they migrated to, they formed new belief systems and lifestyles.

The spread of the Aryans throughout the world:

  • Caste System in India;
  • Noble-Headed People (Kara) in Sumerians;
  • Karamans (I am Noble) in Anatolia
  • Luwians (People of Light) in Western Anatolia;
  • Alman “Germans” (I am high) in Europe

Major events in the Caspian Sea region over the last 15,000 years: The Khvalyan Uplift 15,000 years ago; the end of the ice age (beginning of the Holocene) 12,000 years ago; and the formation of deltas and the attainment of near-present-day sea level 5,000-6,000 years ago (Figure 13). World civilizations can be summarized as follows:

  • After the ice age: Harran (10,000 BC, SE Turkey); Anau (8-9,000 BC, Turkmenistan); Konya (7,000 BC, central Anatolia); Palestine (7,000 BC); Mehrgarh (7,000 BC, Balochistan, Pakistan)
  • After the formation of deltas: Mesopotamia (4,000 BC); Egypt (3,500 BC); Harappa (3,300 BC, Pakistan); Troy (4,000 BC, NW Turkey); Mohenjo-daro (3,300 BC, S. Pakistan)

 

Following the end of the ice age, these civilizations (until the formation of deltas) were emerged around the Caspian Sea, primarily in Harran, Aran, and Turan. It is known that early civilizations were closely associated with the Caspian Sea region during the Ice Age. During the Ice Age, the Taurus Mountains formed a wall of ice, and the extreme glacial conditions in Anatolia and throughout Europe to the north made life unsuitable.

DISCUSSIONS

Over the last 400,000 years, we have cycled through four Ice Ages. More than 80% of this period was cold. During these Ice Ages, sea level was at -125/130 meters because water mass was retained at the poles. All living things were confined between latitudes 30/35° and 40/45°. The north had glaciers and tundra, and the south had a dry to semi-arid climate. These were not suitable zones for life. Life has always existed in a narrow zone around the equator. Because this zone has not faced any hardship, it has maintained its primitive state to this day.

Neandertaller, Orta Pleistosen’in ortalarında Batı Avrasya’da ortaya çıkan ve yaklaşık 45.000 yıl önce Avrupa’ya gelen ilk modern insanlarla aynı sahneyi paylaşan, yaklaşık 40.000 yıl önce fosil kayıtlarından kaybolan soyu tükenmiş bir fosil insan grubudur. Neandertaller, ilerleyen ve geri çekilen buzul tabakalarının yabancı olmadığı bir bölgenin öngörülemeyen iklimine iyi uyum sağlamış, oldukça başarılı bir gruptu. We, modern humans, are related to Neanderthals in many ways, from sharing a common ancestor in Africa around 550,000-750,000 years ago to coexisting for a time in Europe. There, the two must have competed for resources, but they are also known to have interbred, resulting in the genetic influence of Neanderthals on us that can still be seen in our DNA today.

Another human species, the Denisovans, is even more closely related to Neanderthals than we are to modern humans: the two are sister groups that diverged from a common ancestor more than 390,000 years ago, perhaps 430,000-473,000 years ago—a date later than the divergence with modern humans. Denisovans are currently known only from Denisova Cave in the Altai Mountains of Siberia, a site where Neanderthal remains have also been found. This is due to the paucity and incompleteness of research in these regions. This is due to the paucity and incompleteness of research in these regions. There are 22 archaeological layers in the cave. Only half of them, layer 11, have been explored so far, but 80,000 documents have already revealed that Homo sapiens have lived in this region for at least 300,000 years. Around the world, such artifacts are named after the place where they were found. However, this process was not performed here. The finder’s name is given as DENISOVA. This place is known as AYI DAĞI CAVE (BEAR MOUNTAIN CAVE) Therefore, its name should also be AYI DAĞI (BEAR MOUNTAIN). We call these people “ALTAI INTELLIGENT PERSONS” These people survived and lived in the Caspian-Aqsa basin (the world’s largest closed basin) during both the Glacial and Interglacial periods.

In 1813, Thomas Young coined the term “Indo-European” from Indo+European due to the language family’s geographical extent, stretching from Western Europe to Northeast India. The Indo-European language family is defined as the world’s largest language family, encompassing hundreds of languages and dialects. Over 3.2 billion people worldwide have a native language belonging to this family, representing 46% of the world’s population. There are no written sources regarding the formation of Indo-European languages. However, this is treated as a preconception by Westerners. European archaeologists long viewed the birth of Western Civilization as simultaneous with the Olympiad of 776 BC and the compilation of the Homeric epics, creating this perception. They later incorporated the Egyptian, Sumerian, and, to a lesser extent, Indian civilizations. According to Western European-centric thinking, the Anatolian Peninsula was long excluded from the core region of the Neolithic way of life, and during its formation, Anatolia was considered merely a bridge that transmitted this new way of life to the West, to Europe. At the same time, after the forgotten Turan civilization was fully revealed (Pumpelly, 1908; Anau), the First World War broke out and the established Soviet regime stopped all these studies.

Russian researcher Murat ADJİ (2019): It took years to study the ancient Altai. As is known today, a special human “type” once lived there: “Homo sapiens altaensis”—the Altai Intelligent Man! Turkish culture emerged from there. I wanted to understand this culture more closely; I had questions about who, what, and how. The secrets of the Altai people, their symbols, and most importantly, their difference from other human civilizations intrigued me. I wanted to unravel this great mystery. How could a single people emerge from anthropologically distinct tribes? How could the Altai people form such an invincible unity?

The people living in this region are not merely a bridge over their own civilization, their past (Turan), and Anatolia (Kabaağaçlı, 1972); they are the cradle of CIVILIZATION itself (Lyonnet and Dubova, 2021). The geographical zone encompassing 35-40° latitude is the region where humanity created its first civilization. Objective thoughts about this region have not been produced in the tangle of historical complexity in recent years. Certain information needs to be reinterpreted and explained, abstracted from all religious, racial, and nationalist movements (Gerey, 2003). We must address our own past not from others, but, as Atatürk showed us, with an integrated understanding (GEOGRAPHY OF LANGUAGE AND HISTORY), together with all its facts. History, which is immutable, is the history written by Geography.

Cultural heritage belongs to all humanity; it is a treasure and a source of wealth for everyone. Through cultural heritage, we preserve the memory of the past and build upon it for the future. One of the greatest problems societies face is the excessive exaltation of their own culture, traditions, beliefs, and ethnic origins, while constantly seeking to find fault with and belittle the belief systems of groups other than themselves. This has led to painful consequences, including oppression, wars, and massacres. Russian geographer Murat Adji says:

The traces of place and time are always present on the canvas of history. It’s possible to notice them, or it’s possible not to, but they exist. Nothing in this world passes without leaving a trace; for truth is eternal, and no force can erase it.

Since the nineteenth century, a number of false theories have been unscientific. Within the framework of these baseless theories, attempts are made to portray the Hippo-European, and particularly the Aryan, race as superior and more successful than other races in terms of both physical and mental capabilities. Assumptions are advanced that “they must be, and have been, the sole creators of all civilizations and science in the world.” This false notion, institutionalized by renowned philosophers like Nietzsche (1844-1900), negatively impacts even scientific centers that tend to maintain a constant distance from political events, leading to a tendency to distort facts to favor the Aryan race. Indeed, when cuneiform inscriptions written by the Sumerians were discovered in Mesopotamia, considerable time was likely lost due to the absurd insistence that these inscriptions must be read according to the rules of the Indo-European languages. However, common sense studies have revealed that Sumerian is not an Indo-European or Semitic language, but rather an articulated language similar to the Ural-Altaic languages. In fact, studies on the origins of languages were banned in Europe in the 19th century.

In the nineteenth century, Europe began investigating the origins of its civilization, seeking to establish its superiority by basing its own civilization on it. In the 19th century, it recognized that Sumerian was an articulated language (like Turkish). At the same time, there was the notion that Aryans, originating in the Turan region, had spread civilization worldwide. However, the success of Atatürk’s Anatolian uprising caused all these ideas to fade into the background. According to Western European-centric thinking, for many years, the Anatolian Peninsula was excluded from the core region of the Neolithic way of life. Anatolia served only as a bridge transmitting this new way of life to the West, to Europe. Because of the isolation of the Turks in the developed Western world, Troy and Western Anatolia were perceived as separate from other civilizations (Zangger and Mutlu, 2016). Due to this neglect 100 years ago, Western Anatolia (all of Anatolia) was forgotten globally. Naturally, the Turanian Civilization was ignored. After the forgotten Turanian Civilization was fully revealed (Pumpelly, 1910; Anau), the First World War broke out and the established Soviet regime closed the region and the research ended.

ACKNOWLEDGEMENT

I would like to express my gratitude to Prof. Dr. Rahmi Pınar and my student Murat Alyaz for their support in these studies.

REFERENCES

Adji, M., 2019, Türklerin Saklı Tarihi (Rusça aslından çeviren: Varol Tümer), Görev Kitap ve Yayıncılık Ticaret Limited Şirketi, İstanbul.

Chepalyga, A.L., 2007). “The late glacial great flood in the Ponto-Caspian basin”. In Yanko-Hombach, V.; Gilbert, A.S.; Panin, N.; Dolukhanov, P.M. (eds.). The Black Sea Flood Question: Changes in coastline, climate, and human settlement. Dordrecht: Springer. pp. 118−148. ISBN 9781402053023.

Childe, V.G., 1936, Man Makes Himself, The New American Library.

Çığ, M.İ., 2008, Sümerlilerde Tufan-Tufanda Türkler, ; Kaynak Yayinlari (Istanbul, Turkey); pp168 (in Turkish).

Dolukhanov, P.V., Chepalyga, A.L., Lavretova, N.V., 2010, The Khvalynian transgression and the Caspian basin, Quaternary International, 225, 152-159.

Erdemir, H.P., 2012, Eski Türklerde su ve su ulaşımı, Tarih ve Arkeoloji ve Denizcilik.

Ergün, M., 2016, General tectonic/geologic framework of the Caspian Sea and its water connection with the Black Sea and Mediterranean, Proceedings of CCCS-2016, Tehran-Iran, (www.inoctr.org).

Ergün, M., 2021, Paleogeography of Caspian Sea, Water Level Fluctuations, and Consequences on the Environment and Civilization, M.Öztürk • V. Altay • R. Efe (Editors) Biodiversity, Conservation and Sustainability in Asia Volume 1: Prospects and Challenges in West Asia and Caucasus, 615-638,

Ergün, M., 2024, At ve çift hörgüçlü Bakteryan (Türk) devesinin uygarlığa katkısı, Kırmızılar.

Gerey, B., 2003, 5000 yıllık Sümer-Türkmen bağları, Berlin.

Grosswald, M.G., 1998, New Approach to the Ice Age Paleohydrology of Northern Eurasia, ‘Paleohydrological and Environmental Change’. Editors Benito.G and Baker., V.R. 199-214.

Lyonnet, B. and Dubova, N.A.(eds.), 2021, The World of the Oxus Civilization. Taylor&Francis, London and New York.

Neyman, G., 2007, Where Was the Flood of Noah?, Old Earth Creation Science.

Outram, A., K. Natalie, A. S., R. B., Sandra, O., Alexei, K., Victor, Z., Nick, T., Richard, P., Evershed 2009). The Earliest Horse Harnessing And Milking, http://www.sciencemag.org, Science6 March 2009: Vol. 323no. 5919pp. 1332-1335DOI:10.1126/science.1168594.

Pumpelly, R., 1908, Exploration in Turkistan: Expedition 1904, Carniege Institution of Washington.

Zaibert, V. F., 1992, Atbasarskaya Kultura (Атбасарская Культура). Rossiyskaya Akademiya Nauk, Uralskoe Otdelenilye, Ekaterinburg.

Zaibert, V. F., 2009, Botayskaya Kultura (Ботайская Культура), Kaz-Akparat, Almatı.

Zangger E. ve Mutlu, S., 2016. Luviler: Bir Anadolu Uygarlığı ile İlgili Çalışmalar, idil, 24/5, basım 16, 1037-1077.

Yazar
Mustafa ERGÜN

Bu websitesinde farkı kaynaklardan derlenen içerikler yayınlanmakta olup tüm hakları sahiplerinindir. Sitedeki içerikler atıf gösterilerek kaynak olarak kullanlabilir. Yazıların yasal sorumluluğu yazara aittir. Tüm Hakları Saklıdır. Kırmızlar® 2010 - 2025

medyagen