Bugünkü Amerikalılık bir millet değil çıkar birliğine dayalı geçici bir birlikteliktir. Bu anlamda ticarete benzetilebilir. Güç ve zenginlik bittiğinde ilişki de biter. Bu yüzden Amerikan menfaatlerinin zarar görmesi demek, Amerikan varlığına doğrudan bir tehdit sayılmakta ve en ağır tepki verilmektedir. 2008 sonrası yaşanan ekonomik krizde California gibi görece daha zengin kimi eyaletler bağımsız olmayı bile gündemlerine taşımışlardı.
*****
Prof.Dr. Kamil GÜNGÖR[i]
İkinci Dünya Savaşı sonrasında dünyada yeni bir düzen/denge kuruldu. Bu dengenin tarafları savaşın da gerçek galipleri idi; ABD ve Sovyetler… Diğer ülkelerin hemen tamamı kendilerini bir şekilde bu iki blok içerisinde yer almak ya da bu iki bloktan birisi ile işbirliğine gitmek zorunda hissetti. Savaştan ağır yaralarla çıkan, askeri ve ekonomik mecali kalmayan Britanya İmparatorluğu da bu dönemde rolünü Amerika’ya devretmek zorunda kaldı.
Bu denge taraflardan birisinin iflas/pes etmesiyle 1990’larda yeni bir aşamaya evrildi. Aslında Doğu Blokuna karşı kurulan NATO başta olmak üzere Batı Blokunun da rolü sona ermişti ama, ufukta Amerika için tek kutuplu bir dünya gözüküyordu. Zira 1990’larda Doğu Blokunun başat temsilcisi olan Sovyetler dağılmış, en büyük tehdit bertaraf edilmişti. Diğer temsilci Çin ise 1978’deki dönüşüm politikalarının güçlü geri bildirimlerini henüz etkili bir biçimde almaya başlamamış, hatta Tiananmen olayları ile Çin komünizmi de çökertme girişimleriyle karşı karşıya kalmıştı.
Tahmin edilenin aksine Avrupa ülkeleri de Amerika’nın Avrupa’daki varlığından rahatsızdı. Avrupa Birliği’nin kuruluş nedenlerinden birisi de bu rahatsızlıktır. Fransa’yı Alman işgalinden, Almanya’yı da Sovyet işgalinden kurtardığından o dönemde elleri mahkumdu Amerika’ya… Nitekim bugün bile 2/3’ü Almanya’da olmak üzere Amerika’nın Avrupa’da 70 binin üzerinde askeri vardır.
İngiltere ayrı bir hikâye… Adeta Pirus zaferi kazanan İngiltere savaş sonrası, yeni kurulan dünya düzeninin de bir parçası olan Marshall yardımlarıyla ayakta kalabildi. Pek dillendirilmez ama yaklaşık 900 yıl önceki işgalin (Norman işgali) bu kez Almanlarca tekrarlanması yine Amerika’nın müdahalesi ile engellenmiştir. Bir başka deyişle Amerika Fransa ve Almanya gibi İngiltere’yi de işgalden kurtarmıştı.
İngiltere ekonomik sorunlarını sonraki yıllarda da aşamadı. Nitekim 70’li yıllar İngiltere için kabustu adeta… Avrupa Birliği’nden ayrı bir ekonomik birliktelik (EFTA) oluşturmak istedi ama başaramadı. İlk başta davet edilmesine rağmen katılmadığı Avrupa Birliğinin kapısını çalmak zorunda kaldı. Bu kez de Fransa’nın İkinci Dünya Savaşındaki kahramanı De Gaulle ‘Amerika’nın truva atı’ olduğu gerekçesiyle Birliğe girişine taş koydu. İngiltere, ancak Charles de Gaulle’ün ölümünden (1970) sonra ve Fransa’da yapılan referandum ile Avrupa Birliği’ne girebildi (1973).
Şimdi gelelim Amerika’nın gücüne… Amerika sadece askeri güç değil, aynı zamanda ekonomik güç ve Amerika bu gücünü önemli ölçüde dolardan almaktadır. Daha doğrusu bu iki güç birbirini beslemektedir. Doların global güç aracı olması 1944 Bretton Woods toplantılarında şekillendi. Bu toplantılar sonunda kurulan para sistemi dolara, dolar da altın rezervine dayandırılmıştır. Ama Amerika zaman içerisinde bunu yönetemedi ya da yeterli görmedi. Bu yüzden 1973’te altına dayalı dolar basma zorunluluğunu kaldırdı ama bu sefer de doların değeri düşmeye başladı. Altın karşılığı basılmayan dolarlar nedeniyle ilk başta 35 dolara sabitlenen ons altının değerini bugünlerdeki ikibin dolarları zorladığı noktaya kadar yükseldi.
Dünyada rezerv para hala yüzde 60 civarında doların hâkimiyetinde… Bir başka deyişle her birimizin cebindeki ya da hesabındaki dolar, Amerika’nın karşılıksız bastığı dolar için karşılık oluşturmakta ve esasen kurulan sistem vasıtasıyla parasını dolar olarak tutan ya da ticaretini dolarla yapan ülkeler adeta Amerika için çalışmaktadır.
Amerika Merkez Bankası FED’in kararları bu yüzden bütün dünyada merakla takip edilmektedir. Zira faiz kararını ne yönde alacağı bütün ülkeleri ilgilendirmektedir. Sadece Merkez Bankası kararları değil, altının, petrolün fiyatları da bu ülkeye rağmen şekillenememektedir. Petrol fiyatlarını OPEC vasıtasıyla kontrol etmektedir mesela… En büyük borsalar bu ülkededir. Portföy yatırımı olarak bilinen bu yatırımlar önemli ölçüde bu ülkeden kendisine değer ve karşılık bulmaktadır. Dünya Ticareti Örgütü (DTÖ) vasıtasıyla dünya ticaretine de yön veriyor ki; DTÖ dünya ticaretinin %90’ı demektir. Amerika reel rakamlarla hala dünyanın en büyük ekonomisi… Akla hayale gelmedik sermaye piyasası araçlarıyla dünyadaki herhangi bir ülkeye operasyon çekebilme kabiliyeti de elinde…
Amerika’nın askeri gücü de ortada… Dünyada çok sayıda ülkede (172) sekiz yüz civarında çeşitli büyüklüklerde üssü ve Amerika dışında yüzbinlerce (250 bin civarında) askeri var. Tek başına dünyadaki savunma harcamalarının %40’ıne elinde bulunduruyor. En güçlü deniz-hava-kara birlikleri onlarda… Siha gibi kimi rekabet edebildiğimiz alanlarda ise aslında sadece sektörün bu sınıfında yarışabiliyoruz.
Amerika’nın çok önemli bir gücü de medya gücü… Sadece çok büyük değil, bu çok büyüklüğün de ötesinde ‘etkili…’ Bu yüzden psikolojik üstünlüğü her zaman elinde tutuyor. Sadece konvansiyonel medya değil, sosyal medyada da tekel adeta… Çok etkili kullandığı (kendi) internet siteleri de bu kapsamda… Hemen ne ararsak karşımıza çıkan vikipedi de bu ülke merkezli… Dünya’da en fazla bilinen dil sanılanın aksine Çince filan değil; İngilizce… Yerel dillerde yaptığı yayınlar da cabası…
Sosyal medya platformları da neredeyse bir bütün olarak elinde… Üstelik server’lar bu ülkede… İşte facebook, işte twitter, işte whatsApp, işte zoom, işte google ve diğerleri… Telefonlarımızda kullandığımız IOS ve Android de onların… Bu piyasada onlara ait olmayan çok az şey var ve konu kritik bir noktaya geldiğinde temsil ettiğini iddia ettiği değerleri kolaylıkla askıya alabilmektedir. İşine gelmedi ve Çin firması Huawei’ye sunduğu hizmeti kesti mesela…
Sinema sektörü de bir o kadar etkili… Hollywood marifetiyle Amerika’nın ne kadar güçlü bir ülke olduğunu, dünya için neler yaptığını, yanına o sahte Amerikan rüyasını da ekleyerek insanlığın bilinçaltına yüklüyor.
Amerika’nın en büyük zaafı ise insan modelinde… Öncelikle bilinmelidir ki; Amerikalı diye bir millet yoktur. Çeşitli şekillerde tanımlansa da; millet esasen ortak kader birliğini temsil eder. Kimi zaman aynı etnik kimlikten, kimi zaman din gibi ortak değerlerden, kimi zaman da aynı ideolojiden güç alır. Bunlardan hiç birisi yok Amerika’da… Oysa en güçlü silah; haklı davasına gönül vermiş, kaybetmekten, özellikle de ölmekten korkmayan insandır. Bunun geçmişteki örneği Vietnam, şimdiki örneği de Afganistan… Amerika’nın esas zaafı da burada zaten…
Bugünkü Amerikalılık bir millet değil çıkar birliğine dayalı geçici bir birlikteliktir. Bu anlamda ticarete benzetilebilir. Güç ve zenginlik bittiğinde ilişki de biter. Bu yüzden Amerikan menfaatlerinin zarar görmesi demek, Amerikan varlığına doğrudan bir tehdit sayılmakta ve en ağır tepki verilmektedir. 2008 sonrası yaşanan ekonomik krizde California gibi görece daha zengin kimi eyaletler bağımsız olmayı bile gündemlerine taşımışlardı.
Malum Amerika adeta lobilerin yönettiği ülke… En güçlüsü de Yahudi lobisi… Onlara rağmen başkanın yapabileceği bir şey de yoktur. Onların izni ve icazeti olmadan başkan olamaz zaten… Biat şarttır bir başka deyişle… Kısmi itirazları olan Trump’ın ne hallere düştüğünü de gördük geçmişte… Sonraki biatı da işe yaramadı ve sofistike bir darbe ile görevden uzaklaştırıldı.
Yeni bir Yahudi soykırımı Amerika’da işlenirse çok da şaşırmamak lazım. Çünkü 6-7 milyon Yahudi bu ülkede her şeyin sahibi ve onlara rağmen alınabilen herhangi stratejik bir karar da yok. Niçin soykırım olur diyorum biliyor musunuz? İstediğimden değil elbette… Almanya’da da Hitler öncesi her şeyin sahibi onlardı. Ve bir gün bütün kirli çamaşırlar ortaya döküldü ve olanlar oldu.
Bir de elbette işlediği kültür cinayetleri, hukuk cinayetleri, iç savaş ve darbe cinayetleri, işgal cinayetleri nedeniyle bu ülkeye karşı her geçen gün katmerlenerek büyüyen nefret var dünyada… Amerikan propagandası ya da rüyası artık o kadar da etkili değil… Dünya buna bileniyor dünya Amerika’dan da büyük, beşten de…
Bütün bunlar şu an itibariyle Amerika’nın gücünden bir şey eksiltmiyor gibi gözükebilir. Ama çok yakın tarihte yaşanmış olanlar, bunu yalanlıyor. Bahsedeceğim şey Amerika’nın Kore ve Vietnam yenilgileri de değil… Adeta elini kolunu sallayarak girdiği (1979) Afganistan’dan on yıl sonra hiçbir şey elde edemeden döndüğünde, Sovyetler glastnost ve perestroikayka ile kavşamıştı bile… Şimdi de Amerika 11 Eylül’ü bahane ederek girdiği Afganistan’ı 20 yıl sonra Taliban’a bırakarak çekilmek zorunda hissetti kendisini… Desteklediği yönetim 15 gün bile dayanamadı. Sovyetler Amerika’dan daha az güçlü değildi nitekim… Ve dağıldı işte…
Çember Amerika için daralıyor bir başka deyişle… Önce geçmişteki sadık müttefiki İran’ı kaybetti. Öyle ya da böyle; İran dostu değil artık… Şimdilerde yine geçmişteki sadık müttefiki Türkiye’yi kaybediyor. Stratejik müttefiklik filan kâğıt üzerinde… 15 Temmuz geniş kamuoyuna sadece FETÖ’yü değil, Amerika’yı da açık etti. Amerika 15 Temmuz öncesi-sonrası NATO’cu ve FETÖ’cü komuta kademesinin tasfiye nedeniyle içeriden bilgi alamıyor olmasının rahatsızlığını yaşamaktadır. Dolayısıyla Türkiye ‘kanadı’ kendisi bakımından en azından yaralıdır.
En önemlisi insan modeli dedik ya yukarıda… Biden bunu itiraf etti biliyorsunuz; ‘Afganistan’a her türlü desteği verdik, ordusunu teçhizatlandırdık, maaşlarını bile önedik ama onlara ülkesi için savaşma ruhu veremedik.’ İşte Taliban’da olan, Afgan ordusunda olmayan şey de bu idi… Destek bitti ve savaş da bitti… Siz bunu şöyle de okuyabilirsiniz: Amerika’nın, ‘Amerikalı’nın çıkarları bitti, Amerika da bitti…
——————————————————–
Kaynak:
https://www.fikircografyasi.com/makale/amerika-ne-kadar-guclu
[i] Afyon Kocatepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye Bölümü Mali Hukuk ABD Öğretim Üyesi