Avrupa kıtasından Amerika kıtasına göç eden sömürgecilerin düşlerini yeni bir hayat süslüyordu. Alelâde yeni bir hayat değildi bu düşler. Bir dereceye kadar seküler ancak daha fazlasıyla teolojik saplantılar bu sömürgecileri ateşliyordu. Göçmenler zengin veya yoksul sınıflardan olsunlar, her birinin gözünde Amerika dünyevi cennetti. Kutsal metinlerin vaat ettikleri cennet okyanusun diğer yakasındaydı. Bu itibarla Amerika kıtası vaat edilmiş topraklar hükmündeydi. Avrupalı sömürgeci göçmenler katında Avrupa ve bilhassa Katolik âlemi çürümüş ve kokuşmuş dünyayı temsil ediyordu. Amerika ise temiz insanlara yakışan vaat edilmiş bâkir bir ülkeydi. Avrupa’dan birkaç misli büyüklükte, uçsuz bucaksız, sonu başı tâyin edilemeyen mutluluk diyarıydı. Tanrı’nın müjdelediği cennet burası olsa gerekti. Amerika kıtası Yeryüzü Cenneti olarak göçmenlerin sâbit fikri hâline gelmişti.
Amerika’da, Avrupa’daki lükse boğulmuş soylular sınıfı yoktu. Amerika’da sade ve doğal bir hayat göze çarpıyordu. Burada tabiat fevkalâde genişti. Kurtarıcı Mesih’e lâyık bir ülkeydi burası. Dinler tarihçisi Mircea Eliade Amerika’nın sömürgeleştirilmesinin dinsel boyutunu irdelerken İsa Mesih’in ikinci defa geleceği yer olarak Amerika’nın seçildiğini belirtir. Sömürgeci göçmenler Amerika’nın kutsal topraklar olduğuna kendilerini inandırmışlardı. 1685-1701 yılları arasında Harvard Üniversitesi’nin rektörlüğünü yürütmüş olan Püriten Increase Mather dinsel vaazlarında şöyle diyordu: “İsa’nın Krallığı tüm dünyayı kapladığında yeryüzü başlangıçtaki cennet hâline geri dönecek.”[1]
Burada dünyevi cennet söz konusudur. Teolojide buna yeryüzü cenneti denmektedir. Amerika yeryüzü cenneti olarak belirlenmiştir çünkü başı sonu belirsiz gepgeniş coğrafyasıyla Avrupa’dan çok farklıdır. Üstelik burada Doğu’dan, bozkırlardan gelebilecek tehlikeler de yoktur. Sömürgeci göçmenler Avrupa’nın lüks hayatından tiksinerek Amerika’da doğanın içinde yalın bir hayat bulacaklarına emin görünüyorlar. Bununla birlikte Amerika coğrafyasının genişliği yüzünden sömürgeci göçmenlerde büyüklük takıntısı da baş gösterecektir: “New England, New York, New Haven –bu şehir isimlerinin hepsi de sırf geride bırakılan anavatana [Avrupa’ya] duyulan bir özlemin ifadesi değildir, her şeyden önce bu topraklarda ve bu yeni şehirlerde hayatın yeni boyutlar kazanacağına duyulan umudun bir dışavurumudur. Elbette sadece hayatın da değil; yeryüzü cenneti olarak kabul edilen bu yeni kıtada her şeyin daha büyük, daha güzel, daha güçlü olması beklenir. Cennetin Bahçesine benzediği söylenen New England’da [Yeni İngiltere’de] kekliklerin uçamayacak kadar büyük olduğu, hindilerin kuzu büyüklüğünde olduğu düşünülüyordu. Gene dinsel bir kökeni olan bu Amerikan büyüklük takıntısı en açık fikirli insanlarda daha da fazla vardı.”[2]
Amerikan hayat tarzındaki büyüklük saplantısı gözle görülen aşikâr bir durumdur. Binaların yüksekliği, gökdelenler; Avrupa otomobillerine kıyasla büyük otomobiller. Disneyland gibi büyük eğlence parkları, büyük kütüphaneler ve büyük müzeler. Amerika Birleşik Devletleri’nin her biri Avrupa ülkeleri kadar büyük eyaletleri. Hatırlanacak olursa yakın zaman öncesinde ABD Başkanı Donald Trump, Kanada’nın, Altın Kubbe’ye [Golden Dome] ücretsiz katılım karşılığında Amerika Birleşik Devletleri’nin 51’inci eyaleti olması çağrısında bulunmuştu. Kanada’nın yüzölçümü 9.984.670 kilometrekaredir. Amerika Birleşik Devletleri’nin yüzölçümü ise 9.525.067 kilometrekaredir. İki ülkenin toplam yüzölçümü: 19.509.737 kilometrekaredir. Kanada’yı ilhak çağrısı aynı zamanda 17.098.246 kilometrekarelik yüzölçümüyle dünyanın en geniş ülkesi durumundaki Rusya Federasyonu’ndan daha büyük olma ihtirasını sergiliyor.
Amerika, Fransız düşünür Jean Baudrillard’a göre, ütopyanın gerçekleştiği yerdir. Amerikan halkının köken sorunu bulunmuyor, dünyanın her yerinden gelen insanların köksüz vatanıdır burası, dolayısıyla bir mâzisi yoktur. Dolayısıyla da birikimi yoktur. Bu nedenle de Amerikan halkı sürekli bir güncellik içinde yaşar.[3] Amerika bir yönüyle sanal ülkedir ve orada gerçeklik belirsiz veya bulanıktır. Köksüzlüğün doğurduğu örtük rahatsızlığı yirmi bin yıldan beri aynı topraklarda yaşamakta olan yerlilerin kültür unsurlarıyla telafi etmeye çabaladıkları düşünülebilir. En kuzeydeki Aleutlardan başlayıp güneye inildikçe çoğalan yerli halkların uygarlık birikimleri Amerikalı beyazların köksüzlük sendromunu yatıştırmanın bir yolu gibidir. Yok ettikleri bu halkların kültür unsurlarını büyük müzelere doldururlar. Yağmacıdırlar, bütün dünyayı yağmalamak onlar katında haktır çünkü onlar kötülük ettiklerini düşünmezler. Kurtarıcı Mesih’in çocukları oldukları inancı ruhlarına işlemiştir. Bizlere kötülük gibi görünen bu eylemler köksüz ve yağmacı Amerikalıların katında iyilik yani Mesihçilik hareketidir. Baudrillard’a göre Amerika histerik topraktır. Amerikan hayat tarzı (veya Amerikan rüyası) sinema filmleri ve reklam kuşakları üzerinden despotça pazarlanmaktadır. Aslında dayatılmaktadır. Otomobiller, telefonlar, makyaj malzemeleri reklam filmleriyle kutsanır. Amerikan yaşam biçimi görüntüyle (sinema ve reklamla) göklere çıkartılır. Yeryüzünün artık yegâne meşru hayat tarzı Amerikan yaşantısıdır. Hispanik, beyaz, kızılderili, zenci bunların hepsi birden Amerikalıdır. Baudrillard şöyle der: “California hiçbir şey icat etmemiş, her şeyi Avrupa’dan almış ve aldığı her şeyi Avrupa’ya biçimi bozulmuş, anlamını yitirmiş Disneyland’ın yaldızlarıyla kaplanmış durumda yeniden sunmuştur.”[4]
Her fırsatta yinelediğim üzere Süpermen karakteri Amerika’nın Mesihçi ruhunu yansıtıyor. Süpermen bu yeni dünyaya (Amerika’ya) gökten inmiştir. Mesih de gökten inecektir. Süpermen’in gözlerinden çıkan yakıcı ışın Tanrı’nın kutsal ışığıdır. Yuhanna 8:12: “Bundan sonra İsa yine onlara söyleyerek dedi: Ben dünyanın nuruyum; benim ardımca gelen karanlıkta yürümez ve kendisine hayat nuru olur.”[5] Amerikan 1 Dolarının arka yüzündeki piramidin üstünde yer alan göz figürünün çevresinde kutsal ışık vardır. 1 Doların yine arka yüzünde Latince “novos ordo seclorum” ifadesi geçer; bu ifade “çağların yeni düzeni” anlamını taşımaktadır. Amerika Birleşik Devletleri’nin devlet mühründe yer alan bir slogandır. Çağların Yeni Düzeni hiç kuşkusuz Amerikan rüyası, Amerikan ütopyasıdır. Beyaz Saray (The White House) herhalde İsa’nın sarayıdır. Amerikalıların inancı budur ve dünyayı yönetme hakkını kendilerinde görmektedirler.
1834-1896 yılları arasında yaşamış olan Alman tarihçisi ve Alman milliyetçiliğinin teorisyeni Heinrich Gotthard von Treitschke politik görüşlerinde insanlık ile devlet arasına kalın bir duvar örmüştür. Toplumların ahlâkı olur fakat devletin ahlâkı siyaseten göstermelik ahlâk olmalıdır. Büyük hedefler güden hakiki devlet her şeyin üstündedir; kendisinin dayattığı yasaların, törelerin, uluslararası antlaşmaların üstündedir; devlet uluslararası antlaşmaları kendi çıkarı doğrultusunda tek taraflı bozmak hakkına sahiptir. Kilise ve vicdan dâhil, hiçbir otorite devlet otoritesini sınırlayamaz. Uluslararası antlaşmalara sadık kalmak bir nevi bağımlılıktır. Hakiki büyük devlet öteki devletlerle imzaladığı antlaşmalara sadık kalırsa bağımsızlığından ödün vermiş olur. Hakiki devlet işine yaradığı sürece uluslararası antlaşmalara sadık kalmalıdır. Devletin merhameti zaaftır. Ahlâk da devleti hiçbir şekilde denetim altında tutamaz. Hakiki devlet büyük hedefleri doğrultusunda kötülük edebilir. Devletin kötülüğü aslında iyiliktir. Devleti bağlayan hiçbir güç yoktur. Nazi Almanyası işte bu Alman teorisyenin siyaset prensipleri üzerine inşa edilmiştir. Heinrich Gotthard von Treitschke iki devlet ayrımına gider. Belçika ve Hollanda gibi devletler küçük devletçiklerdir ve onlar piyondurlar, onlar kendi çaplarında devletçilik oyunu yürütmektedirler, büyük devletler ise hakiki devletlerdir, hakiki devletlerin bağlayıcı realitesi yine kendileridir, hakiki devlet kendisi için vardır: “Ahlâk sadece ufak işlerle meşgul olan basit insanlar içindir. Lâkin büyük işler yapmak hırsında olanlar, ahlâkın çizdiği dar sınırları aşmak zorundadır.. devlet, yüce fıtratı gereği geniş mikyasta hareket etmek zorundadır.”[6]
Hıristiyanların kutsal kitabında kölelerin efendilerine Mesih’e itaat edercesine itaat etmeleri öğütleniyor.[7]Heinrich Gotthard von Treitschke’nin otoriter devlet anlayışında tüm vatandaşlar devletin köleleri hükmündedir. Devlet göstermelik biçimde müşfik davranabilir, sistemini oturttuktan sonra demokrasi ve eşitlik gibi kurallar koyarak vatandaşına hukuk sağlayabilir. Ne var ki devlet bir tehlike gördüğünde vatandaşlarının bütün haklarını çiğneyebilir. Burada esas olan vatandaşlar değil, ahlâk kuralları da değil, hakiki devlettir. Aynı devlet felsefesini George Orwell’ın 1984 adlı yapıtında da bulmaktayız.
Türk felsefeci Takiyettin Mengüşoğlu devletin ve hukukun ontolojik temellerinden söz ederken eski zamanlardaki teorilerde devletin ya tanrılaştırıldığını yahut da devletin bir araç derecesine indirildiğini belirtir. Muayyen bir grubun (oligarşinin) devlete tahakkümü toplumsal sözleşmeye aykırıdır. Devletin kendi başına bir varlık olarak görülmesine de karşı çıkan Mengüşoğlu hukukun üstünlüğünü vurgular. Ne var ki hukukun üstünlüğünün geçerli olabilmesi için toplumun muayyen bir kültür düzeyini yakalamış olması gerekmektedir.[8]
Orwell’ın meşhur romanında Londra merkezli Okyanusya Devleti vardır. Bu devleti vatandaşlarından büsbütün kopuk bir oligarşi yönetmektedir. Okyanusya oligarşisi sadece ve sadece güç (mutlak iktidar) peşindedir. Vatandaşları olan insanlarsa onun iktidarını sürdürmesini sağlayan besinlerdir. Vatandaşlar önemsizdir, öldürülürler, buharlaştırılırlar, işkenceye maruz bırakılırlar, belleklerinden arındırılırlar, kıt kanaat geçinmeye mahkûm edilirler vesaire… Sistem ezerek ayakta kalmaktadır. Korku imparatorluğunun doruğu hüküm sürmektedir orada. Okyanusya Devleti tam bir canavardır.[9]
Biz bu yazımızda Amerikan rüyasına, Amerika’yı keşfedenlerin teolojik ve psikolojik dünyasına ve Amerikan devletinin hangi temeller üzerinde inşa edildiğine kısaca değinmeye çalıştık. Amerikan 1 Dolarının arka yüzündeki piramidin üstünde yer alan göz figürü hem kendi vatandaşlarını hem de bütün dünyayı süreğen bir şekilde gözetleyen tanrısal gözü temsil etmektedir. Amerikan rüyasının karşıtları olan bizler söz konusu gözü Deccal’ın gözü olarak yorumlama hakkına sahibizdir; gelgelelim Amerikan rüyasına göre bu göz Tanrı’nın Krallığı’nın gözüdür.
Metin Savaş
[1] Mircea Elidae, Arayış – Tarih ve Dinde Anlam, sayfa 121, Doğu Batı Yayınları, Ankara 2020.
[2] Mircea Elidae, Arayış – Tarih ve Dinde Anlam, sayfa 126.
[3] Jean Baudrillard, Amerika, sayfa 92, Ayrıntı Yayınları, İstanbul 2013.
[4] Jean Baudrillard, Amerika, sayfa 119.
[5] Kitabı Mukaddes, Kitabı Mukaddes Şirketi, İstanbul 1976, Eski Ahit Kitabı, sayfa 102.
[6] Émile Durkheim-Ernest Denis, Savaşı Kim Başlattı?, sayfa 98, Mordan Kitap, İstanbul 2025.
[7] Canan Kuş, Tevrat, İncil ve Kur’ân-ı Kerîm’deki Kölelik Kavramı Üzerine Bazı Düşünceler, Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Dergisi, Yıl 2012, Cilt: 8, Sayı: 1, Sayfa: 1 – 33, 01.01.2012.
[8] Takiyettin Mengüşoğlu, Felsefeye Giriş, sayfa 281, Remzi Kitabevi, İstanbul 2008.
[9] Metin Savaş, Karanlıkta Savaşanlar – 1984 Üzerine Bir İrdeleme, sayfa 54, Çolpan Kitap, Ankara 2019.